İstanbul’dan üniversite eğitimi için gelip yerleşmiş 40 yıllık bir Ankaralı olarak, bu toplantıda yaşadığımız kentimize nasıl baktığımızı gördük. 20 yıldır aynı kadronun yönettiği Ankara’da büyük değişim yaşandığı gerçek.
Ancak dinlediklerimizden bir toparlama yapacak olursak, dünya başkentleri içinde Ankara’mızın hâlâ ciddi sorun ve eksiklikleri barındırdığını söylemek ve görmek durumundayız.
BELKİ DE DÜNYADA İLK ÖRNEK
Ankara, geniş de bir alana yayılan ‘tarihi şehir’ (old city) ve bir kaleye sahip; ama şehre gelen turistin, ‘Önce ‘old city’yi veya kaleyi gezeyim’ demediği...
Ulusal havayolu şirketinin dünyadaki sadece üç noktaya uçuş yaptığı...
Oysa Türkiye’nin, bölgesinde ve dünyada güçlü olmasının tek şartı, önce anavatanında huzur ve güvenliği sağlamasıdır.
İçeride toplumsal barışı koruyamamış, ortak değerlerini yitirmiş bir Türkiye, en büyük zararı ilk başta kendisine verir.
Toplumsal barışın temel şartının ise hukuk devletinden, hukukun üstünlüğüne eksiksiz uymaktan geçtiğini görmek çok açık bir vatanseverlik gerçeğidir.
CHP İÇİN ZORUNLULUK
Üç gün içinde, Can Dündar ile Erdem Gül’ün gazetecilik faaliyetleri sonucu tutuklanmaları; Tahir Elçi’nin karanlık bir katliama kurban gitmesi dahi bu noktada başka söze gerek bırakmıyor.
Ancak Türkiye, o kıymetli ayları hem de iki seçimle uğraşarak geçirdi.
Bu nedenle yeni hükümet, daha dün kurulabildi, ‘ateş çemberi’ ülkeyi, en güçlüsünden bir hükümete çoktan mahkûm etmiş olsa da.
“Kurulan hükümet bu güce sahip” denebilir ama “Böylesi bir dönemin, örneğin bir AKP-CHP koalisyonu ile geçilmesi çok daha sağlıklı, daha az tartışmalı olurdu” tezini savunmak da çok doğal.
İki görüşten haklı çıkanı tarih gösterecek, ancak şu anda tüm sorumluluğun tek başına AKP’nin omuzlarında kaldığı net.
DEĞİŞİM İSTİKRARI GETİRMEDİ
Yükün sadece AKP’ye kalması, muhalefetin 1 Kasım sonrası içine girdiği krizle de ilgili; oysa tam tersine, derli toplu, önerilerini etkili şekilde anlatan güçlü bir muhalefet en çok da böylesi dönemlerde aranır.
İki uluslararası toplantıda onlarca konuşmacı dinledim; tümünde ortak tek cümle, “Yatırım ve sağlam bir gelecek arzulayan her ülke, mutlaka ‘şeffaflığı’ ve ‘hukukun üstünlüğünü’ en güçlü şekilde tesis etmeli” oldu.
Türkiye’nin genelde birlikte anıldığı Ortadoğu’ya, siyasetten iş dünyasına, medyaya kadar uluslararası tüm kesimlerde büyük ilgisi var ve bu ilgi, sadece malum terör illetinden kaynaklanmıyor.
Yeni konumuyla İran, enerji kaynaklarıyla Irak, geçiş güzergâhı ve ekonomik gücü ile Türkiye ayrıca özel ilgi nedeni.
Peki Türkiye’ye ilgi yoğunlaşması neden, beklenti ne, istenen ne?
PYD, BARZANİ BELİRSİZLİĞİ
Özellikle İstanbul zirvesi bu sorulara açıklık getirir nitelikteydi.
Şeker kullanımına savaş açan bir ülke, her yıl bu kongreye ev sahipliği yapıyor; yetmiyor, üreticisi olmadığı pek çok üründe yaptığı gibi, şekerle ilgili kararlarda birinci derecede rol oynuyorsa ona, ‘âlem ülke’ denmez de ne denir?
İşte biz uçakta o ülkeye doğru yol alırken, aynı saatlerde terör, Paris’te, maalesef alışık hale geldiğimiz en karanlık yüzünü yeniden göstermişti.
İtiraf edeyim ki 24.00’te indiğim Londra’da beni karşılayan arkadaşımla iletişime geçme, bağaj alma, karşılama ve hemen başlayan derin sohbet sonucu her şeyden habersizdik.
Ta ki Wembley Stadı’nın Fransız bayrağının renkleri ile ‘Liberte’, ‘Egalite’, ‘Fraternite’ sözcükleri de yazılarak ışıklandırıldığını görünceye dek.
LONDRA’DA HER YER FRANSIZ RENKLERİ
Daha önce böyle bir şey olmamıştı, nedenini merak edince 4 saatti
Muhalefet partileri, derin farklılıklar nedeniyle işbirliğini ve koalisyon seçeneğini de yok ettiklerine göre şimdi başka alternatifler yaratılabilmeli.
HDP, 7 Haziran ile 1 Kasım arasında en sıkışan parti oldu, bedelini ödedi; geleceği de kendisine değil, PKK ile iktidar arasındaki ilişkiye bağlı.
Bu bağ, HDP’nin 4 yıl sonraki pozisyonunu tamamen muğlak kılıyor.
Yani HDP mevcut haliyle hesap dışı tutulabilir, geriye CHP ile MHP kalıyor.
CHP, ocak ayındaki kurultayda ne yapacağını gösterecek, ya MHP?
2002’NİN POSTALANAN OY PUSULALARI
Bu arada Muharrem İnce de yeniden genel başkan adayı olduğunu açıkladı.
Diğer aday Umut Oran gibi İnce de, kalan 69 il kongresinde delege oluşumuna genel merkezin müdahale edebileceği kaygısıyla, mevcut delegelerle toplanacak bir ‘olağanüstü kurultay’ istedi.
Muhalefetin bu talebinin temelinde, mevcut kurultay delegeleri içinde, görevden alınmış, belediye/milletvekili seçiminde aday olmuş, ancak listelere konmamış çok sayıda ismin varlığının yattığını kayda alıp öyle devam edelim.
MAHALLEDEKİ SANDIK ÖNEMLİ
Olağan kurultay sürecinin işlemesi ve ‘önlerini kapatmıyoruz’ iddiasıyla CHP yönetimi, Kılıçdaroğlu’nun rakiplerine ‘Tabandan güç alarak çıkın’ diyor.
Normali de budur; ne kadar seçimin kaderini MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin tutumu belirlemiş olsa da çıkan sonucun en fazla CHP’yi etkileyeceği açıktı.
CHP, seçimden yüzde 30 bandına çıkabilseydi bunlar yaşanmayacaktı.
Şimdi önemli olan CHP’nin 2-3 aylık bu süreci kırmadan, dökmeden; son iki yılda önemli ölçüde başardığı eski ‘hizipçi’, ‘her kafadan ayrı ses çıkan’ parti görüntüsüne yeniden dönmeyerek tamamlamasıdır.
Aksine CHP, süreci zor olanı başararak, yani bir umut üreterek bitirebilmeli.
Başlığı da bu tartışmalı sürece yönelik attım ve bilinçli olarak ‘olağan kurultay’ ifadesini kullandık; ‘neden’ diyeceklere açıklayalım.
KILIÇDAROĞLU’NDAN ADAYLARA SÖZ
Tamam; MHP’nin, daha doğrusu Devlet Bahçeli’nin 7 Haziran’ı okuyamayıp ilk geceden ortaya koyduğu tavır 1 Kasım’ın, yani yenilginin yolunu açtı.
Politikasını HDP’ye endeksleyen MHP hem AKP’siz bir seçenek bırakmadı hem de AKP ile bir koalisyona kapılarını kapattı.
Hükümet kurulamazken PKK da terörü azdırınca seçmen, “AKP’siz bir hükümet kurulamıyorsa, koalisyona ne gerek var, AKP tek başına gelsin” dedi.
Gerçek büyük oranda böyle olsa da, ‘CHP neden anlamlı bir tırmanış yapamıyor’ sorusuna mutlaka en sağlıklı yanıtların verilmesi demokrasinin geleceği için son derece önemli.
VAATLER YETMİYOR ARTI ARANIYOR
AKP ise sorunların çözümünün ancak güçlü bir iktidardan geçtiğini, o nedenle kalıcı çözümler için seçim şartını öne sürdü.
Bunu yaparken, seçmene “Bize tek başına iktidarı verin, istikrar başka türlü olamıyor; bakın hükümet de kurulamıyor” dedi.
Şimdi evet, MHP’nin tavrı nedeniyle iktidar istediği sonucu aldı denebilir, ama bu kolaycılığın alası olur.
Sonuçta iktidar, kozlarını ve muhalefetin tutumunu iyi okuyarak seçimi yenilemenin tek başına iktidar getireceğini gördü.
Lamı cimi yok, iktidar istediğinden de fazlasını aldı, halk desteğini daha yukarı çekerek gücü elinde tutmayı başardı; hakkını ve zaferini kabul etmeli.
MUHALEFETE AĞIR DARBE
Ülkenin hiç ihtiyaç duymadığı bir seçime sürüklendiğini, sorun çözme iradesi yerine emek, zaman ve kaynak kaybının yeğlendiğini söyleyip durduk.
Şimdi seçmen kararını verecek, ama ülkede 7 Haziran’dan bu yana olumlu/sevindirici yönde bir değişim yaşanmadığını üzülerek görüyoruz.
Yaz aylarına rağmen işsizlik yüzde 9.5’i, enflasyon 8.5’i geçti; dolar ve Avro 3 TL’yi aştı; ülkenin dev şirketlerine kayyum atandı, baskınlar yapıldı.
Maalesef, terör zirve yaptı; PKK yeniden acımasızca kan akıtırken, ‘reaksiyon hareketi’ diye bakılan IŞİD yüzlerce vatandaşın canını aldı, polisleri şehit etti.
EN AVANTAJLISI CHP
Evet, bodoslama girdim ve katılımdaki zayıflıkta ihbarların etkisi var mı, yok mu bilmiyorum; ama seyrek topluluk arasında dolanırken dahi Devlet Bahçeli’ye yönelik kırgınlığın izlerini görünce tablo netlik kazanır gibi oldu.
Bahçeli de bunun farkında sanki, savunma konumunda kaldı; Cumhurbaşkanı Erdoğan, Başbakan Davutoğlu ve Bülent Arınç’dan alıntılarla koalisyon kurulamamasının sorumluluğunun AKP’de olduğunu kanıtlamaya çalıştı.
Ayrıca, AKP-CHP görüşme trafiğinde sonucun önceden belli olduğunu anlatıp, CHP’yi ilkesiz, AKP’nin dizinin dibine oturmakla eleştirdi.
ALANDAN BİR SES
Bahçeli, bir savunmayı da ‘oyları düşüyor’ iddiaları üzerine yaptı.
“Emin olun, geçmiş cumhurbaşkanları kullandığımız dilin aynısını bize karşı kullansaydı 2002’de değil, 1992’de iktidara gelirdik. HDP’ye karşı kullandığımız dil bizi dibe çekiyor. Cumhurbaşkanı, Başbakan, parti kadroları Selahattin Demirtaş’a yüklenince ayrımcılığın mağduru haline geliyorlar.”
Bu köşede benzer ifadeler kullandık; ama gelin görün ki 7 Haziran sonrası AKP’nin Demirtaş/HDP dili, eskisini de aratır oldu.
Öyle ki Abdullah Gül’ün Demirtaş’a başsağlığı telefonu dahi AKP’den sert tepki aldı. (Ne acı, nasıl bir noktaya geldik değil mi; bu ülkede bir başsağlığı telefonu dahi sorun yapılıyor!)
PKK DESTEKÇİSİ DEĞİLLER
Çünkü AKP, tek başına iktidarı kaçırmanın faturasını Demirtaş/HDP’ye kestiği için dilini yumuşatmıyor; aksine her gün, Cumhurbaşkanı veya Başbakan en sert sözlerle yüklenmeyi sürdürüyor.
“Efendinizin şerefi ve sağlığı kendisinin değil, halkın zengin olmasına bağlıdır. İnsanlar kralları, insanların yararı için başa getirdiler, kralların yararı için değil. Kendilerini rahat yaşatacak, saldırıdan, sövgüden koruyacak güçlü bir dayanak istediler. Kralın en kutsal ödevi, kendisininkinden önce halkın mutluluğunu düşünmektir. Sadık bir çoban gibi kendisini sürüsüne vermeli, onu en besleyici otlaklara sürüklemeli.
ZENGİN OLMAKTANSA ZENGİNE BAŞ OLMAK
Halkın yoksulluğunu krallığın güveni saymak kabaca ve açıkça yanlıştır. Kavgalar, kan dökmeler en çok dilenciler arasında olmuyor mu? Bir devrimi en candan isteyen kimdir? Bugün en yoksul durumda olan değil mi? Devleti yıkmakta en fazla atılganlık gösterecek olan kimdir? Yitirecek bir şeyi olmayıp da sadece kazanç sağlayacak olan değil mi?
Yurttaşların kin bağladığı, hor gördüğü bir kral; halkı ezerek, soyarak, dilenci durumuna düşürerek tahtında tutunabilecekse bıraksın krallığı, insin gitsin tahtından. Bu yollarla belki kral adını elinde tutar; ama ne yiğitliği kalır ne büyüklüğü. Kral yüceliği dilencilerin değil zengin ve mutlu insanların başında kalmakla kazanır.
Büyük yürekli Fabricius bu soylu düşünce ile söylemişti şu sözü:
TARİHİNİN en büyük terörünü hem de başkentinin göbeğinde yaşayan Türkiye’yi yönetenlerin, 13 yıldır aynı siyasiler olduğunu hiç unutmamalı.
Bu siyasilerin, geçen sürede ülkenin nereden nereye geldiğine doğru teşhisi koyup, ‘bir hata yapıldığını’ kabul edebilmeli.
O zaman işe, kullanılan ötekileştirici dilden, AKP’yi eleştiren herkesi Türkiye düşmanı/terörist göstermekten vazgeçerek başlamak gerektiğini görecekler.
Aslında ortaya çıkan tutanaklar gösteriyor ki, içlerinde bazıları da bunu görmüş; ama söylem ve uygulamada hâlâ ders alındığı izlenimi edinemiyoruz.
ONCA PATLAMA VAR ZAFİYET YOK
AKP’nin büyük yanlışlarından biri de hatayı yapanları sürekli ‘bizden’ diyerek kollama ihtiyacı içinde olmasıdır.
Yüreğimiz ne kadar yansa da kayıplarımız giderek artıyor, hepsinin mekânı cennet olsun; umalım, yitirdikleri yaşamları haykırdıkları ‘barışı’ getirsin.
Evet, gün suçlama değil, AKP sözcülerinin de dediği gibi, ‘yekvücut’ olma günü.
Üzgünüm, “Geç kalmış bir söylem” demek zorundayım; çünkü, ‘Siyaset çatışmacı dili kenara bıraksın’ diye ne çok söylendi, yazıldı, çizildi.
Yazık ki, ülkeyi kahreden manzara karşısında dahi o dil çok değişmiş değil.
BİR-İKİ GÜN SABREDİLSEYDİ YA
GÜZEL olan bu işte; partiler, bildirgelerle rekabete giriyor, verdikleri sözleri önceden ilan edip halkla sözleşme imzalıyorlar.
Sözleşmeye uyan oluyor, uymayan oluyor; ama yol açıldı daha iyisi de gelir.
Hakkını teslim etmeli, bu yolu 2011’den beri açan parti CHP oldu.
Seçmenden umduğu karşılığı göremese de diğer partileri bu yola çekti; 7 Haziran gibi 1 Kasım için de takip edilen parti haline geldi. Tamam, bildirgeler birbirine çok benzedi, pek heyecan yaratmadı.
Ama olsun, iktidarın da muhalefetten bir şeyler öğrendiğini ortaya koydu, dar gelirlinin pastadan daha fazla pay almasının yolunu açtı ya, bu da çok şey.
EN SOMUT ÖNERİ PASSOLİG
Star Grubu patronu ile gazetesine yapılan saldırıyı anımsattı, ‘O gün ne durumdaydılar’ sorusuyla Ahmet Hakan ve Hürriyet’i ima etti, ‘Şimdi yandım demesinler’ diye çok manidar bir çıkış yaptı.
O saldırıları kınamayan bir Hürriyet mensubu çıkmadığı için ‘Ne durumdaydılar’ sorusunun muhatabı olamazlar; ama açık ve net, Star Grubu’na saldıranları yakalamak devletin temel görevi, yönetenlerin boynunun borcudur.
İstanbul’un göbeğinde, güpegündüz, kameralarda kayıtlı, tanıkları ortada bir saldırının failleri altı haftadır yakalanmadıysa tam bir beceriksizlik var demektir.
Üstelik o günün Emniyet Müdürü bugünün İçişleri Bakanı ise.
ÇÖZÜM SÜRECİNİN BASKISI
ŞAŞKINLIKLA izliyoruz; 31 yıllık bir terör örgütüyle görüşmeye oturanlar, gerekli önlemleri almadan masadan kalkınca, yaşanan vahametin sorumluluğunu üstlenmek yerine, önüne geleni ‘PKK destekçisi’ ilan ederek sıyrılmaya çalışıyorlar.
Maalesef bununla, PKK’ya güç vehmettiklerini de göremiyorlar.
Oysa önce Oslo görüşmelerinde devlet temsilcisinin, PKK yöneticisine, kentlerde nerelere silah depoladıklarını bildiklerini söylediğini öğrendik.
Ülkeyi yönetenler geçen günlerde, PKK’nın çözüm sürecini bu yığınaklar için kullandığını itiraf edip uyuyan bombalar patlatılınca durumu biraz anladık.
GERÇEĞİ KABUL EDEMEMEK
2011 seçimi öncesinde Selahattin Demirtaş ile Hakkâri’yi gezmiş, birkaç yazı yazıp AKP’nin, bölgede kaybetmekte olduğuna dikkat çekmiştim.
Bunlar çok yazıldı, çok söylendi; ancak 13 yıldır ülkeyi tek başına istediği gibi yöneten AKP, gücün elinden çıkmaması için kumar gibi bir karar aldı.
Sanıyorlar ki seçmen 7 Haziran’da hata yaptı, 1 Kasım’da düzeltecek, kendilerini yeniden tek başına iktidar yapacak!
‘Oysa kazın ayağı hiç de öyle değil’ diyeceğiz de AKP yine dinlemeyecek bizi.
Çünkü gerçekçilikten tamamen uzaklaşmış, kendisi dışındaki herkesi, her kesimi, her kurumu ‘düşman’ gibi göstererek sonuç almaya çalışan bir AKP var artık.
İşadamları ve kız evlatları
ORTALIĞA saçılan telefon dinlemeleri, ‘Alo Fatih’ diye simgeleşen ifadeyle, medyaya yapılan baskının sadece açığa çıkması, alenileşmesidir.
Kimi iktidar temsilcilerinin gün boyu medya kuruluşlarına, “Beyefendi şu haberinizi beğenmedi” uyarı telefonları açtığı da ayrı bir konu.
Bu baskı sürecini alın akıyla geçenler ortada, diğerlerinin ne acı ki tasası yok.
Aslında ‘Alo Fatih’ örneklerine de gerek yok; çünkü bu ülkede, Başbakan’a henüz sorulmamış olan şu soru da her şeyi açıklıyor:
“Sayın Başbakan, sizin talimatınızla bir bakanın, bazı işadamlarından para toplayarak, bir medya grubunun el değiştirmesini sağladığı; o işadamlarının Türkiye’nin en büyük ihaleleri alanlar arasından seçildiği ve bazılarının havuza konacak parayı bir kamu bankasından kredi olarak çektiği iddia ediliyor. Bu iddialar doğru mu, yanlış mı?”
YA CHP/MHP’YE YAKIN OLSALARDI
Birileri, “Canım tape’ler soruldu, Başbakan da ‘Kemal Kılıçdaroğlu SSK’nın hesabını versin’ diye yanıtladı” demeye kalkmasın; çünkü komik kaçar.
Gerçi yaşananlar, ortalığa saçılanlar komiklik ötesi ve yazık ki bu durum, siyaseti/iş dünyası/medyasıyla Türkiye’yi kemirip yiyor.
Çünkü siyasetin, ihaleleri gerekçe kılarak işadamlarından iddia edildiği şekilde para toplaması, dünya üzerinde hiçbir ülkede yaşanmadı, yaşanamaz da.
Daha kötüsü bu iddiaların gerçek olup olmadığının açığa çıkarılamamasıdır.
Başbakan ise havuza para koyan işadamlarını meydan meydan savunuyor.
Oysa kazara o isimler, CHP/MHP’ye yakın bilinselerdi ve ‘Milletin .... koyduk’ diye küfretselerdi Başbakan’ın yeri göğü inleteceği kesindi.
Yine de Başbakan’ın o küfrü şiddetle kınayacağına, ilk görüşmesinde o işadamını ‘ağlatacağına’ eminim!
Başbakan’ın, o işadamları arasında geçen İNTES Başkanı’nın istifa etmemesini savunması oldukça manidar.
Önce, İNTES Başkanı’nın genel kuruldan değil ‘Yönetim Kurulu’ (YK) arasından seçildiğini belirterek küçük bir düzeltme yapayım.
EVLAT HAKLI AMA
Başkan bu yolla seçildiği için üyeler kendisinin istifasını isteyebilir.
Bildiğim, üyelerden bu talep geldi; başkan da ‘sözlü’ istifa bildirince, YK olağanüstü toplandı; ama başkan oturuma katılmayarak süreci durdurdu.
Başkan bir gün sonraki, Ali Babacan’ın konuşmacı olduğu öğlen yemeğine katılmayarak da İNTES tarihinde ender bir ironi yarattı.
İş dünyası artık bu kötü örneklerden sıyrılmalı; işe de müteahhitler başta olmak üzere, yaşama geçecek bir ‘etik ilkeleri’ belirleyerek başlamalı.
Bildiğim, bu amaçla yıllar önce bir çalışma yapılmış; ama bugün iddialara konu olan bazı isimlerin itirazı sonucu, yazık ki ‘ilkeler bildirisi’ çıkamamış.
Daha önce ‘siyasetçiler ve oğulları’ üzerine yazı yazmış biri olarak, bu kez de işadamlarına kız evlatları üzerinden şöyle seslenelim:
“Anlaşılan, kiminiz havuza para konmasına itiraz eden kızınıza bağırıp çağırdınız; kiminiz işin yasal olmadığını bile bile o paranın tesliminde kız evladınızı görevlendirdiniz. Şimdi ise çok üzgünsünüz.”
Ama maalesef babalık etiğine de uymayan kötü bir örnek verilmiş oldu.
Umalım ki babaların yanlışını, başı da kız evlatlar çekerek, yeni kuşaklar artık sonlandırır.