Irak’ta günlerdir bombalanan Samarra Ortadoğu’da kurulan ilk Türk şehridir

Bağdat’ın 100 kilometre kuzeydoğusunda bulunan ve Amerikalılar tarafından günlerden bu yana bombalanan Samarra şehri, çoğumuz için uzak iklimlerdeki bir çölün ortasında var ile yok arası bir yerdir ama aslında gayet iyi bilmemiz ve hatırlamamız gereken bir beldedir.

Zira, İslamiyet’i kabul etmemizden sonra, Asya’dan Batı’ya doğru bundan 1100 yıl önce başladığımız büyük yürüyüşün ilk durağıdır, Ortadoğu’daki ilk Türk şehridir, Anadolu’nun Türkleşmesinden önceki ilk kalemizdir ve tarihimizde önemli bir hatırası vardır. İran, bugün UNESCO’ya başvurup Samarra’daki kültür varlıklarının koruma altına alınmasını istiyor, biz ise şehirde olup bitenleri televizyon haberlerinden ve umursamadan izlemekle yetiniyoruz.

Irak’taki Amerikan kuvvetleri, Bağdat’ın 100 kilometre kuzeydoğusundaki Samarra şehrinde üslendiklerini iddia ettikleri El Kaide güçlerine karşı, 50 savaş uçağı ile binlerce askerin katıldığı bir operasyon başlattılar. "Arı Kovanı" kod adlı operasyonun, Irak’ın Amerikan işgaline uğradığı 2003’ten bu yana yapılan en büyük harekát olduğu söyleniyor.

Samarra’nın ismini şimdiye kadar çoğumuz işitmemiştik. Şehir, bazılarımız için uzak iklimlerdeki bir çölün ortasında var ile yok arası bir yerlerdeydi ve varlığından, Hazreti Muhammed’in soyundan gelen Hasanü’l-Askeri’nin buradaki türbesinin bombalanmasından sonra başlayan Amerikan operasyonu sayesinde haberdar olduk!

Ama, Samarra, gayet iyi bilmemiz ve hatırlamamız gereken bir beldedir, zira Ortadoğu’daki ilk Türk şehridir, Anadolu’nun Türkleşmesinden önceki ilk güçlü kalemizdir ve tarihimizde önemli bir hatırası vardır. Bizde asırlar boyunca "Sámrá" denmiştir ama ismi yabancı haber ajanslarında "Samarra" diye diye telaffuz edilince bu hali almıştır.

PARALI TÜRK ASKERLER

İşte, şimdi bombaların hedefi olan Samarra’nın kısa öyküsü:

İslamiyet’i kabul etmemizden sonra, dokuzuncu yüzyılda, Asya’dan batıya doğru yaptığımız uzun yürüyüş sırasında Anadolu’ya varmadan önce Abbasi Devleti’ne ait olan Irak taraflarına gittik ve şansımızı orada aradık. Abbasilerin başında Bağdat’ta oturan halifeler vardı ve dokuzuncu asırda hüküm süren Halife Me’mun, iktidarını gölgeleyen Arap ve İranlı güçlere karşı bölgeye yeni gelmiş olan Türkleri kullanmayı denedi. "Hakan", "İnak", "Afşin" ve "Aşnas" gibi isimler taşıyan kumandanların emri altında bulunan ve hepsi gayet iyi birer savaşçı olan Türkler, zamanla Halife’nin paralı askerleri oldular.

Önceleri 3 bin kişiden ibaret olan bu paralı askerlerin sayısı zamanla on binlere vardı. Türkler, Halife’nin tahtını gayet iyi koruyorlardı ama halk "illallah" diyordu, zira Bağdat büyük bir kışlayı andırır olmuştu. Türklerin şehirde doludizgin at sürmeleri yüzünden her gün birkaç kişi can veriyor ve halkla paralı askerler arasında çıkan tartışmalar kan dökülmesiyle neticeleniyordu.

KáBE’NİN MAKETİ

Halk, Halife Mu’tasım’a gidip Türklerden yakınmaya başlamıştı, fakat Halife için önemli olan halkın dertleri değil, tahtın güvenliğiydi. Türkler zamanla yerli halkla karışıp savaşçılıklarını kaybedebilirlerdi ve bunun önüne geçilmesi için ayrı bir yerde ikamet ettirilmeliydiler.

Bağdat’ın 100 kilometre kadar kuzeydoğusunda ve Dicle’nin kıyısında uzanan arazi bu iş için seçildi ve 836 yılında yoğun bir inşa faaliyeti başladı. İnşaatta Türk askerleri de çalışıyor ve kendi evlerini kendileri yapıyorlardı. Çöl ağaçlandırıldı, evler, camiler, hamamlar, alışveriş ve spor tesisleriyle beraber devásá saraylar inşa edildi, aynı anda 100 bin kişinin namaz kılabildiği ve 52 metre yüksekliğindeki konik minaresi hálá yükselen bir cami, hatta bir de kábe maketi bile yapıldı. Kurulan yeni şehre Arapça’da "göreni mutlu eder" anlamına gelen "surre men raa" adı verildi, bu isim halk arasında "Samarra" diye telaffuz edilir oldu. Bağdat’taki on binlerce Türk askeri Samarra’ya yerleştirilip, yerli halkla karışmamaları için Asya’dan getirilen Türk kızlarıyla evlendirildiler. Samarra’da inşa edilen "Hákani" isimli büyük sarayın şaşáası Halife’nin de başını döndürdü ve Mu’tasım, Bağdat’ı bırakıp Samarra’ya yerleşti, Türklerle beraber yaşamaya başladı.

DARBE ÜSTÜNE DARBE

Ama, işler Halife’nin düşündüğü şekilde yürümedi ve Türkler yeni başkentin en güçlü grubu haline geldiler. Artık halifeleri tahtlarından indirebiliyor ve canlarının istedikleri kişiyi hükümdar yapabiliyorlardı. Meselá, Halife Vásık’ın 847’de ölmesinden sonra Türk askerleri hiláfet tahtına Mütevekkil’i geçirdiler. Türklerin etkisinden kurtulmaya kalkışan Mütevekkil hiláfet merkezini Şam’a taşıyınca hatasının bedelini 861’de canıyla ödedi. Boğa, Baglum ve Bagir isimli Türk komutanlar Halife’yi öldürüp yerine oğlu Mustansır’ı getirdiler ve hiláfet merkezini yeniden Samarra’ya naklettiler.

Samarra’daki Türk hakimiyeti 892’ye kadar, tam 56 yıl boyunca devam etti ve Türklerin gücü, Halife Mu’tez’in başkenti bir yolunu bulup Samarra’dan yeniden Bağdat’a nakletmesiyle son buldu. Türk hakimiyetinin Bağdat’ta tekrar kurulması için aradan asırlar geçmesi, Malazgirt sonrasında Anadolu’nun Türkleşmesi ve nihayet Kanuni Sultan Süleyman’ın 1534’te Bağdat’a girmesi gerekecekti.

İRAN’DAN ÖNCELİK

Asya’dan Batı’ya doğru bundan 1100 yıl önce başladığımız büyük yürüyüşün ilk durağı olan ama bugün bizlere artık çok uzak iklimlerde kalmış gibi görünen Samarra’nın öyküsü, kısaca işte böyle. Ben, bu yazıdaki bilgilerin bir kısmını Cengiz Tomar’ın Hürriyet Tarih Dergisi’nde 2003 Şubat’ında yayınladığı araştırmadan naklettim.

Bundan birkaç sene öncesine kadar Saddam Hüseyin’in kimyasal silah tesisleriyle dolu olan ve ardından El Kaide’nin mekánı haline gelen Samarra’da şimdi sadece ateş, kan ve gözyaşı var. Dokuzuncu asırda inşa ettiğimiz Türk Kalesi ile kalenin hemen yanı başındaki meşhur minarenin ve o devrin güçlü Türk kumandanı Hakan Urtuç’un yaptırdığı "Hákani Sarayı"nın duvarlarındaki Türk resimlerinin hálá durup durmadıkları ise meçhul.

İran’ın UNESCO’ya başvurup Samarra’da yaşananların izlenmesini ve şehirdeki kültür varlıklarının koruma altına alınmasını talep ettiğini öğrenince, Samarra ile İran’dan önce bizim tarihimizin parçası olduğunu hatırlatmak istedim.

İntihalde son teknik: Bir kitabın adını değiştirip yeni bir esermiş gibi pazarlıyorlar

"İntihal", malum, bilimsel hırsızlığa verilen isimdir. Başkasına ait olan bir eseri, mesela bir kitabı, müziği yahut bir araştırmayı alıp kendi isminizle yayınlarsanız, yani o eserin üzerine hiç sıkılmadan kendi malınızmış gibi oturursanız, "intihal" yapmış olursunuz. İntihal, bir yerde, mürekkep yalamışlara mahsus akademik hırsızlığın kibarcasıdır.

Türkiye, intihal bakımından gayet zengin bir memlekettir. Adı-sanı işitilmemiş yazarından üniversite rektörüne, ressamına, hatta manevi lider olduğu iddia edilenlerine kadar hemen her seviyede ve çok sayıda kişi, bol bol intihalle meşguldür. Ama, bu intihalcilerin çoğu umursamazlık yahut nemelázımcılık yüzünden láyık oldukları cezayı görmez ve hiç sıkılmadan aramızda dolaşmaya devam ederler.

Böylesine yürütme zengini olan memleketimizde, bir eserin bazı bölümlerinin makaslanıp yapıştırılması gibisinden geleneksel intihal metotları artık bir yana bırakılmış vaziyette. Şimdi yepyeni bir teknik uygulanıyor: Bir kitap olduğu gibi alınıyor, esere bambaşka bir isim veriliyor ve bir başka kişinin adıyla yayınlanıyor!

Enver Paşa’nın hanımı Naciye Sultan’ın hatıralarının başına gelenler gibi...

Hatıralar 1952’de "Acı Zamanlar" başlığıyla Vatan Gazetesi’nde yayınlanmış, aradan 38 sene geçtikten sonra, 1990’da yine aynı isimle kitap haline getirilmişti. Derken aradan 16 sene daha geçti ve hatıralar geçtiğimiz günlerde bir başka yayınevi tarafından tekrar yayınlandı. Ama kitabın ismi değişmiş, "Naciye Sultan" yapılmış ve üzerine "Hayrünnisa Alp" diye bir de yazar adı iláve edilmişti. Eseri bilmeyenler, kitabı Hayrünnisa Hanım’ın Naciye Sultan hakkında yaptığı bir araştırma olduğunu zannederek alacaklardı ama metin birkaç sayfalık bir önsözle son kısma iláve edilen bazı resimler haricinde, 1952’de yayınlanan "Acı Zamanlar" ile aynıydı. Yani, eski metinden başka bir kitap, üstelik bir başka yazar yaratılmıştı!

İşte, intihal sahasında vardığımız son noktadan küçük bir örnek...
Yazarın Tüm Yazıları