İlacıma dokunma

Sahte ilaçlar, “Kanser hastası değil mi, nasıl olsa ölecek!” gibi yaklaşımlarla satılıyor. Bu tehlikeli sürece acil bir çözüm bulunmalı.

Haberin Devamı

BİZ hekimler ve hastalarımız için ilaçlar “dokunulmaz” maddelerdir. Halkımız da söz konusu “İLAÇ” oldu mu farklı düşünür. İyi gelen bir şeyi yiyip içince “ilaç gibi geldi”, az miktarıyla yetinebilecek bir şeyi tarif edeceğinde “İlaç kadarı yeter”, şifa için bir şey yuttuğunda “İlaç niyetine” der. Kısacası yüzde 90’ından fazlasının “Kimyasal veya yapay moleküler”den yapıldığını bilsek de ilaca güvenimiz sonsuz ve sınırsızdır. Doktorumuzun yazdı veya eczacımızın tavsiye ettiği her hapı, şurubu düşünmeden yutarız. Sadece saydığım bu aşırı güven ve saygının hatırına bile ilaç konusunda suiistimale göz yumulmaması gerekir. Sadece bu nedenlerle bile “Yüzde 100 kalite” kavramından taviz verilmemesi, üretiminden yutulmasına kadar her safhasının denetlenmesi zorunludur. Sistem yakın zamana kadar zaten böyle işliyordu. İlaç firmaları ciddiydi. Ruhsatlandırmalar dikkatle yapılıyordu. Dağıtım ve pazarlama işleri kontrol altındaydı. Peki, ne oldu da her şey böyle birbirine girdi? Ne oldu da ilaç “tartışılır” hale geldi?

BU SESE KULAK VERİN


Türkiye’nin en eski, köklü ve büyük ilaç firmalarından birinin sahibi ve İlaç İşverenleri Örgütü’nün başkanı (Sayın Ecz. Nezih Barut) bir ay önce “İlaç konusuna biraz dikkat edelim, hammaddelerine, üretim koşullarına yeniden bir odaklanalım, ülkemiz kalitesiz ilaç pazarı olma yolunda hızla ilerliyor, dikkatli olalım” şeklinde özetlenebilecek uyarılar yaptı. Nezih Barut’un açıklamalarının üzerinden bir-iki hafta geçmeden de “bomba!” patladı! Çevre ülkelerde üretilen sahte ilaçların dağıtım üstlerinden biri olmuştuk. Dahası işe çeteler, mafyalar karışmış, “zamanı dolduğu için kullanılmayıp çöpe atılması gereken ilaçlar” “kanser hastası değil mi, nasıl olsa ölecek, ver sahte ilacı!” gibi sapık-çarpık yaklaşımlarla yeniden paketlenip bazı eczanelerde “sahte ilaç” olarak satılmaya başlamıştı.

BAŞBAKAN EL KOYMALI


Konuyu uzatıp canınızı daha fazla sıkmak istemem. İlaca güven sorunu acilen ve hemen çözümlenmeli. Sürece Sağlık Bakanı ve halkımızın sağlığı ile ilgili konularda sınırsız bir hassasiyete sahip olduğunu iyi bildiğim Sayın Başbakanımız sürece hemen bir el koymalı. Yoksa yutacağımız ilaçlara doktorlar değil, üçkâğıtçılar, çete ve mafyalar karar verecek! İLACIMIZA DOKUNMAYIN!

Haberin Devamı

AŞIRI HİJYEN zararlı olabilir

Haberin Devamı

HİJYEN veya genel adıyla “temizlik” günümüzün en çok ilgi çeken alanlarından biri. Zaten böyle olduğu için de yeni bir endüstri doğdu: Hijyen endüstrisi! Kimyasal üreten firmaların çoğu bazen tuvaletlerimizin, bazen çamaşırlarımızın, bazen lavabo, tabak, çanak, bardaklarımızın, bazen de ellerimiz, saçlarımız ya da banyoda bedenimizin temizlenmesine talip oldular. Ne var ki mikrobik hastalıklarla ilgilenen uzmanlar bağışıklık birimiyle alakalı hocalar bu aşırı hijyen tutkusunun başımıza iş açabileceği yönünde de bizi uyarıyorlar. Uzmanlara göre mikroorganizmalarla –bakteriler ve virüslerle- erken yaşta tanışmamız bağışıklık sistemimizin güçlenmesi için vazgeçilmez bir zorunluluk. Eğer bu süreç doğal gelişimin dışına çıkarılırsa ileride başımıza ciddi işler açabilecek astım ve benzeri alerjik hastalıklar, son derece tehlikeli olabilen bazı otoimmun hastalıklar –haşimato hastalığı-, bazı romatizmal sorunlar- ile karşılaşma ihtimalimiz artıyor. Kısacası yeteri kadar güçlü bir bağışıklık sistemine sahip olabilmemiz için erken yaşlarda mikroplarla tanışmamız doğal bir zorunluluk, hatta bir doğa kanunu gibi görünüyor. Kısacası mikropsuz ortamda yetişip büyüyen çocuklarınızı ilerde astımdan kolite, egzamadan nefrite kadar pek çok bağışıklık hastalığı bekleyebiliyor.

TAKINTI YAPMAYIN


Hijyen konusunu fazla abartmayın, takıntı yapmayın. Ellerinizi mutlaka ama mutlaka “antibakteriyal sabunlarla temizleme” gibi bir yanlışlığa ise sakın düşmeyin. Tabii ki pis ortamlarda yaşamayın, temizlik konusunda duyarlı kalın ama temizlik takıntılı biri de olmayın.

Haberin Devamı

Çocukta da obezite patlaması

YENİ tanımlanan önemli bir araştırma –Çocukluk Çağı Obezite Araştırması- “çocuk obezitesi” konusunda da bizi bekleyen ciddi sıkıntılara işaret ediyor. Sağlık Bakanlığı’nca 6 bin çocuğun üzerinde yürütülen bu araştırmanın sonuçlarına bakılırsa beden kitle indeksi esas alındığında her yüz çocuktan 14’ü fazla kilolu –hafif şişman-, 8’i de obez, yani “şişman!”. Bu yuvarlak bir hesapla her 4 çocuğumuzdan birinde kilo sorunu olduğu anlamına geliyor. Peki, ne oldu da sorun, ulusal sağlık tehdidine dönüştü? Yanlışlarımız saymakla bitmez...

HAREKETSİZLER


Okullarda yeteri kadar aktivite eğilimi oluşturacak organizasyonlar yok. Jimnastik dersleri ya kaldırıldı ya da hakkıyla yapılmıyor. Çoğu okulumuzda bırakın kapalı spor salonunu, çocukların oynayacağı bir bahçe bile bulunmuyor.

KANTİNE DİKKAT


Okul kantinlerine dikkat! Hemen hiçbir okulda kantinlerde ciddi ve sürekli denetimler yapılamıyor. Kantinlerde çalışanların nasıl bir eğitimden geçirildikleri, satılan ürünlerin nasıl denetlendikleri tam bir muamma!

OKUL YEMEĞİ


Okul yemekleri için de endişelerimiz var! Bu yemekler nasıl pişiriliyor, kalorileri nasıl hesaplanıyor, protein, yağ ve karbonhidrat oranları kimler tarafından belirleniyor, ara öğünlerde çocuklara bir şeyler veriliyor mu, verilmiyor mu, veriliyorsa yiyecek ve içeceklere kimler karar veriyor?

CİPSLE BESLENME

Çocuklar ne yiyor? Çalışan anne ve babaların çoğu çocuklarının beslenmesini evde çalışan tecrübesiz –çoğu yabancı uyruklu ve bizim geleneksel beslenme alışkanlıklarımızdan habersiz- çalışanlara emanet etmiş durumda. Çocuk okuldan “açbilaç” geliyor, önüne ne konursa –fırın mamulleri, bisküviler, galetalar, fındık ezmesi, hatta margarin sürülmüş ekmek dilimleri, cipsler, kekler...- tıka basa onu yiyor.

SAĞLIKSIZ İÇECEKLER

Buzdolapları kalitesiz gazlı içecekler, meşrubatlar ve yapay meyve suyu konsantreleri ile dolu. Meşrubatlar, gazlı kolalı içecekler, içi tıka basa şeker ya da glukoz şurubu dolu hazır çaylar çocuklarımızı tehdit ediyor.

UNUTULAN SOFRALAR

Ev sofralarında ailece yeme içme kültürümüzü unuttuk. Yemeğe el yıkayarak oturmak, teşekkür duasıyla başlamak, çatal ve bıçağı itinayla kullanıp her lokmayı hakkıyla çiğneyerek yutmak, şükür duygusunun farkına varmak, yemeğin sonunda “eline sağlık anne, kesene bereket baba” deyip yiyeceğe ruhsal doyum katmayı unuttuk.

HASTA OLACAKLAR


Bugünün obez çocukları yarının kalp, romatizma, tansiyon, şeker hastaları olacak! Obezite probleminin tohumlarının çocuklukta atıldığını, ergenlikte filizlenip çiçek açtığını, meyvelerini de daha otuzlu yaşlara varmadan “şeker hastalığı, hipertansiyon, yağlı karaciğer, gut hastalığı, kalp krizi, felç, kanser, artrit” şeklinde toplandığı aklınızdan hiç çıkmasın.

Haberin Devamı

Probiyotikle bebeklerdeki sancıya son

HER birimizin bedeninde yüz trilyona yakın probiyotik bakteri var. Bunların bağışıklık sistemimizi güçlendirdiği, alerji eğilimini baskıladığı, kolesterolü, şekeri, kan basıncını dengelediği, hatta kilo sorununu engellediği net ve açık olarak gösterildi. Şimdi de yeni bir çalışma probiyotik bakterilerin bebeklerde de işe yarayabileceğini gösteriyor. Probiyotiklerin bebekler için de önemli olduklarını zaten biliyorduk. Bağırsağında yeteri kadar probiyotik barındıran bebeklerin bağışıklıklarının daha güçlü olduğunu, gribe, nezleye, sinüzite daha az yakalandığının zaten farkındaydık. Ünlü tıp dergisi JAMA Pediatrics’ de yayınlanan yeni bir çalışma ise sürece farklı bir hayat kattı: Kolik sancısı çeken bebekler probiyotik desteği ile rahatlıyorlar. Bağırsağında yeteri kadar probiyotik bakteri bulunan bebeklerde şiddetli ağlamalara yol açan bağırsak spazmları, kolik sancıları daha az görülüyor. Kısacası “yaşasın probiyotik/dost bakteriler!”. Onlar hepimize, ömür boyu lazım.

Yazarın Tüm Yazıları