“AİHM kararı uygulanmalı” demiş.
Çok tepki almış.
*
Cemil Çiçek de...
“AİHM kararı uygulanmalı” demiş.
Koskocaman bir yalandır sayın Z kuşağı.
*
Tamam...
Eskilerden uzanıp gelen bir Münir Özkul/Adile Naşit sevecenliği ve şekerliği var. Ama unutma ki...
Pişmiş ya da pişmemiş etlerle yaptığı danslardan nefret ediyorum.
İşi pişkin bir gösterişçiliğe vardırmasını ayıplıyorum.
Çiğ et tokatlama seansları yüzünden neredeyse vejetaryen olacağım.
Hazırladığı videolardaki tuhaf hallerini yüzümü buruşturarak izliyorum.
Yani Nusret’e karşı duygularımız ortak.
*
Ama bu adamın ABD’den Dubai’ye küresel çapta alıcısı var.
Sürekli.
İnatla.
Durmaksızın.
*
Telefonuma mesajlar atıyor.
Atıyor, atıyor, atıyor.
*
Sonra da Twitter’dan...
Dediği şu:
*
“Benimle A Milli Futbol Takımı’nda savaşmış, mücadele etmiş ve forma giymiş arkadaşlarımla ilgili yorum yaparım.”
*
“İktidarımızın ilk yıllarında darbe ve vesayet heveslileri meydanlardaydı. Daha sonra 2007’de Türkiye’nin en büyük partisine 363 milletvekili ile cumhurbaşkanını seçtirmediler.”
*
Buraya kadar söyledikleri doğru.
*
Gerçekten de...
AK Parti’nin ilk döneminde darbe ve vesayet yanlıları meydanlardaydı.
*
Gerçekten de...
Çin aşısının küçümsendiği, acayip kuşkularla karşılandığı, “Çin aşısı mı? Aman kalsın!” dendiği, “Ben Alman aşısı olurum arkadaş” tavrının konduğu günlerde...
Bazı önemli şahıslara...
Şöyle bir soru soruluyordu:
*
“Efendim, siz Çin aşısı olur musunuz?”
*
Önemli şahıslar, bu soruya...
Önleri kesilir, tartışılırdı.
Sayıları artar, tartışılırdı.
Mağdur edilirler, tartışılırdı.
Mağduriyetleri giderilir, tartışılırdı.
Tartışılır babam tartışılırdı yani.
*
Bu nedenle de...
İmam-hatipler, bir zamanlar tartışma programlarının
İyi ama...
- İktidar yumuşak mı?
- Cumhurbaşkanı Erdoğan yumuşak mı?
- AK Parti sözcüleri yumuşak mı?
Hayır! Asla!
*
Normal şartlar altında baktığımızda söylemem gereken şudur:
*
- Sanki ben orayı terk edince... Herkes orada kalacak ve arkamdan konuşacakmış gibi düşündüğümden...
*
- Yeni yerlere ısınma sürecinin üzerimde yarattığı ağır tedirginlik ve yoğun stresten korkuyor olmamdan...
*
- İçinde bulunduğum grupların “Çıkalım mı, çıkmayalım mı” konusunda yaptıkları tartışmadan fena halde sıkıldığımdan...
İşte o Enes, bir vegan dergisine pozlar vermiş.
*
Maruldan kıyafetler giyerek fotoğraflar çektirmiş.
Ve şu mesajları vermiş:
- Et olumsuz etki yaratıyor.
- İnekler ve tavuklar vahşice öldürülüyor.
“Milli Mücadele’de biz 7 düvelle falan savaşmadık. Bu tür masalları çocukken dinlemiştik ama anladık, yalanmış. Tek savaştığımız devlet Yunanistan ve kısmen Fransa’dır.”
*
Tarih profesörü titrim yok ama aklım ve izanım var.
Akıl ve izan çerçevesinde...
Bir ABD yetkilisi...
“Our boys have done it” demişti.
Yani...
“Bizim çocuklar başardı.”
ABD’deki son olayların başladığı andan itibaren öylece bekledim.
Bir yetkilimiz çıksa da...
“Kongreyi basanlar bizim çocuklar değil” diye bir demeç patlatsa diye...
*
Amacından saparsa...
Tadında bırakılmazsa...
Bir büyük kargaşaya dönüşürse...
İllegal örgütlerin katılımına açık hale gelirse...
Üniversitenin dışına taşarsa...
Barışçıl yönünü kaybederse...
Polisle çatışma noktasına varırsa...
İdris Naim Bey’e dair sorular ve cevaplar
SORU: İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin “resimle, şiirle, kitapla da terör yapılabilir” diyerek herkesi şaşırttı. İdris Naim Şahin gaf mı yaptı, yoksa gerçekten böyle mi düşünüyor?
CEVAP: Gaf falan yok... Gerçekten böyle düşünüyor.
* * *
SORU: AK Parti’de İdris Naim Şahin gibi düşünen çok isim var mı?
CEVAP: AK Parti’de kuvvetli bir “sağcı-milliyetçi damar” var. Bu damar bazen geri plana çekilse de varlığını hep korudu, koruyor. Bundan birkaç sene önce bu damarın ortaya çıkmasını kolaylaştıracak bir ortam yoktu. Ama şimdi var. İdris Naim Şahin, işte bu ortamdan cesaret alabiliyor. AK Parti içinden İdris Naim Bey’i yadırgamayan, hatta destek veren çok isim çıkar.
* * *
SORU: Sözünü ettiğiniz bu damar, partide etkili olabilir mi?
CEVAP: Bunu Başbakan Erdoğan’ın tutumu belirler. Çünkü biz şunu gördük: Eğer Erdoğan “özgürlük rüzgârı” estiriyorsa, partide de “özgürlük rüzgârı” esiyor. Eğer Erdoğan “güvenlik rüzgârı” estiriyorsa, partide de “güvenlik rüzgârı” esiyor.
* * *
SORU: Başbakan Yardımcıları Bülent Arınç ile Beşir Atalay’a bakıyoruz, her iki isim de “özgürlük rüzgârı” estiriyor. İdris Naim Şahin ise tam tersi bir rüzgâr estiriyor. Peki Başbakan Erdoğan hangi rüzgârı estiriyor?
CEVAP: Epey zamandır “güvenlik rüzgârı” estiriyor. Ama dört başı mamur bir rüzgâr değil bu... Erdoğan her an ters bir rüzgâr da estirebilir. İşte bu nedenle AK Parti’de hem Bülent Arınç ile Beşir Atalay’ın yaklaşımı öne çıkabiliyor, hem de İdris Naim Bey’in zihniyeti açığa çıkabiliyor. Erdoğan’ın keskin bir tutum almaması, birbiriyle çelişen iki yaklaşımın da ortaya çıkmasına olanak tanıyor.
* * *
SORU: Bundan sonra kim kazanır? İdris Naim Bey mi, Beşir Atalay mı?
CEVAP: Soruyu şöyle de sorabiliriz: AK Parti’de “özgürlük rüzgârı” mı kuvvetli esecek, yoksa 70’leri bile aratacak bir “yasakçılık rüzgârı” mı? Hangi yaklaşımın galip geleceğine Başbakan Erdoğan karar verir. Erdoğan karar verdikten sonra da ya Arınç ile Atalay susar ya da İdris Naim Bey... Dileriz susmak zorunda kalan İdris Naim Bey olur. Memleket açısından tabii...
‘Şair’in tavrı Gül’e mi?
ŞAİR Sezai Karakoç kendisine verilen “Cumhurbaşkanlığı Büyük Ödülü”nü almak için Çankaya’ya çıkmadı.
Buradan yola çıkarak, “Sezai Karakoç, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e tavır koydu” sonucunu çıkaranlar, “Şair”i zerre kadar anlamayanlardır. Sezai Karakoç’un meselesi Abdullah Gül’le değildir.
* * *
Sezai Karakoç öyle bir şairdir ki:
- Herkesin “görünür olmak” için can attığı şu tuhaf zamanlarda görünmekten kaçar.
- Hiç hak etmeyenlerin bile büyük, çok büyük ödüller beklediği şu tuhaf zamanlarda ödül falan beklemez.
- Ne protesto eder, ne de muktedirin kimliğine bakar. Ödül törenine gitmemek onun için ekmek yemek ya da su içmek kadar doğaldır.
- Başkası olsa “muktedirin düzenlediği ödül törenine gitmeme” işini süper bir şova dönüştürür. Ama onun için üzerinde durmaya değecek bir konu bile değildir.
* * *
Kısacası...
Sezai Karakoç sadece kelimelerle şiir yazmaz.
Duruşuyla, tutumuyla, inadıyla, tavrıyla, eyvallahsızlığıyla, saklanışıyla, yaşamıyla, sessizliğiyle de şiir yazar.
Mavraya gel
Soruyoruz:
“Sivas’ta ne oldu?”
Cevap geliyor:
“Bir grup provokatör halkımızı kışkırttı ve halkımız galeyana geldi”.
Sonuç? Yakılarak öldürülen insanlar...
* * *
Soruyoruz:
“Maraş’ta ne oldu?”
Cevap geliyor:
“Şehre dışarıdan gelen kışkırtıcılar halkımızı kışkırttı ve halkımız galeyana geldi”.
Sonuç?
90 yaşında bir gözü görmeyen bir kadının diğer gözünün de tornavidayla çıkarılması...
* * *
Bu iki örnekten benim anladığım şudur:
Kışkırtıcının biri, kışkırtmaya yeltenince ahalimiz arasında kışkırtılmaya her daim müsait olanlar var.
Buna “kışkırtılma potansiyeli” diyebiliriz. Bu öyle güçlü bir potansiyel ki...
Kışkırtılan ahali, protesto gösterisiyle falan yetinmiyor, resmen canavara dönüşüyor.
Galeyan söz konusu olunca... Derhal “yak ulan yak” sesleri yükseliyor.
Ya da...
Satırını, tornavidasını kapan geliyor.
* * *
Sanırım biz artık...
“Provokasyon” ya da “Kışkırtma” kelimelerini bir tarafa bırakıp...
“Halkımız neden kışkırtılmaya hep hazır?” ya da “Kışkırtılınca canavara dönüşmek de neyin nesi?” sorularına yanıt bulmalıyız.
Şahane bir yılbaşı geçirmek için tüyolar
- Plan yapmayın plan: Gelişigüzele sonuna kadar açık olun.
- “Her an her şey olabilir” havasına girin: Nişantaşı sokaklarına atılmaya da, Mekke’nin fethi kutlamalarına katılmaya da hazır olun.
- Elinizin altında “mutlaka uğrarım” dediğiniz en az üç ev partisi daveti olsun.
- Olaylara yukarıdan bakan bir yere konuşlanın: Eğlenenleri seyretmek de çok eğlenceli olabilir.
- “Ev kapısında nar kırmak” gibi nispeten daha az bilinen ritüellere yönelin.
- Beklenti çıtasını alabildiğine düşürün.
Savcılara soruyorum
KARAKTERİM müsait değil ama diyelim ki müptezelleşmeye karar verdim ve çıkarıldığım ekranlardan şöyle bağırdım:
“Savcılar falanca gazeteciyi iki yıldır takip ediyorlar. Telefonlarını dinliyorlar. Attığı adımları takip ediyorlar. Ellerinde çok delil birikti. Fezleke neredeyse hazır... Falanca gazeteci ha bugün, ha yarın içeri tıkılacak”.
* * *
Bu durumda...
Söz konusu savcıların azından, “Kardeşim sen nereden biliyorsun benim kimi ne zamandan beri dinlediğimi? Fezleke hazırladığımı? Ben iddianameyi seninle birlikte mi hazırlıyorum? Sen benim zabıt kâtibim misin? Niye kişisel kavganı benim üzerimden veriyorsun?” falan diye çıkışması gerekmez mi?
Yine eskiyle bugünü kıyaslamaya çalıştım
TÜRBAN özgürlüğünden asla taviz vermem.
Bu nedenle İstanbul Barosu’ndaki uygulamaya karşı çıktım. Bir gazetede “Meclis’teki davetlilere bakın” denilerek kılık kıyafetleri farklı insanlara hakaret edilmesini midem bulanarak okudum. Borusan’dan gelen son açıklamaya kadar BMW’ye kıl oldum.
Ama bir gerçeği de görüyorum:
Benim “eski mahalle”, başka hak ihlalleri konusunda bırakın duyarsız olmayı, artık iyiden iyiye “oh olsun” tavrı koyuyor.
Gazetelerine bakıyoruz: Sadece türban konusunda bir dikkat var.
Sözcülerine kulak veriyoruz: Sadece türban konusunda konuşuyorlar.
Eylemcilerine bakıyoruz: Sadece türban konusunda harekete geçiyorlar.
Tutuklama, operasyon, yaka paça götürme, içeri tıkma söz konusu olunca...
Ya suskunlukla geçiştiriliyor ya da “oh olsun” deniliyor.
Eskiden hiç değilse “sadece türban konusunda duyarlılar” denmesin diye başka hak ihlallerine de karşı çıkılırdı.
Yeni dönemde artık buna da gerek duyulmuyor.