Huysuz İhtiyar...Şükür kavuşturana!..(Foşş!..)

Güncelleme Tarihi:

Huysuz İhtiyar...Şükür kavuşturana..(Foşş..)
Oluşturulma Tarihi: Aralık 11, 1997 00:00

Her alçakgönüllü gazeteci gibi ben de yıllık izine çıkarken endişeler içindeydim. Ya, ben yazıp çizmiyorum diye yüzbinlerce okurum gazeteyi almaktan vazgeçerse. Ya, ben yokken bazı arkadaşlar dalgaya düşüp gazeteyi batırırlarsa!..Çok şükür, korkularım boşa çıktı. Döndüğümde züccaciye ve meşrubat sayesinde gazeteyi biraz tiraj bile almış buldum.***Ben yokum diye Sayın Yazı İşleri Müdürüm Fikret Ercan paniğe bile kapılmış... (Çünkü, bu yıllık izinden derin gazete hile ve desifeleri sayesinde kendisi bihaber kılınmıştı.) Panik sonucu Hürriyet'in Berlin baskısına,‘‘Ey Huysuz İhtiyar!.. Geri dön!.. Okurların ağır hasta!.. Kendine acımıyorsan Bekir'in itlerine acı!.. Mustafa Türkçe'den yine zayıf aldı!.. Üstelik, giderken evin ışıklarını da açık bırakmışsın!..’’ gibisinden ilanlar vermiş (Vallahi şaka değil, sahiden vermiş!..)Berlin baskısına ilan vermesinin nedeni, izine çıkarken benim Berlin'e gideceğime dair ortalığa yaydığım tevatüre inanması ve de kendisi daha 30 yıllık genç bir gazeteci olduğundan 45 yılı aşmış moruk gazetecilerin gidecekleri yeri yazı işlerine asla belli etmediklerini daha öğrenememiş olması. O, beni Berlin'de sanırken, ben San Fransisko'daydım.***Bizim kuşak, yerli malı kullanmalı şarkıları ve haftalarıyla büyüdü. Hatta, Tekel'in hımbıllığı yüzünden Marlboro sigarası içerken bile bizler hala suçluluk duyarız. Bu nedenle kızım ve torunlarımla hasret gidermek için Amerika'ya Türk Hava Yolları'yla uçtum. Bir sürü köşe yazarının T.H.Y.'yi kötüleyen bir alay yazıyı da niye yazdığını anlamadım. Tüm uçağa birinci sınıf yolcusu gibi davranıldı. Paşalar gibi gittim, padişahlar gibi döndüm. Pilotların ustalığı, hosteslerin güzelliği ve konukseverliği yemek ikramlarının fakirliğini bile unutturdu. Hatta, uçaktan inerken dayamayıp hosteslere:‘‘Ne yazık ki bir tane oğlum var!.. Hepinizi gelin olarak alamayacağım için gam ve kasavet çekmekteyim!..’’ dedim.***Kızılderilileri öldürmesi, kafası kızınca onu bunu bombalaması, Klu- Klux-Klan'ı ve insanın üstünü vıcık vıcık ketçap içinde bırakan hamburgeri icat etmesi yüzünden, Amerika'yla aram zaten pek iyi değildi. Ama bu gidişimde aramızdaki ilişki ufak tertip bir savaşa dönüştü...Şikago'da, gümrükten çıkar çıkmaz iki polis ellerindeki katili bırakıp üstüme atladılar. Kolumu arkaya kıvırıp, beni yere yatırdılar. Dev anası gibi görevli bir Arap karısı da elindeki kırbacı sırtımda şaklatmaya başladı. Bu arada, koşup gelen, yani birkaç üniformalı herif de ellerindeki kerpetenlerle tırnaklarımı sökmeye çalışıyordu. Çevremizde toplanan kalabalık ise:‘‘Oohh!.. Yeaah!..’’ diye tepinip,‘‘Asalım!.. Asalım!..’’ diye çığlıklar atıyordu.Tabii, bunlar tam olarak olmadı, ama olmasına ramak kaldı. Çünkü, Şikago havaalanındaki gümrükten çıkınca el alışkanlığı ve dalgınlıka ağzıma bir sigara yerleştirmiştim!..***Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra Amerika kendine yeni bir düşman aramış, Kaddafi'yi ve Saddam'ı filan boşvermiş, bula bula sigarayı bulmuş. Kapalı hiçbir mekanda sigara içirtmiyor. Hatta, Kolorado'daki Boldır kasabasının belediye başkanı sokakta sigara içmeyi yasaklamış. Ama, yasağın ilk delinmesi lokantalardan başlamış. Müşteri kaybetmeye başlayınca lokantaların bar-amerikanında sigara izni çıkmış.San Fransisko'da pek ünlü bir Fransız lokantasında garsona en iyi şarabını getirmesini söyledim. Garson, törenle çok yıllık bir Şato Nöf dü Pab getirdi. Fiyatını sordum, adam becermeye çalıştığı sahte bir Fransızca aksanıyla,‘‘75 dolar mösyö!..’’ dedi.‘‘Sigarayla birlikte içemeyince bu şarap 75 dolar değil, 75 sent bile etmez!..’’‘‘Ama mösyö, dilerseniz bar-amerikanda içebilirsiniz.’’‘‘Lan hıyar’’ dedim!.. Tabii bunu Türkçe dedim.‘‘Beygire biner gibi bar taburesine tüneyip de Fransız şarabı mı içilirmiş!.. Şarap masada içilir. Sen bunu götür de bana bir madensuyu getir!..’’***Ben sigara içme hakkımı savunurken ne yazık ki ailem tarafından hep yalnız bırakıldım. Hatta, bir ara eşim Tolga:‘‘Böyle edepsizlik etmeye devam edersen, seninle bir daha sokağa çıkmam vallahi!..’’ diye postasını koydu. Oğlum zaten ben daha ağzımı açarken ortalıktan toz oluyordu.Sonunda Amerika'yı birbirine katan son kozumu oynadım. Bir sigaranın ucuna tutkal sürdüm, sonra da yılbaşı süsü olarak satılan altın tozlarını tutkalın üzerine yapıştırdım. İmalatım, iki metre uzaktan bile yanmakta olan bir sigara gibi duruyordu. Satış merkezleri, müzeler, havaalanları hatta eczane gibi en olmadık yerlerde bile sahte sigaramı çıkarıp derin nefesler çekiyordum. Tabii üstüme polis, mağaza detektifi, itfaiye görevlisi, tezgahtar gibi envayi çeşit Amerikalı atlıyordu. Heriflerin bağırtılarına şaşkın bakışlarla bakıp, sigaramın yaldızlı ucundan tutarak en saf ifademle:‘‘Ne oldu, bir şey mi var?.. Bu sigara şeklinde bir şeker... Siz de buyurmaz mısınız?..’’ diye soruyordum. Adamların eşekten düşmüş kelek mahcubiyetiyle kös kös dönüp gitmelerinin seyrine doyum olmuyordu.***Bir gün Denver'in büyük mağazalarından Hobi Lobi'yi de sigaramla karıştırdıktan sonra marketin müdürü beni odasına davet etti ve bu sigarayı nereden bulduğumu sordu. Ben de kendim imal ettiğimi söyledim. Adam, önündeki bilgisayarda bir takım hesaplar yaptı ve:‘‘Bu sigaralardan denemek için bana 10 gün içinde yüz düzine getirirseniz, düzinesine 15 dolar veririm ambalajlaması da bizden...’’‘‘100 gün içinde bin düzine getiririm. Ne olacak, altı üstü sigaranın ucunu bir tutkala bir de yaldıza sokacağım...’’‘‘Okey, o zaman anlaştık.’’‘‘Hayır anlaşmadık, çünkü ben tatildeyim!..’’ deyip sahte sigaramı tüttüre tüttüre marketten çıktım.***Üç hafta sonra Yeşilköy'e inince talimden dönmüş asker postalı kokan dumanlı havayı özlemle ciğerlerime çektim.‘‘Şükür kavuşturana... Meğerse seni ne kadar özlemişim sevgili İstanbul'um!..’’diye ağzım açık mırıldanırken bir taksi, önümdeki su birikintisinin üstünden hızla geçti. Ben de eve gelince kendime ait olan ve olmayan bütün dişlerimi yarım saat fırçaladım.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!