Huysuz İhtiyar... Küçük dünyanın büyük olayları

Güncelleme Tarihi:

Huysuz İhtiyar... Küçük dünyanın büyük olayları
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 11, 1997 00:00

Haberin Devamı

PAZARTESİ

Gece, her şey bir kitabın yerinden kımıldatılmasıyla başladı. Masamın sol yanında duran Van Goh resim kitabını aniden kaldırmaya karar verdim. Kitap, oraya nereden ve ne sebeple gelmişti bilinmez. Aşağı yukarı 4 aydır orada duruyordu. Kapağın üstünde, Van Goh'un kendi çizdiği portresindeki sol gözü sürekli bana bakıyor ve sinirimi bozuyordu. Hababam bakışıp duruyorduk. Öbür gözü kağıt ve birkaç aylık gazete tomarının altında kalmıştı.

Kitaba varabilmek için gazeteleri kaldırmak gibi ağır bir işçilik beni bekliyordu. En Hasan Mutlucan sesimle, Köroğlu'ndan:

Bir yiğit cidasın almış eline

Serini koyumuş yiğit yoluna

Kalkan paralana zırhlar deline

Kaçma kötü kaçma, şimdi dön olur!..

türünden cenk türküleri çığırarak gazetelere giriştim. Gazeteleri toplarken kahverengi boya tüpümü buldum. Bir aydır aramaktan başım dönmüştü. Siyah, oki sarısı ve vermiyon kırmızı renkleri karıştırıp kahverengi icat etmekten canım çıkmıştı. Ama en önemlisi, birden zengin oldum. Çünkü çek defterimi buldum. Bankaya gitmeyi beceremediğim için aylardır kıt kanaat geçinmeye çalışıyordum. Bakkal Ali, veresiye vermese acımdan ölür müydüm bilemem... Derken 10-15 kalem kapağı göründü. Tabii, altlarında kalemleri yoktu. Onları hemen çöpe attım. Çünkü, kapağı olmayan keçe uçlu kalemlerim kuruduğu için aylar önce çöp tenekesini boylamıştı.

Nihayet Van Goh'a varabilmiştim. Kitabı kaldırdım. Altından içinde bir zamanlar fasulye piyazı olduğunu tahmin ettiğim bir tabak çıktı. Fasulyeler mermi gibi olmuştu. İşe yarardı. Mermileri, komşu Hilmi Bey'in leylak ağacından, bir sabaha karşı gizlice kestiğim çatallı daldan imal ettiğim sapana yerleştirirdim. Vee... Yatak odasının penceresinden, sabaha kadar nonstop havlayan Bekir'in itlerinin kıçlarına atabilirdim.

Tabağın altında, çizip de bir türlü bulamadığım bir Karalama Defteri karikatürü yatıyordu. Aramaktan beynim dönmüştü de o gün, yenisini çizip Hürriyet'e son dakikada göndermiştim.

Karikatürün altında da tek bir bahçe eldiveni vardı. Ama içinde herhangi bir el yoktu. Böyle birkaç yılda bir, masamı toplamaya kalkınca mutlaka kesik bir elle karşılaşacağıma dair bir saplantım vardır. Çok şükür, bu kez de sadece bir eldivenle sıyırmıştım. Van Goh kitabını yavaşça eski yerine koydum. Kitabın üstüne de boyaları ve gazeteleri eskisi gibi yerleştirdim. Bu kadar macera, benim gibi zırt pırt çarpıntısı tutan bir ihtiyar için yeterliydi.

Van Goh'un 4 aydır bana bakıp sinirimi bozan tek gözü de artık bakamıyor. Çünkü gözünün üstüne kopkoyu bir güneş gözlüğü resmi çizdim.

SALI

Bugünlerde hayvan milletiyle başım iyice dertte. Bekir'in itleri, erişemesin diye uzun bir direk üstüne demirden bir kuşluk yaptırıp ön bahçenin duvar dibine dikmiştim. Islak ekmek, yem filan koyuyordum kuşluğuna. Kuş milletinin yediğinden çoğunu mıçtığını da böylece öğrenmiş bulunuyorum. Çünkü, kuşluğun tam altında benim arabanın park yeri var. Şu anda, ülkenin en uğurlu arabası benimkisi...

Birkaç gecedir, damdan paldır küldür sesler gelip duruyor. Ben de her patırtıda hırsız geldi diye gecenin köründe fırlıyorum. Bugün dama çıkıp baktım. Gürültüyü çıkaran bir kaplumbağa!.. Yahu kaplumbağa mahlukatı ne zamandan beridir damda gezinir oldu?.. Siz hiç dama çıkmış kaplumbağa duydunuz mu?..

Eşim kaplumbağayı görünce tanıdı.

‘‘Aaa!.. Bu benim P.T.T!.. İki yıldır kaybolmuştu.'' dedi. Sonra da bir daha kaybolmasın diye bana, kaplumbağanın kıçına bir plaka yazdırttı. 34 PTT 01.

ÇARŞAMBA

Sekiz yıllık Astra marka bilgisayarlı satranç makineme ihanet ettim. Bu makinelerle tek başınıza karşılıklı oynayabiliyorsunuz. O, yapacağı hamleyi düdükle ve ışık yakarak gösteriyor. Astra'yı kızımın düğünü için gittiğim Amerika'dan almıştım. Bugüne kadar da en süratli programıyla tavla oynar gibi maç yapıp gönül eylemiştim. Ama insanoğlu aç gözlü yaratılmış. Hep daha çoğunu ve daha yenisini istiyor. Gazetelerde yeni model Mefisto marka satranç bilgisayarının marifetlerini okuyunca, Almancı dostum Aysan'a rica edip bir tane getirttim.

Daha ilk gün aramızda hır çıktı. Salak makine beni yenmeye kalktı. Herifin parasını ver... Pillerini bile sen öde... Sonra da yenil!.. Hadi be!.. Var mı öyle, dağdan gelip bağda adam yenmek... Derhal ‘‘geri al'' düğmesine basıp hamlesini geriye aldırdım. Sonra da ona istediğim hamleyi oynattım. Ardından da bir şah çektim ki, karşıki dağlar yıkıldı, feleğini şaşırıp mat oldu enayi!..

Şimdi birkaç bin dolar biriktirip Kasparov'u yenen Deep Blue makinesinden bir tane getirtmeyi düşünüyorum. Hem Kasparov'un öcünü alır, hem de bayrağımızı yine göndere çektiririm.

PERŞEMBE

Gece radyoda iç bayıltan Alman liedleri başladı. Kalkıp bir disk koymaya üşendim. Zaten bu yüzden bir aydır Rahmaninof'un Piyano Konçertosu'nu dinleyip duruyorum. Çünkü diskçaların içinde o var. Mecburen televizyonu açtım. Teyp, radyo, televizyon, telefon marangozluğumun balayında yaptığım tekerlekli bir sandığın üstünde üst üste dururlar. Ve hep elimin altındadırlar. Tekerlekli koltuğumla odanın hangi köşesine gitsem, sandığımı da çekip götürürüm. Adeta odada taşınırım.

Ekranda, Hande Ataizi, pehlivan endamlı bir hanımla konuşuyordu. Haberler dışında pek televizyon izlemediğim için, Hande Ataizi konusunda çok cahil kalmıştım. Lafını bol duyup resmini çok görmüştüm ama, cehaletimi bağışlayın, televizyonda kendisine ilk kez rastlıyordum. Vallahi kötü bir niyetle değil, sırf meraktan şu çok ünlü kızı biraz izleyeyim dedim. Zaten niyetim kötü olamaz. Çünkü 2.Dünya Savaşı sonunda Nazi kamplarından kurtarılan Yahudi esirler, Hande'ye göre balıketinde sayılırlar. Kızın bilumum kemikleri tek tek görünecek ama derisi mani oluyor. ‘‘Ah yavruum!.. Sen bize gel de sana makarnalar börekler yapayım... İç pilav pişireyim de hayatın kurtulsun!..'' diye merhametle söylendim.

Kıza bir elbise giydirmişler, labirent gibi...

Önce düz baktım olmadı. Kafamı yana çevirdim, sonra başaşağı baktım yine olmadı. Bu elbisenin modelini, gazetelere bulmaca eki hazırlayan bir ekip çizmiş olmalı.

Kızın üstündeki son et kırıntıları olan iki limonsal göğüsten birinin üstü, diğerinin altı açık. İnsan bakarken şaşı oluyor. Eğer Tekin Aral bu programı izliyorsa, rahat hoplatmıştır. Çünkü kendisi ‘‘simetri üşütüğü''dür. Masasının sağ yanında bir kalem varsa, sol yanında da aynı markadan ikinci bir kalem bulunur. Burnunun bir yanını kaşısa, öbür yanını da kaşınmadığı halde kaşır. Hatta 1-0, 2-1 gibi sonuçlarla biten maçlara bile kızar. Ona göre futbol maçları 1-1, 2-2 filan bitmelidir.

Hande'cik sıska mıska ama ayaklarının maaşallahı var. Benim 44 numara pabuçlarımı çekecekle zor giyer de bunun 2 numara büyüğü yok mu der.

Hande'yi kapatıp kırkıncı olarak Rahmaninof'u açtım. İhtiyarlık kötü şey!..

CUMA

Mustafa, babası Erol Usta'dan bugün çok fena bir dayak yedi. Bitişiğimdeki Artin Bey'in evine köyün sevip ‘‘Hoca'' dediği emekli bir öğretmen taşındı. Hoca, titiz bir adam olduğu için Erol Usta'ya 5 metrelik bahçe duvarını beyaza boyattı. Mustafa, işte bu beyaz duvara kömürle boydan boya ‘‘Avı, denize düşen yavmuv ve çokopivens'' resimleri yapmış. Güya herifin biri, ‘‘En büyük resim yaparsan, en çok para kazanırsın. Bak en büyük resim yeri burası!..'' diye çocuğu kandırmış. Tabii, bunlar Mustafa'nın yalanları...

Şimdi ben, bu yazıyı gazeteye götürmek için Erol Usta'nın duvarı yeniden boyamasına ara verip öğle yemeğine gitmesini bekliyorum.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!