Huysuz İhtiyar: Fiyuvv!.. Fiyuvv!..



Haberin Devamı

Kulağımın dibinde çalınan ‘‘Fiyuvv... Fiyuvv!..’’ diye bir ıslık sesiyle uyandım. Anlaşılan herifin biri koynuma girmiş, ıslıkla Tamburi Mustafa Çavuş'un ‘‘Dök Zülfünü Meydana Gel’’ Hisarbuselik şarkısını çalıyordu. Dikilip oturdum ama, yatakta benden başka kimse yoktu ve ben hálá ıslık çalmaktaydım.

O anda ıslık çalmayı ne kadar özlediğimi fark ettim. Islık çalmayalı kaç yıl olmuştu acaba? 20 yıl mı, 30 mu?.. İnsan, yaşamın hayhuyu içinde eski günlük keyiflerini teker teker unutuyor. Dökülen saçları ve kaybettiği dişleri gibi, onlarsız yaşamaya alışıyor. Demek ki rüyalar unutmuyor. Yatakta oturur durumda ıslığa kuvvet keyifle iki de türkü patlattım. Sonra kalkıp duşa girdim. Sabunu iyice köpürtüp yuvarlak yaptığım baş ve işaret parmaklarımın arasından üfleyip balon yaptım. Hem de kocaman!.. Balon yapmayı da çok özlemişim. Son balonları 4-5 yaşlarındayken oğluma yaptığımı anımsıyorum. Seyit şimdi 30'una geldi.

Gardrobun altını üstüne getirdim. Eski kareli ceketimi anımsamıştım. Üstelik buldum da... Ama ne yazık ki düğmelerini ilikleyemedim. Yeni göbeğime karşı ağzımı bozdum.

*

Bir kuruyemişçi bulana kadar yürüdüm. 150 gram iğdeyle 100 gram dut kurusu aldım. Ne yazık ki erik pestili bulamadım. Yiye yiye otobüs durağına geldim. Durakta bekleyen birkaç kişiye dut kurusu ikram ettim ama almadılar. Üstelik benden birkaç adım da uzaklaştılar. Keyifleri bilir!..

Enayiler, şu anda İkinci Dünya Savaşı'nın yokluk yıllarını yaşadığımızı ve çikolata, pasta hatta akide şekeri bile bulunmadığını bilmiyorlar. Toz şeker bile karaborsada!.. Dut kurusunun tüm çocukların rüyalarına girdiğinden haberleri yok!..

Otobüste oturan, çok güzel genç bir kıza gözüm takıldı. En keskin ve çapkın bakışlarımla gözlerinin içine baktım. Demek ki otobüste kız kesmeyi de özlemişim. O da bana güleç bakışlarla baktı. Sonra oturduğu koltuktan kalkıp,

‘‘Buyrun, benim yerime siz oturun amca!’’ dedi. Ne yazık ki kadın milletinin ne kadar anlayışsız olduğunu unutmuşum.

*

Üsküdar'ı geçmek için vapura bindim ve vapurda hiçbir kızı kesmeye kalkmadım. Demek ki kız kesmenin heyecanı, artık hep özlem olarak kalacaktı.

İmrahor Yokuşu'nu dura otura dört taksitte tırmandım. Kahveci yakışıklı Nihat, mavi gözlerini yüzüme dikip,

‘‘Ben bu herifi mutlaka tanıyorum, ama nereden tanıyorum?’’ gibisinden uzun uzun baktı.

‘‘Yalkın yok mu?’’ diye sordum.

‘‘Hangi Yalkın?’’

‘‘Hani bir ara Almanya'ya gidip döndüydü. Bir minibüsü vardı.’’

‘‘Haa bizim proleter Yalkın mı?’’

‘‘Evet, proleter Yalkın.’’

‘‘Yıllardır kahveye uğramıyor. Hasta olduğunu duydum.’’

‘‘Hálá eski evinde mi oturuyor?’’

‘‘Galiba.’’

Salacak'ın dar sokaklarından birine girip eski bir evin kapısını çaldım.

‘‘Yalkın evde mi?’’

‘‘Babam rahatsız, yatıyor.’’

‘‘Olsun, ben bir bakayım ne kadar rahatsız?’’ deyip yatak odasına daldım. Yalkın her zamanki aksiliğiyle önce,

‘‘Paldır küldür nereye giriyorsun? Burası Dingo'nun ahırı mı be?..’’ diye homurdandı. Sonra da yüzüme dikkatle bakıp,

‘‘Sen hálá hayatta mıydın?’’ diye sordu.

‘‘Kalk giyin gidiyoruz.’’

‘‘Hiçbir yere gitmiyoruz. Benim pantolon giyecek mecalim mi var?’’

‘‘O zaman pijamayla gidiyorsun!..’’

‘‘Sen gençken de bir miktar manyaktın. Ama moruklayınca iyice tımarhanelik hale gelmişsin. Senin tek başına sokaklarda dolaşmana belediye nasıl izin veriyor?’’

Sokağa çıkana kadar aramızda geçen güreş karşılaşmasındaki küfür muhabbetinden söz etmek istemiyorum. Yalkın ufak tefektir, fakat sıkı çocuktur. Ama ne kadar sıkı olursa olsun aramızda artık benim lehime 20 kilo fark var. Üstelik romatizması, artiridi, ülseri de bana çalışıyor. Bir miktar yürüyerek, bir miktar itişip kakışarak, bir miktar da sürüklenerek Nihat'ın kahvesine geldik. Ben zar zor nefes alacak hale geldikten sonra Nihat'a,

‘‘Bize yeni bir deste aç’’ dedim. Nihat hálá yüzüme dikkatle bakıyordu.

‘‘Yahu sen ölmedin miydi?’’

‘‘O Tekin'di... Yukarıdakiler sıralamada ufak bir hata yapmışlar. Sonradan özür dilediler. Memur milleti işte. Her yerde aynı!..’’

Yalkın,

‘‘Nesine?’’ diye sordu.

‘‘İki buçuk lirasına!..’’

‘‘İki buçuk lira kaldı mı bunak?’’

Cebimden yıllardır bir şişede sakladığım bozuk paralardan iki adet iki buçuk lira çıkardım. Birini kendi önüme, birini de Yalkın'ın önüne koydum.

‘‘Ben seninle Nihat'ın kahvesinde iki buçuk lirasına pişpirik oynamasını özledim. Her zamanki gibi seni yine paralayacağım!..’’ dedim. O da bana ayıp bir el işareti yaptı. Nihat'ın tavşan kanı çayları da kár etmedi, yine yenildim. Bütün valeler Yalkın'a abone olmuştu.

*

Yalkın'ı eve sürüdükten sonra Arap'ın Salacak'taki meyhanesine gittim. Kız Kulesi'ne bakarak bir küçük içtim, ama kesmedi. Yolluk fasılları başladı. Salacak'ın tahta vapur iskelesinden atlayıp mahallecek Kız Kulesi'ne yüzerek gitmemizi gözümde canlandırmaya çalıştım. Demek ki Kule'deki bekçinin elaman deyip o taş senin bu kaya benim bizi kovalamasını çok özlemişim. O yıllarda Kule'ye ayak basmak yasaktı ve Orhan Kemal'in Bekçi Murtaza'sını Kız Kulesi'ne bekçi olarak atamışlardı.

Bir ara yan masada bana dikkatle bakan yaşlı birine gözüm takıldı ve içim sevinçle doldu.

‘‘Sedat sen misin?’’

‘‘Benim Oğuz'cuğum.’’ deyip Sedat ayağa fırladı. Sarıldık, sarmaştık. Ama oğlanda şimdi bir tuhaflık vardı. Sedat bizim arkadaş takımının en kısa ve en sıska çocuğuydu.

‘‘Sen benim omuzuma zor gelirdin, şimdi benden bile uzunsun. Bu nasıl oldu?’’

‘‘Herhalde sonradan açıldım.’’

‘‘Peki, bu somun gibi omuzlar?’’

‘‘Haa, onlar mı?.. Halterden ve karateden.’’

‘‘Ne karatesi lan?’’

‘‘Boksu bıraktıktan sonra karateye başlamıştım. Hálá haftada iki gün kata antrenmanına gidiyorum.’’

‘‘Gözün dönsün Sedat!.. Allah seni bildiği gibi yapsın alçak!..’’

‘‘Ne oldu be?’’

‘‘Seni ayda bir döverdim. Yine görür görmez eskisi gibi seni dövmeyi ne kadar özlediğimi fark ettimdi. Şimdi benim halim ne olacak?’’

Sedat kanca gibi parmaklarıyla ensemi sıkıp beni sandalyeme çökertti.

‘‘Yine dene be Oğuz'cuğum. Belki ben de senden dayak yemeyi özlemişimdir.’’

Sedat'ın geniş göğsüne bacağım kalınlığındaki kollarına bakıp Tamburi Mustafa Çavuş'un ‘‘Dök Zülfünü Meydana Gel’’ şarkısını ıslıkla çalmaya başladım.

*

Bir gazete haberi:

Dün gece Kız Kulesi'ne doğru yüzmeye çalışan ihtiyar bir adam, boğulmak üzereyken balıkçılar tarafından kurtarıldı. Hastanede zar zor kendine gelen adamın ilk sözleri,

‘‘Fiyuvv!.. Fiyuvv!..’’ oldu.

Yazarın Tüm Yazıları