Huysuz İhtiyar

Haberin Devamı

Uzun yaşamak ister misiniz?

Üçüncü kadehten sonra benim aklıma çok parlak fikirler gelir. Dünyanın en komik esprilerini, en heyecanlı roman ve film konularını bulurum. O güne kadar kimsenin aklına getiremediği keşifler ve icatlarda bulunurum. Ama ne yazık ki dördüncü kadehten sonra hepsini unuturum. Böylece ben ve dünya, bu harika buluşlardan ne yazık ki mahrum kalırız.

Geçenlerde yine üçüncü kadehimi bitirip bir peynir parçasını ağzıma götürürken çatalım havada kaldı. Çünkü kafamın içinde neon ışıkları yandı, hatta hava fişekleri atıldı. Ben bunu bugüne kadar niye düşünemedim diye kendi kendime veryansın ettim.

Bu kez aklıma düşen, bu müthiş buluşu unutmamak için irademi son gramına kadar kullanıp dördüncü kadehi içmedim.

İnsan ömrünün nasıl uzayacağını keşfetmiştim. İyi bir ihtimalle ortalama 70 yıl olan insan ömrünü 140 yıla kadar çıkarmanın yolunu bulmuştum.

Biliyorum çoğunuz bana inanmayacaksınız. Aklınızdan, ‘‘Eh, bunama alametleri göstermenin yaşıdır’’ ya da ‘‘Yine komiklik yapmaya çalışıyor!..’’ gibisinden düşünceler geçecek. Ama bana haksızlık etmiş olacaksınız. Çünkü hesap ortada... Hem de bilimsel ve matematiksel olarak!..

Diyelim ki siz Ahmet olarak 70 yıl yaşayacaksınız. Yani bu ömrü bir kişi olarak yaşayacaksınız. Oysa, aynı ömrü hem Ahmet hem Mehmet olarak, yani iki ayrı kişi olarak yaşasanız ne olur? Ahmet'in 70 yıllık ömrüne bir de Mehmet'in 70 yıllık ömrünü katmış olursunuz. 70 yıl artı 70 yıl daha, etti mi size 140 yıl... Oh yahu, yaşa yaşa bitmez bozdur bozdur harca!..

*

Bilumum tıp, kimya ve gen profesörlerinin yüzyıllardır yırtındıkları bu ömür uzatma işini ben üç kadeh rakıyla çözmüştüm. O gece sabahı zor ettim. Hemen benim eve yakın kiralık bir ev aramaya başladım. Bir evden diğer eve giderken fazla yürümek istemiyordum. Çünkü beden ve ruh sağlığımı korumak için arabamı aylar önce satmıştım.

Nihayet en ucuzundan kosuk gibi bir bodrum katı bulup taşındım. Çünkü yeni kişiliğimle ne iş tutacağımı ve ayda kaç para kazanacağımı bilmiyordum. Ödeme zorluğu çekebilirdim. Kendimden de borç para istemiyordum. Çünkü ikinci kişiliğim kendine yeten sahici biri olmalıydı. Bu nedenle yeni evimin eşyalarını bile diğer evimden getirmeyip ikinci elden taksitle aldım.

*

Ihlaya oflaya karikatürümü bitirip gönderdikten sonra yeni evime ve yeni kişiliğime doğru yola çıktım. O ana kadar ikinci benim nasıl bir adam olacağımı düşünmemiştim. Ama ötekinden mutlaka farklı olmalıydı. Hem de bir hayli farklı olmalıydı ki, bir başka hayatı da yaşayabilmeliydim. Eve gelince kafamı toparlamak için kendime bir kadeh rakı koydum. Sonra da götürüp lavaboya döktüm. Çünkü öteki adam, rakı içtiği için benim içmemem gerekti. Ama hiç içki içmemem de sözkonusu olmadığına göre artık rakı yerine şarap içmeliydim. Şarap kadehimi alıp televizyonun karşısına geçtim. Sık yıkandığı için çekip kısalmış ve bu yüzden göbek kısmını açıkta bırakmış bir tişört giyen sıska bir kızcağız, yayvan ve yarım anlaşılır bir Türkçeyle bana bir klip göstereceğini müjdeliyordu. Az sonra ekranda her yerinden kıl fışkıran bir delikanlı göründü. Oğlan, mutlaka bozuk birtakım öteberi yemişti ve fena halde karnı ağrıyordu. Kıvranıp bükülmesine ve yüzündeki derin ıstırap ifadesine ilaveten bir de yanık yanık melemeye başladı. Ama alt yazılardan anladığıma göre, bu bir arabesk şarkıydı. Madem ki iki kere yaşamak uğruna yeni bir kişilik edinmiştim, artık yeni bir müzik zevkini de edinmeliydim. Dişimi sıkıp bağrıma taş basıp, bu şarkılardan birkaçını üst üste dinledim. Anladığım kadarıyla arabesk çok masraflı bir müzikti. Çünkü, üç şarkıda bir şişe Kavaklıdere şarabını götürmüştüm.

Tavuklarla yatıp horozlarla uyanan öbür kişiliğime inat, geceyi dışarıda geçirmeye karar verdim. Borç harç aldığım hayatımın ilk blucinini giydim. Bunların dar olanı makbulmüş. Bu nedenle göbeğim, kemerin üstüne bir fıçı birası köpüğünün cömertliğiyle taştı ve dizlerime yakın bir yerde durdu. Ayrıca, blucin denen bu meretin kalın dikişleri en nazik yerlerimi de düttürüp duruyordu. Eğilip Nayk pabuçlarımı giyerken, bu pantolonları niye bir parmak kalınlığında dikişlerle diktiklerini anladım. Eğilince bir sürü çatırtıya patırtıya rağmen pantolon dayanıp patlamadı.

*

Kapısında bar olduğu yazıyordu ama, bence bir sinema salonuydu. Çünkü her yer kapkaranlıktı. Bir yer gösterici de olmadığı için boş bir sandalye bulana kadar birkaç kişinin kucağına oturup kalktım. Az sonra kulağımın dibinde ‘‘Hıyar!..’’ diye hırıltılı bir ses duydum.

‘‘Bana mı dedin?’’

‘‘Üçkáğıtçı popülist!.. Ulan sen kim, film çevirmek kim!..’’

‘‘Ben film çevirmedim ki...’’

‘‘Ulan düdük, o sahne öyle mi çekilir? Bir dakika uzunluğunda plan mı olurmuş? Ortaçağ'da mı yaşıyorsun hamşo!..’’

Birden sinirlendim. Herhalde öteki kişiliğimdeki zararlı huylarımdan yeterince kurtulamamıştım.

‘‘Bir dakikalık plan niye olmasın be... Seyrettirmeyi becerirsen bir saatlik film planı da olur. Sen filmlerin saat hakemi misin?’’

‘‘Sen de kimsin lan?’’

‘‘Deminden beri konuştuğun herifim.’’

‘‘Ben seninle değil, arkadaşlarla konuşuyorum. Sen muhabbetimize limon sıktın ukala herif!.. Değil mi arkadaşlar?’’

Sağımdan solumdan gelen homurtuları duyunca o karanlıkta gerçekten entel bir arkadaşlar grubunun içine düştüğümü anladım. Ama avantadan iki kere yaşamak uğruna da, geri basmadım. Adını bile bilmediğim filmin sanatsal tartışması sonucunda birisi en az 120 kilo olmak üzere, üç kişiden dayak yedim.

Islak mendilimi moraracağını tahmin ettiğim gözüme bastırırken,

‘‘Yeni kişiliğimin ilk sopasını yedim, ama olsun. Uzun yaşamanın da bir bedeli vardır. Sen sızlayan çene kemiğini unut, bedavadan yaşadığın şu güzel sabahın keyfini çıkar.’’ diye mırıldandım.

Her gün denizi seyredip, iki paket sigara içip, kaplumbağamı besleyip ve karikatürümü gazeteye gönderdikten sonra yeni evime ve yeni kişiliğime doğru bir koşu koparıyordum. Ama yeni yaşamımı sürdürmek için artık bir işe ihtiyacım vardı. Gazeteleri önüme yığıp eleman arayanlar ilanlarına bakınmaya başladım.

Garsonluk için başvurduğum restoranlar, boyumu fazla uzun buldu. Tepesine Sabancı Kulesi gibi dikilen bir garsondan müşteri hoşlanmazmış. Kendini ufak tefek ve en önemlisi yanındaki hanıma karşı ezik hissedermiş. Zaten gözlüklü garson da olmazmış. ‘‘Yahu, lens takarım’’ diye direttimse de yine iş vermediler.

Tezgáhtarlık işi de yaşımdan ötürü yattı. Çünkü, bütün mağazalarda satılan bilumum ıvır zıvır gençler içinmiş. Parayı onlar harcıyormuş. (Bunca parayı bu tıfıl delikanlılara kim veriyor acaba?) Genç birine genç kup bir derimontu ancak başka genç biri satabilirmiş. Bebek bakıcılığına bile razı oldum. Ama bebek viyaklamasından nefret ettiğim herhalde suratımdan okunuyordu. Sonunda eski boksörlüğüme güvenip badygard, yani koruma olmak için başvurdum. Koruma şirketinin sahibi tek laf etmedi ve sadece göbeğime bakıp güldü.

*

Sobama gaz alacak param olmadığı için yeni evimde üşüyordum. Zaten borçlarımı ödeyemediğim için eve haciz gelmişti. İki aydır kirasını alamayan ev sahibim de, mızırdanıp duruyordu. Gecenin bir yarısı partal somyamda uyandım. Kendimi özlemiştim.

‘‘Şu herif nasıldır, nicedir, bakalım sağlığı yerinde midir? Gidip bir sorayım.’’ deyip ben bana misafirliğe gitmeye karar verdim. Kapımı çaldım çaldım, açan olmadı. Demek ki ben evde değildim. Cebimden anahtarımı çıkarıp kapıyı açtım. Ev sıcacıktı. Yıllardır ayaklarımla akraba olmuş eski terliklerimi giyip mutfağa gittim ve kendime suyu az bir kadeh rakı doldurdum. Sonra tekerlekli koltuğuma oturup uzaktan kumandayla müzik setindeki Aşık Veysel'in yıllar önce bizim evde söylediği ve banda çektiğim türkülerden birini buldum.

Rahmetli Veysel,

‘‘Ben gidersem sazım sen kal dünyada

Gizli sırlarımı aşikár etme

Lal olsun dillerin, söyleme yad'a

Ben babamı, sen ustanı unutma hey!..’’ diye tezene sallarken, ben de yayıldığım koltuktan,

‘‘Aman be, niye yırtınıp duruyorum? Kısa yaşarım ama kendim gibi yaşarım. İnsanın kendi gibi olması var mı yahu!..’’ diye mırıldandım.

Yazarın Tüm Yazıları