Huysuz İhtiyar

Haberin Devamı

Deliler Cumhuriyeti

Belki biraz abartıp süslemeye çalıştım. Ama aşağıda okuyacağınız olaylar aynen olmuştur. Olmaktadır ve daha da fazlasıyla olacaktır. Zaten çoğu sizin de başınıza gelmiştir.

Parkta pastırma yazının keyfini çıkarırken oturduğum bankın diğer ucundaki adam bir şeyler söyledi. Dönüp

‘‘Efendim?’’ dedim. Ama duymadı bile. Adam, kendi kendine konuşuyordu. Üstelik hem konuşuyor, hem kendine cevap veriyordu.

‘‘Sen benim şefim olacak adam mısın lan kıytırık Selim?.. Biz senin kıçı yırtık pantolonla dolaştığın günleri biliriz. Bir gün benden çok fena dayak yiyeceksin, haberin olsun.’’

‘‘Ne olur, dövme beni Kazım. Ben sana ne yaptım ki?..’’

‘‘Nedir be o afralar, tafralar?.. Onca kişinin içinde beni azarlamalar haa?..’’

‘‘Ama evrakı yanlış yere havale etmişsin. Bulana kadar canımız çıktı.’’

‘‘Memurluğu senden mi öğreneceğim?.. Dayın partili olmasa seni bizim daireye kapıcı bile yapmazlardı. Seni de döveceğim lan karı!..’’

‘‘Ama kocacığım, daha geçen hafta dövmüştün.’’

‘‘Olsun, yine döveceğim. Hele, bulaşık makinesi diye bir daha tuttur kemiklerini kıracağım.’’

‘‘Ama yıllardır bulaşık yıkamaktan canım çıktı. Şu ellerimin haline bak!..’’

‘‘Bu televizyonu da pencereden atacağım. Televizyonda neyin reklamını görsen alalım diye tutturuyorsun. Daha mutfak robotunun taksidi bitmedi be!.. Biz burada para mı basıyoruz?.. Verdikleri ancak kör gırtlağımıza yetiyor. Ah, seni de dövsem Sayın Ecevit!.. Yüzde 15 zamma zam mı diyorsun sen?.. Köpeğe kemik mi atıyorsunuz?..’’

‘‘Ne yapalım efendim, fazlasını verecek paramız yok.’’

‘‘Kodamanların kıçlarının altına Mercedes almaya gelince paranız var ama!.. Seni de döveceğim Aziz Yıldırım!.. Ne lan bu Fener'in hali?..’’

Bizim park bankı iyice kalabalıklaşmıştı. Kalkıp yürüdüm.

*

Bindiğim belediye otobüsünün şoförü Mecidiyeköy durağında durdu ama kapıları açmadı. Otobüse binmek için ön kapıya yığılan dışarıdaki millet, bağırışıp kapıyı yumruklamaya başladı. İnmek isteyen yolcular da ‘‘Kapıyı açsana şoför efendi ineceğiz!..’’ diye çığrıştılar.

‘‘Açmıyorum be, açmıyorum işte!.. İnmeyiverin!.. Hazır bir otobüs bulmuşsunuz. Oturun oturduğunuz yerde.’’

Şoför, ön kapıyı yumruklayan dışarıdakilere ayıpçı el işaretleri yaptı, otobüsü gazladı. Otobüs yolunda önümüzdeki arabaları sollayıp hiçbir durakda durmadan 4.Levent'i geçtik.

‘‘Heey, nereye gidiyorsun?.. Bu Levent otobüsü!..’’

‘‘Artık Levent otobüsü değil. Ben her Allah'ın günü Levent'e gidip gelmeye mecbur muyum be?.. Ben artık memlekete gitmek istiyorum.’’

Yaşlı bir kadın:

‘‘Memleket nere evladım?’’ diye sordu.

‘‘Sıvas.’’

‘‘İçinden mi?’’

‘‘Bedirli'den.’’

‘‘Yağcıların Halil'i tanır mısın? Yigenim olur.’’

‘‘Tanımam. Memleketten çıkalı çok oldu.’’

‘‘Şincik Sıvas'a mı gidiyorsun?’’

‘‘Hee ya, Sıvas.'a.’’

‘‘Geçerken beni de Yıldızeli'nde bırakır mısın? Akrabaları bir görek.’’

İş çığırından çıkmıştı. Yolcular bağırıp çağırmaya başladılar. Birkaç kişi de şoförü dövmek için ön tarafa yürüdü.

‘‘Oturun yerinize be!.. Yoksa otobüsü deviririm, geberip gidersiniz!..’’ Dayak müteşebbisleri zınk edip durdular. Aslında şoförün devirmesine gerek kalmadan otobüs Maslak Yokuşu'ndan aşağıya bu hızla paldır küldür giderken zaten devrilecekti. Şoför öfkeli bir sesle:

‘‘Bağırışmayı kesin, yolculuğun keyfi çıksın diye şimdi hep beraber, 'Haniya da benim elli dirhem pastırmam'ı söyleyeceğiz’’ dedi. Kimseden ses çıkmayınca cayırt diye öttürerek vites değiştirip gaza bir yüklendi, hepimiz türkücü kesildik.

‘‘Yürrüü yavrum yürrüü, Konyalım yürrüü... Aldı da gitti yarii, Konyalı'nın biriii!..’’

Otobüsteki cep telefonlarından bazıları, ‘‘155 Polis İmdat’’a telefon etmeyi akıl ettiklerinden peşimize bir polis arabasıyla iki de motosikletli Yunus takıldı. Amerikan filmlerindeki gibi olmuştuk. Bizim Sıvas'lı şoför otobüsü Belgrat Ormanları'na vurdu. Biz tam altıncı türküyü bitirmiştik ki otobüsün mazotu bitti. Polisler, şaplak kötek otobüs şoförünü götürürlerken yaşlı kadın, ‘‘Ama burası Yıldızeli değil ki...’’ diye söyleniyordu.

*

Çiçek Pasajı'na gitmek için Beyoğlu Caddesi'nde yürürken aniden koluma giren adam,

‘‘Aman çaktırma!..’’ dedi.

‘‘Çaktırmam.’’

‘‘Arkamdan geliyorlar mı?’’

‘‘Kimler?’’

‘‘Beni takip eden güneş gözlüklü ve lacivert elbiseli adamlar.’’

‘‘Seni niye takip ediyorlar?’’

Koluma giren ufak tefek adam, 5. sınıfa geldiği halde kerrat cetvelini hálá ezberleyememiş ahmak öğrencisine bakan bir öğretmen edasıyla yüzüme baktı.

‘‘Tabii öldürmek için!.. Kışlalı'yı, Emeç'i, Bahriye Üçok'u öldürdükleri gibi...’’

Sonra da yüzüme dehşetle bakıp,

‘‘Yoksa, sen de onlardan mısın? Bak, senin de gözlüğün var.’’

‘‘Ama benimki güneş gözlüğü değil, miyop gözlüğü... Üstelik lacivert değil gri elbise giyiyorum.’’

‘‘Kılık değiştirmediğin ne malum?’’ diyen adam kolumu bıraktı ve hızla kabalalığa karıştı.

*

Ezilmekten zor kurtulan delikanlı,

‘‘Ulan anasını ittiğimin herifi, önüne baksana!’’ diye bağırdı. Şoför de camdan kafasını uzatıp,

‘‘Avradını ittiğimin hıyarı, kör müsün size kırmızı yanıyor!’’ diye cevap verdi.

Meyhanede yan masadaki adam:

‘‘Bu politikacıların hepsini yatırıp...’’ diye söze başladı ve pratikte uygulanması mümkün olmayan bir sürü cinsel birleşme pozisyonu tarif etti.

Maçta bir tribün karşı tribüne,

‘‘Oraya geliriz ananızı...’’ diye başlayan nakaratlarla toplu ailevi seks teklif etti. Sonra da hakem ve federasyon hakkında cinsel isteklerini belirtti. Federasyon başkanı da televizyon kanallarının avratlarıyla yatma arzusunda bulundu.

Ekmek ve sigara almak için evden çıkınca dehşet içinde kaldım. Sokaktaki her herif, bir elini pantolon kemerinin içine sokmuş öteberisini karıştırmaktaydı. Ülkemde herkes apış arasıyla bozmuştu. Derhal eve döndüm ve,

‘‘Ya Rabbim, beni kadın olarak yaratmadığın için sana bin şükürler olsun!’’ diye Mevlama şükranlarımı sundum. Sonra aynada yüzüme bakıp, ‘‘Ben de mi hoplatıyorum, üşütüyorum, yeni tabirle kafayı yiyorum?’’ diye uzun uzun kendimi seyrettim. Hayır bütün akıllarım başımdaydı. Aklı başında kalmanın keyfiyle, ‘‘Haniya da benim elli dirhem pastırmam!’’ diye oynamaya başladım.

Yazarın Tüm Yazıları