Huysuz İhtiyar

Haberin Devamı

Bir gram et kaç ayıp örter?..

Bizim gazetenin daha hiç görmediğim bir spor salonu var. Bazen Fikret Ercan, Nurcan Akad veya Reha Öz akşamları alı al, moru mor bir yüzle bara gelirler ve limonlu birkaç bardak su içerler. Spor yaparken, yani durduk yerde tepinirken terleyip kaybettikleri suyu yerine yerleştirirler. (Tabii, Reha yine bu işi rakıyla yapar.)

Bir akşam Asaf, dehşet dolu bakışlarımız arasında eşofmanlarıyla yarı yürüye, yarı sürüne geldi ve inleyerek bar sandalyesine tırmandı. Viskisini koşuşturan barmen Fikret'e öyle bir kötü baktı ki oğlan korkudan viskinin yarısını üstüne döktü. Asaf yemeği, içmeyi ve muhabbeti çok seven, ayağa kalkmaktan, hele yürümekten bencileyin nefret eden bir arkadaşımızdır. Çoğu kez yemekhaneye inmeye bile üşenip yemeği masasına getirtir. Bizim kendisine alık alık baktığımızı görünce kendini açıklama yapmak zorunda hissetti.

‘‘Artık, spora başlamış bulunuyorum arkadaşlar!’’ dedi. ‘‘Çiller, politikayı bırakmış!’’ dese bu kadar şaşırmazdık. Asaf, daha da acayip bir şey yaptı. Bugüne kadar meze tabağı adı altında silip süpürdüğü peynir, salam, sucuk ve dolmaların yerine sadece salatalıkla domates ısmarladı. Üstüne bir de portakal suyu içti. Hem de votkasız!.. Sonra da haşmetli göbeğine iki üç şaplak indirdi.

‘‘Onunla vedalaşın arkadaşlar, bundan sonra bu göbeği göremeyeceksiniz. Bizim gibi oturarak çalışan insanların günlük ihtiyacı 1500 kalori... Halbuki günde en az 3-4 bin kalori alıyoruz. Bir duble rakıda ne kadar kalori var biliyor musunuz? Tam 250 kalori!.. Bunlar nereye gidiyor? Nah işte böyle göbeklere!..’’

Asaf bizim meze tabaklarına hamle ettiğimizi görünce yutkunup kalorili konferansı kesti.

‘‘Fikret, bana iki salatalık daha soy!..’’ diye seslendi. Sonra da şişmanlığın tehlikeleri ve çirkinliği üzerine saatlerce süren ve bütün gecemizi berbat eden tıbbi bilgiler verdi. Yolluklarımızı içip dağılırken Kanat'la bana,

‘‘Ne olur siz biraz daha kalın.’’ dedi.

‘‘Niye?’’

‘‘Askerlikten beri 300 metreyi bile bir arada yürümedim. Birden spor yapınca hamlıktan her yerlerim tutulmuş. Şimdi bar taburesinden aşağıya inemiyorum.’’

Asaf'ı çok severdik. Saf denecek kadar temiz yürekli ve arkadaş canlısı bir adamdı. Üstelik başarılı bir gazeteciydi. Mahçup olmasın diye barın iyice tenhalaşmasını bekleyip Asaf'ı tünediği tabureden aşağıya aldık. Benden genç olduğu için Kanat ağırlığın büyük kısmını kahramanca yüklendi. Yüzünün kıpkırmızı olmasından ve yuvalarından dışarıya uğrayan gözlerinden anladığıma göre de bu kahramanca davranışından ötürü pişman oldu. Çünkü Asaf'ın pantolonunu terziye götürsek Kanat'a yelekli bir kruvaze takım elbiseyle bir spor ceket çıkardı da, yine bir şortluk geriye kumaş kalırdı. Kollarına girip Asaf'ı ittire kaktıra yürüttük ve bir taksiye bindirip eşofmanlarıyla evine gönderdik. Kronik bir dedektif romanları okuru olan Kanat,

‘‘Bu işte bir iş var ağabey.’’ dedi.

‘‘Ne işi olabilir?’’

‘‘Hayatta eğilip ayakkabısının bağını bağlamaktan başka hiçbir spor yapmamış birinin birdenbire başımıza sporcu kesilmesi sence normal mi?’’

‘‘Belki de gazetecilik damarları kabarmış, zayıf bir adam neler hisseder diye merak etmiştir.’’

‘‘Asaf'ın bu çileyi göze alması için daha önemli bir nedeni olmalı!..’’

*

Asaf, yataktan kalkamadığı için üç gün gazeteye gelemedi. Ama dördüncü sabah geldiğinde yine kanter içindeydi. Gazeteye 5 kilometre kala arabayı durdurup inmiş, kalan yolu yürüyerek gelmiş. Az sonra da başı dönüp gözleri karardığı için yine kollarına girip bir arabaya bindirdik ve evine yolladık.

Ama Asaf yılmadı. Bir süre sonra bir bisiklet edindi. Boş zamanlarında gazetenin önündeki asfalt yolda fırfır tur atmaya başladı. Tabii, evde yine birkaç gün yatmasını gerektiren ufak tefek bisiklet kazaları geçirdi.

Bir gün koca bir bavulla odama geldi.

‘‘Ağabey, sen yokken odanı bir süre kullanabilir miyim?’’

‘‘Tabii Asaf'çığım, ama senin Yazı İşleri'nde bulunman gerekmiyor mu?’’

Asaf bavulundan iki gülle ve bir tartı aleti çıkardı.

‘‘İş için değil, biraz spor yapmak için...’’

Gazeteye geldiğimde Asaf'ı kanter içinde odamda bulmaya başladım. Yerdeki halıya uzanmış, ıhlaya tıslaya halter demirlerini kaldırıp indiriyor sonra da bir koşu kantara çıkıp tartılıyordu. Her tartılışta cebinden bir defter çıkarıp bir şeyler yazıyor ve uzun uzun hesaplar yapıyordu. Bir gün büyük bir ciddiyetle,

‘‘25 Nisan günü bu iş tamamdır!’’

‘‘Hangi iş tamamdır?’’

‘‘Şişmanlık işi. Kalori ve efor hesaplarıma göre 25 Nisan günü 70 kiloya inmiş oluyorum.’’

‘‘70 kiloya inince ne olacak?’’

Asaf, manalı manalı yüzüme baktı fakat bir şey söylemedi. Ben öğle yemeğine çıkarken o, çantasından çıkardığı pişmiş bir yumurta ve iki çubuk krakeri kemirmeye başladı.

*

Akşam barda Kanat,

‘‘Ben bu jimnastiklerin, koşuların, salatalıkların sırrını çözdüm!..’’ dedi.

‘‘Neymiş?’’

‘‘Aşşk!.. Başka hangi güç Asaf'ı çöktüğü sandalyeden kımıldatır ve kebaplardan rakılardan ayırır?’’

‘‘Nasıl tahmin ettin?’’

‘‘Detektif Herkül Puaro gibi gri beyin hücrelerimi çalıştırdım ve Sem Speyd gibi iz sürdüm.’’

‘‘Babalanmayı bırak da nasıl öğrendin onu söyle.’’

‘‘Dün Asaf'ın kendi anlattı. Bilirsiniz biz okuldan arkadaşız. Birbirimizden saklımız gizlimiz yoktur. Asaf bir kıza zurna gibi aşık olmuş. Evlenme teklif etmiş. Kız da, 'Ben şişman erkekten hiç hoşlanmam. Zayıflarsan evleniriz' demiş. Pazarlık edip 70 kiloda karar kılmışlar. Asaf da aşk uğruna 25 kilo verebilmek için bu işkencelere katlanmaya başlamış.’’

Asaf'ın hesapları tuttu. Gerçekten nisan sonunda 70 kiloya indi. Bir ara dermansızlıktan iki kez hastanelik oldu ama, sonunda aşk galip geldi. 25 Nisan günü, yeni elbiselerini giyinip gazetenin berberinde damat traşları oldu. (Eski elbiselerinin içinde zaten çuvala konmuş kedi yavrusu gibi duruyordu artık.) Kokular sürünüp iki dirhem bir çekirdek kızla buluşmaya gitti.

*

Akşam biz damat şerefine kadeh kaldırırken Asaf bara geldi. Bizim sorgu suallerimize aldırmadan,

‘‘Buranın mezeleri beni kesmez, yürüyün kebapçıya gidiyoruz’’ dedi. Bizler meraktan çatlarken Asaf hiç konuşmadan üstü karışık birbuçuk porsiyon İskender kebabı, bir tas turşu, bir çanak tulum peyniri ve üç pideyle bir küçük rakıyı mideye indirdi.

‘‘Eee anlat artık be, meraktan ölüyoruz!.. Düğün dernek ne zaman?’’

‘‘Hiçbir zaman.’’

‘‘Ne demek hiçbir zaman?’’

‘‘Şu demek ki, Yasemin benimle evlenmekten vazgeçti.’’

‘‘Niyeymiş o? Sen artık şişman değilsin ki!’’

‘‘Şişman değilmişim ama çirkinmişim. Yasemin çirkin erkeklerden hiç hoşlanmazmış. Hele gerdanı sarkan, gözlerinin altında mor halkalar olan ve elleri titreyen bir erkekle değil yatağa girmek, yanyana bile oturamazmış!..’’

Üç ayda 25 kilo veren Asaf'ın gerçekten de avurtları çökmüş, derileri boşalmış, gözleri çukura batmıştı ve yalnız elleri değil kebapçıya gelene kadar bacakları da titriyordu. Teni bile sarı-kara arası bir renk almıştı.

‘‘Usta, bana acısı bol bir Adana yap, ocağa iki porsiyon künefe at, masaya da bir büyük rakı getir!..’’

*

Birkaç ay sonra Kanat'tan Yasemin'in evlendiğini haber aldık. Kocası da 120 kilo civarındaymış.

Yazarın Tüm Yazıları