Hoca, penaltı çizgisini yedi metreye çekti

Güncelleme Tarihi:

Hoca, penaltı çizgisini yedi metreye çekti
Oluşturulma Tarihi: Nisan 20, 2002 01:41

Fatih Uraz, 1989 yılında Samsunsporlu altı futbolcunun ölümü ile sonuçlanan feci kazadan yaralı olarak kurtulan şanslı isimlerden birisi.

Ne var ki, o kaza bir anlamda kalecilik hayatını da noktaladı Uraz'ın. Ünlü 8-0'lık İngiltere-Türkiye milli maçının da kalecisi olan Uraz, ‘‘Kaleciyi Vurun’’ adlı kitabında, Türk futbolunun nereden nereye geldiğini anlatıyor. Eldiven bulamayan bir kalecinin yaşadıkları da var kitapta, gece yarısı sahaya girip penaltı çizgisini iki metre geriye çeken antrenör de. ‘‘Kaleciyi vurun’’ diyen ise maçın kaybedildiğini düşünen bir kulüp başkanı ve üstelik son derece ciddi...

Türkiye'de oynanan futbolun dünya seviyesinde olduğunu hemen herkes kabul ediyor bugün. Hiç kuşku yok ki, bunda Galatasaray'ın kazandığı uluslararası başarılar kadar, futbola yatırılan paranın, yapılan tesislerin ve değişen zihniyetin de önemli bir payı var. Ancak, bütün bunlar yokken de futbol oynanıyordu bu ülkede. Kıran kırana maçlar yapılıyor, futbolcular ve hakemler dövülüyor, şike, şantaj ve şiddet, futbol topundan daha fazla dolanıyordu sahalarda. O günlerin tanıklarının mühim bir kısmı, futbol sahalarından uzak olsa da hayatta henüz ve anılarını yazmalarında sayısız fayda olduğu ortada. Böylece, ülkede bir tür zihinsel konformizm olarak yaşanan bellek yitimi, bir ölçüde giderilebilir belki. Ve belki de, futbolun sadece futbol olmadığını kavrarız bir miktar.

Kumarda kazanılan yemek parası

Buz tutmuş bir sahada Malatyaspor'la hazırlık maçı yapıp 100 bin Türk lirası para aldık. Orada birkaç gün kalıp o zamanlar Adana'nın ilçesi olan Osmaniye'ye geçtik. Malatya'daki otel ve yemek harcamalarından sonra Osmaniye'ye vardığımızda yine hocada beş kuruş bile para kalmamıştı. Yanımızda da zaten yönetici yoktu, hepimiz de açtık. Hoca ‘‘Siz otelde beni bekleyin’’ dedikten sonra gözden kaybolup bir müddet sonra geriye gelip ‘‘hadi kebapçıya gidiyoruz’’ demişti. Karnımızı doyurduktan sonra öğrenmiştik ki gidip paralı ellibir oynamış ve yemek paramızı oyundan çıkarmıştı. Sonra günübirliğine Hatay'a maça gittik. Orayla da 150 bin liraya anlaşmıştık ve kampın devamı için o paraya çok ihtiyacımız vardı. Biz Hatay'a varır varmaz Allah sizi inandırsın öyle bir yağmur başladı ki ortalığı sel götürüyor. Hataylı yöneticiler hocanın gözünün içine bakıyorlar ki maç oynanmasın diye. Çünkü belli ki seyirci falan gelmeyecek. Ama bu Turan Hoca, böyle manevralara kanar mı? Hemen Hatay'ın yöneticilerine gidip ‘‘Herhalde bu yağmurda az seyirci gelir. En iyisi siz bize 100 bin lira verin de zarar etmeyin’’ diyerek adamların ağzını bile açtırmadı ve maçı oynattırıp 100 bin lirayı aldı.

Kırıkkale'de rakibe penaltı yok

Suphi Varer hocayla başladığımız sezona ikinci haftadan sonra Turan Ağalday'la devam ettik. Hoca kelimenin tek anlamıyla nevi şahsına münhasır bir kişilikti. Kırıkkalespor'u 2. lige çıkarttığı sene iç sahadaki maçlarda gece yarısı gizlice sahaya girip penaltı noktasını yedi metreye çeken birisiydi. Hocaya, ‘‘Ya rakip takım penaltı kazansaydı ne yapacaktın?’’ dediğimizde, ‘‘O zaman Kırıkkale'de rakibin penaltı kazanma şansı olur mu?’’ demişti.

Sene 1989'un Nisan'ı. Fener'in davetiyle İstanbul'a gidip eşimle birlikte Başkan Tahsin Kaya'nın Aden Oteli'ne yerleştik. (Organizasyonu Rıdvan Dilmen yapmıştı) Veselinoviç ve Schumacher ile birlikte çalışmaya başladık(...)

İlk idman için Dereağzı'na gidip soyunma odasına girdim. Tüm arkadaşlar içtenlikle bana hoşgeldin dediler. Toni ile de İngilizce olarak biraz konuştuk. İkimizin de İngilizcesi kötü olduğu için rahat anlaşıyorduk. Ben bana verilen yeni malzemeleri giydikten sonra Toni'nin dolabı üzerindeki eski eldivenleri istedim. Schumacher, ‘‘Onları giyme Fatih’’ dedi. İşte o an seneler önceki eldiven olayını hatırladım ve kendi kendime ikinci kez aynı hatayı yaptım diye çok kızdım. Çim sahada yaklaşık 15 dakika tek başıma ısınma hareketleri yaparken bir baktım ki Toni koşarak yanıma geldi ve elindeki bir paketi bana verdi. Baktım ambalajında yepyeni bir eldiven. Üzerinde imzası var. ‘‘Fatih, onlar eskiydi. Şoförümü evime gönderip bunları aldırttım, idmanda bunları giy.’’

Sahadaki kurt köpeği

İkinci yarı bir gol daha attıktan sonra nasıl olduğunu hatırlamadığım bir pozisyon sonrasında top elime geldi. Başımı kaldırıp ileriye baktım ki bir karaltı büyük bir hızla üzerime geliyor. Hava puslu benim kafa da dönüyor olduğu için önce halisünasyon görüyorum zannettim. Dev gibi bir kurt köpeği karşıma dikilince gerçeğin yüzüyle karşı karşıya kaldım. O an ne oldu ben mi düşündüm, biri mi ikaz etti yoksa gayrı ihtiyari mi oldu topu taca taç çizgisine doğru attığımı hatırlıyorum. Köpek de büyük bir hızla topun üstüne koşup atlayarak başlamıştı oynamaya. Velhasıl bir saniye daha topu tutmuş olsam belki de topu almak için üzerime atlayacaktı

Simoviç'in cimriliği

Topu topu bir tane eldivenimiz var. O da maç eldiveni olduğu için idmanda kullanmak istemiyoruz (...) İşte o idmanlardan birinin öncesinde orada eski bir eldiven gördük ve İsmail ile Semih'e, ‘‘O eldiven kimin’’ dedik. Onlar da ‘‘Eldivenler Simo'nun, ama onun sponsorları var, çok eldiven gönderiyorlar. Biz söyleriz sen al kullan’’ dediler. Neyse biz idmana çıktık. Biraz sonra da G.Saray çıktı. İdman sürerken G.Saray'ın masörü kalenin yanına kadar gelerek ‘‘Simo eldivenini istiyor’’ dedi (...)

Çünkü herkesin bir prensibi vardı ve ben sonuç itibariyle ondan değil, arkadaşlarından izin almıştım. O eski püskü eldiveni masöre geri verdim.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!