Hiç kimse masum değil

Çağlayan/13.00 <1>Unutma!

Haberin Devamı

27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 ve 28 Şubat 1997...

Türkiye, siyasiler tarafından 'rotasından' çıktığı anda askerin müdahalesi ile karşı karşıya kaldı.

Bunlar hep Türkiye'nin 'kamplaşma'ya sürüklendiği, gerilimlerin yaşandığı dönemlerde oldu.

Askerin bu bildirilerine bakarsanız 'tehlike'nin boyutları; anarşi, terör, yıkıcılık, bölücülük ve en sonunda şeriat düzeni özlemciliği ve kadrolaşma olarak görülüyor. (Buna son dönemlerde yolsuzluk ve usulsüzlükleri de katmak gerekiyor.)

Yani rejim aleyhtarı gelişmelere karşı, Türkiye'nin demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti olduğunu vurgulamak zorunda kalıyor Silahlı Kuvvetler... Siyasetçiler bu uyarıları algılayabiliyorlar mı?

Ne yazık ki, AB ve 'demokrasi' adına bu uyarılardan hep uzak duruldu.

Haberin Devamı

Atatürk Türkiyesi'nin yaşatılması için sorumlu davranılmadı.

İster 'uyarı', ister 'muhtıra' veya 'bildiri' densin, askerin açıklamasını karşı tepki gösterenler, geçmişte ve bugün olanları hiç düşünüyorlar mı?

- 'Din tacirliği'ne karşı hangi somut adım atılabildi? Hükümetler, 'Devrim Yasaları'na uygunluğu sağladı mı? Cemaat ve tarikatlara karşı hangi yaptırımlar getirildi? Türkiye sarık ve cüppelilerden kurtarıldı mı? Kadın ve kızlarımızı 'türban'a sokmak için gizliden gizliye bir baskı uygulanmadı mı?

GÖTÜRÜLEN PARALAR

- Devlet dairelerinde ve belediyelerdeki 'köktendinci' kadrolaşmalara karşı bir mücadele gösterildi mi? Ordudan irticai faaliyetler nedeniyle uzaklaştırılan subaylar, belediyelere alınmadı mı?

- Almanya'daki insanların milyar Euro'larını 'İslami Holding'ler aracılığıyla soyanlar için ve iktidarın kanatları altındaki 'Deniz Feneri'nin (sonunda Alman polisi bastı) faaliyetlerine neden sessiz kalıyorlar?

- Yargı düzeninin bağımsızlığı karşısında ve hükümetin işlemlerini 'koruyan ve kollayan' uygulamalara karşı hangi somut uygulamalar yapıldı?

- Geçmişten beri tarikatların denetimindeki banka, finans kuruluşları ve vakıfların inanılmaz büyüklüklere ulaşması hiç dikkat çekmiyor mu?

- Bu hükümet, insanları 'inanan-inanmayan' diye kamplara ayırmak istemiyor mu?

KÖRPE DİMAĞLAR

- Dün 'Kudüs geceleri'; bugün de 'Kutlu Doğum Haftaları' düzenlemekle genç nesillerin körpe dimağları köreltilmek istenmiyor mu?

- İnsanlarımızın kaderde, kıvançta ve tasada ortak, bölünmez bir bütün halinde iç barış ve huzurun sağlanması yolunda 'dincilik' unsurunun dışında hangi somut adımı atıldı?

Haberin Devamı

- Cumhuriyet, Atatürk, vatan ve millet sevgisi, Türk milletini çağdaş uygarlık düzeyine çıkarma amacı doğrultusuna karşı körletilmek istenmiyor mu?

- Ürettirmeden, düşündürtmeden, çalıştırtmadan varoşlardaki milyonlarca kişi, Sosyal Yardımlaşma Kurumu ve belediyeler eliyle 'bakıma' alınmadı mı; bunlar iktidarın 'oy deposu' olmadı mı? Siyasi Partiler ve Seçim Kanunları'nın değişmesi için yıllardır yapılan eleştirilere kulak tıkanmadı mı?

- Son cumhurbaşkanı adayı seçiminde uzlaşmadan uzak durulmadı mı?

Bunun gibi rejim karşıtı sayısız örnek gösterilebilir.

Orgeneral Büyükanıt 16 Şubat'ta Washington'da, 12 Nisan'da Harp Akademileri'nde yaptığı konuşmalarda askerin hassasiyetini gösterecek, "Ben bu işte tarafım, laikliğin kesin savunucusuyum, rejimin bekçisi benim ve en önemlisi de 'Ne mutlu Türküm diyene' karşı çıkan anlayışı cumhuriyet düşmanı ilan ederim" diyecek ve bunlar karşı tarafça göz ardı edilecek, sonra da 'uyarı'yı yedikten sonra "demokrasinin yara aldığını" savunacak...

Gerçekten acayip bir toplumuz.

Cumhurbaşkanı seçiminde kim dayatmacı oldu, parlamenter anlayışı kim krize sürükledi?

AB; hep insan hakları, terör/Güneydoğu için Türkiye'yi sorgularken, gelsin bir de iktidarı eline geçiren dinci partilerin neler yaptığını araştırsın.

Haberin Devamı

Sonuç olarak... Gelinen manzara demokrasi adına 'üzücüdür' ama maalesef gerçekler ve yaşananlar da ortadadır.

47 yıl önceki 27-28 Nisan

1960'ta DP iktidarının, muhalefetin ve basının eylemlerini soruşturmak için 'Tahkikat Komisyonu' oluşturmak istemesi, ülkede büyük yankı uyandırdı. Komisyon görevine başlar başlamaz Ankara ve İstanbul'da öğrenci olayları başladı. 26 Nisan'da İÜ öğretim üyeleri ve öğrenciler, baskıları protesto ettiler. Merkez binadaki toplantıya polisin müdahalesi sonucu çıkan çatışmada, Orman Fakültesi Öğrencisi Turan Emeksiz aldığı bir kurşun yarasıyla öldü. Sokağa çıkma yasağı ilan edildi. 30 Nisan'da Sultanahmet'teki gösterilerinde Nedim Özpolat adlı bir başka öğrenci hayatını kaybetti. 28-29 Nisan gösterilerinden sonra bu kez DP yönetimi, kendi yandaşlarıyla 5 Mayıs'ta Kızılay'da bir gösteri yapmayı düşündü, ancak karşıt gruplar '555K' parolası ile meydanı doldurunca DP'liler azınlıkta kaldı. Bayar ve Menderes burada çok büyük protestolarla karşılaştı. Hatta bazı göstericiler, Menderes'i tartakladılar. 29 Nisan'daki gösterilerde 'öğrenci-ordu dayanışması' dikkat çekiciydi. Ve 27 Mayıs sabahı TSK, radyodan yayınlanan bildiriyle, "Bugün demokrasimizin içine düştüğü buhran ve son müessif hadiseler dolayısıyla ve kardeş kavgalarına meydan vermemek maksadıyla..." yönetime el koyuyordu.

Haberin Devamı

47 yıl önce yaşananlardan hâlâ ders almış değiliz.

Tek parti diktası

"UNUTMAYALIM ki, bu tek yumurta üçüzleri (Gül, Arınç ve Erdoğan), siyasi kariyerlerini, Türk Anayasası hükümlerine göre art arda kapatılmış üç partinin zihniyeti çerçevesinde yapan şahıslardır. Herbirinin Türk Anayasası'nın temel ilkelerine sataşan, Cumhuriyet dönemini kayıp yıllar olarak değerlendiren, laik sistemin dinsel düzenle yer değiştirmesi gerektiğini ifade eden beyanları vardır."

(Prof. Yaşar Nuri ÖZTÜRK)

Genelkurmay bildirisini Türkiye'nin yararına okumak

GENELKURMAY bildirisinde, başta laiklik olmak üzere, Cumhuriyetin temel değerlerinin aşındırılmakta olduğu ve bu temel değerlerin korunması noktasında kesinlikle taraf oldukları kamuoyuna açıklanmaktadır.

Haberin Devamı

- Özellikle irticai faaliyetler ile ilgili kaygılar öne çıkarılmakta ve muhtelif olaylar örnek gösterilerek, mülki amirlerin engellemek yerine, izin vererek adeta teşvik edici bir rol oynadığı endişesi dile getirilmektedir.

- Genelkurmay’ın bazı mülki amirler ile ilgili bu tespiti, idari yapılanma içinde ve Cumhuriyetin temel değerleri konusunda bir ayrışmanın yaşandığını ve gelişmekte olduğunu göstermekte olup, hukuk devleti temelinde çok önemli bir tehlikeye işaret etmektedir.

- Laiklik karşıtı faaliyetlerin artmakta olduğu, temel değerlerden kabul edilen bu kavram üzerinden ısrarla yeniden tanımlama yapma isteklerinden,ulusal birlik bayramlarına alternatif kutlamalar yapmaya kadar geniş bir alanda, bu faaliyetlerin sürdürüldüğünden duyulan endişe dile getirilmektedir. Bütün bu çabaların din kisvesi arkasında saklanarak, kadınlar, çocuklar kullanılarak yapılmakta olduğu ileri sürülerek, bölücü faaliyetler ile şaşırtıcı bir benzerlik gösterdiği tesbiti yapılmaktadır.

- Bildirinin satır aralarından, bu faaliyetlerde Türk bayraklarının ve Atatürk resimlerinin ısrarla bulundurulmadığından yola çıkılarak bölücü eylemlerle parelellik kurulduğu anlaşılmaktadır. Bu faaliyetler ile ilgili, Genelkurmay Başkanlığı'nın, Milli Eğitim Bakanlığı dahil olmak üzere, ilgili makamlardan talep edilmesine rağmen önleyici tedbirlerin alınmadığının gözlendiği ifade edilmektedir ve bu durumun meseleyi daha vahim hale getirdiği uyarısı yapılmaktadır. Özetle irticai faaliyetlerin artmakta olduğunu ve bu durum karşısında,laik cumhuriyet yanında taraf olduklarını ve koruma kollama görevini yerine getirirken her türlü tedbiri alacaklarını kamuoyuna açıklamaktadırlar.

CAN ALICI NOKTA

- Bildirinin son kısmında "Ne Mutlu Türküm Diyene" diyemeyenlerle düşman olduklarını ilan etmektedirler. Bildirinin can alıcı mesajı bu cümlede saklıdır. Burada Genelkurmay Başkanlığı, laiklik karşıtı faaliyetler ile bölücü eylemleri aynı tehlike düzleminde mütalaa etmekte ve düşman olarak ilan etmektedir. Genelkurmay Başkanı'nın, 12 Nisan'da Cumhurbaşkanlığı seçimi ile ilgili ve yukarıda ifade edilen endişelerini paylaştığı basın toplantısında, fevkalade nazik cümleler ile yaptığı uyarılar bu defa Genelkurmay başkanlığı bildirisinde hiç beklenmedik bir ültimatoma dönüşmüştür.

KOPENHAG KRİTERLERİNDEN ÖNDE

Türkiye Cumhuriyeti'nin ordusu ve Genelkurmayı, gelenekleri ve organizasyonu bakımından dünya çapında bir güçtür, endişeleri ve uyarıları ciddiye alınmalıdır. Bu gelenekte, Cumhuriyeti koruma ve kollama görevi, Kophenag Kriterleri'nden önde gelir, Brüksel demokratları beğense de bu böyledir beğenmese de bu böyledir.

Demokrasi, Anayasa'nın düzenlediği Cumhuriyet değerleri çerçevesinde, Anayasal kurumların dengesine dayanır, sayıların üstünlüğüne dayanmaz. Demokrasinin dengesi bir terazinin dengesi gibidir. Terazinin dengesi bozulunca kefeye dara koymak zorunludur. Bugün demokratik terazinin dengesi daraya ihtiyaç göstermektedir ve bu dara cumhurbaşkanı seçimi değil genel seçimdir. Siyaset, gereğini yapmak zorundadır.

Sühan ÖZKAN-Avukat

Algılama sorunu olanlara... Yeter artık tokatı...

4.5 yıldır ülkenin yaşamsal sorunları, çıkarları ve nitelikleri konusunda iktidarın içten pazarlıklı ve dışa bağımlı aymazlıklarını, ihanetlerini sabırla izleyen ve görüşlerini demokratik platformlarda dile getirip dikkate alınmadığını gören TSK, önce 12 Nisan'da zarif bir tavır ve üslupla yaklaşan karanlık dönem için 'özlü sözlü' bir uyarı yaptı. Ardından bu mesajı ancak 'algılama sorunu' olanların anlamayabileceğini belirtti. Cumhurbaşkanlığı seçimine uzanan ve dün TBMM'de yaşanan süreçte görüldü ki; yalnız bu toplantı değil, Cumhurbaşkanı'nın tarihsel uyarısı ve toplumun 14 Nisan'daki görkemli seslenişi de 'çeyrek porsiyon iktidar' ın algılama kapasitesinin dışında kalmıştır. "Hayırlara vesile olmayacağı" gün gibi açık olan bu gidişin daha kötü sonuçlarını önlemek için dün yapılan TSK açıklaması, bardağın taştığının ve toplumsal birikimin çok açık dile getirilişinden başka bir şey değildir. Bu bildiriye elbette, her istekleri yerine getirilen emperyalistler, bize kafa tutacak cesareti bulan aşiretler, Soros beslemesi AB'ciler, ikinci Cumhuriyetçiler sayelerinde özgürleşen(!) dinciler, bölücüler tepki gösterecek, üzülecek ve demokrasi havarisi kesileceklerdir. Bilinmelidir ki, toplumun yarısının temsil edilmediği meclisin çok önemli bir seçimde orta oyununa döndürüldüğü, dinci iktidarın 'yeni döneme hazır olun' pervasızlığıyla despotluğa adım adım ilerlediği bu demokrasi komedisinde yapılan açıklama, ülkenin gerçek sahibi olan ulusun büyük çoğunluğunun sesidir. Konuşmalardan, hukuksal ve siyasal uyarılardan, toplumsal tepkilerden geleceği ve olacağı göremeyen algılama sorunlulara devletin 'yeter artık' tokadıdır.

Demokrasinin canına okuyanlar, kendilerinin ve ülkenin daha fazla kötülüğünü istemiyorlarsa demokrasinin hiç olmazsa 'sandık' kuralını bir an önce işleterek bu ülkeye 'tek ve son' bir hizmette bulunmalıdırlar. 29 Nisan da tıpkı 14 Nisan gibi halkın sesinin "Algılanmaması olanaksız" şiddette olanı ve TSK uyarısının meydanlardaki onaylanmış yankısı olacaktır.

Reşit ÇAĞIN

Demokrasi evet postal hayır

AK Parti adayı Gül, benim de hoşlanmadığım bir aday oldu ama bu Genelkurmay'ın açıklamasına ne demeli?

Genelkurmay, neden birinci tur sonunda bu açıklamayı yaptı. Bunda iyi niyet nerede?

Ülkenin ve ülkenin geleceğini düşünmek nerede?

Bunu daha sonra yapabilirdi.

Genelkurmay'ın bu hareket tarzının de demokrasiye, ne mantığa, ne bu yüzyıla, ne samamiyete, ne de Genelkurmay'a yakışmadığını düşünüyor.

Sizin gibi yazarların demokrasi adına bu bu açıklamaların karşısında olmanızı bekliyorum. Çünkü tarih an be an bu komediyi yazacaktır. A partisi B partisi değil önemli olan, önemli olan bu günlerde demokrasinin yanında olmaktır, postal zorlamalarının değil....

Mustafa ONUR

Hukun işlemediği yerde demokrasi olur

BU bildiri ile gazetecilerin çoğunun okuduklarını kavramakta zorluk çektiğini anladık. Hedef ne Gül ne Arınç, sorun bu zihniyet... Atatürk ne demişse muhalifler... Bunu anlamak bu kadar zor mu? Olayı kişilleştirip birilerini kurtarma çabalarını bırakın. Geçmişteki partileri her seferinde irtica nedeniyle kapatılacak... cumhuriyet temeline dinamit döşeyeceksin... yakalanacaksın... bir değil iki, üç değil...

Ama hukuk işlemediği için her seferinde kurtulacaksın, hukukun işlemediği yerde demokrasi olur mu? Hep hile...

Sonra bir şekilde başa gelince bu benim hakkım, dinamit döşerim diyeceksin..

Boş siyasetçiler ve gazeteciler, anlamaya niyetiniz var mı yok mu?... Kemal POYRAZ

Bakanın haberi yok. Büyükanıt'ın var

MİLLİ Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, 24, CNN ve NTV'ye çıkarak 'okullardaki çağdışı gösterileri' reddetmek istediği savunmasında "Bunlara hiç gerek yok. Genelkurmay Başkanımızın bir endişesi varsa

ben her zaman gider bunları anlatırım" diyerek tansiyonu düşürmeye çalıştı. Genelkurmay'ın bildirisinde, sözü edilen Urfa'da 22 nisandaki şeriat gösterisini düzenleyen örgütün 'Mustazaf Derneği' (Farsça; ezilmiş) olduğu ortaya çıktı. Mustazaf-Der'in başında Hizbullah ana davası sanıklarının savunmasını üstlenen ve örgüt üyeliğinden 6 yıl 3 ay hapis cezası alan avukat İshak Sağlam bulunuyor.

Hizbullah ile ilgili ilginç kitaplar yazan ve yazılarını kendi adına kurduğu mehmetfaraç.com

yayınlayan Mehmet Faraç'ın, geçen Öğretmenler Günü'nde neler olduğunu anlatan yazısı şöyle:

BİRİNCİ YAZI

"ŞANLIURFA - Urfa'da 24 Kasım Öğretmenler Günü nedeniyle düzenlenen gerici organizasyonun arkasında, Saadet Partisi'nin gençlik örgütü Anadolu Gençlik Derneği (AGD) duruyor. Bu derneğin Urfa'daki yöneticileri, kenti 15 yıl boyunca yöneten ve halen AKP milletvekili olarak görev yapan Milli Görüşçü vali ve bürokratların attığı irtica tohumlarından besleniyor.

Öğretmenler Günü adı altında bağnazlığın sergilendiği geceye ev sahipliği yapan Şair Nabi Kültür Merkezi, AKP'li Urfa Belediyesi'nin denetiminde bulunuyor. Geceye katılanlara kapıda gülsuyu ikram ediliyor. Harem-selamlık uygulanan gece Kuran okunarak başlıyor. 13 yaşındaki türbanlı Ayşe Çelik şiir okurken temsili olarak ölüyor ve yanına gelen küçük kızlar dua okuyor. Gecede asıl rezalet stand-up adı altındaki gösteride yaşanıyor. Şair Abdi İlköğretim Okulu öğretmenlerinden Muharrem Çelik, Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) ile alay ediyor. Gece, öğretmen ve öğrencilere Kuran ve Said-i Nursi' nin yaşamını anlatan kitapların armağan edilmesiyle sona eriyor.

Urfa'da Öğretmenler Günü adı altındaki bu irtica gösterisinin ardında iddia edildiği gibi sadece Şuurlu Öğretmenler Derneği (ÖZDER) durmuyor. Organizasyonu 28 Şubat sürecinde kapatılan Milli Gençlik Vakfı'nın yerine kurulan Saadet Partisi'nin gençlik örgütü AGD yapıyor. Etkinlikle ilgili dilekçeyi Urfa Emniyet Müdürlüğü'ne AGD Başkanı Fuat Keşküş veriyor. Keşküş'le birlikte başvuruyu Fevzi Çelik ve Halil Atlı adlı öğretmenler de imzalıyor. Urfa'da gerici organizasyonu yapan öğretmenler bu cesareti sadece AKP'nin iktidarda olmasından almıyor. Bağnazlar, 1985-2000 sürecinde kenti yöneten Fethullahçı ve Milli Görüşçü valilerin attığı tohumlardan yararlanıyor. Kendi adına cami yaptıran Alparslan Karacan'ın ardından göreve gelen Vali Ziyaettin Akbulut, öğretmen eşinin derslere 6 yıl boyunca türbanlı girmesine göz yumarak bir furyaya önayak oluyor. Akbulut, devletin arazisini okul yapmaları için yok pahasına Fethullahçı vakfa peşkeş çekmekten de geri durmuyor.

O dönemde Akbulut'un Milli Eğitim Müdürü Öner Ergenç de gerici eğitime ve kadrolaşmaya olanak sağlıyor. Akbulut ve Ergenç şu an AKP milletvekili olarak TBMM'de bulunuyor. Urfa'daki uygulamaları sırasında tepki çeken Vali Şehabettin Harput 'u da Milli Görüşçüler ödüllendiriyor ve İçişleri Bakanlığı Müsteşarı yapıyor.

KİTLE ÖRGÜTLERİ SESSİZ

Görüldüğü gibi Urfa'da öğretmenler üzerinden yürütülen gerici organizasyonun arkasında sadece birkaç zavallı durmuyor. Onların nereden beslendiğine dikkat etmek gerekiyor.

Urfa'da kitle örgütlerinin bu rezalete sessiz kalması ise utanç veriyor. Ancak Urfa Valiliği olayla ilgili belgeleri 27 Kasım'da Cumhuriyet Savcılığı'na iletiyor. Valiliğin uyarısı üzerine Milli Eğitim Müdürlüğü de iki ilköğretim müfettişi görevlendiriyor. Vali Yusuf Yavaşcan, "Atatürk ilkelerine bağlı olarak, birtakım kişilerin gerici işlerle iştigal etmesine izin vermeyiz" diyor.

Urfa'da Atatürk 'ün çocukları ve öğretmenleri, milli eğitimde çöreklenen örümcek ağının dağıtılmasını bekliyor!

Yeniden güç kazanmaya çalışan örgüt çeşitli dernekler kurarak taraftar toplama yöntemini benimsedi."

İKİNCİ YAZI

Mehmet Faraç'ın, Güneydoğu'nun güçlü örgütleri arasında yeralmaya başlayan Hizbullah ile ile ilgili araştırması da şöyle:

"İstanbul'da 17 Ocak 2000'deki operasyonun ardından çöküş yaşayan Hizbullah, legal alanda eski gücüne kavuşmayı hedefliyor. Vakıf ve dernekler kuran, dergiler çıkaran örgüt, Diyarbakır ve Batman başta olmak üzere Güneydoğu'da yoksulluğu kullanarak imaj yenilemeye çalışıyor. Örgütün bu yükselişi en çok PKK'yi ürkütüyor. 6 yıl önceki operasyonun ardından yeraltına çekilen Hizbullah, eski gücüne kavuşmak için yoğun çaba harcıyor. Artık Güneydoğu'da Hizbullah çizgisinde çok sayıda dernek faaliyet gösteriyor. Bu kuruluşlar içinde en çok Mustazaf-Der (Mustazaflar Derneği) dikkat çekiyor.

'MUSTAZAF DEVRİMİ'

Örgüt, Farsçada "ezilmiş" anlamına gelen mustazaf kavramını, İran devrimi de "Mustazaf Devrimi" olarak adlandırıldığı için kullanıyor.

Mustazaf-Der'in başında Hizbullah ana davası sanıklarının savunmasını üstlenen ve örgüt üyeliğinden 6 yıl 3 ay hapis cezası alan avukat İshak Sağlam bulunuyor. 2003'te kurulan derneğin kurucuları arasında Hizbullah davasından yargılanan Mahmut Tekdal, Sedat Erdoğan 'ın yanı sıra Fikri Karavil, Ömer Çelik, A. Baki Arslan ve Osman Aktaş bulunuyor. Derneğin, Ay-Der, Kardeş-Der, Anadolu Gençlik Derneği, Çağrı-FM, İmza Dergisi, Seher-Der, İhya-Der, Has-Der ve Umut Derneği ile birlikte Diyarbakır'da düzenlediği Danimarka'yı protesto mitingine 100 bin insanın katıldığı söyleniyor. Dernek tüzüğünde hedefler şöyle sıralanıyor: "İnsan haklarını, insan haysiyeti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak şekilde sınırlayan, ekonomik, sosyal, hukuki, psikolojik, kültürel, dini, ahlaki değerler ve eğitim haklarına yönelik fiili her türlü engelin kaldırılması için mücadele etmek. Mağdur, mazlum, mustazaf ve muhtaç fertler ve aileler arasında yardımlaşma ve dayanışmanın sağlanabilmesi yasal veya tabii hukukla kabul edilen temel haklarının savunulması için her türlü mücadeleyi vermek."

Dernek başkanı İshak Sağlam, Hizbullah konusu gündeme geldiğinde "Bizim şiddetle işimiz olmaz. Kesinlikle şiddeti tasvip etmiyoruz" karşılığını veriyor.

TABAN SAVAŞI

Sağlam'ın sözleri Hizbullah'ın şiddetsiz yapılanma stratejisiyle uyuşuyor. Örgüt özellikle mezar evleri ve işkencelerle darbe alan gücünü yenilemek için yoksulluğu kullanıyor. Başta Diyarbakır olmak üzere Güneydoğu'da 40 kadar dernek içinde faaliyet yürüten örgüt, bir dönem çocuklara yönelik kaçak Kuran kursları, kırsaldaki medrese ve hücre evlerinde verdiği eğitimi Diyarbakır'ın varoşlarında "Okuma Evi" adı altındaki dershanelerde yürütmeye çalışıyor. Ancak Mustazafların 4 okuma evi zaman zaman valiliğin engeliyle karşılaşıyor.

YOKSULLUĞU KULLANIYORLAR

Hizbullah bir dönem kurtarılmış bölge olarak nitelediği Batman'da Umut-Der çatısı altında faaliyet gösteriyor. Derneğin başkanlığını Hizbullah üyeliğinden yargılanan Aslan Giray yürütüyor. Toplumsal Hakları ve Değerleri Koruma, Eğitim, Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği (Toplum-Der) ise 2003'ten bu yana Diyarbakır, Gaziantep Batman, Elazığ, Van'da şubeleriyle faaliyet gösteriyor. Derneği Diyarbakır'da avukat Celal Aygen yürütüyor. Dernek "Mizgin" (müjde) adlı dergiyi yayımlıyor. Özgür-Der, Hayır Kapısı Yardımlaşma Derneği, Şarkiyat-Der, Diyarbakır İlmi Araştırmalar Eğitim ve Sağlık Vakfı adlı dini motifli yapılanmalar da Güneydoğu'da etkin olmaya çalışıyor. Radikal dinci gruplar Güneydoğu'nun kırsalı ve varoşlarında gıda maddesi, kırtasiye, giyecek ve para dağıtarak Hizbullah'ın yıkılan imajını ayağa kaldırmaya çalışıyor.

Bu durum şüphesiz yoksulluktan yararlanan PKK'yi ciddi biçimde rahatsız ediyor. Bir dönem iki örgüt arasında sokak çatışmalarına dönüşen mücadele, artık kitleleri kazanma konusunda yaşanıyor. Yoksulluğun cenderesindeki insanlar ise tabanını büyütme peşindeki örgütlerin egemenlik mücadelesinde kurban seçiliyor.

20 yıl boyunca yeraltı faaliyeti yürüten ve son 4 yıldır cami cemaatleri, tarikatlar ve dini örgütlenmeler içine gizlenerek eski gücüne kavuşmaya çalışan Hizbullah, defter, kalem, gömlek, un ve şekerle kendine bağladığı insanları, artık korkutmuyor! Çünkü bağnazlığı kullanan siyaset ve yoksulluğu kullanan şiddet onları mecbur ediyor."

Bu gelişmelerden haberi yoksa Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'e bu yazılar gösterilmelidir.

Yazarın Tüm Yazıları