Hepimizin bir Pandora’sı var

YEŞİM USTAOĞLU’nun Pandora’nın Kutusu filmini seyrettim.

Sevgili arkadaşımız Tomris Uyar’ı anarak söylemeli. O, kadın yazar ayrımına çok kızar, "Erkek yazar diyor musunuz" diye ironik bir sitemde bulunurdu. Ne yazık ki dünyada da böyle bir ayrım yapılıyor.

Pandora’nın Kutusu’nu seyrettikten sonra Yeşim Ustaoğlu’nu kadın yönetmenler listesinin üst sıralarına koymak gerektiği kanısına vardım.

Pandora’nın Kutusu, bireysel bunalımla toplumsal karabasanı ustaca bağdaştırıyor.

Senaryoyu Yeşim Ustaoğlu ile Sema Kaygusuz birlikte yazmışlar. Sema Kaygusuz, genç kuşak Türk edebiyatının önemli bir adı.

Pandora’nın Kutusu nedir?

Yunan mitolojisinde Pandora, Zeus’un emriyle yaratılan kadın. Epimetheus uyarılara rağmen, güzelliğine dayanamayarak onu eş yaptı. Pandora, beraberinde bir kutu (küp) getirdi. Bir gün merakına yenilerek, yeryüzüne ayak basar basmaz, kapağını kaldırıp kutuyu açtı. Kötülükler, insanoğlunun üstüne yayıldı, kapağı hemen kapattığı için en dipteki umut dışarı çıkamadı. Bir görüş de kutunun içinden iyilikler çıktığıdır.

* * *

ALZHEIMER hastası, Karadeniz’in köylerinden birinde yaşayan yaşlı annelerinin kaybolduğu haberini alan üç kardeş yola koyulurlar onu bulmak için.

Annenin kaçışı, iki kız bir erkek kardeşten oluşan ailenin bireysel dünyalarının kapalı kutusunun açılışının başlangıcıdır.

Herkes hem aile düzeniyle hem kendisiyle hesaplaşmaya başlar.

Üç kardeş geçmişin çağrışımlarıyla boğuşurlar. Yarın yoktur, çünkü yarın annelerinin durumudur. Ondan bilinçaltı dürtüsüyle kaçarlar. Bu durumu kız kardeşlerden biri özetler:

"Biz de böyle olacağız."

Erkek kardeş bir kaybedendir, otla kendinden geçer, yeğeniyle yani Nesrin’in oğluyla uyuşurlar.

Alıp İstanbul’a getirdikleri anne konuşmaz ama durumu algılar.

Büyük kızının herkesi denetleme, yaşamlarını düzenleme hakkını kendinde görmesinden rahatsız olur.

Birdenbire insanın kendisini sorular batağına atan, hesaplaşma kuyusuna indiren bir film. Hepimizin yaşamında Pandora’nın kutusu vardır, onu açmak cesaretini acaba kaçımız gösteriyoruz.

Sanırım aile içinde benim hoşuma giden, duygularımı bileyen sahneler, anneanneyle torunun başbaşa kalmasıydı. İkisi de saflığın, arılığın temsilcisidirler. Birbirlerine manen de maddeten de sokulmalarının sırrı buradadır.

Bir gün anneanne evden çıkar, artık yokluğa doğru yürümektedir. Torun da bunu hisseder, ardından gider ama herhalde bulmaya değil.

Duyan, hisseden ama artık bunları dile getirmeyi gereksiz bulan anne rolünde Tsilla Chelton, trajik rolünü etkileyici bir biçimde oynuyor.

Derya Alabora, Onur Ünsal, Övül Avkıran, Osman Sonant’ın da başarılarını anmak şart.

* * *

İYİ, seyredilmesi, üzerinde düşünülmesi gereken bir film.
Yazarın Tüm Yazıları