Ortopedi ve travmatoloji uzmanlarının kayak ve snowboard kazalarını önlemek için önerileri şöyle:
- Kayak tatilinden 1-2 hafta önce uyluk ön ve arka grup adalelerinizi kuvvetlendirmek ve esnemek üzere egzersiz yapmaya başlayın.
-Kayağa yeni başlıyorsanız dik pistlerden kaçının. Kayak dersi almadan kaymayın.
-Mümkünse kendi malzemelerinizle kayın. Kiralayacaksanız, kayak botunuz ayağınızı ne sıkmalı ne de gevşek olmalı. Kayak bağlamalarını iyi yapın.
-Giysilerinizin soğuktan koruması kadar hareketlerinize engel olmaması da önemli.
-Kar gözlüğü kullanın. Ama görüşünüzü etkilemeyen gözlük ve maskeler takın.
-Sakatlanma ve yaralanmalar genellikle öğleden sonraları veya akşamüstü oluyor. Yorgunluk hissediyorsanız ara verin. Dinlendiğinizi hissedene kadar bekleyin.
-Kayak yaparken yaralanır ve şiddetli ağrı hissederseniz ayağa kalkmaya çalışmayın. Yardım çağırın. Zorlamanız travmayı büyütebilir.
Bakanlıktan aldığımız bilgiye göre, mantar zehirlenmeleri, özellikle yağışların bol olduğu mevsimlerde artıyor. Doğal ortamlarda yetişen mantarlar, güzel görünümlerinin aksine çok zehirli olabiliyor. Yapısında zehir bulunan mantarlar ne şekilde tüketilirlerse tüketilsinler zehirliyor. İster kurutulmuş veya konserve şeklinde, ister çiğ veya pişirilmiş olarak yensin ölümle sonuçlanabilen ciddi zehirlenmelere neden oluyor.
Zehirlenme hemen başlıyor
Zehirlenme belirtileri mantarda bulunan zehrin niteliğine göre mantarın yenmesini takiben 2-6 saat içinde ortaya çıkabiliyor. Bazı çeşitleri daha geç dönemde de zehirlenme belirtilerine yol açıyor. Mantarlarda bulunan zehrin özelliğine göre sersemlik, uyku hali, tansiyon düşüklüğü, bulanık görme, yüz ve boyunda kızarma, ağızda metal tat duyusu, bulantı, kusma, terleme; bazı türlerin yenmesinden 6 saat sonra ise bulantı, kusma, ishal, ateş, çarpıntı, karın ağrısı, karaciğer/ böbrek fonksiyon bozuklukları ile ölümle sonuçlanan zehirlenme belirtileri görülebiliyor.
Bakanlık, doğada yetişen mantarların kesinlikle yenmemesi uyarısı yapıyor. Ama oldu da yerseniz, tüketilmesi sonucunda bu belirtilerin görülmesi halinde mantarı tüketen kişilerin derhal en yakın sağlık kuruluşuna başvurmaları gerekiyor.
Ambalajlıları tercih edin
Doğal alanlarda yetişen mantarlar yerine bandrollü kültür mantarları tercih edilmeli. Kültür mantarları bünyelerinde zehirli maddeleri bulundurmadığından bir zehirlenme görülmesi söz konusu değil. Ancak, bu mantarların yetiştiği ortam itibariyle, bazı mikroorganizmalar mantarların üzerinde bulunabilir. Bu mikroorganizmaların bulaştığı mantarların çiğ olarak yenmesi sonucunda çok hafif mide ve bağırsak şikâyetlerinin gelişebileceği de unutulmamalı. Ayrıca mantar alırken ambalajlı olanlar tercih edilmeli ve ambalajında tüketiciyi bilgilendirmeye yönelik bilgilerin yer aldığı etiketlerin olup olmadığına da dikkat edilmeli.
Çocuklarla tatile çıkarken öncelikle doktoruna danışın. Sizin aklınıza gelmeyecek bazı önerilerde bulunabilir. Tüm dikkat ve özeninize rağmen çocuklar hastalanabilir ve ateşlenebilir. Valizinize ilk koyacağınız şey, ateş düşürücü olsun. Ayrıca bunları unutmayın:
Ne almalı?
- Mevsime uygun, terleten değil sıcak tutan giysiler.
- Şapka, atkı, eldiven.
-Ayaklarını üşütmeyecek çorap ve botlar.
-Sürekli kullandığı ilaçlar.
-Ateş ölçmek için derece.
-Ateş düşürücünün yanı sıra öksürük şurubu, burun tıkanıklığını rahatlatacak sprey. Elbette doktoru reçete etsin bunları.
Bakteriler, virüsler, parazitler, mantarlar gibi mikroorganizmaların insan vücuduna değişik yollardan girmesiyle ortaya çıkan enfeksiyonlarla savaşacak bağışıklık sistemimiz var. Genellikle savunma mekanizmaları bunlarla baş edebiliyor. Ama zayıflamışsa, mikroorganizmalar sistemi aşarak, hasta ediyor.
Türkiye Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü Seyahat Hastalıkları Birimi’nden aldığımız bilgiye göre, kötü hijyen koşulları, beslenme bozukluğu, yaşın her iki uç noktası (bebeklik–yaşlılık), iklim, fiziksel bariyerlerin yetersizliği (cilt ve mukozalardaki bozukluklar), kalıtımsal ya da kazanılmış bağışıklık sistemi yetmezlikleri, stresler, kronik hastalıklar, tıbbi ve cerrahi tedaviler, yetersiz bağışıklama (aşılar) gibi faktörler savunma sistemini zayıflatıyor. Bu da hastalıkların daha kolay bulaşması ve etkili olmasına yol açıyor. Enfeksiyon hastalıklarının ortaya çıkması ve yayılmasını önlemek için alınabilecek en etkili yöntem aşılanma. Enfeksiyon hastalıkları görülen bölgelere seyahat edenlerin ya da bu bölgelerden göç edenlerin aşılanması, çocukluk ve yetişkin aşılarının tam ve düzenli yapılması gibi. Aşılarla difteri, tetanos, boğmaca, kızamık, kızamıkçık, menenjit tipleri, çocuk felci, hepatit B, hepatit A, zatürree), grip, kuduz dahil olmak üzere birçok hastalığı kontrol etmek mümkün.
Koruyucu ilaç tedavisi de var
Bazı hastalıklarda koruyucu ilaçlar alınabiliyor. Koruma amaçlı antibiyotik kullanımı ancak tehlikeli enfeksiyonlarla karşılaşma olasılığı bulunan kişiler için uygulanıyor. Örneğin sıtmanın endemik olduğu ülkelere giderken sıtmaya karşı koruyucu ilaç kullanımı gerekiyor. Antibiyotiklerin gelişigüzel, fazla miktar ve sürede, hatalı kullanımı dirençli mikroorganizmaların ortaya çıkması ve tedavisi güç enfeksiyonların gelişmesine neden oluyor.
Bunları da unutmayın
Enfeksiyonlara karşı güçlü durmak için:
Vücut besinler yoluyla alınan proteinlerden antikorlar üretiyor. İyi beslenmeyenler mikroorganizmalarla yeterli mücadele edemiyor. Bu nedenle dengeli beslenme vücudun mikroplardan korunması ve vücut direnci için çok önemli.
Ebola, insanlarda ve primatlarda (enfekte maymun, goril, şempanze, meyve yarasası, orman antilobu ve kirpi gibi) sıklıkla ölüme yol açan ciddi bir hastalık. Salgın yaptığında, ölüm oranı yüksek oluyor. Hastalığı yapan virüs insanlara vahşi hayvanlardan geçiyor. İnsandan insana da bulaşıyor. Ancak ebola virüsünün insana hayvanlardan nasıl bulaştığı bilinmiyor. Hastalık, enfekte bir kişinin kanı ya da salgılarıyla (ter, tükürük, sperm, idrar, dışkı ve kusmuk) doğrudan temasla bulaşıyor.
Enfekte salgıların objelerle teması dahi virüsle karşılaşmak için yeterli olabiliyor. Ayrıca defin işlemleri sırasında cenazeye doğrudan temas edilmesi de hastalığın yayılmasında etken. Enfekte canlı ya da vahşi hayvanlar, bunların çiğ ya da az pişirilmiş etleriyle temas etmek de hastalığı bulaştırıyor. İyileşen erkek hastaların spermleri yoluyla hastalığı yedi haftaya kadar bulaştırdığı biliniyor. Türkiye Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü verilerine göre, ebola kanamalı ateşine yol açan virüsler, genellikle hasta bakımıyla uğraşırken enfekte salgılarla teması olan aileler ve arkadaşlar aracılığıyla yayılıyor. Hastalık, ateş, baş ağrısı, eklem ve kas ağrısı, halsizlik, ishal, kusma, mide ağrısı, iştahsızlık belirtilerini veriyor. Bazı hastalarda ayrıca, kaşıntı, gözlerde kızarıklık, hıçkırık, öksürük, boğaz ağrısı, göğüs ağrısı, nefes almakta güçlük, yutkunma zorluğu, vücut içinde ve dışında kanamalar da görülüyor.
Vahşi hayvan eti yemeyin
Diğer bulaşıcı hastalıklarda olduğu gibi hastalığı önlemenin en önemli yollarından biri ellerin düzenli sabunla yıkanması. Hastalığın görüldüğü bölgelere giderseniz, ölü hayvanlarla, özellikle de primatlarla temastan kaçının. Yerel pazarlarda satılan primatlar dahil vahşi hayvanların etini yemeyin. Yine hastalığın görüldüğü bölgede bulunduysanız, sadece ateşiniz bile yükselse acilen bir sağlık kuruluşuna başvurun. Ve mutlaka son seyahatinizi ve temaslarınızı doktorlara söyleyin.
Cildinizi kanser, yanık ve foto yaşlanmadan koruyabilmeniz için güneşin en etkili olduğu 10.00-16.00 saatlerinde kapalı ortamlarda kalmanız öneriliyor. Aynı öneri göz sağlığınız için de önem taşıyor. İlla çıkmanız gerekiyorsa, geniş siperlikli şapka ve gözlük takın.
Güneş gözlüklerinin işlevi aksesuardan fazlası. Doğru seçimle, zararlı ışınların göze ulaşmasını engelleyebiliyor. Gözlük camları ultraviyole ışınlarını kesebilmeli. Satın alırken CE işaretini arayın veya BSEN 1836: 1997’ye uygun olduğundan emin olun.
Kontakt lensle havuza veya denize girmeyin. Bu yanlış davranış enfeksiyona neden olan etkenlerin lense yapışması ve göze bulaşmasına yol açabiliyor. Deniz ve havuzda da numaralı yüzme gözlükleri takabilirsiniz. Günlük lensleri de üzerine yüzme gözlükleri takma kaydıyla kullanabilirsiniz.
Güneşe çıkıyorsanız göz makyajınızı temizleyin. Güneş koruyucularınızı göz çevresine yaklaştırmadan sürün. çünkü bu maddeler güneş altında eriyerek göze temas etmesine sebep oluyor. Bu durum da gözlerde kızarıklık, batma, kaşıntı, sulanma gibi yakınmalara yol açıyor.
Her yaşta ve mevsimde görülebilen yüz felcinde, sinir liflerinin etkilenmesi sonucu, yüzün mimik kaslarında hareket kaybı oluşuyor. Kişi kaşını kaldıramıyor, gözünü kapatamıyor ve ağzını hareket ettiremiyor. Bu belirtiler yüzün yalnızca bir tarafından ortaya çıkıyor. Mimik kaybı, yüzde ağrı, baş ağrısı ve baş dönmesi, kulak ağrısı ve çınlaması, sese karşı hassasiyet, konuşma zorluğu, salyayı tutamama gibi sorunlar da yaşatıyor. Memorial Şişli Hastanesi nöroloji uzmanı Doç. Dr. Abdullah Özkardeş, yazın yüz felcinden korunmak için şu hatırlatmaları yapıyor:
Arabada veya ofiste, terliyken klima ve rüzgâra direkt maruz kalmayın. Ani sıcak değişimleri, yüz sinirinde ödem oluşumu ve yüz felcine neden olabiliyor.
Duş aldıktan sonra klimalı bir ortama girecekseniz, saçlarınızı ve yüzünüzü iyice kurutun.
Islak saçla dışarıya çıkmayın.
Kartal Koşuyolu Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi kardiyologlarından Doç. Dr. Birol Özkan, etin içerdiği proteinin hayvansal proteinlerin en değerlisi olduğunu ancak dikkatle tüketilmesi gerektiğini hatırlatıyor. Dikkat edilmesi gereken nokta, kalp-damar hastalığı için zararlı olduğu kanıtlanmış hayvansal kaynaklı yağların tüketiminin azaltılmasının gerektiği. Özkan, “Yağsız ette bile yüzde 20 oranında yağ bulunuyor. Kurban etini tüketirken özellikle etin yağsız kısımları seçilmeli, kuyrukyağı ve tereyağı kullanılarak yapılan kavurma yerine, ızgara veya haşlama şeklinde pişirme yöntemleri tercih edilmeli” diyor.
Taze kesilen etlerin hemen tüketilmemesi gerektiğini vurgulayan Özkan, “Taze kesilmiş etin sindirimi çok zordur, hazımsızlık yapabilir ve sert olmasından dolayı pişirilmesi zor. Dolayısıyla buzdolabında 1-2 gün bekletilmiş etin tüketilmesini öneriyoruz” diyor. Kalp-damar, kalp yetmezliği ya da hipertansiyonu olan hastaların uyguladıkları diyetlerine devam etmesi gerektiğini söyleyen Özkan, ağır yemeklerden kaçınılması ve dengeli beslenmeye devam edilmesi gerektiğini belirtiyor. Özkan, “Bir öğün ağır yemek bile kalp damar sağlığımıza zararlı olabilir. Ağır bir yemek sonrası kalp daha hızlı atmaya başlar, tansiyon yükselir. Ve yine kana salınan bazı hormonlar kanın pıhtılaşmasını kolaylaştırır. Ağır bir yemek sonrası kanın sindirim organlarında göllenmesi de yine hayati organlara giden kan akımını azaltabilir. Bütün bunların sonucunda kalp krizi oluşması kolaylaşabilir. Bu nedenle bir öğün bile olsa yüksek karbonhidratlı, kızartmalı ve yağlı yemek anlamına gelen aşırı ağır bir yemek, kalbi zorlayacaktır” uyarılarında bulunuyor.
Şerbetliler yerine sütlü tatlıları tercih edin
Kalp-damar hastalığı veya kalp yetmezliği gibi sağlık problemleriniz varsa tatile çıkmadan önce mutlaka doktorunuzla görüşün. Doktorunuz ilaç dozlarında değişiklik yapabilir, özellikle idrar söktürücü ilaç dozlarının aşırı sıcak havalarda azaltılmasını isteyebilir. Çünkü idrar söktürücü ilaçlar nedeniyle gelişen aşırı sıvı kaybı, tansiyon düşüklüğü ve buna bağlı bayılmalara yol açabiliyor. Ayrıca doktor önerisi olmadan kesilen ilaçlar aşırı tansiyon yükselmesi sonucu kalp kriziyle sonlanabiliyor.
Soğuk havuz, deniz ve duş damarları büzer
Uzun süren güneş banyolarının arkasından soğuk suya atlamak vücudun genişlemiş cilt damarlarında ani büzülmeye neden olabiliyor. Bu büzülme de ölümcül ritm bozukluklarına yol açabiliyor. Acıbadem Kadıköy Hastanesi Kardiyoloji Uzmanı Doç. Dr. Refik Erdim, “Bu nedenle suya aniden atlamayın, vücudunuzu suya alıştırarak girin” diyor. Sadece soğuk havuz ve deniz suyu değil, soğuk duş da damarlarda büzülmeye yol açacağı için tansiyonu yükseltebiliyor. Damarlarda büzülme uzun sürdüğü takdirde bu tablo kalp krizine kadar ilerleyebiliyor.
Sıcaklıktaki 5 derecelik artış riski yüzde 5 artırıyor
Vücut ısısını sabit tutan en önemli mekanizmalardan biri, cildin kan dolaşımı. Bu sistem terlemeyle vücudu serinletmek amacıyla cilde kan pompalamaya çalıştığı için kalbin iş yükünü artırıyor. Bunun yanı sıra terleme sonucu oluşan sıvı kaybı nedeniyle kanın akışkanlığı azaldığı için kalp daha fazla çalışmak zorunda kalıyor. Dr. Erdim, “Bu tablo sağlıklı kişiler tarafından tolere edilebilirken kalp-damar hastalarında ise yüksek tansiyon, ritm bozukluğu, daha da önemlisi kalp krizine yol açabiliyor” diyor. Sıcaklıktaki her 5 derecelik artış, kalp krizi riskini yüzde 5 oranında artırıyor. Aşırı sıcaklarda dikkat edilmesi gereken en önemli üç kuralsa, korunmasız güneş altında kalmamak, bol bol sıvı tüketmek ve vücudu fazla yormamak.
Sanayi Devrimi ile birlikte, fosil yakıtların kullanımının artması sonucu karbondioksit, metan ve azot oksit gibi sera gazlarının atmosferik konsantrasyonları ileri derecede arttı. Enerji ve taşımacılık sektörleri de sera gazı emisyonunda büyük rol oynuyor. Dünyadaki sıcaklık artışından Türkiye de etkileniyor. Türk Toraks Derneği Başkanı Prof. Dr. Hasan Bayram, “Son yıllarda, başta Akdeniz Bölgesi’nde olmak üzere Avrupa’nın çeşitli yerlerinde, Hindistan, Pakistan gibi ülkelerde sıcaklık artışına bağlı çok sayıda ölüm görüldü. Bu ölümlerin daha çok sıcak çarpması, ateş ve su kaybından kaynaklandığı, kişide kalp yetmezliği, kronik solunum hastalıkları ve inme olmasının da ölümleri artırdığı bulundu” diyor.
EGZERSİZ SICAK ÇARPMASINA NEDEN OLABİLİR
Aşırı sıcaklara maruziyet sonucunda ortaya çıkan sağlık sorunlarının başında sıcaklık çarpması geliyor. Güneş çarpması olarak da bilinen sıcak çarpması, uzun süre yüksek sıcaklıklara maruz kalma sonucunda vücudun aşırı miktarda ısınmasıyla gelişiyor. Aslında vücudumuz sıcaklık artışı karşısında kendini koruyacak, başta terleme olmak üzere, çeşitli mekanizmalara sahip. Ama vücudumuzun normal fonksiyonları sürdürebilmesi için vücut sıcaklığının 36.3 ile 37.1 santigrat derece arasında tutulması gerekiyor.
ÇOCUK, YAŞLI VE HASTALARDA RİSK DAHA BÜYÜK
Fizyolojik koruma mekanizmalarının henüz yeterince gelişmediği ya da fonksiyonunun azaldığı (yaşlılık, erken çocukluk, kronik hastalık gibi) koşullarda ortam sıcaklığının artışı vücutta kontrolsüz sıcaklık artışına neden oluyor. Ateş 40 derece ve üzerine çıkabiliyor. Yeterince terlemenin olmaması ya da ortamda yüksek nem bulunması durumunda vücut sıcaklığı, fizyolojik işlevleri yerine getiremeyecek tehlikeli düzeylere çıkabiliyor. Sıcak havada egzersiz yapmak ve yoğun çalışmak da sıcak çarpması riskini artırıyor.
Güneş ışınlarının dik geldiği 10.00 ile 16.00 saatleri arasında dışarı çıkan hipertansiyon ve kalp hastalığı olanların mutlaka koruyucu bir şapka ve güneş gözlüğüyle güneş kremi kullanmasını öneren Dr. Saper, aşağıdaki uyarılarda bulunuyor:
Açık renkli, pamuklu kumaştan üretilmiş kıyafetler giyin.
Hekim tarafından tam tersi öneri olmadığı sürece, bol su tüketin. Bu hem vücut ısısının normal aralıkta tutulması hem de yüksek sıcaklıkta meydana gelebilecek güneş çarpması gibi rahatsızlıkları önlemede faydalı olacaktır.
70-80 kilogram ağırlığında bir insanın günlük ortalama su ihtiyacı 2.5-3 litre. Dolayısıyla daha kilolu olanların su ihtiyacı daha fazla olabileceğinden öncelikle bir hekime danışarak daha fazla su tüketmesi uygun. Çay, kahve, alkol vücut ısısını artırarak terlemeye ve su kaybına neden olabileceği için yerine su, ayran, meyve suyu gibi içecekleri için.
Özellikle uzun yolculuklarda, saatlerce hareketsiz kalmak toplardamarlarda göllenmeyi, dolayısıyla hastaların şikâyetlerini artırabiliyor. Kalp ve damar hastalıkları cerrahisi uzmanı Dr. Macit Bitargil, uzun sürecek yolculuklarda varis çorabı giyilmesini öneriyor. Dr. Bitargil ayrıca, uzun araba yolculuklarında kısa aralar verip kısa yürüyüşler, uçakta bulunduğunuz yerde ayak egzersizleri yapmanın da şikâyetleri azaltabileceğini söylüyor. Gebelerin ayrıca dikkat olması gerekiyor. Çünkü gebelerde rahim büyüdükçe, toplardamarlara baskı artacağından yine bu dönemlerde şikâyetler de artabilir.
Her yaşta çıkabilir
Varis genellikle bacak üzerinde gözle görülen kılcal damarlanmalarda artışla başlıyor. Çap olarak daha büyük olan yüzeysel damarların, genişleyerek görünür hale gelmesiyle devam edebilen bu hastalığın ileri evrelerinde bacakta ödem, cilt renginde kararmalar ve yara oluşumları gelişebiliyor. Dr. Bitargil’in verdiği bilgiye göre, gün içerisinde bacaklarda dolgunluk hissi, şişlik ve çap artışları, sabah giyilen ayakkabının ilerleyen saatlerde ayağı sıkmaya başlaması, gece uyurken uykudan uyandıran gece krampları, merdiven inip çıkarken, çömelip kalkarken bacak ağrıları olması bu hastalığın önemli belirtileri.
Bilhassa kirli havuz ve deniz kulakla ilgili sorunları artırıyor. Dış kulak yolu iltihabı, yaz aylarında artış gösteriyor. Çünkü yüzen ve suyla teması artanların dış kulak kanalındaki koruyucu salgı tabakasının ortadan kalkması nedeniyle enfeksiyonlara daha yatkın hale geliyor. Dış kulak yolu iltihabında kulak kanalı ağrılı, şiş, kızarık ve nemli oluyor. Kulak kepçesi hareket ettirildiğinde ve kulak önündeki kıkırdak çıkıntıya bastırıldığında ise şiddetli ağrılar oluşabilir.
KULAKLIK DA KULAĞI HASTA EDİYOR
Central Hospital kulak burun boğaz hastalıkları uzmanı Dr. Irmak Uçak’ın verdiği bilgiye göre, kulak kanalı cildinin dış bölümündeki salgı bezleri, dış kulak yolu cildini tabaka gibi kaplayan bir salgı oluşturuyor. Salgı zamanla katılaşıyor ve kulağın dışına doğru atılıyor. Kulak sağlığını koruyan bu salgının yokluğunda kulakta kuruma, kaşıntı ve enfeksiyona yatkınlık oluyor. Öte yandan salgının fazla ve koyu kıvamlı, kanalın dar oluşu, kulaklık veya işitme cihazı kullanımı ve pamuklu çubuklarla yapılan kulak temizliği gibi sebepler salgının kulak kanalında birikmesine neden olabiliyor. Bu birikme ise zamanla tıkanıklığa yol açabiliyor. Pamuklu çubuk, sivri uçlu cisimler, havlu kenarı, peçete gibi malzemelerle kulak kanalının iç kısmını temizlemeye çalışmak, katılaşmış salgıyı kulak zarına doğru itebiliyor. Bu durum kulağın kendini temizleme fonksiyonunu bozarken, kulak cildine ve kulak zarına da zarar verebiliyor. Yaz aylarında denize ve havuza girdikten sonra bu tıkaçlar suyun etkisiyle yumuşayarak şişebilir ve kulakta tıkanıklık, dolgunluk hissi, işitme azlığı gibi şikayetlere yol açabiliyor.
Yeditepe Üniversitesi Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Çağrı Büke, keneye karşı alınabilecek önlemleri şöyle sıralıyor:
* Vücudun göz ve dudaklar dışındaki, tüm deri yüzeylerine elle kene kovucuları sürün.
* Elbiselere permetrin içeren kene kovucular giyilmeden önce sıkın. Bu tür kene kovucular asla vücuda sürülmemeli. Özellikle pantolon alt kısımlarına ve çoraplara dış yüzeylerine uygulanmalı. Elbiseler uygulandıktan 2 saat sonra giyilmeli.
* Açık renkte ve uzun kollu giysiler giyin. Pantolon paçalarını, çorap, botlarınızın içerisine sokun.
* Gün bitiminde kıyafetlerinizi çıkarın, dışarıda güneş ışığına maruz bırakın ya da yıkayın.
* Yere oturulacak ya da uzanacaksanız yer örtüsü kullanın.
Cilt hastalıkları uzmanlarının güneşin zararlı etkilerinden sakınmak için önerileri şöyle:
* Güneş ışınlarının direkt geldiği öğle saatlerine dikkat! Bilhassa 12.00-15.00 saatleri arası. En ideali, 11.00-16.00 arasında mümkün olduğu kadar gölgelere sığınmak.
* Son yılların sloganı: Sağlıklı bronzlaşma yoktur. Bu doğru. Güneşin zararlı etkilerinin cilde geçmesini engelleyen, yüksek koruma faktörlü koruyucular kullanın. Terleme, deniz veya havuza girme gibi nedenlerle koruyucunun etkisi azalacaktır. Sık aralıklarla sürün. Şapkasız dolaşıyorsanız ve bilhassa saçınız yoksa başınıza da sürün.
* Güneş gözlüğü de gözleri ve göz çevresini koruyan önemli bir bariyer. Güneş cildi yaşlandırdığı gibi gözleri de harap ederek, başta katarakt olmak üzere hastalıklara uygun ortam yaratıyor. Göz çevresini de koruyacak, ultraviyole ışınlarından koruyacak, sağlığınız için ayrıca tehdit oluşturmayacak ürünleri tercih edin.
Türk Toraks Derneği Astım Çalışma Grubu’na göre, astım akciğer içi hava yollarında daralmaya neden olan ve alevlenmelerle seyreden müzmin bir akciğer hastalığı. Hava yollarındaki daralmanın nedeni mikrobik olmayan bir tür iltihap nedeniyle hava yolu duvarının şişmesi. Hastalık tekrarlayan nefes darlığı, nefes alıp verirken ortaya çıkan hırıltı, hışıltı, ıslık sesi, göğüste baskı hissi ve öksürük gibi belirtilerle kendini gösteriyor.
Türkiye’de 12-13 erişkin, 7-8 çocuktan biri astım hastası. Çoğu hasta egzersize bağlı nefes darlığı nedeniyle günlük hayatında fiziksel aktivite yapmaktan kaçınıyor. Çalışma grubu uzmanları, “Uygun tedaviyle solunum fonksiyonları normale gelen astımlılar, özellikle de çocuk ve gençlerin egzersiz yapmamaları için hiçbir neden yok” diyor.
Yeni klorlanmış havuzlardan kaçının
Fark etsek de etmesek de vücudumuz coğrafi koşullardan, iklim, mevsimlerden etkileniyor. Baharla birlikte nem oranı artıyor. Hormonlar üzerindeki değişimlerle metabolizma hızı, iştah ve kilo etkileniyor. Kışın yavaşlayan metabolizma bahara geçişe hemen uyum sağlayamayabiliyor. Ayrıca boşalan vitamin ve mineral depoları yaşamı zorlaştırıyor. Vücut direncini her daim yüksek tutmak için ideali her mevsim sağlıklı ve dengeli beslenmek, uykudan fedakarlık etmemek ve hareketten kaçınmamak. Ayrıca bazı besinlerin yararlı etkilerinden destek almak da bu konuda yardımcı olabilir. Acıbadem Bakırköy Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Şeyda Sıla Bilgili’nin önerdiği mevsime uygun meyve, sebze ve kuruyemişler şunlar...
Kivi, içerdiği C vitaminiyle dikkat çeken bir meyve. Sabahları veya gün içinde tüketilen bir adet kivi enerji vererek metabolizmayı canlandırıyor. Kışın yavaşlamış metabolizma hızlanarak bahar yorgunluğuyla daha kolay baş etmenizi sağlıyor. İçerdiği C vitamini sayesinde demir içeriği yüksek besinlerle birlikte yenildiğinde vücudun demir emilimini de artırıyor. Örneğin; sabah kahvaltıda yumurtayla birlikte kivi tüketebilirsiniz.
Çilek su ve lif oranı yüksek olduğu için hem tok tutuyor, hem de kan şekerini hızlı yükseltmiyor. Aynı zamanda bahar yorgunluğunun önlenmesinde de etkili olan potasyumdan ve vücut direncinin artırılmasını sağlayan antioksidanlardan da zengin bir meyve. Düşük kalorisi ve enerji verici etkisiyle beslenme listenizde sıklıkla yer alabilir. Günlük 1 porsiyon meyve olarak 12 adet küçük çilek tüketebilirsiniz.
Ananas hem yorgunluğa yol açan ödemin atılmasında fayda sağlıyor hem de diyet yapanlar için iyi bir meyve. Kalorisi az, su içeriği yüksek. Lifli yapısından dolayı bağırsakları çalıştırıyor ve tok tutuyor. C vitamini ve lif oranı oldukça yüksek olan ananası günde 2 halkayı geçmeyecek şekilde tüketerek, gün içinde gerekli olan enerjiyi depolayabilirsiniz.
Mangalı belli kurallara uyarak yapmak, istenmeyen etkileri azaltabilir. İstanbul Aydın Üniversitesi Gastronomi ve Mutfak Sanatları Bölüm Başkanı Prof. Dr. Kamil Bostan, “Kırmızı et balık ya da tavuk hepsinde de bir takım bakteriler var, bu aslında doğal ama problem etin mangala atılmasına kadarki süreçte ortaya çıkıyor” dedi. Etleri mangal zamanına kadar güneşin altında tutmayın. Sıcak ette bakterilerin çoğalmasına yol açar. Pişirildiğinde bile yok olmayan bakteriler zehirleyebilir. Pişirilme anına kadar soğuk bir ortamda saklayın. Soğutucu etkisi olan bir kap iş görür.
PİŞİRİRKEN ACELE ETMEYİN
Malum mangalın kokusu iştah açmaya yetiyor. Ancak iştah ve acelenizin sonucu eti çiğ yemek olmasın. Prof. Dr. Bostan, “ Eti yüksek korlu ateşe atılınca dışı pişiyor ama içi çiğ kalıyor. Çiğ kalan ette ölmeyen bakteriler zehirlenmeye neden olur” dedi. Mangal közüne çok yakın olması da etin yanmasına neden oluyor. Bu da ayrı bir tehlike! İdeal olan etle köz arasında en az 10 santimlik mesafe olması ve etin kesinlikle yavaş pişmesi. Etin piştiğini anlamak için bıçakla kesiler atın. Hafif bir kahverengileşme görüyorsanız pişmiş demektir.
Pişmiş et ile çiğ karışmasın
Önemli bir besin hijyeni kuralı da pişmiş et ile çiğ eti birarada, aynı kapta tutmamak. Çünkü çiğ etin bulunduğu kapta bakteri olur. Pişmiş et bu kaba alındığında ya da çiğ ette kullanılan çatal, bıçak vs. pişmiş ette kullandığında bakteri bulaşır. Ayrıca dondurulmuş et mangala kesinlikle uygun değil. Mangalda soğukta bekletilmiş et kullanılmalı. Dondurulmuş etin pişmesi daha uzun zaman alır ve pişmiş yanılgısına düşürür oysa içi çiğ kalmıştır.
Malum kış aylarında metabolizma yavaşlar. Baharda ise havadaki pozitif ve negatif yüklü iyonlar artar. Bu artış kişiye kendini zinde ve mutlu hissettirebilirken, negatif iyon artışı tam tersi etki gösterir. Yorgunluk yapar. Yanlış beslenme alışkanlıkları, hareketsiz yaşam bahar yorgunluğuna yol açan diğer önemli faktörler. Memorial Kayseri Hastanesi Beslenme ve Diyet Bölümü’nden diyetisyen Nur Tatlıoğlu söz konusu sorunu yaşayanlara şu önerilerde bulunuyor:
Gün içerisinde az ve sık beslenin. Güne mutlaka kahvaltıyla başlayın. Uzun süren açlık kan şekerinde düşüşe neden olacağından, yorgunluk ve halsizlik seviyesini artırır. 3-4 saat aralıklarla, günde 5-6 öğün beslenmek, kan şekerinde oluşacak dalgalanmaları azaltır ve zindelik sağlar.
Gün boyu 2-2.5 litre su tüketin. Vücuttaki su oranının azalması, yorgunluk seviyesini artırır. Yeteri miktarda su içmek toksinlerin atılması, vücut direncinin yükselmesi ve enzimlerin daha iyi çalışmasını sağlar.
Sebze ve meyvelerde bulunan vitamin, mineral ve antioksidanlar vücudun daha enerjik olmasına katkı sağlar. Özellikle A, C, E vitaminleri ile çinko ve selenyum bağışıklık sistemini güçlendirici özelliktedir. Mevsim sebze ve meyvelerinin tüketimi artırın. Günde en az 5 porsiyon beslenmeye özen gösterin.
Öncelikle bilmelisiniz ki, panik bozukluk tedavi ve kontrol edilebilir bir sorun. Yardım almak için uçak yolculuğu yapmak gibi bir zorunluluğu beklemeyin.İlaç kullanıyorsanız, takip eden doktorunuza uçuş öncesi gidip uygun görürse ilaç desteği alabilirsiniz.İlaç kullanmıyorsanız uçağa binmeden önce, gözlerinizi kapayın ve kendinizi çok rahat hissettiğiniz bir mekân ve durumu hayal edin.Uçak kalkmadan önce, kalkarken, kalktıktan sonra bu görüntüye odaklanıp, kaygınızı azaltabilirsiniz.
Panik bozukluğu hastalarının en çok faydalandıkları teknik nefes gevşeme egzersizi.Uçuş öncesi, sırasında nefes gevşeme egzersizinden faydalanabilir. Bu egzersiz doğru bir şekilde yapılırsa, rahat bir uçuş geçirilebilir.
Hepatit B’ye karşı çaresiz değiliz
Hepatit B tanısı konan hemen herkesin aklına karaciğer kanseri veya siroz geliyor haliyle. Gerçekten uzun yıllar boyunca ‘hepatit B = karaciğer kanseri ve siroz’ olduğu düşünülmüş, hastalar ve yakınları karalar bağlamıştı.
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları ve Gastroenteroloji Bilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Hasan Özkan, klinikte gördüğü 942 hepatit B vakasını 12 yıl boyunca sıkı takip etti. Dünyada ve Türkiye’de uzun süre takip edilen en büyük hasta serilerinden biri bu. Tedavi ettiği kronik hepatit B’li hastaların yüzde 10-30’unun kanındaki HBs antijeni başka bir deyişle hepatit B virüsü temizlendi. Prof. Dr. Özkan, “Hepatit B uzun yıllar korkulan bir hastalık oldu. Doktorlar arasındaki genel kanı toplumdan farklı değildi. ‘Kronik hepatit B’de bir şey yapılmaz, takip edilsin’ denirdi. Artık biliyoruz ki ilaçlar hepatit B virüsünün vücuttan atılmasında işe yarıyor” diyor.
VİRÜS HASTALIK YAPAMAYACAK KADAR AZALIYOR
Virüs vücuttan tamamen atılabiliyor mu peki? “Hayır” diyor Prof. Dr. Özkan, ancak kandaki oranı tolere edilebilir, vücuda zarar veremez, hasta yapamaz hale geliyor. Başka bir deyişle kontrol altına alınıyor. Bu da hastanın karaciğer kanseri ve siroz gibi ağır hastalıklardan korunması, yaşamın uzaması demek. Tabii ki bu sonuçlar ilaçların eseri. Ancak hastaların ömür boyu ilaç kullanmaları gerekmeyebiliyor. Prof. Dr. Özkan, “Belli bir tedaviden sonra ilaçları kesebiliyoruz. Vücutlarında HBs antijeni kaybolmuş, buna karşılık antikor gelişmişse hasta şifa bulmuş demek. Daha ileri tetkiklerle virüs bulunsa bile, o kadar azalmış oluyor ki zarar veremiyor” diyor.
Aklınıza hastaların geriye kalan yüzde 70’i ne durumda sorusu geliyor muhakkak... Prof. Dr. Özkan, “Yüzde 30 hastanın iyileşmesi çok iyi bir rakam. Taşıyıcıları da katarsak bu oran daha da artıyor. Geriye kalan hastaların bir kısmı taşıyıcı kalıyor. Yani HBs antijeni bulunsa bile virüs hastaya zarar vermiyor. Bunlara ‘sağlıklı taşıyıcı’ da diyoruz. Bir kısmı hasta oluyor, onları tedavi etmeye devam ediyoruz. Ama uygun tanı, iyi takip ve doğru tedaviyle başarı oranları yükseliyor” diyor.
AŞI HASTALIĞIN GÖRÜLME SIKLIĞINI AZALTTI
Hepatit B aşısının zorunlu aşı programına alınmasının olumlu sonuçları gelmeye başladı bile. Aşı ve tedavilerin de etkisiyle Türkiye’de hastalığın görülme sıklığında giderek azalıyor. 10 yıl önce hastalığın görülme sıklığı ortalama yüzde 10’du, bugün yüzde 5. Çok değil, belki 10 yıl sonra Avrupa, Kuzey Amerika oranları binde 1’lere ulaşmamız bekleniyor.
Dolgu maddeleri neşteri tahtından indiriyor
İnansa da inanmasa da ‘Yaşını hiç göstermiyorsun!’ iltifatından hoşlanmayan var mı, merak ediyorum. Tıp dünyası ve kozmetik sektörü de sürekli bu alana hizmet edecek yeni yöntem, teknik ve malzeme üretiyor. Neştere karar vermek zor belki ama ona sıra gelene kadar ilk bakışta fark edilmeyen ama “Sende bir hoşluk var” dedirten, üstelik daha ekonomik rötuşlar tercih edilebiliyor
Kanadalı Plastik ve Estetik Cerrahi Uzmanı Dr. Arthur Swift, bir firmanın davetlisi olarak İstanbul’daydı ve meslektaşlarına yüz şekillendirmeyi anlattı. Dr. Swift, malzeme olarak hyaluronik asit ve gliserol içeren dolgu malzemelerini kullanıyor. Sadece yaşlanmanın etkilerini ortadan kaldırmakta değil, örneğin kaza sonucu yüzde oluşan asimetrileri düzeltmekte de aynı maddelere başvuruyor. “Bunlar plastik cerrahlara neşter bıraktırıyor” diyen Dr. Swift, kalkık burun, daha düzgün kavisli alın, daha yuvarlak bir çene, dudak kenarlarının yükseltilmesi, düşük göz kapaklarının kaldırılması, çukur şakakların doldurulması ve cilde etkisi aylar sürecek nem kazandırma gibi çok sayıda işlemi söz konusu maddeleri enjekte ederek yapıyor. Yüzde asimetri varsa, yine dolgu malzemeleriyle simetri sağlıyor. Bunun için bazen kulak memelerine veya şakaklarına, bazen buruna bazen de yanaklara dolgu maddesi veriyor. Müdahale edeceği noktaları da hastaların gençlik fotoğraflarını inceleyerek saptıyor.
DOLGU YAPTIR, ÖĞLE YEMEĞİNE ÇIK
Dr. Swift yaklaşık 14 yıldır dolgu malzemelerini kullandığını anlatıyor: “Ben Montreal’de dolgu maddelerini uygulamaya başladığımda, cerrahi müdahale gerektirmediği için meslektaşlarımdan çok tepki aldım. Liposuction uygulamaya başladığımda da aynı tepkilerle karşılaşmıştım. Ama şimdi herkes uyguluyor!” diyor. Hastalar da başta enjeksiyonla yapılan bu işlemlere kuşkuyla yaklaşmış. Ancak çabuk alınan sonuçlardan memnun kalanların sayısı arttıkça yenileri gelmiş. Dr. Swift, “Yaptığım dolgu işlemleri bu kadar popüler olunca günümün yarısında dolgu, yarısında ameliyat yapmaya başladım. Açıkçası hastalarım beni gittikçe daha fazla zorlamaya başladı bu konuda. Çünkü bu işlemi yaptıran öğle yemeğinize çıkabiliyor” diyor.
UZUN SÜRE DAYANMAMASI DAHA İYİ
Hemen herkes yapılan işlemin uzun süre dayanmasını ister. Dr. Swift bu konuda farklı düşünüyor: “Çünkü, yaşlanmaya devam ediyoruz. Dolgu maddesi yerleştirildiğinde hücreler o maddeyle ilişki geliştirmeye başlar. Dolgu maddesi değişmez ama yüzünüz içten içe değişmeyi ve yaşlanmayı sürdürür. Tam da bu nedenle hasta zamanı geldiğinde dolgu maddesini eriterek vücudundan atabilmeli. 50 yaşındaki bir hastaya yapılan dolgu uygulamasının bir yıl sonra hala orada durması sorun yaratabilir. Çünkü yaşlanma süreci devam eder, çukurluk artar. Vücudun bu süre zarfında yavaş yavaş dolgu maddesini atıp yenisine hazır olması daha iyi” diyor. İşlemin belki de en büyük avantajlarından biri geri dönüşünün olması. Dolgu malzemesiyle istenen sonuç elde edilmemişse, özel işlemle eritilerek bulunduğu yerden uzaklaştırılması da mümkün.
DDOLGU MADDELERİYLE NELER YAPILIYOR?
*Alnı doldurmak ya da biraz daha hoş kavisli göstermek *Kaş arasını doldurmak *Düşük kaşları kaldırmak *Yanakları doldurmak *Burun şekillendirmek *Dudaklara şekil vermek *Dudak üstündeki çizgileri yok etmek *Ellerin kırışıklıklarını azaltmak *Memede çeşitli operasyonlar sonrası çukurlaşan bölgeleri doldurmak *Gözaltı torbaları ve şakaklardaki çukurları doldurmak *Birbirine yakın gözlerin arasını açmak.
TAMAMLAYICI TIP
By-pass’dan sonra yoga
Cerrahlar ne derse desin by-pass kolay bir ameliyat değil. Ameliyat sonrası hastaların normal yaşama dönmesine yardımcı olmak için Memorial Şişli Hastanesi tamamlayıcı tıp yöntemi olarak kalp yogasını öneriyor ve yapılma olanağı sağlıyor. Kalp yogasını yaptıran Dr. Neslihan İskit, by-pass ameliyatından bir ay sonra hastaları yoga programına alıyor. Temel yoga prensiplerini öğreterek kan basıncı ve nabız sayılarının düşürmelerini hedefliyor. Kalp ve Damar Cerrahisi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Bingür Sönmez en büyük destekçilerden. “Yogadaki hafif egzersizler kasları güçlendiriyor, nefes teknikleri kalbe daha kolay oksijen göndermeyi sağlıyor, meditasyon da stresi azaltıyor. Araştırmalara göre, üç-altı aylık dönemde yoga yapanların kan yağları, şekerleri ve tansiyonları daha iyi kontrol ediliyor. Daha az ilaç kullanımıyla tansiyonları düzene girebiliyor. Bu, yoganın stres hormonu adrenalini azaltıp, mutluluk hormonu endorfini artırmasının bir sonucu” diyor.
SAĞLIĞIM İÇİN
Ozan Doğulu (Müzisyen)
MUTLAKA YAPARIM: Evimde haftanın üç günü antrenörümle spor yaparım.
ASLA YAPMAM: Sigara hiç içmedim, nefret ediyorum!
NİYETİM VAR: Alkolü bırakmak istiyorum.
UZUN LAFIN KISASI
YANLIŞ: Obezite (şişmanlık) estetik sorunudur.
DOĞRU: Obezite ciddi bir sağlık sorunu. Kalp damar hastalıkları, bazı kanserler, felç, diyabet, hipertansiyon, kan yağları ve uyku bozukluğu, safra kesesi hastalıklarına yol açar. Kısacası, hayatı kısaltır!
ŞİFA KÜTÜPHANESİ
Göze dair herşey
Göz hastalıkları uzmanı Prof. Dr. Pınar Aydın O’Dwyer’in yazdığı “Göz Kitabı, Göz Sağlığı Hakkında Herşey” adlı kitap çocukluktan yaşlılığa gözde oluşabilecek her türlü soruna bakış atıyor. Grafik, karikatür, fotoğraf ve çizimleri sayesinde okunması ve anlaşılması son derece kolay olan bu kitabı alın derim.