Hem şen, hem kara dullar

Viyana’ya gideceğim günlere az kaldı. Biraz dinlenmek, bir şeyler atıştırmak istediğim akşamlar yine Stephan Meydanı’na inecek, Kaertner Caddesi boyunca Opera binasına kadar yürüyeceğim. Caddenin solunda, yazın ardına kadar açık, kışın sıkıca kapalı, çift kanatlı kapıyı göreceğim. Benim hiç girmediğim, Bayan Elfriede Blauensteiner’in, yüzlerce kez girip çıktığı kumarhanenin, neon ışıklarla çevrili kapısını.

Haberin Devamı

Viyanalı Bayan Elfriede, gençliğinde de pek yufka yürekliydi. Hatta, üst katta oturan kadınla çocuğunu koca dayağından kurtarmak amacıyla, adamın intiharını kolaylaştıracak kadar. “Karımı, çocuğumu dövmekten kendimi alamıyorum. Trenin önüne atlamaya çalıştım ama, bir türlü cesaret edemedim” demişti de, Bayan Elfriede “Durun hemen geliyorum” deyip, fırlayıvermişti. Hazırladığı “özel kokteyl”i bir solukta deviren adamcağızın çırpınışlarını gören olmamıştı tabii. “Bu hayattan bıktım, elveda” yazılı kağıt parçası, polisin işini kolaylaştırmıştı. 59 yaşındaki Erwin’in cenaze töreninde, Bayan Elfriede çok ağlamıştı. Tıpkı, birkaç yıl sonraki “Cici Babası” Otto Reinl’ın cenazesinde ağladığı gibi.
Otto, kimsesi olmayan yaşlı bir erkekti. Şeker hastasıydı, bakıma muhtaçtı, Euglucon adındaki ilacı her gün almak zorundaydı. (Euglucon, bir sülfonilüre’dir. Pankreastan insülin salgılanmasını arttırır, insülin de kan şekerini düşürür.) Elfriede, “size bakarım, benim eve taşının” dediğinde çok sevinmişti. Elfriede, Euglucon’un içinden çıkan prospektüsü okuyunca daha çok sevindi.  Otto’nun ilacını, her gün aynı saatte verecek kadar titizdi, her gün bir öncekinden daha fazlasını verecek kadar da sinsi. Otto, zaman zaman bilincini kaybedip hastanelik olduğunda, “Şekeri fazla düşmüş, serum takar, hallederiz” dediler. Günün birinde Otto ölüverdi. Otopsi yapıldı yapılmasına da, kimsenin aklına, bedeninde Euglucon ya da insülin aramak gelmedi. 1986’da Elfriede iki şey öğrendi. 1) Euglucon’un fazlası öldürür. 2) Otopsiyi yapanlar, Euglucon aramıyor.
Elfriede, kendinden birkaç yaş küçük kondüktör Rudolf  Blauensteiner ile evlendiğinde artık 55 yaşındaydı. Altı yıl boyunca, sabah kahvesini, akşam çayını hep  elleriyle hazırladı. Rudolf, çayını da, kahvesini de tek şekerli içerdi. Şekerin yanısıra bir tablet Euglucon yuttuğunun farkına varamadı.  Bu altı yılda 13 kez komaya girdi. “Şekeri düşmüş, serum takar, hallederiz” dedi doktorlar. 10 Ağustos 1992’de Elfriede sıkıldı. Artık yatalak olmuş kocasına son bir kahve hazırladı.  “Rudi’ciğimi, Cici Babam’ın yanına gömmek istiyorum” diye tutturdu. Cesedini yaktırdı, küllerinin bulunduğu çanak toprağa verilirken, bayılıncaya dek ağladı.
84 yaşındaki kimsesiz Bayan Fransizka Köberl mutluydu. Yan komşusu Elfriede, “Kocam öldü, yalnızlık bana zor geliyor. Yanınıza taşınsam, hem size bakar, hem oyalanırım” demişti. Elfreide’nin komşusuna nasıl baktığını tahmin edersiniz herhalde. Banka hesaplarındaki parayı üzerine geçirtti, noter huzurunda vasiyetini imzalattı, ne kadar mülkü varsa, ölümünden sonra kendisine kalmasını sağladı.
Elfriede, yaşlı kadını öldürünceye kadar biraz zorlandı. Sütlü kahvedeki Euglucon miktarını ne kadar artırırsa artırsın, Fransizka’ya bir şey olmamasına şaşıp durdu. Kadının, gün boyu çikolata, şekerleme  atıştırdığını, böylelikle düşen şekerini yükselterek kurtulduğunu sonunda fark etti. 15 Aralık 1992’deki cenazesinde çok, ama çok ağladı.
İki yıl sonra Elfriede, pahalı giysiler ve mücevherleriyle, Viyana’nın Kaertner Cwwaddesi’nde kumarhaneye dönüştürülmüş Esterhazy Sarayı’nın daimi müşterilerinden biriydi. Bir üzüntüsü vardı: Yalnızlık. Tabii bir de, elindeki paralar bitince ne yapacağı kaygısı. Bir ilan metni hazırladı, gazeteye gönderdi: “Dul, sadık hayat arkadaşı ve hemşire, hali vakti yerinde dul ile huzurlu yaşlılık özleminde.”
64 yaşındaki emekli Friedrich Döcker ile bu ilan sayesinde tanıştılar. Hatta evlendiler de. Üç gün sonra tapu dairesinin yolunu tuttular. Adam, evini Elfriede’nin üzerine geçirtti. Sabahki kahvesine Euglucon kattığını hayal bile etmedi. Friedrich Döcker 11 Haziran 1995’te öldü.  Gazetenin biri, ölümünden dört gün önce, evet yanlış  okumadınız, dört gün önce bir ilan yayınladı: “80’in üzerinde misiniz? O zaman bana yazın. Dul, 63 yaşında, 1.62 boyunda, bakımlı, baba-kız sevgisi arıyorum, yer değiştirmem mümkün.” Üç beş güne kalmadan Friedrich’in öleceğini bilen Bayan Elfriede, bir sonraki kurbanını aramaya başlamıştı bile. Yer değiştirecek olan, o değildi elbette.
BANYODA BİR ÇIPLAK CESET
İlana, seksenin üzerinde erkek başvurdu. Bayan Elfriede, aralarından PTT emeklisi 76 yaşındaki Alois Pichler’i seçti. Alois’in hali vakti yerindeydi, yaşlıydı, 91 yaşındaki rahibe ablası dışında kimsesi yoktu. 95 Ekim’inin başında Elfriede adamın evine taşındı, ayın 20’sinde kapının önünde bir ambulans duruyordu. O güne değin hiç bir sağlık sorunu olmayan Alois’in kan şekeri, aniden düşmüştü.
Aradan bir ay geçip, Alois bir türlü ölmediğinde, Elfriede ona Euglucon’un yanı sıra Anafranil (anti depresan bir ilaç) vermeye başladı. Baktı bir sonuç yok, avukatını çağırdı. Alois’in, bütün mal varlığını Elfriede’ye bıraktığını gösteren sahte bir vasiyetname hazırlattı. Sonra halsiz düşmüş adamcağızı birlikte banyoya taşıdılar. Küvete sokup soğuk suyla yıkadılar, oracıkta bırakıp, camı çerçeveyi açtılar, dışarıdaki 15 santim kara aldırmadan, kumar oynamaya gittiler.
Aksilik bu ya, o gece Alois’in rahibe ablası, yanına birkaç din görevlisini daha alıp, kardeşini ziyarete geldi. “Merak ettim, arkadaşlarla duaya geldik.” Kardeşini küvetin içinde kaskatı gören rahibenin dua edip etmediğini bilmem ama, ertesi sabah Alois’in mezarlığa değil, dosdoğru Viyana morguna götürülmesini sağladığı muhakkak.
1 Aralık 1995’teki törende, Elfriede her zamanki gibi şıktı. Dudak rujunun kırmızısına uygun gülü, tabutun üzerine bırakırken ağlayıp durdu. Mezarlıktan eve dönerken gazeteye vereceği ilanı hazırladı: “Dul, yalnız, yer değiştirebilir” vs.vs. Elfriede, iki şeyi hesap etmemişti: 1. Alois’in malını mülkünü yeğenine bıraktığı gerçek bir vasiyetnamenin ortaya çıkacağı ve 2. Otopsi materyallerinde Anafranil’in etkin maddesinin kolayca bulunacağı.
30 Eylül 1997’de Elfriede, Alois Pichler’i öldürmekten ömür boyu hapse mahkum oldu. Onunla birlikte sadece avukatı değil, bir ay içinde 1100 tablet Euglocon ve 200 tablet Anafranil satın almasını sağlayan reçeteleri yazan genç pratisyen hekim de, demir parmaklıkların arkasını boyladı.
Viyana’nın ünlü kumarhanesini, 1994’ten bu yana en az 1600 kez ziyaret edip 18 milyon Avusturya Şilingi bırakan Elfriede, 2001 baharında, evvelki cinayetlerin hesabını vermek üzere, yeniden hakim karşısına çıktı. Avusturya yasalarının öngördüğü en ağır cezayı almıştı zaten, cezaevine geri döndü. 2003’te bir Viyana hastanesinde beyin tümöründen öldüğünde, 72 yaşındaydı.

Haberin Devamı

KADINLAR ÖLDÜRÜR HEM DE SİNSİCE

Haberin Devamı

Kadınların, özellikle yaşlı olanlarının, erkeklerden daha az tehlikeli olduğuna inanılır. Aslında, erkek gibi davranmayıp, cinayet silahı olarak tabanca ya da bıçağı değil, ilaç ve zehirleri tercih ettiklerinden, birçok kadın katil hiç yakalanmamış olabilir.
“Seri Katiller ve Kurbanları” (Serial Murderers And Their Victims ) adlı kitabında 62 Amerikalı kadın seri katili değerlendiren Kaliforniya Üniversitesi’nden kriminolog Eric Hickey, bunların toplamda 400 - 600 kişiyi öldürdüklerini, genellikle tek başına hareket eden ve geç yaşta öldürmeye başlayan dul ya da hemşireler olduklarını, öldürmeye başlamadan önce başkaca bir suçlarının bulunmadığını, erkek katillere göre çok daha zor yakalandıklarını ve cinayetlerinde zehir ya da ilaçları tercih ettiklerini kaydeder. Aynı alandaki bir başka araştırıcı olan Michael Kellerher, kadın seri katillerin genellikle  para ve statü için öldürdüğü,  bu işi en az 10 yıl sürdürebildiği, sabırlı ve organize oldukları ve zehir kullandıkları sonucuna varır.
“Yeni Avcı: Öldüren Kadınlar”ın (The New Predator: Woman Who Kill) yazarı, Deborah Schurman-Kauflin ise, yaşam öykülerini incelediği kadın seri katillerin büyük bir bölümünün çocukluklarında hayvanlara kötü davrandıklarının altını çizer.  Terk edilme, cinsel istismar, aşırı disiplin birçoğunun ortak geçmişidir. Bu arada, çok sayıda kadının, cinayetlerinde erkekleri kullandıkları, böylelikle yakalanmak ve hapse girmekten kurtulmaya çalıştıkları (belki de kurtuldukları) unutmamalı.
KARA DULLAR
AZ DEĞİL
Popüler kültürde, eşlerini ve yakın aile bireylerini öldüren kadınlara, “Kara Dul” denir. Nedeni, bu adı taşıyan, Theridiidae familyasından, 1 santim kadar uzunluğunda, parlak siyah renkteki dişi örümceğin (Latrodectus mactans), eşleşmeden sonra çoğu kez erkeğini yemesidir.
“Kara Dul” deyince, Macar asıllı Vera Renczi’yi unutmak ne mümkün. Küçüklüğünden beri pek çapkın ve pek kıskanç olarak bilinen Vera, 1920 ile 30 arasında yaşadığı Romanya’da, kendisini terk edeceği korkusuyla, birlikte olduğu her erkeğe, bu arada birkaç kocasına, arsenikli şarabından sundu. Son aşığı evli olmasaydı ve karısı o gece eve dönmeyen kocasının kiminle beraber olduğunu bilmeseydi, kimbilir daha kaç kişi ölürdü. Üstelik, bu işlerden yorulduğundan olsa gerek, Bükreş’teki evine gelen polislere şarap mahzenindeki içi çinko kaplı tabutları göstermeseydi, ne cinayetleri fark ettiği için susturduğu oğlunun, ne de öldürdüğü 35 erkeğin cesetleri bulunurdu.
Anasını, oniki çocuğunu, üvey çocuklarının çoğunu, iki aşığını ve dört kocasını arsenikle zehirleyen İngiliz Mary Ann Cotton, 24 Mart 1873’te asıldı. Cellat ipin uzunluğunu ayarlayamadığından ölümü biraz uzun sürdü.
Bir türlü aradığı gibi bir eş bulamamaktan şikayet eden Nannie Doss, 1920 ile 54 arasında, dört kocasından da fare zehiri ile kurtulmakla kalmayıp, anasını, iki kızkardeşini, iki çocuğunu, bir torunu ile yeğenini öldürdü.  Son kocasının ani ölümünden kuşkulanan bir hekim, otopsi yapılmasını istediğinde, arsenikle zehirlendiği anlaşıldı. Tahsil ettiği hayat sigortası tazminatlarıyla bir hayli zenginlemiş olan tonton yüzlü anneanne tutuklandığında, diğer on cinayetini itiraf etmeseydi, onları da arsenikle zehirlediğinden kimsenin haberi olmayacaktı.
“Kara Dul”ların bir diğer ünlüsü, zehirlediği kurbanlarının acılar içinde can vermesinden zevk alan Margie Velma Barfield’dir. Her iki kocası, kendi annesi ve bir komşusunu öldürmesinin nedeni, bağımlısı olduğu sakinleştirici ilaçları alabilmekti. Hiçbirinin ölümü şüphe çekmedi. Son kurbanı olan erkek arkadaşının ani ölümü üzerine yapılan otopside, organlarında arsenik bulunduğunda, diğerlerinin mezarı açıldı ve onların da aynı şekilde zehirlendiği anlaşıldı. “Uyuşturucu madde bağımlısıydım, onlara arsenik verdiğimi hatırlamıyorum” şeklindeki savunmasını kimse ciddiye almadı. 1984’te, Amerika’da iğne ile idam edilen ilk kadın olarak tarihe geçti.

Yazarın Tüm Yazıları