Hem çocuğuna kolay yalan söylüyorsun hem politikacı yolsuzluk yapınca bozuluyorsun...

Kendime seçim gecesi şu soruyu sordum.

Haberin Devamı

Yarın sabah, şu köşeden bana bakan 5 yaşında bir çocuk olsaydı.
Seçim sonrası tavrıma bakınca bana ne demesini isterdim?

“Yonca Abla, iyi ki pes etmedin. İyi ki yakıp yıkmadın.
İyi ki beni yalnız bırakmadın. İyi ki sakin ve gerçekçisin.
Sakinlikle kendini eleştirebilmen bana güç ve cesaret veriyor.
O zaman korkmuyorum.
Pes etmediğini bilmek beni çok rahatlattı.
Teşekkür ederim.”

İşte bunları düşünerek bu yazıyı yazdım.
Seçim günü ve gecesi kadar uzun oldu beni affedin.

1- Ben oy veremedim.
Çünkü 14 yıldır yurtdışında yaşıyorum ve kanunen başka bir ülkede ikamet ederken ülkemde yerel seçimlerde oy verme hakkım yok.
Muş.
Daha önceki seçimlerde oy verebiliyorduk. Her seçimde memlekete geldik, oyumuzu verdik, döndük. Ama kanun değişti ve oy veremez olduk.
Buna acayip sinirlendim.
Daha açık konuşayım, oy verebilmek için her şeyi denedim.
Rüşvet vermeye de hazırdım.
Hayatımın ilk yolsuzluğu olacaktı. Olamadı.
Şöyle bir cümle kurarken yakaladım kendimi:
“Herkes her konuda rahatça yolsuzluk yapıyor; ama ben oy verme hakkım için bile yolsuzluk yapmayı beceremiyorum!”
Hayatımda ilk defa bu kadar acayip duygular yaşamadım.
Başka bir ülkede ikamet ediyor olabilirim ama; ülkeme sürekli gel git yapıyorum.
Uzun süre geçiriyorum.
Evim var. Vergisini ödüyorum.
Ama evimin olduğu, yuvam olan yer için oy veremiyorum.
Benimle aynı durumda olan binlerce insan var.

Haberin Devamı

2- Seçim sonuçlarına şaşırmadım.
Kendimi bildiğimden beri, hep totomuzu kurtarmak için oy verdim.
Bundan da bıktım.
Ağzımın tadı, kalbimin tüm gücüyle “adayım budur, partim şudur, ben bu aday ve şu parti için her şeyi yaparım!” diyemedim gitti.
Di-ye-me-dim!
Çünkü herkes, hepsi aynı.
Belki farklı başlıyorlar işe, farklı bir adım atarak geliyorlar ama, 2 gün sonra hepsi birbirinin aynı oluyor. Söylem, tarz, içerik hep aynı.
Büyük hayal kırıklığı.
Hep aynı son dakika manevraları, aday transferleri filan.
Çok sıkıcı.
Hep birbirine laf sokarak kazanacağını sanan politikalar.
Olgunluğu 5 yaş çocuğunun altında tartışmalar.

3- “Biz” dediğimiz kesim, yani laik-çağdaş- eğitimli dediğimiz kesim, beni birçok konuda hep çok ciddi endişelendiriyor.
Demokratik olduğunu söyleyen birçok kişi, bana pek de demokratik gelmiyor.
Söylem faklı, eylem farklı.
Örneğin;
Çocukların eğitimine yapılacak bir yardım söz konusu olduğunda ve ben bunu yazdığımda, “çocuk ayrımcılığı yapan” mailler de gelir.
Ben de ağzım açık okurum yazılanları.
Daha çok “bizim gibi” olana demokratız.
Utanırım. Üzülürüm. Kahrolurum.
Küçücük çocuklarımızı bile politik coğrafyaya göre ayıracaksın öyle mi!
Olmaz ki...

Haberin Devamı

4- Sabah işe giderken çocuğuna “işe gidiyorum” demek yerine; “doktora gidip gelicem” diyenler var. Karı-koca gezmeye giderken de “işe gidip gelicez.” diyenler.
Yani yalan hayatımızın doğalıdır, kolaylaştırıcısıdır, parçasıdır.
Söylediğimizin yalan olduğunu fark etmeyiz o an.
Beyaz yalanlar havada uçuyor daha çocukluktan.
Kısa yoldan zengin olmak isteriz.
Pişti de bile hile yapasımız gelir.
Ayol biz doğru düzgün sıraya giremeyiz!
Hep aradan kaynak yapasımız vardır.
Doktordan “iğne yapar bak!” diye korkuturuz çocukları.
Yaramazlık yapanı da zaten polis götürür.
Çocuklar, bilmem ne sınavına girecek diye beden dersinden hep raporludur bizde. Ana-baba-okul-hekim elbirliği yaparız o “fake” rapor için.
Sınavda başarı için her şey mubahtır. Orada dürüstlük erdem filan sorgulamaz kimse.
Sonra iktidar yolsuzluk yapıp gözümüzün içine baka baka yalan söylüyor diye ıngaaaa ağlarız.
Çok ağır gelir bu bize.

Haberin Devamı

5- Neden bilmem, çoğunluk sarışın olmak ister. Sarışınlar aptaldır oysa. ?
Dünyadaki bu artan “estetik” kaygısı beni hep çok düşündürür zaten. İnsanların neden bu kadar çok yüzlerini-bedenlerini değiştirmeye güzelleştirmeye çabaladıklarını düşünür dururum. İçimizdeki çirkinliklerle, bedenimizdeki yaşlanmayla yüzleşemediğimizden ve bunun bizi çok acıtmasından belki de.
İlla kapatacağız gerçeği. Süsleyip püsleyeceğiz...
Çizgilerimizden kaçacağız köşe bucak...

6- Türkiye’yi Çankaya, Nişantaşı, Alsancak filan zannederiz.
Oysa değildir. O mahallelerden çıkıp diğer mahallelere gidesimiz yoktur. Halka karışan kaç kişi tanıyorum diye düşündüm.
Yok.
Fakirlik hijyen problemi gibi bizim için.
Dokundun mu, ellerini bolca sabunla.
Oysa topraktır o. Kir değil.
Bir gün hepimizin gideceği yer yani.
Ben de zaten ilk defa son 4 senedir tanıyorum kendi halkımı.
Utanç verici bir durum.
Ultra maraton koşmasam, geçtiğim dağlardan, köylerden hiç geçer miydim?
Sanmıyorum.
Turist olarak kendi çevremle gider, kokoş takılır, elit bir ortamda yer içer süper anılarla dönerdim evime.
Köylümle, çobanımla, insanlarımla sohbet eder miydim?
Sanmam.
Öylesi uzağız birbirimize.
Beni AKP ayırmadı yani.
Ben daha önce hiç birleşmemiştim ki!
Şimdi kopuk olduğumu biliyorum ama. Dahası daha fazla ayrılmak istemiyorum.
Birleşmek için, tanımak için çabalıyorum.
İstediğim bu. Beraberce yaşayabilmek.
Hür.
1 ağaç gibi... 1 orman gibi.
Nazımca...
Bu konudaki düşüncelerimin tamamı için 12 Nisan tarihli yazımı okuyunuz lütfen.
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/25789543.asp

Haberin Devamı

7- Twitter ve facebook.
Onlar da ne?
Siz herkesi sabah akşam orada mı zannediyorsunuz?
Haberi yok kimsenin oradaki muhabbetten!
İnternet de ne hatta?
Youtube?
Kapansa ne olur? Açılsa ne olur?
Adamın derdi, tasası, hayatı, beklentisi, düşüncesi, inancı her şeyi farklı ve "biz" hiçbir şeyden haberdar değiliz.
Ben ne sanıyorum?
Sanki elinde iphone sabah akşam seni beni takip ediyor.
Adamın çocuğunun ayağında ayakkabısı yok.
Zaten daha karısı çocuk!
Çocuk gelinler var bu ülkede.
Okuma yazma bilmeyen kadınların sayısını, halini, acısını, derdini bilen var mı?
İnternette bir zahmet AÇEV diye girin.
Merak etseniz yeter.
AÇEV gönüllüsü olun lütfen.
Kadınlara okuma yazma öğretin haftada 3 saat Allah rızası için!
Tek başına otobüse binebilsin önce.
Twitter yasaklandı ve biz “Ama Cumhurbaşkanı da twitter’da yaaaa olmaz ki” diye ağladık.
O zaten sana bana yazıyordu şekerim.
Biz de zaten kızlı-erkekli takılıyoruz işte.
Muhalefetler de bu durumdan habersiz olmalı ki oturmuşlar kaset kovalayıp oy kurtarma derdine düşmüşler.

Haberin Devamı

8- Seks kasedi avcılığı ne demek yahu?
Adamın özel hayatı. İsterse sabah akşam toplu seks yapar. Açıkçası beni en ilgilendirmeyen olay bu seks olayları.
Yolsuzluk, hırsızlık ise kanunen suç. Beni ilgilendiren bu.
Ama bize o yetmiyor bakın. Daha daha beter olması lazım bi şeylerin.
Ahlakla belden aşağı vurmak işe yarar bizde.
De hangi ahlak?
Karısını dövmese bile psikolojik şiddetle ezenler mi ahlak polisi, diğerleri mi?
Bir örnek daha vereyim.
Yalıkavak’dan Türkbükü’ne doğru sabahları erkenden koşuyorum yazları.
“Halk tipi” mobilet, eski püskü arabalar sağımdan solumdan geçer gider.
Yan gözle bile bakmazlar bana.
Ne zamanki jipler, marka arabalar ufukta görünür başlar selektörler yanıp sönmeye, yavaşlamalar, camı indirip “götüreyim” diye gevrek ve iğrenç laf atmalar filan.
Yoooo, sakın bana onlar da sonradan görmeler filan demeyin.
Değiller şekerim. İnanın bana.
Senden benden hepsi.
Gerçeğimiz bu.
En eğitimli çağdaşımızın da totosu başı “halk” kadar oynuyor kadın görünce bu ülkede.
Biz seks kasetleriyle iktidar indireceğiz filan.
Ona seks kaseti yaparken ok, ama o sana yaparken çok adaletsiz diye ağlarsın bi de üstüne.

9- Meclisimize gittim geçtiğimiz yaz. Orta Okulda öğrendiğim Mısır Tarihinden, Firavunlardan kalma uygulamalar filan var hala daha övündüğümüz.
Herkes her şeyi dinler de, sızdırır da o ortamda.
Orada zaman geçirince her şey mümkün diyor insan. Hiçbir şey şaşırtıcı değil.
Memleket kendi çıkarı için her türlü şeyi yapmaya hazır insanla doluyken, karşıdaki yolsuzluk yapmış diye fenalık geçirmek kadar büyük saçmalık olabilir mi?

10- Facebook ve Twitter’da edilen küfür dolu durumlarla, meydanlarda o acılı anneyi yuhlayan seviye kanımca aynı.
Çok özür dilerim ama, ben uzaktan bakınca fark göremiyorum.
Dahası bana; “e onlara bu söker” diyenlere de çok üzülüyorum. Benim için özrü kabahatinden beter bir durum.
Kendi ailem, arkadaşlarım için de bunu düşünüp kendilerine de söylüyorum.
Benim Atatürk sevgim, bilmem nereye 10bin like atarak artmıyor.
Veya iktidara küfrederek muhalefetim kazanmıyor.
Bunlar beni daha muhalif veya daha yandaş kılmıyor yani.
Sadece saygım sarsılıyor çevreme. Onları aynı yerde görmek istemiyorum.
Yıkıcı değil, yapıcı politikalar ve tutumlar görmek istiyorum.
Muhalif olmak bu olmamalı.
Seçim boyunca yapılan paylaşımlardan içim sıkıldı.
Bunca eğitimi, Atatürk ilkesini ben face ve twitter’dan belden aşağı, ve aşağılayıcı sövmeler yapmak için mi aldım?
Benden beklenen farklı bir tutum ve bunlarla vakit kaybetmek yerine ÇALIŞMAK, ÜRETMEK, UZUN SOLUKLU KALICI STRATEJİK PLANLARLA karşısına çıkmak değil mi?

11- Bu ülke 10 ay öncesine kadar gençlerini de hor görürdü.
Gençlere güvenmezdi.
Hatta, “bunlar gaste okumaz, apolitik, işe yaramaz, akılları fikirleri bilgisayar oynamak, youtube’da takılmak...” filan derdi.
10 ay öncesine kadar her şeyin suçlusu gençlerdi ya hani?
“Ben gençlere güveniyorum” dediğim her yerde bi dayak yemedim açıkçası.
Gezi olmasaydı, gençleri için parmak kıpırdatmayacak kadar dışlayıcıydı herkes.
Saygısız terbiyesizdi gençler hani?
Her şeye müstahaklardı ya?
Var ya, gençler bizim kafadan olaydı; kindar ve intikamcı olsalardı veya, ölenler de onlar olmazdı.
Canını verdi be kaç tanesi bizim densizliklerimizden memleketi kurtaracaklar diye!
O çocuklar biz seçim ertesi ümitsiz olup pes edelim diye mi öldüler peki?
Acilen kendine gel Türkiye... Acilen.
Kemiklerini sızlatma o gençlerin, çocukların ana ve babaların...
Sakın sakın sakın!

12- Kokoş villalarda yaşarız, evimizde çalışan kadınların gerçeğini görmek istemeyiz.
Evinde yemeğini yaptırır, çocuğunun canını emanet edersin; ama havuzuna sokmazsın.
İnsanlık anlayışımız koşullu.
Oryantallik tam da bu.

13- Genellemek bizim işimiz.
1 Kürt yüzünden bütün Kürtler kötüdür. 1 türbanlı yüzünden bütün türbanlılar riyakardır. 1 yobaz yüzünden bütün dindarlar yobazdır.
Zaten travestileri de istemeyiz mahallede.
Ama paralı sekse gelince, o ayrı bak.
Kılık kıyafetinden dolayı dışlanmak için de çok açık olmanla, kapalı olman arasında fark yoktur.
Hızmam olsun, dövmem olsun, saçımı da maviye boyayayım beni de eroinman filan diye paralar kendi mahallem bile.
Farklı olmak öcü olmaktır.

14- CHP hakkında eleştiri yaparsın, AKP yandaşı vatan haini olursun.
Sırası mı şimdi filan diye kükrerler. Ayol şimdi değilse ne zaman eleştireceğim peki?
İş işten geçince!
AKP eleştirirsin, laikçi ve dinsiz sayılırsın. Çocuklarına kadar bela okurlar.
“AKP şunu iyi yapmış” dersin yandaş, yalaka, dönek olursun anında.
Düşündüğünü söylemek, eleştiri yapmak veya takdir etmek hiç fark etmez.
Özgürce konuşmak, düşünmek ve kendin gibi olmak her daim zordur.
Çünkü zaten karşındaki de asla hislerini söylemez, kendi gibi olamaz.
Kişi kendinden bilir işi.
Herkes hep araziye uyar ve idare eder bi şeyleri.
“N’apcan mecbuuur...” boşuna mı dilimize dolandı?

15- Diyet ve Vurun Kahpe’ye... hikaye değil.
Hala gerçek.

16- Gezi ne zaman oldu?
Mayıs 2013.
Bugün günlerden ne?
1 Nisan 2014.
Uyanışsa bunun adı, veya harekete geçiş, ayılış...
11 ay olmuş.
Henüz.
11 ayda ülke tarihi yazmak için biraz aceleci miyiz sanki?
Bu kadar kolay hayal kırıklığına uğramak da en şahane huyumuz.
Pes etmesi en kolay bahanedir.
Kendinden başka herkesi suçla dur gari.

17- Azcık hesap yapalım.
42km195metre olan bir maratonu yarışta koşmanız için verilen süre maksimum 6 saattir.
Daha önce hiç koşmamış bir insan bile, en az 4 ay boyunca aksatmadan çalışırsa 42km koşar.
Ancak, bunun için 4 ayda belirlenmiş bir programa uyarak en az 600km koşmanız gerekir.
Yani o 4 ayda hava koşulları ne olursa olsun, sizin ruh haliniz ne olursa olsun, programı aksatmayacaksınız. Program o sabah “ 25km” diyorsa, ortada fol ve yumurta yokken bile antrenman için kalkıp koşacaksınız.
Dahası işiniz gücünüz, aileniz, çocuklarınız vesaire ile yapacaksınız bunu.
E şimdi, 42km koşabilmek için 4 ay çalışıp 600km koşmak gerekirken;
12 yıldır iktidar olan, sımsıkı örgütlenmiş koskoca bir partinin 10 ay içinde iktidardan indirilebileceğini düşünmek gerçek dışı değil mi?
Bizim beklentilerimiz için basit matematiğimiz de mi yok?
Veya, bu hızla yapılan bir değişim ne kadar sağlam olur?
Ne bekleriz biz o değişimden?
A la turka kafalar bunlar.
Kalıcı ve sürdürülebilir değil.

18- 80 yıldır hiçbir şey yapmadan oturmuş, zaten hazıra konmuş, oturduğu yerden komut vermeyi sevmiş, kendini Kaf Dağı’nda görüp gerçeklerini görmezden gelenler için azcık hadsiz beklentiler değil mi bunlar?
Ben kendime de tokat adayım.
Kimse üzerine alınmasın.
Ben daha yeni, son 4 senedir, STK’lar ile çalışıp ne nedir anca anlıyorum. Şikayet etmek yerine elimi taşımın altına harbiden koyduğumdan beri bizi tanıyorum.
Ülkemin çocuklarından TEGV sayesinde, gençlerinden TOG sayesinde, okuma yazma bilmeyen kadınlarından AÇEV sayesinde, engellilerinden TOFD sayesinde haberdar oldum.
İhtiyaçlarımızla yüzleştim. Yapılabilecek şeyleri de öğreniyorum.
E ben bu gerçeklerden daha yeni haberdarsam, kalanlara selam olsun.

Şimdi geleyim beni en çok umutlandıran noktalara.

AKP bize ayna tutuyor ve biz buna çıldırıyoruz aslında.
Ve ben, işte bunun için minnettarım iktidara.
İlk defa, ama gerçekten ilk defa, kendimizi tanıyoruz ve bu bizi çok acıtıyor.
Ama totomuzu kaldırdık bakın.
Hareketlenme var.
Sivil Toplum ne demektir, önemi nedir, anladık.
Sivil toplum güçlü olduğu zaman politika ayağını denk almak zorundadır.
Kendiliğinden, gönülden birleşmek nedir öğreniyoruz. Takipçi olmayı öğrendik.
İlk defa bu kadar çok oy verildi düşünün yani.
Oy ve Ötesi’nin yaptığı hele, gerçekten esas takdir edilmesi gerekendir.
Gezi’de elele tutuşan anneler, çöpünü temizleyen gençler, evden ihtiyaçları karşılamak için getirilen yiyecekler vesaire, bizlere bunları yaptıran iktidara teşekkür ederim.
Örgütlenmeyi öğrendik.
Farklılıkları kabullendik aslında.
Planlar yapıyoruz nihayet. Kafa patlatılıyor.
Yolsuzluk ve yalan ne kadar feciymiş, çok ağırımıza gitti de hemfikir olduk.
Mahremiyetimizin, bedenimizin dokunulmazlığı öncelik.
Eşitlik, adalet, kardeşlik tanımları kalbimize çöktü.

Oyların açıklanmasını izlerken şunları da düşündüm:
İçinde hırsızlık, yalan, yolsuzluk doğallaştırılmış olarak yetiştirilen bir nesil; hırsızlık ve yolsuzluktan dolayı kimseyi iktidardan indirmez.
Kendi de işin içinde, ve rahat.
Seviyor bu ikiyüzlülüğü bi tarafımız, kesin. İşimizi görüyoruz bu şekilde. Kolay değil yani buna dayanarak başarıya ulaşmak.
Hep beraber arınmalıyız.
Ahlaksa, bizde tamamen kişinin işine geldiği gibi yorumlanan felaket bir tanım.
Beni en çok balkondan ahlaka yapılan gönderme ürküttü.
Kötü bi silah ahlak. Geri tepmesi çok olası.
Her daim ahlak üzerinden yapılacak politikadan uzak durmalı.
Bir de AKP’nin kaybettiği BDP’nin kazandığı yerlere bakmalı.
Orada nasıl hiçbir “bahane” geçerli olmamış?
Özeleştiri, eleştiri ve takdir çok önemli.
Ama hepsinin gerçekçi ve özgür olanı.
Yüzümüz kızara bozara olsa da, çuvaldız kendimize en önce.
Sırf konuşmak için konuşmak, aceleci olmak tam komedi.

Özetle
Seçimlerden beklediğim sonuç çıktı.
Çünkü benim için sonuç ne olursa olsun, devam etmek esastı.
Kendime “Beni hiçbir sonuç yıldırmaz, güçlendirir” demiştim.
Hala o noktadayım.
Dünyanın en iflah olmaz umutlu insanı benim.
Seçimi CHP alsaydı “Oh rahata erdim, yan gelip yatayım” deyip durmayacaktım.
E şimdi de “kaybettim, pes ettim!” demem.
Düştüm mü, kalkarım ben.
Koşamazsam yürürüm illa.
Yürüyemezsem de emeklerim; ama illa yola devam ederim.
Lenny Kravitz dinliyorum iki gündür.“Bi şey bitmedikçe bitmiş değildir...” diyor.
Gülümsüyorum.
Bildiğim, inandığım doğrulardan yine şaşmayacağım.
Yaptığım hataları tekrarlamayacağım.
Kimseyle kavga ederek vakit kaybetmeyeceğim.
Espri anlayışımı koruyacağım.
Anlaşmasam da, farklılıklarımla kabul edilmek istediğim gibi, ben de kabul edeceğim.
Herkese kalbim açık.
Kapım da.
Çok şükür sağlığım yerinde.
Yapabileceğim binlerce şey var kendim, çocuklarım, ülkem için.
Yazının başında bahsettiğim o köşeden bana bakan tüm 5 çocuk yaşında çocuklardan duymak istediğim sözler adına...
Sakin ve kararlıyım.

Bugün 1 Nisan.
Bahar geldi.
Lütfen gülümseyin.

Yonca
“zeytin”

Yazarın Tüm Yazıları