Halkın gücü

Serdar TURGUT
Haberin Devamı

24 Ağustos 1998 Türk demokrasi tarihine altın sayfa olarak geçecek.

Çünkü Osmanlı-Türkiye tarihinde ilk kez dün halkın sözü üst düzey bir yetkili tarafından yeterince ciddiye alınarak dinlendi.

Gerçi sözü geçen üst düzey yetkili Ertuğrul Özkök -ki kendisi son 100 yılın en seksi erkekler listesine 11'inci sıradan hem de Antonio Banderas'tan bile ön sırada girmeyi başarmış kişidir.

Yani devletin en üst düzeyine hâlâ daha ulaşamıyor halk.

Ama olsun bu da bir başlangıçtır. Bugün ona talebini kabul ettirmeyi başaran halk bakarsınız kimbilir yarın belki de devlet görevlilerine de isteklerini ulaştırmayı başarır.

Allah'tan umut kesilmez.

***

Silvester'i öldürme tehdidim işe yaradı.

Halkın çeşitli sektörlerinden telefonlar yağdı Hürriyet'e.

Fakslar geldi.

Telefonda ağlayanlar bile oldu.

Silvester'i kendi evine isteyen en azından 100 aile vardı.

Kampanyayı biraz daha uzatsaydım, Silvester'i kurtarmayı isteyenlerin sayısı, genel affa karşı olan insanların sayısını bile aşacaktı.

Sonuçta dün beklenen telefon geldi.

Ertuğrul Özkök -ki kendisi son 100 yılın en seksi erkekler listesine 11'inci sıradan hem de Antonio Banderas'tan bile ön sırada girmeyi başarmış kişidir- eylül ayı sonunda tatile çıkabileceğimi tebliğ etti.

Ben de hazırlamış olduğum tabutu, beyzbol sopasını ‘inşallah bir başka sefere’ diyerek dolaba kaldırdım.

Silvester şu anda benim henüz daha tam okumadığım gazeteyi yemekle mesgul.

O yaşayacak.

***

Bu olay halkımızın demokratik kitle örgütlerine bakış açısını da radikal bir biçimde değiştirmeli bence.

75 yıldır bu halkın bitip tükenmeyen talepleri oluyor.

Yönetici sınıfları son derece üzüyor ve irrite ediyor bu talepler.

Birisi çıkıyor ortaya yok efendim demokrasi olsun istiyor.

Bir diğeri gelir dağılımında eşitlik talep ediyor.

Aklınıza gelecek her abuk konuda bir baskı grubu var.

Hatta 18 Haziran 1998 tarihinde 12 sivil toplum örgütü bir araya gelerek ‘‘Fazıl Say Sempozyumu’’nu bile oluşturdular.

Bunların da amacı ‘‘Genç sanatçıyı desteklemek’’ ve ‘‘Fazıl Say'a kafasını takmış Serdar Turgut, Can Ataklı, Ruhat Mengi gibi birkaç gazeteciye karşı’’ onu savunmak.

Yemin ediyorum doğru söylüyorum.

Böylesine abuk bir örgütlenme bile var.

İşte yıllardır bunlar tamamen yanlış taktiklerle yöneticilerden taleplerini almaya çalışıyorlar.

Bildiriler yayınlıyorlar, gösteri yapıyorlar, açlık grevi uyguluyorlar, grev yapıyorlar.

Halbuki etraftan bir adet hayvan bulup, ‘‘Bu istediklerimiz yapılmadığı takdirde onu keseriz’’ deselerdi bütün bu zahmete gerek kalmadan işler kendiliğinden hallolup bitecekti.

Düşünsenize;

Toprak reformu isteyen köylü sevimli ineğini kesme tehdidi savursa...

İşçiler güzel bir maymunu meydanda idam etme kararını açıklasalar...

Feministler haklarını alıncaya kadar her gün bir papağanın kafasını koparsalar...

Hayvan Hakları Derneği ise hayvanların idam edilmesi durdurulana kadar her gün bir bebeği öldürse...

Bu baskıya kimse dayanamaz ve belki de Türkiye bir anda dünyanın en demokratik ülkesi oluverirdi.

* * *

Şimdi diyeceksiniz ki izin verdi de neden eylül ayı sonu için verdi?

Hürriyet Gazetesi'nde çalışıyor olsaydınız bu soruyu katiyen sormazdınız.

Burada var olan ve fikir babalığını Joseph Mengele'nin yaptığı yönetim modeline göre benim gibi bordro mahkûmu işçilerin hakları yok, görevleri vardır.

Ve yönetimden bir güzel taviz kopardığınız zaman mutlaka bunun bedelini de ödemeniz gerekiyor.

Örneğin ben dört yıl önce yazıya başlarken, hangi sayfada yazacağım tartışılıyordu.

Genel Yayın Yönetmeni benim dördüncü sayfada yazmamı kararlaştırdı.

Bu bana verilen bir lütuftu tabii ve benim de bedelini bir şekilde ödemem gerekiyordu.

İşte bu nedenle bir yıl boyunca yazı işleri müdürlerinin evlerine gündelik temizliğe gitmek zorunda kaldım.

Kapı pencere temizledim, çamaşırları ütüledim.

Ancak bir yıl sonra görevlerim kademe kademe azaldı.

Şimdi sadece özel davetlerde filan komilik yapmak için evlere görevli gidiyorum.

Bir de her sabah Genel Yayın Yönetmeni'ne telefon açıp onun ne kadar önemli ve yakışıklı bir insan olduğunu ve hatta kendisinin Antonio Banderas'tan bile seksi olduğunu anlatmak zorundayım.

Bilmem anlatabiliyor muyum?

Durum böyle olunca tabii tatile çıkarılışımın kabul görmesinin de bir bedeli olmalıydı.

Ben ilkelerim uyarınca katiyen doğuya ve güney yarımküreye seyahat yapmam.

Seyahat edeceksem mutlaka batıya ve kuzey yarımkürede bir yerlere gitmem gerekiyor.

Eylül ayı sonunda ise batıda ve kuzey yarımkürede denize girecek tek bir yer bile yok.

Ha var tabii. Örneğin Miami'ye filan gidebilirim ama henüz daha bir seçim kazanamadığım veya derin devletten olamadığım için oraya gidecek yeterince param da yok.

Genel Yayın Yönetmeni'nden para da istemem mümkün değil. Neredeyse izin hakkımı kullandırıyor diye o benden üste para isteyecek ruh hali içinde. Yani anlayacağınız bu mikro olayda bile Genel Yayın Yönetmeni denize girme hakkımı elimden alarak Joseph Mengele'nin şirket yönetim modelini nasıl da benimsediğini çok güzel biçimde gösterdi.

Kendisini kutluyorum.













Yazarın Tüm Yazıları