Hakkı Devrim, Kıllı Sabiha’yı nereden tanırdı?

Ayşe ARMAN
Haberin Devamı

Size bir şey itiraf edeyim mi? Bir bugün gittim oy attım, onun dışında ben günlerdir Hakkı Devrim'le yattım kalktım. Ben mahvolmuş bir kadınım. Bir süre kendime gelebileceğimi zannetmiyorum. Tek hatam ona elimde 52 adet soru sıraladığım bir listeyle gitmek oldu.

Kimse beni onun sıkı bir geveze olduğu konusunda uyarmamıştı!

Ve o konuştukça konuştu...

Çok da hoş konuştu.

Ama yemin ediyorum bundan sonra kimseye 10 sorudan fazla soru sormayacağım, üzerime vazife olmayan şeyleri merak etmeyeceğim, ben kendimi bu hallere düşürmeyeceğim. Demek istiyorum ki, durum aynen gördüğünüz gibi, ben sabahın dördüne kadar çözümünü yaptığım kasete -yine- kıyamadım.

Röportaja giremeyenleri ‘‘hoop’’ diye gözlüğe aldım.

Geçen sefer itiraz eden kimse olmamıştı...

Evimde Değil, Sahnede

Ben sizi hiç de Cihannüma'nın ‘‘milli dede’’si gibi algılayamıyorum. 70'inizdesiniz ama hala gözüpek bir gazetecisiniz. Yani gerçekte, o köşedeki adamdan sanki farklısınız.

- İnsan köşesine olduğu gibi yerleşme hakkına sahip değildir. Çünkü sen evinde değilsin, sahnedesin. Ben Cihannüma'da, evde olduğum gibi olamam. Öyle bir şansım yok. Ben orta yaşlı Allah'ın belası bir kadın olarak da, yıllarca siyasi dedikodular yazdım. Yeni Sabah'ta. İsmim Sabiha Deren'di. Resmimi basıp, Sabiha Deren budur deyinceye kadar, kimse bunun farkında değildi. Hatta dönemin Rize mebusu Osman Kavrak demiş ki, ‘‘Biz aynı okuldaydık. Ona ‘‘Kıllı Sabiha’’ derdik. Yerlere yattık tabii ki!

Ama televizyonda siz, ‘‘siz’’ olacaksınız. Sizi okuyanlar, bütünüyle hareketlerinizi görecek, beden dilinizi izleyecek, sesinizi duyacak ve öyle ‘‘milli bir dede’’ filan olmadığınızı anlayacak!

- Hayır yine kendim olmayacağım. Hala zaten ne olacağımı düşünüyorum. Çok büyük bir sıkıntım var bu konuda. Heyecanlıyım ama henüz kendimi hazır hissetmiyorum. Gazete ve televizyon farklı şeyler. Bu iki vasıtayla da aynı nispette etkili olabilirim diye düşünmek mesleki olarak yanlış olsa gerek.

TEMBEL BİR ADAMIM

Türkiye'deki polemiklerin seviyesini, inceliğini, kalınlığını nasıl buluyorsunuz? İzlerken keyif aldığınız polemikçiler var mı?

- Yol boyu bir dönemin polemiklerini bir kitap halinde toplamaktan zevk alırdım diye düşünmüşlüğüm var. Ama tembel adamım, böyle bir şey yapmadım. Bugünkü polemikleri bir kitap haline getirmek bana sofrayı toplamak gibi zevksiz bir şey gelir.

Türklerden neden şikayetçisiniz?

- Kabaca söylemek gerekirse, helva pişirmeyi bilmemelerinden çok rahatsızlık duyuyorum. Unları, şekerleri, yağları olmasa peki diyeceğim, oysa var. Benim aklımın ermediği noksanlar sebebiyle biz bu helvayı yapamıyoruz. Neden Avusturya'dan büyük müzisyenler çıkıyor da, Tükiye'den çıkmıyor gibi kolay değil bunun izahı. Zaten izah edemediğim için daha çok kızıyorum. İnsan izah edebildiği şeylere çok kızmaz, çare aramaya başlar.

Beğendiğiniz hiçbir şeyi yok mu Türklerin?

- Türklerin en güçlü yanı dört harfli bir kelimedir: A-i-l-e

Zihin organizasyonunuz ne alemde, hala sahneye koyabiliyor musunuz?

- Öyle olduğum söylendiği zaman çok hoşuma gidiyor, ama arzu da ettiğim halde buna çok inanamıyorum. Bazı açıklar görüyorum kendimde: Yeteri kadar gerçekçi değilim ben. Arkadaşlarım arasında çok beğendiklerim var, onlarla ne zaman gidip konuşsam dayak yemiş gibi ayrılıyorum yanlarından.

Gerçekçi değilim derken, hayalciyim mi demek istiyorsunuz?

- Ben haddimi bilmiyorum! Bu halimle birşeyler tasavvur ediyorum, televizyon projesi filan, mesela. Bir arkadaşım var, çok gerçekçi bir insan, ona gidip anlatsam diyecek ki,‘‘Oğlum sana bir köşe vermişler, iyi kötü onu yapıyorsun. Bu budalalıkları düşüneceğine bütün gayretini oraya sarfet daha iyisini yap’’. Tüm bunların ne kadar doğru olduğunu hep dışarıdan seyrediyorum. Ahmet, Mehmet'e bir şey söylüyor. Ulan Ahmet çok haklı. Ama Mehmet de benim, biliyor musunuz! Bu benim zaaf noktalarımdan biri.

ÜSTELİK BECERİKSİZİM

Türk diline çok hakimsiniz. Peki kendi beden dilinizle aranız nasıl?

- Beceriksizim. Futbola heves ettim, futbolcu olamadım! Atletizm yaptım, nafile. Yüzme kulübüne de girdim, ben hiçbir sporda başarılı olamadım. Doğrusunu istersen, iskambil ve tavla gibi oyunları da beceremem.

‘‘Ana- dil’’ deriz, neden?

- Bilseler de bilmeseler de, insanlar için dilden daha müşterek bir mal tasavvur edilemez de ondan. İnsan ilişkileri için dil fevkalade önemli.

İyi de bu dilin her zaman ana-dil olması gerekmiyor. Fransız gelininizi ve oğlunuzu düşünün.

- Oğlumu da neyin kurtardığını söyleyebilirim: Çoğu zaman Fransız mı değil mi ayrılmayacak gibi Fransızca konuşur. Ama tabii bu benim göze alabileceğim bir tehlike değil! Eşimin ana dili Türkçe değilse, ben çok rahatsız olurum. Gülseren Hanım'ın Türkçeyi en az benim kadar bilmesi benim için fevkalade önemli. Hiç bir mekan, hiç bir lüks, yabancı bir yerde kendi dilini işittiğin zamanki huzuru veremez. Bir misal hatırlıyorum: Amerika'da trafikte iki kişi kavga ediyor. Bağırıp çağırışırken İngilizce küfrediyorlar. Derken biri ‘‘Hay ben senin ananı...’’ deyince, öbürü boynuna sarılıp ‘‘Türk müsün, söylesene be abi!’’ diyor. Çok önemli bir şeydir insanların dili. En az anası kadar kıymetlidir...

ÇOK İYİ BİR GEVEZEYİM

Beyninizle diliniz arasındaki ilişkiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

- Beynimle dilim arasında bir kolaylık var. Ben sana şimdi bir şey yazmak istediğimi söylerim, beğenirsin, ben de beğenirim, körolası oturup yazdığım zaman, anlarım ki, söylerken daha rahatım, daha seri düşünüyorum. Ben iyi bir yazar olmaktan çok, iyi bir gevezeyim manasına geliyor.

Oyumu DSP'ye verdim ama yine de Ecevit'in 74 yaşında olması beni endişelendiriyor. Ben meseleye biraz da böyle bakıyorum. Siz?

- Devlet düzeni, siyaset, Türkiye'de iyi sahiplenilmiş kurumlar değil. Bir türlü olamadı. Oysa, iyi sahiplenilmiş bir kurum, o kurumun menfaatlerinin iyi ölçüldüğü, takip edildiği bir düzen gerektirir. Koç Holding'e bakın mesela, belli bir yaş var, yöneticileri 60'a, 65'e mi geldiler, hooop gidiyorlar. 50 yaş bile, belli işler için yaşlıdır bence. Türkçesi, evet, siyasetçiler 75'ine kadar direnmemeli. Bütün tarihi liderler, nasıl olsa, 75'e gelmeden seçim kaybederler. Ama bizimkiler kaybettikleri zaman gitmedikleri için hala oradalar! Zaten bu da Türklere mahsustur: Türkler ziyarete gelirler, çok güzel gelirler, otururlar, mahçubiyetten filan galiba, bir türlü kalkıp gitmeyi bilmezler, perişan olursun. İşte o Türklerden parti liderleri çıkınca böyle oluyor...

Yazarın Tüm Yazıları