Hadi Uluengin: Ortadan Clinton...

Hadi ULUENGİN
Haberin Devamı

Hayal meyal da olsa, Türkiye'ye gelen ABD başkanları arasında benim ilk hatırladığım Dwight Eisenhower'dir. Ellilerin sonu veya 1960'ın başı olacak, Laleli'deki Koca Ragıp Paşa kütüphanesinin önünde, ‘Cadillac’ limuzin içinde Ordu Caddesi'ni kateden eski generali büyük heyecanla alkışlamıştım.

O dönem ‘Amerikan yılları’ydı. İlkokulda, üzeri Yankee armalı güğümden, kakaoyla karıştırmama rağmen hiç içemediğim ‘Marshal Yardımı’ süt dağıtılırdı.

Babam her hafta, kaymak sayfaya basılmış reklamlarıyla Yeni Dünya imajını mitoslaştıran ‘Life’ dergisini alırdı. Hayallerimin en birincisini de 2. Savaş nihayetinde New York'ta göçmüş Feryal Teyzemin yanına yerleşmek oluştururdu.

Onun hediye getirdiği naylon gömlekleri koklardım. Giymeye kıyamazdım. Ankaralı çocukların ‘PX’ mağazalardan edindiği ıvır zıvırı da çok kıskanırdım.

Yıllar ‘Amerikan hayat tarzı’ ve ‘Amerikan efsaneler’ yıllarıydı.

* * *

ARADAN on sene bile geçmedi, kendimi Taksim Meydanı'nda ‘Amerikan gazoz içerek midenizi zehirlemeyin’ haykırışıyla militan gazete satarken buldum.

Tüyü bitmemiş paytak bir lise öğrencisi olarak da, Gümüşsuyu'ndan aşağı 6. Filo askeri kovalayan üniversiteli kalabalığın en ön safındaydım. ‘İki, üç, dört, daha fazla Vietnam / Ernesto’ya bir selam' diye avaz avaz bağırıyordum.

Artık ‘Amerikan yılları’ bitmişti ve şimdi ‘Vietnam yılları’nı yaşıyorduk.

‘Sam Amca’ artık en büyük düşmandı ve ‘şeytan’la (!) özdeşleşiyordu.

Ancak, kendimize itiraftan korksak da, yokuşta koşan ‘devrimci gençliğin’ büyük bir bölümü derin bilinçaltında, Dolmabahçe'de ‘işi hallettikten’ sonra Tophane'ye kaçamak yapmayı ve oradaki ‘Amerikan pazarları’nda elden düşme bir ‘Lewis’ blucin ve kışla artığı bir ‘Roosevelt’ postal bulmayı tahayyül ederdi.

Amerikan estetiklerle donanmış bir ‘anti Amerikancılık’ daha cazibeliydi.

Tıpkı, mitingde ‘Baltasını biledi’ diye anırsak bile, mahrem odamızda zar zor edinilmiş bir Joan Baez plağı dinlemenin çok daha romantik olması gibi...

Ve, yukarıdaki parkur yalnız benim kişisel güzergahımı oluşturmuyor!

‘Amerikan yılları’ndan ani virajla ‘Vietnam yılları’na geçen ve hayatın akışına kapılan romantika kuşağımın geniş bir kesimi aynı yolu katetti.

Önceki gün TBMM'de konuşan ABD Başkanı Bill Clinton da buradan geçti.

Bugün, biraz alt, biraz üst olmak üzere hepimiz elli yaş civarındayız.

* * *

ELLİ yaş ‘akıl çağı’nı yakalamış bir dönemeçtir. Hem geçmişin bilançosunu çıkartmak, hem de geleceğe dönük projeksiyon yapabilmek için ipuçları sunar.

Kendi hesabıma şimdi ne ‘Amerikan yılları’nda, ne de ‘Vietnam yılları’nda yaşıyorum. İki aşırı defter de kapandı ve bugün ortalardan sayfa okuyorum.

Doğru, genelde demokrasiyi uygulaması, kişi insiyatifine imkan tanıması ve ahlaki kriterlerle donanması nedeniyle ABD'yi severim. Naifliği hoşuma gider.

Ancak o kadar ! Madalyonun gayet çirkin öteki yüzünü unutmadığım gibi, şahsi tercihlerim, özellikle kültürel derinliğinden dolayı Avrupa'dan yana...

Bu tercihi ülkem açısından da yapıyorum. ‘Real politik’ bab'da Washington' la ‘ayrıcalıklı ilişki’ kurmamıza tabii ki karşı değilim ama coğrafi ve tarihi perspektifte Türkiye'nin yeri Yaşlı Kıta'dadır. Okyanus ötesi fazla uzaktır.

Üstelik, Clinton ‘Ankara AB’ye üye alınsın' diye konuştuğunda, hem neden yine ‘Amerikan dürtüklemesine’ ihtiyaç duymak zorunda kaldık diye kızıyorum; hem de böyle uluorta çıkışların Brüksel'de tepki yaratabileceğini bildiğimden, endişe duymaktan kendimi alamıyorum. Alnım açık aday olamadığıma köpürüyorum.

Evet, ‘Vietnam yılları’nda ABD eri kovalamam ne kadar ahmaklıksa, ondan önceki ‘Amerikan yılları’nda naylon gömlek koklamam da o kadar budalalıktı.

Şimdi elli yaşa varıyorum ki, Clinton'a ne Eisenhower gibi Laleli'de alkış yağdıracağım, ne de Dolmabahçe'deki gibi ‘Amerikalı defol’ diye bağıracağım.

Hayat da, dış politika da bunların ikisinin ortasında...



Yazarın Tüm Yazıları