Hadi Uluengin: Dış motor, iç fren

Hadi ULUENGİN
Haberin Devamı

AB'yle ilişkiler biraz ısınıyor gibi oldu ya, tetikte bekleyen malum koro derhal ‘taviz mi veriyoruz’, ‘diyet mi ödeyeceğiz’ diye salvo atışına başladı.

‘İslami kesim’, şu an hanendelere dahil değil. Jetonu geç düşen bu kesim galiba biraz anladı ki evrensel demokrasi ve laiklik, yalnız Batı'dan geçer.

Dolayısıyla, cazgır sesli koro yine statüko zaptiyelerinden oluşuyor.

Derin egemenler için kapıkulu ideolojisi üretmeye çalışan kalem erbabı dış faktörlerin dinamiğiyle iç bünyede dönüşüm olamayacağını öne sürüyor.

Her halükarda da, ‘öteki’nin korkusuyla, olmaması gerektiğini vaaz ediyor.

Hayır efendim, olur! Olacaktır da... Olması da kaçınılmazdır...

* * *

HADİ, Damat İbrahim Paşa'nın Viyana ve Paris'e elçi göndermek ihtiyacını ilk kez 1718 Pasarofça Antlaşması ertesinde hissetmesine kadar çıkmayalım ama, İmparatorluğumuzun ve Cumhuriyetimizin bütün yakın tarihi dış dinamiklerin iç bünyeyi etkilemesi süreciyle bütünleşir. Bunlar birbirleriyle eklemleşmiştir.

İngiliz ve Fransızlarla müttefik olduğumuz Kırım Savaşı yalnız Üsküdar'da resmi geçit yapan İskoç alayının gaydasından esinti ‘Katibim’ şarkısını değil, esas olarak, Tanzimat'ı kurumlaştıran 1856 Islahat Fermanı'nı getirmiştir.

Genç Osmanlılar'ın Namık Kemal ve Ali Süavi'si 1789 İhtilal-i Kebir'inin Dersaadet'teki geç uzantılarıdır. Onları izleyen hem Jön Türk Meşrutiyet'leri, hem de 2. Abdülhamit'in kurumsal modernleşme çabaları ise ‘düvel-i muazzama’dan ‘Memalik-i Osmani’ye esen rüzgarın fikri, hukuki ve idari sonuçlarıdır.

Öte yandan, Türk milliyetçiliğinin kökeni Avrupa milliyetçiliklerden asla ayrılamayacağı gibi, Cumhuriyet pozitivizmi de ne genel Batı pozitizminden, ne de otuzlu yılların küre sathındaki merkeziyetçi trendlerinden ayrılabilir.

Çok partili sisteme geçişimiz ise 2. Dünya Savaşı ertesinde San Fransisco Konferansı'na ve Marshall Yardımı'na dahil olabilmek iradesinin meyvasıdır.

Son dönemin ‘demokratik iyileştirme’ çabaları da 1980 ortalarındaki Avrupa Konseyi ve 1990 başlarındaki Avrupa Birliği temaslarıyla yakından ilintilidir.

Zaten o AB'yle Gümrük Birliği'dir ki ekonomimizin küresel pazarlarla entegrasyon ve rekabet sağlayabilmesi açısından motor rol oynamıştır.

Öte yandan, dış etkileşim yalnız devlet nezdinde değil muhalif söylemlerde de geçerlilik kazanır. Cuntacılığın ve ‘sol’un Türkiye'deki atmışlı yıllar yükselişi Nasır darbesinden ve Vietnam Savaşı'ndan bağımsız düşünülemez.

Hatta, İsmet Paşa'nın ‘yeni bir dünya kurulur, yerimizi alırız’ sözünü bile yine o yılların ‘Üçüncü Dünyacı’ atmosferi çerçevesine oturtmak gerekir.

Evet, yakın tarihimiz ‘harici’nin ‘dahili’yi belirlemesine koşut bir seyir izlemiştir ve bu yalnız Türkiye için değil, tek tabanca mihrak oluşturabilen, çok sınırlı bir kaç dev devlet dışında bütün ‘periferi’ için geçerlilik taşır.

* * *

MADEM yukarıdaki seyir nesnel olarak mevcuttur ve küreselleşme çağında da her zamankinden daha hızlı işliyor, o halde ayak sürümeye çalışmak niye?

Böyle bir ayak sürümenin yalnız ve yalnız iki alternatifi var:

Birincisi, Türkiye'nin dünyadan tamamen kopmasıdır ki, bunu derin egemenler bile öyle kolay göze alamayacağından, uzak bir ihtimal olarak şekilleniyor.

İkincisi ise gelişmeleri geriden ve ite kaka izleyen ‘anakronik’ refleks!

Heyhat, zaten bize hanidir bu empoze ediliyor. İstim hep arkadan geliyor.

Çomak sokmalara rağmen nihayetinde dış dinamik iç bünyeyi dönüştürdüğünden de ülke tekrar yola revan oluyor. Ama aynı zamanda müthiş vakit kaybı oluyor.

İşte, AB'yle hava ısınıyor diye hücuma geçenler yine vakit kaybettirecek.

Hepsi o kadar...

AÇIKLAMA: Perşembe günü tırnak içinde ‘Müslüman Dağıstan Lideri’ olarak tanımladığım şahsın aidiyet itibariyle Dağıstan'la hiç bir ilgisi yoktur. ‘Katip’ takma adını kullanan bu meczubun Ürdün kökenli olduğu söylenmektedir.



Yazarın Tüm Yazıları