Hadi Uluengin: Biyo uygarlık






Hadi ULUENGİN
Haberin Devamı

YARI aylaklık etmek, yarı da nevale düzmek için cumartesi alış verişine çıkar ve küçük pusetinizle Avrupa'nın her hangi bir süper marketinde şöyle bir dolanırsanız, artık hemen tüm gıda reyonlarında iki çeşit mala raslarsınız.

Birinciler, ‘sıradan’... Veya ‘kitlesel’... Bildik ve tanıdık...

İkincilerin üzerinde ise pabuç kadar harflerle, ‘biyolojik’ten kısaltma ‘biyo’ etiketi var!

Suni gübre kullanılmadan yetiştirilmiş meyva ve sebzeler; genetik dönüşüme uğramamış tahıllı mamulat; endüstriyel küspe ve yemle beslenmemiş dört ve iki ayaklı hayvan etleri; onların sütleri, yağları, yumurtaları falan filan...

Sonra, yalnız bunlarla hazırlanmış alaminüt yemekler, şarküteriler, peynirler, turtalar, çorbalar...

Ve, söz konusu gıda maddelerinin fiyatı el yakıyor!

Örneğin, eğer ‘normal’ salata 1 euroysa, ‘biyo’ olanı 2, 2.5, hatta 3 euro!... ‘Harcıalem’ kıymanın kilosu 10 euro mu, fabrikasyon yemle semirtilmeksizin Allah'ın çayırında otlatılmış sığırın kıyması 15 euro!..

Üstelik, bu olgu yalnız süper marketlerle de sınırlı değil...

Sağda solda, yine aynı sözcüğü menü tabelasının en baş köşesine oturmuş lokantalar, ‘fast food’lar, büfeler açılıyor ve mahalle pazarlarında da sadece ‘biyo’ besin satan zervatçılar, kasaplar, tavukçular seyyar tezgah kuruyor...

Şimdi varsa ‘biyo’, yoksa ‘biyo’...

* * *

EH, dedim ya ‘doğal’ mamulatın fiyatları ‘kitlesel’ olanlara oranla çok daha pahalı ve ‘ortalama Avrupalı’(!) da Karun zenginliği içinde yüzmüyor, dolayısıyla normal olarak insan düşünür ki, ‘biyo’ müşterileri genellikle kalantor takımına, en azından nispeten hali vakti yerinde kesime mensuptur...

Hayır, pek öyle değil!

Genç ailenin mütevazi annesi, işçilikten emekli dul kadın, yurtta yaşayan üniversite öğrencisi veya ne bileyim ben, iki yakası bir araya gelmeyen bohem adam, belki şundan bundan tasarruf ediyorlar ama yine de mümkün mertebe, dana bifteğinin, Yafa portakalının, ballıbadem çikolatanın, keçi peynirinin ‘biyo’ etiketlisinden almaya çalışıyorlar. Pusetler, ‘tabii’ paketlerle doluyor.

Zaten yeni fenomen dağıtıcı ve üretici firmalarının girdisinde her geçen gün daha geniş bir yer tuttuğundan, bunlar sürekli olarak hem ‘biyo’ reyonların sayısını ve yetişçilerin hacmini arttırıyorlar, hem de ‘sağlıklı beslenin’ türünden reklam kampanyalarıyla tüketicileri yönlendiriyorlar.

Büyük bir ihtimalle de, ‘doğallık’ kelimesinin cazibesini kullanarak, maliyetin ötesindeki fiyatlarla karlarına kar katıyorlar.

Ancak, onların ticari amaçları ne olursa olsun, modern uygarlık sorunu açısından değişen bir şey yok.

* * *

YOK, çünkü ortada gerçekten de bir sorun; ötesi, bir uygarlık sorunu var.

Zira, şimdiki ‘biyo salgını’na ‘moda’ deyip geçmek hafiflik olur. Üstelik, 1968 isyanı ertesinde ilk kez başgösteren ‘tabiata dönüş’ türünden marjinal bir eğilim de söz konusu değil... Kitle sanıldığından çok daha yaygın.

Ve, eğer ‘sıradan’ ve mütevazi insanlar dahi bugün tüketim toplumunun bazı şeylerinden feragat edip, hayatın doğal seyriyle uyumlu bir sürecin ürünleriyle yaşamak ve beslenmek istiyorlarsa, şüphesiz bunun geri planında, deli danasıyla, diyoksinli tavuğuyla, genetikli mısırıyla nereye gittiği ve gideceği belli olmayan bir uygarlık anlayışının sorgulanması ve onun yarattığı korku mevcut.

Bu sorgulama meşru. Bu korku insani. Ademoğlunun fıtratı gereği.

Şu kesin, insanlar artık ‘biyo’, yani tabii yemek ve yaşamak istiyorlar; çünkü, hayli geç olsa da, insanlar artık ‘kimyo’, yani kimyevi bir uygarlığın muazzam bir patlamayla infilak edebileceğinin bilincine varıyorlar!

Yazarın Tüm Yazıları