Gurbetçi vatandaş

Bizim gazeteye gidip geldiğimiz TEM yolunu size anlatmama gerek yok... Allah nazardan saklasın TEM yolunun namı zaten almış yürümüş durumda...Arabasıyla bu TEM'e girenler, bir girerken toprağı öpüyorlar bir de çıkarken...Geçen gün akşamüstü gazeteden eve gitmek üzere çıkmış, sağdan ufak ufak gidiyordum...Ne olduğunu anlamadan birden arkadan güm diye bir ses duyuldu, bir an arabanın arka tarafına uçak düştü zannettim...Kafayı arkaya çevirdim... Baktım bizim bagajın üstünde arka camın önünde RTO62MX falan gibi bir plaka sallanıyor...Kapıyı açıp aşağı indim... Bizim arabaya arkadan fena halde giydiren arabanın da kapısı açıldı...Ağzına kadar aile efradı ve bilumum nevaleyle dolu arabadan ‘‘Selaminaleyküm abi...’’ diye bir gurbetçi vatandaş indi...Ben de ‘‘Aleykümselam kardeşim... dedim...*Ve birden yıllar öncesine gittim... Yıllar önce Bayramoğlu'nda bir yazlık kiralamıştım... Hergün E5 Karayolu'nda gazeteyle Bayramoğlu arasında mekik dokuyordum... Ve o yıllar gurbetçi kardeşlerimizle yollarda daha haşır neşir durumdaydık...Bir akşamüstü gene gazeteden çıkıp köprüyü aştım... Her zamanki gibi içimden bildiğim ne kadar dua varsa okuyarak E5 ‘‘pistine’’ çıktım, sağ şeritten ufak ufak gazlamaya başladım...Tuzla civarında sanıyorum önüme mehter takımı gibi iki ileri bir geri giden bir kamyon düştü...Uygun bir yerde kamyonu solladım... Ve işte ne olduysa da o zaman oldu...Önce sağ yanımda şöyle bir karaltı gördüm... Sonra da otomobil olduğunu anladığım o karaltı benim Wolksvagen'in sağ çamurluğuna bir tane geçirip önüme fırladı...Benim sağ çamurluğu benzeten araba yavaşladı... İlerde sağa çekip durdu... Ben de sağ şeride çektim, gidip arkasında durdum...PAZARLIKBaktım biraz eskice, kırmızı bir Mercedes... Plakası da demiroksit formülü gibi, HGSB 6 bilmem ne... Yani bir ‘‘gurbetçi’’ vatandaşımız...Arabadan aşağı indim... O benden önce inmişti...‘‘Yahu kardeşim çıldırdın mı sen?.. Öyle dalınır mı araya?..’’‘‘Kusura bakma abi... Malum işte köye gidiyordum...’’‘‘Tamam köye gidiyordun da, beni de az daha Tahtalıköy'e gönderiyordun...‘‘Birlikte dolanıp benim arabanın çamurluğuna baktık... Arabanın çamurluğu iyice göçmüş, boya moya da kalmamıştı...‘‘Beni yolumdan alıkoyma, gel anlaşalım bırak gideyim abi...’’ dedi... ‘‘Yalnız üstümde para yok... Parayı bankayla çıkarmıştım memlekette alacağım...‘‘Tam bu sırada kırmızı arabadan başörtülü genç bir kadın indi... Herhalde karısıydı... Arabanın içinde daha bir alay birileri vardı ama, arabanın içindeki denklerden, bavullardan pek görünmüyorlardı...Kadın bizim karayağızı bir kenara çekti... Bir süre konuştular...Kadın tekrar arabaya yöneldi... Adam da yanıma geldi...Bu arada bir iki meraklı da toplanmıştı ama, pek öyle kalabalık sayılmazlardı...‘‘Tamam mı abi, anlaşalım... Yalnız söyledim üzerimde para yok...’’Ben nasıl anlaşacağımızı merak ederken kadın tekrar göründü... Bu defa elinde bir kutu vardı...Gurbetçi arkadaş önce eğilip tekrar benim çamurluğa baktı... Sonra elini omuzuma koydu...‘‘Hanım diyor ki abi... Şu portakal sıkacağını verelim koysun bizi yolumuza...’’Sonra karısının elinden aldığı mukavva kutuyu açtı... İçinden, kırmızı, plastik, ucunda fiş olan küçük bir araç çıkardı...‘‘Al işte abi güle güle kullan...’’Önce şaşırdım... Sonra da hafif tertip sinirlenmeye başladım...‘‘Gerçi rengi biraz tutuyor, ama, çamurluğu söktürüp bu portakal sıkacağını oraya koydursam pek iyi durmayacak, sırıtacak!..’’Dediğimi anlamadı... Sonra beni kolumdan tutup kendi arabasının yanına götürdü...PROMOSYON DAĞITIR GİBİArabayı şöyle bir dolandık...‘‘Görüyorsun abi ne de olsa bizde de hasar var...’’ diyerek bana arabasındaki eğri büğrü yerlerden birini işaret etti...Hangi darbenin az önceki tokuşturmadan olduğu belli değildi... Çünkü kırmızı Mercedes'te aşağı yukarı vurulmadık yer kalmamıştı...‘‘Gördüğüm kadarıyla hayli macera geçmiş senin başından...’’‘‘Sorma abi...’’ dedi... ‘‘Adamın üstüne üstüne geliyorlar... Sonra herkes bizi suçluyor... Gazeteler de hep biz gurbetçi takımını suçluyorlar ama işin aslı hiç öyle değil...’’Ve işin aslını anlatmaya başladı...‘‘Biz buraya geldiğimizde gerçekten yorgun oluyoruz... Yol uzun, iznimiz kısa... Gözümüzü kırpmadan direkisyon sallıyoruz... Ayrıca gelirken Bulgar'ın, Yugoslav'ın kahrını çekiyoruz... Sinirlerimiz bozuk oluyor... Gelirken ne olur ne olmaz, diye üstümüzde para bulundurmuyor, parayı bankayla çıkarıyoruz... Sonra burada lap kaza oluyor... Kabahat bizde de oluyor karşıda da... Sonuçta hepimiz biran önce memleketimize, köyümüze gitmeye çalışıyoruz... Yani zabıtlar tutturacak, karakollarda sürünecek vaktimiz olmuyor... Ve haklı da olsak zararı sineye çekiyoruz... işte pek çok arkadaş da üzerlerinde para olmadığından karşı tarafa para yerine öteberi vermeye başlamışlar... Herkes radyo, teyp vs. gibi bu öteberi buralarda bulunmadığından kabul etmeye, almaya başlamış... Derken bu duyulmuş, şimdi de moda olmuş... Aslında burada arabalardan bucak bucak kaçıyoruz... Hele o minibüsler yok mu minibüsler... Nasıl üzerimize geliyorlar aklın durur abi... Adamda dört karton sigaralık zarar ouyor, tutuyor stereo radyo istiyor... Yaz başında bizim fabrikadan bir arkadaş köyüne giderken İzmit civarında bir kaza yapmış... Bir tampon eğrilmesi için karşı taraftan bir bisiklet ve yediyüz marklık bir teyple zor kurtulmuş... Ne yapsın çocuk, babası hastaymış acele köye gitmesi gerekiyormuş... Karakollara mahkemelere gidecek hali yok ya...’’Bende sinir falan kalmamış, gülmeye başlamıştım... Etrafımıza toplananlar da gülüyorlardı...Tabi o zamanlar bu öteberiler memlekette öyle kolay bulunmuyor...‘‘Arabanın haline bakılırsa, desene sen de buraya kadar dağıta dağıta geldin...’’‘‘Vallahi öyle abi...’’ dedi gurbetçi arkadaş... ‘‘Nah sana da bu portakal sıkacağı kaldı...‘‘‘‘Sende renkli televizyon var mı renkli televizyon?.. Şu arabanın üstündeki yükte sanki var gibi...’’O zamanlar öyle televizyon falan dediğim gibi ancak dışardan geliyordu...‘‘Var abi ama memlekette müşterisi var...’’‘‘Sen müşteriyi boşver de arabana bin... Şöyle gerilip gerilip benim Wolksvagen'e kafadan bir tane koy, şu televizyonu bana ver...’’ dedim.Daha uzun yolu var, yolda ne olur ne olmaz diye portakal sıkma makinesini de ona bıraktım... O da adresimi aldı... Döner dönmez ilk gelen arkadaşıyla bana bir çamurluk yollayacağını söyledi...*Geçen günkü kazada arabaları kenara çekmiş arabaların durumuna bakıyorduk... Polis gelmiş, ayrıca yol kenarına bir alay da insan toplanmıştı...Bu arada da bizim arabaya arkadan patlatan gurbetçi vatandaş benden özür üstüne özür diliyor, bir yandan da ‘‘Abi zararın neyse öderiz’’ deyip duruyordu.Karayağız arkadaşa şöyle bir baktım...‘‘Yahu sende şöyle ufağından olsa bilgisayar var mı, bilgisayar?..’’ diye sordum.Anlamaz bir ifadeyle yüzüme bakıp, ‘‘Şey yok abi...’’ dedi.‘‘Peki portakal sıkacağı da mı yok?..’’‘‘O da yok abi...’’‘‘Öyleyse boşkoy, olur böyle şeyler...’’ deyip arabama bindim, gazlayıp gittim...
Yazarın Tüm Yazıları