Yayınlanmamış fotoğraf fotoğraf değildir

Güncelleme Tarihi:

Yayınlanmamış fotoğraf fotoğraf değildir
Oluşturulma Tarihi: Mart 29, 1998 00:00

Haberin Devamı

Fotoğrafçılığı, objeyi görüntüye dönüştürme

sanatı diye tanımlamak lazım. Ancak objenin önemi yok değil. Burada ışığın ve zamanlamanın önemi, aradaki farkı koyuyor.

F otoğrafçısınız ve mesela Doğubeyazıt'taki İshak Paşa Sarayı'nı ya da Erciyes Dağı'nın bir bölümünü fotoğraflamak istiyorsunuz. İyi bir fotoğraf elde etmek için ışık yönünü ve rengini yakalamak öyle kolay bir iş değil. Ne kadar tahmini hesaplarla yola çıkılırsa çıkılsın, zamanın büyük bir bölümü uygun ışığı beklemekle geçecektir! Daha doğrusu geçiyordu. Ta ki Profesör Sabit Kalfagil'in geliştirdiği ‘‘Güneş diyagramıyla ışığın kontrol edilebilmesi’’ yöntemine kadar...

Kalfagil'in ilk aşamada yalnızca Türkiye için gerçekleştirdiği bu cetvelin benzerleri bir süre sonra dünyanın her yerinde kullanılabilir hale gelecek. Böylelikle dünyanın herhangi bir köşesinde çekim yapmak isteyen fotoğrafçılar, önceden takvimlerini düzenleyebilecekler. Kalfagil'in profesörlük tezi olan bu yöntem ve açıklamalı bir fotoğraf albümü, kitap olarak yakında piyasaya çıkacak.

Mimarlık eğitimi almasına karşın yıllarını verdiği fotoğraf, sonunda Kalfagil'in hakettiği yeri kendisine verdi. Mimar Sinan ve Marmara Üniversitesi'nde fotoğrafçı yetiştiren Kalfagil, profesör olmadan çok önce de yerli yabancı pek çok fotoğrafçının Sabit Hoca'sıydı. Yaklaşık yarım asırdır parmağı deklanşörden ayrılmayan Kalfagil'in fotoğrafa yakınlığı Konya Lisesi'ndeki öğrencilik yıllarına kadar uzanıyor. Döneminin tüm olanaksızlıklarına karşın kendi yaptığı agrandizörüyle evin tavan arasında ilk baskılarını yaptı. İTÜ Mimarlık Fakültesi öğrencisiyken önceleri hobi olan fotoğrafla ilişkisi, bir tutku haline geldi. Lise yıllarında çektiği hatıra fotoğraflarından gına gelince, yardımına İsviçre takvimleri ve Alman Fotomagazin dergileri koştu, ufku açıldı. Kendi deyimiyle ilk ‘‘çıkarsız fotoğraflar’’la tanıştı.

Görüntünün çilesi

Bir parmağın deklanşöre basmasıyla kolaylıkla görüntü oluşturulabiliyor. Oysa bir müzik aletinin çalınması, mermerin işlenmesi ve tuval üzerine resim yapmak hiç de öyle kolay gerçekleşmiyor. Basit bir deklanşör hareketiyle ortaya çıkan fotoğrafa çeşitli anlamların giydirilmesi ve sanat sözcüğüyle süslenmesi haksızlık değil mi? Sizin gibi fotoğraf dalında profesör olan biriyle sıradan birinin çektiği fotoğraf arsındaki fark nerede başlıyor?

- Belli bir yere kadar fotoğraf gereksinimi duyanlar için bu işi kolaylıkla yapabilecekleri makinalar var. Daha fazlasına ihtiyaç duymayan insanlara fotoğrafın üst düzey ürünlerini satmak, anlatmak veya beğendirmek için nefes tüketmeye de gerek yok. Çocuklar için satılan plastik kameraların da çıkardıkları bir ses vardır. Ama ayrıca Stradivardius'dan çıkan sesin olduğunu da kabul etmek gerekiyor.

Fotoğrafta iyi ya da kötü diye birşey var mı?

- Fotoğrafın o derecede subjektif olduğunu kuşkusuz söylemek istemem. Görüntü çilesini çeken, görüntüyle ilgilenen bir adamın yaptığı işe kendisinden yansıyan birşeyler mutlaka vardır. Günümüzde yaygınca kullanılan bir laf var, ‘‘Kendinden birşeyler katmak’’. Ama birşeyler katmak uğruna çok fazla ıkınılıyor.

Bu arada kendinden kaynaklanan abuk subukluğunu katma olasılığından da söz edilebilir mi?

- O da katılıyor. Zaten eğer kendinizde birşeyler varsa mutlaka yapılan işe yansır. Bunun için parende atmaya lüzum yok. Fotoğraf bu derece subjektif birşey değil. Fotoğraf özneye oldukça bağlı. Bu bağlılık dozu fotoğraftan fotoğrafa değişiyor. Fotoğrafçılığı, objeyi görüntüye dönüştürme sanatı diye tanımlamak lazım. Ancak objenin önemi yok değil. Burada ışığın ve zamanlamanın önemi, aradaki farkı koyuyor. Diğer taraftan başka biri ben de gidip çektim diyor. İyi ama ben ne yapayım o fotoğrafı. Aslında bütün mesele işin tadına varmak ya da varmamak noktasında. Bu da bir incelik ve duyarlılık meselesi. Tabii incelik ve duyarlılıktan her geçen gün biraz daha uzaklaşıyoruz. Her sanat dalında olduğu gibi fotoğrafta da bir kadir bilinmezlik var. Aksi halde sanatın gerçek değeri biliniyor olsaydı resim sanatında ve diğerlerinde bu derece aşırı uçlara koşma olmazdı.

O zaman doğrudan ‘‘belgesel’’ fotoğraf çok nankör bir yol.

- Evet. Çünkü doğrudan fotoğrafın anlaşılabilmesi için toplumdaki duyarlılığın belirli bir düzeyde olması lazım. ‘‘Fotoğraf makinası olan herkes bunu çekebilir’’ gibi bir laf ortaya sürülüyorsa o zaman tabii ki bazı şeyler cevapsız kalıyor demektir. O zaman insanların ‘‘ben de yaparım’’ diyememesi ve yaptığınız işi küçültememesi için çeşitli yollar denenecek. Fotoğraf icad edilmeseydi empresyonizm ve onu izleyen akımlar belki de olmayacaktı. Deklanşöre basar basmaz görüntünün oluşması gibi haksız bir rekabetin karşısında resim için çile çeken insanların tepki duymaması olanaksızdı. Bir görüntüyü tuvaline aktarmak için nefes tüketen, krokiler çizen, defalarca oraya giden, renklerle boğuşan ressamın yanında parmağını deklanşöne basan ve onu hırsızlama alıveren adamın rekabeti isyan ettirici bir boyuta ulaşıyor. O zaman ressam kendine başka ufuklar aramak zorunda kalıyor. Öğle bir ufka gitmeli ki, fotoğraf onu izleyemesin, o da ne olabilir. soyut tarafı ya da sanatın işçilik tarafını ikinci plana iten daha çok özle ilgilenen yapıtlar olabilir. Tüm bu ekoller fotoğrafın icadıyla ilgilidir.

Fotoğraf kimin işi

Batıda piyasası olduğu halde bizde fotoğraf niye satılamıyor?

- Bu fotoğrafın arkasındaki imzaya ve o ana bağlı. Tabii bizde yeni kuşaklar fotoğraflarının bir apartman fiyatına satılmasını istiyorlar. Yarışma ödülleri az bulunduğu için de kimse tenezzül edip de katılmıyor. Şunu gözden kaçırmamalı: Hiç kimsenin fotoğrafın aslına sahip olması gerekmiyor. Fotoğraf basılıp yayılmak üzere icad oldu. Fotoğraf işlevseldir. Fotoğrafı biri istemiyorsa çekmenin de bir mantığı yok. Buna rağmen biz kendimiz için fotoğraf çekiyorsak bu bir avutmadır. Yani kendi kendini tatmin etmek gibi.

O zaman bu işi bırakalım.

- Hayır. Bahçede çiçek yetiştirmek gibi birşey. Çiçekleri satmak için mi yetiştiriyorsun. Hayır seviyorsun onun için. Fotoğrafa kitap, dergi ve gazetede bakılıyor. Fotoğraf toplumun gereksinim duyduğu faaliyetlerden birisi. Sergi salonu için fotoğraf çekilmez. Fotoğraf sergilerinin ilk gününde kokteyl yapılır. Bir sürü kalabalık olur. Bir sonraki gün sinekler ve melekler sergi salonuna doluşur. Ama fotoğrafın işlevi bu. Bir tarafta fotoğraf sanatı ve dünyası adına bir tezgah dönüyor, sergileriyle, galerileriyle, etkinlikleriyle. Asıl fotoğraf üreten adamlar yok ortalarda. Yani basın fotoğrafçıları. Oysa fotoğrafları basılarak kitlelere yayılan onlar. Fotoğraf onların işi. Eğer onlar fotoğraf yapıyor olmasalar kimselere fotoğraf ulaşmaz. Fotoğrafın esas büyüklüğü yaygınlığında ve çoğulculuğunda.

O zaman yayınlanmamış fotoğraf, fotoğraf değildir mi diyeceğiz?

- Evet. Biz fotoğraf adına birşey yapmak istiyorsak o yöne doğru yatırım yapmalıyız. Bugün fotoğraf dünyası diye elit bir grup, bir çevre varsa o çevreyle basının arasını mutlaka bulmamız lazım. Toplantılarda bu konuya değindiğim zaman fotoğrafı bir seçkinlik aracı olarak kullanmak isteyen arkadaşlar ‘‘Canım ne ilgisi var. Onlar başka bir dünya’’ diyorlar. Basındaki fotoğrafçılara gelince ‘‘onların kriterleri bize işlemez gelsinler haber fotoğrafı çeksinler de görelim’’ diyorlar. Birisi fotoğraf adına sorumlulukları reddediyor. Öbürü de onları kendinden saymıyor. Türkiye'de fotoğraf adına yapılacak en önemli şey, basılan ve yayılan fotoğrafları üreten insanları eğitmektir.

Yayınlanan her görüntüye fotoğraf denilebilir mi?

- Tabii fotoğrafı dürüst olmasının yanısıra doğru olması da gerekiyor. Yani yapısal açıdan düzgün olma meselesi var. Doğru ve güzel aslında aynı şeydir. Eğer bir şey yeterince doğruysa aynı zamanda güzeldir.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!