Wikileaks Türkiye belgelerinin tüm detayları

Güncelleme Tarihi:

Wikileaks Türkiye belgelerinin tüm detayları
Oluşturulma Tarihi: Aralık 10, 2010 00:00

Wikileaks'in bugüne kadar yayımladığı belgeler içinde Türkiye'yle ilgili olanların tam metni. Aşağıdaki indekste sıralanan başlıklara tıklayarak, ilgili metne ulaşabilirsiniz.

Haberin Devamı

-- Terör finansmanıyla mücadele görüşmeleri

 

-- Ankara’nın dış politikasının altında ne yatıyor

 

-- İran konusunda Erdoğan'ı geri döndürme çabası 

 

-- İktidardaki iki yılın ardından Erdoğan ve AKP

 

-- Gates ile Gönül'ün görüşmesi

 

-- İran'la anlaşmalar Erdoğan'a yarıyor

 

-- Kabine değişikliği: Erdoğan'ın odağında Gül var

 

-- Arınç'a suikast iddialarıyla ilgili bilgi talebi

 

Haberin Devamı

-- Ak Parti’nin kapatılacağına yönelik iddialar

 

-- İsrail sorunların kaynağını Erdoğan'a bağladı

 

-- Türk dış politikasındaki ikilik

 

-- Türkiye-İran İlişkileri

 

-- Türk ordusu ve demokrasi

 

-- Akıntıyla sürüklenen Türkiye

 

-- Burns’un Sinirlioğlu’yla görüşmesi

 

-- Erdoğan'ın Washington ziyareti

 

-- AKP'de bölünme söz konusu değil

 

-- İran’da kara para aklayanlar

 

-- Vershbow ile İsrailli yetkililerinin görüşmesi

 

-- Türkiye'nin AB katılım süreci/Gizemli belge kaybolma olayı

 

 

 

TARİH: 4 Aralık 2009

 

BELGE NO: 09ANKARA1725

 

GÖNDEREN MAKAM: ABD Ankara Büyükelçiliği

 

SINIFLANDIRMA: Secret

 

KONU: Terör Finansmanıyla Mücadeleyle İlgili Hazine Yetkilisinin Açıklamaları

 

1. ÖZET: ABD’nin Terör Finansmanı ve Finansal Suçlardan Sorumlu Hazine Bakan Yardımcısı David Cohen 19-20 Ekim’de Ankara’ya yaptığı ziyarette hükümeti ve bankacılık yetkililerini İran bankalarıyla iş yapılmaması konusunda uyardı. Türk hükümetinden yetkililer BM Güvenlik Konseyi yaptırımlarına uyacaklarını ancak komşu İran’la ticareti tek taraflı olarak bozmak konusunda gönülsüz olduklarını belirtti. Cohen aynı zamanda Türkiye’nin Kara Paranın Aklanmasının Önlenmesine İlişkin Mali Çalışma Grubu’nun (FATF) Türkiye’yle ilgili beklemede olan değerlendirmesini de gündeme getirdi. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek Türkiye’nin terör tanımını genişletmek için bir çalışma grubu kurduğunu belirtti ancak parlamentonun Aralık’taki bütçe görüşmelerinin tamamlanmasından önce bu konuda bir yasa çıkarılamayacağını belirtti. Cohen, çalışma grubu kurulmasıyla ilgili memnuniyetini dile getirdi ancak Şubat 2010’dan sonraki faaliyetlerin FATF raporuna dahil olmayacağı konusunda uyarı yaptı. Türk yetkililer ABD’nin PKK’yı finanse eden üç kurumu açığa çıkarmasından duydukları memnuniyeti ifade etti.

 

Terör tanımının değiştirilmesi için ilk açılım

2. 19 Ekim’de Cohen Maliye Bakanı Şimşek’le ve Mali Suçlar Araştırma Kurulu’ndan (MASAK) temsilcilerle bir araya geldi. Şimşek, toplantıya ABD hükümetinin PKK’yı finanse eden üç kurumu önemli narkotik kaçakçıları listesine alma kararından ötürü teşekkür ederek başladı. Cohen ve Şimşek Türkiye’nin FATF’nin koyduğu Kara Para Aklamayla ve Terörizm Finansmanıyla Mücadele (AML/CTF) standartlarına uymasıyla ilgili kurumun yapacağı değerlendirme üzerine konuştu.

 

3. Cohen, FATF’nin Uluslararası İşbirliği Değerlendirme Grubu’nun çalışmalarını anlattı. İlk incelemeler sonrasında Türkiye’nin AML/CTF standartlarına tam olarak uyamadığı düşünülüyor. Cohen, FATF’nin inceleme takvimini açıkladı. Şimşek Türkiye’nin sürecin her adımında işbirliği yapacağını ve reform çabalarını sürdüreceğini söyledi ancak, parlamentonun Aralık sonlarına kadar bütçe görüşmeleriyle meşgul olacağını dolayısıyla o zamana kadar terör finansmanıyla ilgili zaman ve işgücü olmayacağını belirtti.

 

4. Şimşek Türkiye’nin, uzun zamandır iç ve dış terör saldırılarının kurbanı olduğu için Terörle Mücadele Yasası’nı kabul eden ilk ülkelerden biri olduğunu ve terörle mücadele için doğru bir çerçeve oluşturulmasının öneminin farkında olduğunu belirtti. Türkiye’nin pratikte dar bir terör tanımı olmadığını ifade eden Şimşek, Türkiye’de bulunan şirketlerin ya da yabancı kuruluşların terör saldırılarının göz ardı edilmeyeceğini ve faillerin çok ağır cezalandırılacağını belirtti. Cohen, uluslararası standartlara uyulması adına, Türk yasalarına göre, sadece Türk devletine ve Türklerin ulusal çıkarlarına yönelik saldırıları kapsayan dar terör tanımının genişletilmesi ihtiyacının altını çizdi. Şimşek Başbakanlık, Dışişleri Bankalığı, Maliye Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı’nın temsilcilerinden oluşan ve başkanlığı MASAK tarafından yürütülen çalışma grubuna Türkiye’nin terör tanımı ve terör finansmanıyla ilgili faaliyetleri konusunda bir rapor hazırlanmasını tavsiye ettiğini belirtti. Rapor söz konusu bakanlara sunulacak ve bir değişikliğin mümkün olup olmadığı değerlendirilecek. Cohen bu çalışma grubunun kurulmasından duyduğu memnuniyeti dile getirirken Şubat 2010’dan sonraki faaliyetlerin FATF’ın kararını etkilemeyeceğinin altını çizdi.

 

5. Cohen, Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyi’nin 1267 ve 1373 numaralı kararlarına uyma konusundaki gecikmelerden ve kara para aklama ve terör finansmanı tutuklamalarının düzeyinin düşüklüğünden duyulan kaygıyı dile getirdi. Cohen, Türkiye’nin müşteri değerlendirmesi reformunda gösterdiği ilerlemenin altını çizdi ancak, terör finansmanıyla ilgili çabaların artırılmasını talep etti.

 

Türkiye komşusu İran’la iş yapmalı

6. Cohen ve Reftel D, İran’ın Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (UNSC) etkisini azaltma ve Türk finan kuruluşlarıyla Şimşek’e, MASAK’a, xxxxxxxxxxxx’e ve Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu’na yönelik uluslararası yaptırım uygulama çabalarına yönelik yorumlar yapıyor.

 

7. Cohen, Şimşek’e FATF’nin İranlı bankalar ve kişilerle iş yapma konusundaki uyarılarını hatırlatı. Şimşek, bu uyarıların farkında olduklarını ve Türkiye’nin uluslararası kanunları desteklediğini ve BM’nin Güvenlik Konseyi kararlarına uyum göstereceğini söyledi. Şimşek aynı zamanda, Türkiye’ deki finansal kuruluşların İran’la iş yaparken bu kararlara daha fazla dikkat edeceklerini belirtti ancak Türkiye’nin İran’la uzun yıllara dayanan bir sınır ve ticaret ilişkisi olduğuna dikkat çekti. Bununla birlikte, ticaretin süregelen şekilde finanse edilmeye devam etmek zorunda olduğunu söyledi ve ABD’nin bunun farkında olması gerektiği konusunda ısrar etti. Şimşek, Türkiye’nin, Washington yönetiminden terörizmi destekleyen İranlı şirketlere yönelik istihbaratları memnuniyetle karşılayacağını söyledi. Şimsek, Cohen’in, İran’ın Türk finans sistemini kendi çıkarına yönelik kullandığıyla ilgili uyarısına yanıt olarak, Türkiye’nin bütün komşularının nükleer silahlardan arındırılmasını istediğini söyledi. Şimşek aynı zamanda, uluslararası yaptırımlarından kaçmanın yollarını arayabilecek Türk finans kuruluşlarını İran’a karşı daha dikkatli olmaları gerektiğini söyleyeceğini de belirtti.  

 

8. 20 Ekim’de, xxxxxxx aynı zamanda Washington yönetiminin cesurca PKK’ya finansman sağlayan üç şirketi ortaya çıkarmasına yönelik minnettarlığını belirtti ve Türkiye’nin Avrupalılarla yürüttüğü işbirliğini ABD ile de yürütmesini umut ettiğini söyledi. Bununla birlikte, teröristlerin Türkiye’de silah ya da üretim için gerekli bileşenleri üretmediği ve satmadığını söyledi. Aksine, bu ürünlerin yüzde 90’nını Avrupa Birliği’nden aldığını söyledi. xxxxxxxxxxxx aynı zamanda, Türkiye’ye silah akışını durdurma konusunda yapılanların aksine aynı baskının İran’a silah satışın durdurması için AB’ye de yapılması gerektiğini belirtti.

 

9. xxxxxxxxxxxx Türkiye’nin uzun yıllardır terörizm sorunuyla boğuştuğunu ve 11 Eylül 2001’deki terör saldırılarından önce Terör Karşıtı Kanunu’nu meclisten geçirdiğini söyledi. Bununla birlikte, 2006’da kara para akmayla ilgili kanun ve Washington’ın çabalarının müşterilerin bu ülkeyle yapılan işlemlere karşı daha dikkatli olmasını sağlayacağını da belirtti. XXX, Türkiye’nin terör finansmanı konusunda hem kendi kanunlarını hem de Türkiye’nin 2010’da başkanlık yapacağı BM’nin Terör Finansmanı Toplantısı, BM Güvenlik Konseyi kararları gibi uluslararası yaptırımlara göre hareket ettiğini söyledi.

 

10. xxxxxxxxxxxx Türkiye’nin sınır komşusu olan ve itiraf edilmesi gerekirse zorlu bir geçmişe sahip olduğu İran’a karşı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden çıkan yaptırımları uyguladığını ancak bunun ve mevcut kanunların ötesinde bir şey yapamayacağını söyledi. Ek olarak, Washington’ın gösterdiği hassasiyeti Avrupa’dan da beklediklerini, AB’nin de terör finansmanına karşı daha fazlasını yapmasını istediklerini söyledi.

 

Gazze’ye yardım

11. Gazze konusunda, xxxxxxxxxxxx Türkiye’nin Gazze’ye insani yardım götürmekle ilgili olduğunu, Hamas’a yardım etmeyle alakalı olmadığını söyledi. Cohen, Washington’ın ve Türk şahısları, finansal yardımları Hamas’tan uzak tutmak için BM mekanizmaları kullanmaya teşvik etti. Bununla birlikte, “Gazze’deki insanların ihtiyaçlarının farkındayız” dedi ve insanlara doğrudan para göndereceklerini belirtti. Bununla birlikte, İsrailli dostlarını da para yardımı konusunda ikna edeceklerini söyledi. xxxxxxxxxxxx ise İsrail hükümetinin Gazze’ye yardım göndermeyi yasakladığını söyledi. Cohen, İnsani Yardım Vakfı’na (İHH) yönelik endişelerini gündeme getirdi ve xxxxxxxxxxxx ise İHH’yi bilmediğini ancak konuyu inceleyeceğini söyledi.

 

Halkbank İran’la ticaret finansmanı konusunda tedbirli  

12. Cohen, Halkbank’ın İran’la ilişkileri hakkındaki kaygılar ve İran’ın yaptırımları atlatmak için işlemlerin gerçek kökenlerini ve kaynaklarını gizleme yönündeki olası girişimleriyle ilgili olarak xxxxxxx xxxxxxx’le görüştü. xxxxxxx, Halkbank’ın bütün BM yaptırımlarına uyduğunu ve bu çabalarla ilgili olarak aşırı uyanık davranacağını belirtti. Halkbank’ın Tahran’da 2004’teki Pamukbank birleşmesinden kalan bir temsilcisi olduğunu ifade eden xxxxxxx, Halkbank’ın karşılıklı bankacılık ilişkisini sona erdirdiğini ancak iş gelişimini sürdürdüğünü ifade etti. Halkbank’ın Bank Sepah’la uzun bir süredir aktif olmayan bir karşılıklı ilişkisi olduğunu ve kapatabileceğini söyleyen xxxxxxx, bankanın üçüncü kişi ya da transit işlemleri sürdürmediğini ifade etti. xxxxxxx, Türkiye’nin İran’la “milyonlarca euroluk” ticareti olduğunu ancak petrol alım satımı dışındaki miktarın 10-15 milyon euro olduğunu söyledi. Cohen, ABD hükümetinin elinde bulunan İran’ın işlemleri sürdürmek için belgelerde sahtecilik yaptığıyla ilgili kanıtlar konusunda uyarıda bulundu. xxxxxxx, gözlerini açık tutacaklarını ve her türlü özel detayı memnuniyetle karşılayacaklarını söyledi.

 

13. xxxxxxx, Halkbank’ın hisselerinin yüzde 25’inin İMKB’de işlem gördüğünü ve bu hisselerin yüzde 90’ının yabancıların elinde olduğunu söyledi. xxxxxxx, Halkbank’ın ABD Hazinesi’nin hazırladığı Yabancı Varlıklar Kontrol listesindeki bütün isimlerle ilgili dikkatli olduğunu belirtti. Cohen, Türkiye’nin terör tanımını genişletme ve terör finansmanını suç kapsamına alma gereğinin altını çizdi. Halkbank yetkilileri AK Parti’nin bunu parlamentodan geçirmek için gerekli oy sayısına sahip olduğunu söyledi. xxxxxxx, Cohen’e ABD hükümetinin zaman içinde İran’la ilişkisinin nasıl gelişeceğini sordu. Cohen ABD hükümetinin İran’ın nükleer silah geliştirmesini önlemek için uluslararası kamuoyuyla işbirliği yapmak istediğini söyledi. Cohen, “Biz hem iletişim kanallarını açık tutmak hem de İran’ı BM Güvenlik Konseyi yaptırımlarına tabi tutmak istiyoruz” dedi. Halkbank, Türkiye’nin tutturması gereken bir denge olduğuna, İran’daki büyük işsiz nüfusuna ve Türkiye’nin İran ekonomisine destek verme ihtiyacına dikkat çekti.

 

14. Cohen, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) yetkilileriyle bir araya gelerek yukarıdaki konuları değerlendirdi. BDDK, Türkiye’nin FATF düzenlemelerine uyma ve çalışmaları genişletme çabalarının altını çizdi. BDDK yetkilileri banka denetleme sürecinin ve Türkiye’deki tüm bankaların verilerinin ana hatlarını ortaya koydu. Yetkililer Cohen’in bütün söylediklerini not aldı ve xxxxxxx’e aktarma sözü verdi. İran’ın yasadışı faaliyetleriyle ilgili spesifik örneklere cevaben BDDK yetkilileri bu bilgileri kurumun Uygulama Birimi’ne aktaracaklarını ve bulabildikleri her türlü bilgiyle cevap vereceklerini söyledi. Bank Mellat’ın faaliyetleriyle ilgili olarak BDDK yetkilileri bankanın bankacılık sektöründe çok küçük bir yer edindiğini söyledi. Mellat çoğunlukla Türkiye’deki şubeleri üzerinden ticaret işlemleri yürüyor ve yılda dört kez dışarıdan denetçiler tarafından denetleniyor.

 

----ooo----

 

TARİH: 20 Ocak 2010

 

BELGE NO: 10ANKARA87

 

GÖNDEREN MAKAM: ABD Ankara Büyükelçiliği

 

SINIFLANDIRMA: Confidential

 

KONU: Ankara’nın yeni dış politikasının altında ne yatıyor

 

GİRİŞ/YORUM

1. Son zamanlarda yüksek mevkilerde ve uluslararası basında Türkiye’nin yeni ve fazlasıyla aktivist dış politikasıyla ilgili çok şey konuşuluyor. Bu Politika hem daha önceki hükümetlerin yaklaşımlarından hem de AKP rejiminin Gazze/Davos olaylarından ve Ahmet Davutoğlu’nun Nisan’da Dışişleri Bakanı olmasından önceki yaklaşımlara göre büyük farklılık taşıyor. Bazı yorumlar umutlu ancak ABD’deki birçok uzman ve köşe yazarı dahil birçok insan kaygılarını dile getiriyor. AKP dış politikası hem bağımsız aktivizm isteği hem de daha İslami bir eğilimle belirleniyor. Açıkçası, rasyonel ulusal çıkarlar, özellikle de ticaret fırsatları ve istikrar kaygıları da belirleyici faktörler arasında. Önümüzdeki aylarda karşımıza çıkacak önemli sorunlar arasında Türkiye-İsrail ilişkileri, Ermenistan protokollerinin geleceği ve Türkiye’nin İran’la ilgili duruşu var.

 

2. Bütün bunlar Türkiye’nin dış politikasında İslamcı dünyaya ve Müslüman geleneğine daha fazla odaklandığı anlamına mı geliyor? Kesinlikle. Peki bütün bunlar Türkiye’nin geleneksel Batı yanlısı tutumunu ya da bizimle işbirliği yapma isteğini “terk ettiği” ya da terk etmek istediği anlamına mu geliyor? Kesinlikle hayır. Sonuçta gördüklerimizin çoğunluğu nüfusu tarafından desteklenen bir Türkiye’yle yaşamak zorunda kalacağız. Bu da daha konu bazında bir yaklaşım ve Türkiye’nin çoğu zaman kendi yoluna gideceği gerçeğinin kabullenilmesini gerektiriyor. Her durumda, er ya da geç, yıkıcı tavırlar ya da söylemler konusunda özel bir iştiyakı olan şimdiki siyasi liderlerle uğraşmak zorunda kalmayacağız. Ancak ufukta daha iyi bir isim görmüyoruz. Dahası Türkiye dünya standartlarında “Batılı” kurumlar, yetkinlikler ve yönelimle Ortadoğulu kültür ve dinin karmaşık bir birlikteliği olmaya devam edecek.

 

POLİTİKANIN BİLEŞENLERİ

 

 “Geleneksel Batılı”

3. Bugün Türk politikası “geleneksel Batılı” yönelim, tavırlar ve çıkarlar ile yeni hareket felsefeleriyle alakalı “sıfır sorun” ve “yeni Osmanlıcılık” prensiplerinin karışımından oluşuyor. Geleneksel kısım Türkiye’nin dış politikasının çekirdeğini oluşturuyor ve Batı’yla işbirliği ve bütünleşmeye odaklanıyor. “Bildiğimiz Türkiye” büyük oranda geçerliliğini koruyor.

 

4. Avrupa yatırım ve ticaret açılarından bakıldığında Türkiye’nin açık ara en önemli ekonomik ortağı. NATO da Türkiye için hem çok temel hem de çok saygı görüyor. (Not: Türkiye’de yapılan bir anket nüfusun “sadece” üçte birinin NATO’nun Türkiye’nin güvenliği için önemli olduğunu söylüyor. Birçok ankette Türkler yabancıların varlığı ya da yabancılarla ilişkiler konusunda çok büyük oranda olumsuz görüşler taşıyor. Ancak NATO’ya verilen desteğin geçtiğimiz onyılda yarıya indiğini düşünürsek bu konuda çok fazla umutlu olmamalıyız.) Son olarak, AKP liderleri de Ortadoğu ve başka yerlerdeki etkileyiciliklerinin büyük oranda Batı kulüplerindeki üyeliklerine bağlı olduğunu biliyor.

 

“Türkiye’nin Komşularıyla Sıfır Sorun”

5. Ancak bu Türkiye kendisini “post-modernleştirmeye” çalışıyor. AKP’nin çabalarının odaklandığı en önemli alanlardan bir tanesi Türkiye’nin “yakın çevresi” ile sorunlarının çözülmesi. Bu çaba Türkiye’nin geleneksel “donmuş sorunların” olduğu gibi bırakılması stratejisiyle çelişiyor ve ABD ile Avrupa’nın çıkarlarına daha fazla hizmet ediyor. Türkiye’nin AKP altındaki girişimlerinin listesi çok etkileyici.

 

6. Bu yeni yaklaşım takdire şayan olsa da, rahatsız edici bir nokta da var. Pratikte bu girişimlerin çok azından gerçek bir sonuç elde edilebildi. Türkiye’nin dünyanın en zorlu aktörlerinden bir kısmıyla uğraştığı ve içeride daha fazla taviz vermesi yönünde sert bir muhalefetle karşılaştığı doğru, ancak bunun kanıtları henüz ortaya çıkmadı.

 

“Yeni Osmanlıcılık”

7. Türkiye’nin çıkarları ve bölgesel istikrar için Ortadoğu’yla kültürel ve dini bağlarını kullanıyor olması AKP ile gelen bir durum değil ancak parti bu politikaya daha fazla öncelik vermeye başladı. Bu da kısmen partinin, liderleri Erdoğan, Gül ve Davutoğlu dahil İslami yöneliminden kaynaklanıyor. Dahası AKP’nin bölgeyi herkesten daha iyi anladığı yönündeki sürekli iddiaları Yeni Osmanlıcılık suçlamalarına neden oldu. Davutoğlu bunu reddetmedi, aksine kabullendi. Balkanlarda yaptığı konuşma da bunun en güzel örneğiydi.

 

8. Bu sözler Balkanlarda söylenmiş olsa da etkisi büyük oranda Ortadoğu’da oldu. Davutoğlu’nun teorisi buralardaki rejimlerinin büyük bir çoğunluğunun demokratik ve meşru olmadığı yönünde. Türkiye Ortadoğuluların ekonomik başarısı ve gücüne duyduğu iddia edilen hayranlık üzerinden bu halkın çıkarları için ayağa kalkıp “Arap sokakları”ndaki rejimlerle diyalog kurmaya hazır.

 

DEĞİŞİM NEDEN YAŞANDI?

 

9. AKP liderlerinin kişisel görüşleri dışında Türkiye’nin dış politikasındaki değişimleri açıklayan çeşitli faktörler:

 

n    İslamlaşma: Türkiye’de dindarlık, diğer bütün Müslüman toplumlarda olduğu gibi, geçtiğimiz yıllarda arttı. AKP bu durumu hem teşvik ediyor hem de fayda sağlıyor. Ancak Türkiye’deki muhalefet AKP’yi öfkelendiriyor ve daha “İslami” ya da “Ortadoğulu” bir dış politika AKP’nin tabanı için bir alternatif sunuyor.

 

n    Başarı: Sorunlarına karşılık, Türkiye son 50 yılda bir başarı hikayesi haline geldi. Bu durumun yanında bölgedeki diğer ülkelere kıyasla yaşadığı sıra dışı güvenlik durumu ve demokratik sistemi bölgesel hatta küresel meselelerde daha aktif ve daha bağımsız bir liderlik rolünü destekliyor.

 

n    Ekonomi: Türkiye’nin başarısının sırlarından biri ticaret ve teknolojinin tetiklediği ekonomik büyüme. Bu büyüme büyük oranda AB’yle girilen gümrük birliğinin bir sonucu. Ancak Türkiye yeni piyasalar arayışında.

 

n    Sivillerin yükselişi: Bir dizi karmaşık skandalın yanında Erdoğan’ın siyasi başarısı Türkiye’de Genelkurmay’ının ülkenin dış politikasının belirlenmesinde çok daha küçük bir rol oynadığı anlamına geliyor.

 

n    AB ile ilgili hayal kırıklığı: Hem kamuoyunda hem de elitlerin gözünde, AB üyeliğiyle ve birliğin değeriyle ilgili karamsarlık artıyor.  

 

n    Batı çıpasının daha göreceli bir hale gelmesi.

 

DAVUTOĞLU MEMNUNİYETSİZLİKLERİ

 

10. AKP’nin uluslararası ilişkilere yeni yaklaşımı Türkiye’nin içinden ve dışından karışık tepkiler alıyor. Bu AKP’nin göreceli popülerliğiyle ilgili ana faktörlerden biri değil ancak bu politikanın birçok öğesi seçmenlere çekici geliyor. Gazze’den sonra İsrail’i eleştirmek çok popüler, Türkiye’nin İran’la ilgili göreceli yumuşak tavrı da dar da olsa bir kitle üzerinde etkili.

 

11. Ancak Türkiye’deki batılılaşmış elitin içinden birçok insan İslami diyalogu AKP’nin Yürk toplumunu İslamlaştırmak istediği iddialarının bir kanıtı olarak görülüyor ve ülkenin Batılı özelliklerini kaybettiğinden şikayet ediliyor. Ülkedeki milliyetçiler AKP’yi çeşitli konularda fazla taviz vermekle eleştirirken, ana muhalefet partisi de benzer eleştirilerin yanına “Batı’nın terk edilmesi”ni ekliyor.

 

12. Ancak Erdoğan’ın dış politikası en çok AB içinde tepki görüyor. Avrupa’nın Türkiye’nin “yeni yönü”ne yönelik öfkesi bir noktaya kadar Türkiye’yi yabancı karşıtlığıyla puan kazanmakla suçlamak için bahane olarak kullanılıyor. Ancak Avrupa’da geçtiğimiz yıl Rasmussen’in NATO Genel Sekreteri olması sırasında kendini iyice gösteren büyük bir kaygı var. Erdoğan’ın politika yönelimleri sadece İslam ve Hıristiyanlık arasındaki çatışma değil, Avrupa ile Ortadoğu arasında bir karışma yaşanması korkularını da canlandırıyor. Davutoğlu ve diğerleri Türkiye’nin bir Ortadoğulu güç olarak Avrupa için daha çekici olacağını ve AB’ye Türkiye üzerinden yeni bir dış politika “pazarı” sağlayacağını savunuyor. Avrupa’da Fransa dahil bazı kesimler bu fikirle ilgileniyor gibi görünse de çok fazla destek olduğunu söylemek zor.

 

13. Son olarak bütün eski Osmanlılar Türkiye’nin bölgeye dönüşünü desteklemiyor. Ancak er ya da geç Türkiye sonuç üretmek, risk almak, gerçek kaynak kullanmak, zorlu kararlar almak zorunda kalacak.

 

BİZİM İÇİN SORUN

 

14. Türkiye’nin yeni dış politikası bizim için karışık bir torba. Bölgedeki ağır topların yükümüzü paylaşması çok uzun zamandır istediğimiz bir şeydi ancak bu ciddi anlamda kontrol kaybını da beraberinde getiriyor. Ancak bizim için çok önemli olan birçok konuda Türkiye bizim çok önemli bir müttefikimiz ve İncirlik ile Habur ve Türkiye’nin havasahasını kullanma hakkımız vazgeçilemez.

 

15. Bununla birlikte bu konular iki sorunu da beraberinde getiriyor. En azından Türklerin gözünde ABD bu karmaşık meselelerde, Türkler ne yaparsa yapsın “Türkiye’yi suçlayalım” yaklaşımı güdüyor. İkincisi Türkiye bu fırsatları değerlendirirken defalarca başını derde soktu.

 

16. ABD için en büyük stratejik problem Türklerin Balkanlar ve Ortadoğu’daki yeni Osmanlıcı duruşu. Bu durumun bir kısmı yapıdan kaynaklanıyor. Başarılarına ve göreceli gücüne karşılık Türkler ABD’yle ve diğer bölgesel liderlerle eşit şartlarda yarışmıyor. Rolls Royce hedefleri ve Rover kaynaklarıyla, Türklerin kendilerini savunmasını isteyecek bir güçsüz tarafa ihtiyacı var.

 

17. Bu durum bu güne kadar özellikle Balkanlarda ve Ortadoğu’da yürütülebilir bir haldeydi ancak İsrail-Türkiye ilişkileri ciddi zarar gördü. Eğer Türkler Suriye’yi İran’dan uzaklaştırma niyetinde ciddiyse ve eğer gerçekten başarılı olmaya başlarlarsa bu hepimizin çıkarına olacaktır.

 

----ooo----

 

TARİH: 03 Kasım 2009

 

BELGE NO: 09ANKARA1583
 
GÖNDEREN MAKAM: ABD Ankara Büyükelçiliği
 
SINIFLANDIRMA: Confidential
 
KONU: İran konusunda Erdoğan'ı geri döndürme çalışmaları

 

1. Özet: Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Sinirlioğlu ile 21 Ekim'de biraraya gelen Büyükelçi (James Jeffrey), Başbakan Erdoğan'ın kısa bir süre önce İran'ın nükleer silah yapmaya çalıştığı yönündeki uluslararası toplumun iddiaları hakkında yaptığı değerlendirmede iddiaları "dedikodu" olarak nitelendirmesine itiraz etti. Büyükelçi, Washington'da 7 Aralık'ta yapılacak Erdoğan-Obama görüşmesinin en önemli gündem maddesinin İran olacağının altını çizdi.

 

Erdoğan'ın aksine Cumhurbaşkanı Gül, 2 Kasım'da yaptığı açıklamada İran'ın UAEA denetçilerine açık davranması gerektiğini söyledi. Gül ve diğer üst düzey Türk bürokratlardan Erdoğan'ın İran'ın nükleer faaliyetlerini zarar verici şekilde savunmasına engel olmalarını isteyeceğiz. Özetin sonu

 

2. Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Sinirlioğlu ile 21 Ekim'de biraraya gelen Büyükelçi (James Jeffrey), Başbakan Erdoğan'ın kısa bir süre önce İran'ın nükleer silah yapmaya çalıştığı yönündeki uluslararası toplumun iddiaları hakkında yaptığı değerlendirmede iddiaları "dedikodu" olarak nitelendirmesine itirazlarını yöneltti.

 

Büyükelçi, elinde Başkan Obama'nın Pittsburgh Zirvesi'nde Irak'ın nükleer amaçlarını kınadığı açıklamasının bir kopyasını tutarak, Erdoğan'ın bahsettiği "dedikodunun bu olup olmadığını" sordu. Büyükelçi, Erdoğan'ın açıklamasının Türkiye'yi uluslararası eleştirilere açık hale getirdiğinin altını çizdi.

 

Bununla birlikte Erdoğan'ın bu tutumu, İranlıların kendilerine karşısında olan uluslararası görüş birliğinin zayıflamaya başladığını düşünmelerine yol açıyor. Büyükelçi, Sinirlioğlu'na Washington'ın artık İran'ın bölgesel barış istikrarına yönelttiği güçlü tehdidi savuşturma konusunda Türkiye'ye hala güvenip güvenemeyeceğini sorgulamaya başladığı uyarısında bulundu.

 

3. Sinirlioğlu, Erdoğan'ın "dedikodu" sözcüğünü kullanıp kullanmadığının henüz teyit edilmiş bir bilgi olmadığını ima ederek, Türk hükümetinin "P5+1 sürecine tam destek verdiğini" öne sürdü. Ayrıca Başbakan'ın bölgede nükleer silahlara karşı çıkılması konusunda önderlik ettiğine dikkat çekti.

 

Erdoğan'ın üslubunun nükleer silah karşıtı mesajını daha iyi verebilmek amacıyla Ortadoğu sokaklarında güvenilirliğini artırmak için kullandığı bir taktik olduğunu ifade etti. Sinirlioğlu, her ne kadar "yaptırımlara inanmıyor olsa da", Türkiye'nin Güvenlik Konseyi'ndeki "görüş birliğine destek" vereceğini söyledi.

 

Büyükelçi de bu değerlendirmeye 7 Aralık'ta Washington'da yapılacak olan Erdoğan ile Obama görüşmesinin en önemli gündem maddesinin İran olacağını söyleyerek yanıt verdi.

 

4. Erdoğan'ın sözlerine tezat oluşturan bir şekilde 2 Kasım'da Cumhurbaşkanı Gül, Türkiye'nin hem bölgesinde hem de dünyada ve "özellikle de komşu ülkelerde" nükleer silahlara karşı olduğunu söyledi.
 
5. Yorum: Erdoğan'ın son dönemde İran'ın nükleer programıyla ilgili son dönemde yaptığı değerlendirmeler, Tahran'ın uluslararası toplumun iradesine karşı direnişini destekler nitelikte.

 

Erdoğan "iyi" bir Washington ziyareti geçirmek istiyor ve bizim de Erdoğan'ı uluslararası toplumun İran konusundaki uzlaşmasına çekebilmek için kullanacağımız güdü de bu olacak.

 

Ayrıca hem Erdoğan'ın üst düzey bürokratlarına hem de bir fırsat olduğu zaman Cumhurbaşkanı Gül'e, İran konusunda Erdoğan'ı dizginlemelerinin çıkarlarına olacağının altını çizeceğiz.

 

----ooo----

 

TARİH: 30 Aralık 2004

 

BELGE NO: 04ANKARA7211

 

GÖNDEREN MAKAM: ABD Ankara Büyükelçiliği

 

SINIFLANDIRMA: Secret

 

KONU: İktidardaki iki yılın ardından Erdoğan ve AK Parti: Kendilerine, Türkiye'ye ve Avrupa'ya hakim olmaya çalışıyor

 

Özet: Şu anda yaşayabilir bir alternatif olmaması ve siyaset sahnesine hakim olan hantallık nedeniyle Başbakan Erdoğan ve partisi AK Parti iktidara güçlü bir şekilde hakim olmuş görünüyor. Yine de açık bir toplumun temel ilkelerini başarılı bir şekilde kucaklamak, AB uyumunu devam ettirmek ve ABD'nin temel çıkarlarıyla uyumlu dış politika uygulamak istiyorlarsa Erdoğan ve partisinin önünde devasa zorluklar bulunuyor.

 

Erdoğan, yarı profesyonel bir futbol oyuncusu çalımıyla ve yalaka danışman grubuyla 16-17 Aralık'ta AB'nin iktidar koridorlarında yürürken, Avrupa’da yılın lideri olmaya güçlü bir aday gibi görünüyordu. Önümüzdeki 10 yıl içinde hesaba katılması gereken bölgesel bir lider, Türkiye'nin AB ile katılım müzakerelerini sağlayan, Türkiye'nin 30 yıldır donmuş durumda olan Kıbrıs politikasını kıran, parlamentodan insan hakları alanında önemli reformların geçmesini sağlayan isim. Bir yandan oldukça güçlü bir hitabete sahipken, diğer yandan da halk arasında oldukça tutulan kurban rolünü oynayabiliyor.

 

Özetle, Erdoğan yenilemez görülüyor. Peki öyle mi? ABD ile ilişkilerde Türk tarafından gelmesi gereken liderliği ve ivmeyi vermek istiyor mu?

 

Erdoğan, Parlamento'nun üçte ikisine sahip. Siyaset sahnesinde güçlü bir hitabeti olan ve ülkenin çoğunluğunun yaşadığı orta bölgelerdeki sosyal sorunlara parmak basan Erdoğan'a ciddi bir alternatif bulunmuyor. Bu etkenler öngörülebilir bir zaman içerisinde de devam edecek gibi görünüyor.

 

Yine de Erdoğan ve AKP, üç alanda önemli siyasi zorluklarla karşı karşıya: dış politika (AB, Irak, Kıbrıs); kaliteli ve sürdürülebilir liderlik ve yönetim; ve dünyayla daha geniş bir şekilde entegre olmuş açık ve refah düzeyi yüksek bir toplumun oluşturulması konusundaki temel soruların çözülmesi (dinin yeri, kimlik ve tarih, hukukun üstünlüğü)

 

AB

 

Erdoğan siyasi olarak ayakta kalabilmesini AB'den müzakere tarihi almaya bağladı. Ancak AB'den tarih almanın yarattığı heyecanın 48 saat içinde sönmesiyle Erdoğan'ın siyaseten hayatta kalma mücadelesi ve önündeki görevlerin de zorluğu iyice ortaya çıktı.

 

Bizim için asıl önemli olan birçok kontağımızın bize Türkiye'de AB'nin kabul etmeyeceğine yönelik kuşkular nedeniyle AB'ye katılımla ilgili kendine güven eksikliği bulunduğunu söylemesi.

 

AKP içindeki hava da daha parlak değil. Dışişleri Bakanı Gül'ün danışmanlarından birisi İngiliz bir diplomata 17 Aralık'a giden süreçte AB'nin tutarsızlığının Türkiye'nin duygularını ne kadar incittiğini aktarmış. Gül, Zirve öncesi süreçte kamuoyu önünde Erdoğan'a göre daha sert bir tutum takındı. Akşam'ın Ankara büro şefi Nuray Başaran'a göre, Brüksel'de Erdoğan ile Gül arasında gözle görülür bir gerilim vardı. Başaran ayrıca, 17 Aralık'ta görüşmeler tıkanmaya doğru gittiği sırada Erdoğan'ın danışmanlarına Putin'in danışmanlarından telefon geldiğini ve Türkiye'nin masadan kalkmasını önerdiklerini söyledi. Başaran'a göre, bazı danışmanları da Erdoğan'a benzer tavsiyelerde bulundu.

 

AKP'nin parti içinde tutarlılığının ve şeffaflığının olmaması, AB üyeliğini isteme konusunda da muğlak ve karışık bir tavrın ortaya çıkmasına neden oluyor. Bazıları, bu süreci Türk ordusunu ve kuru Kemalizm'in "laiklik" artıklarını dışlamanın bir yolu olarak görüyor. Türk İslam sentezinin savunucuları arasında çok nadir olarak açıkça konuşulan ancak genel olarak inanılan bir olgudan bahsedildiğini de gördük. AKP'nin ana düşünce kuruluşunun toplantısındaki bir katılımcı, Türkiye'nin rolünün İslam’ı Avrupa'ya yaymak, "Endülüs'ü geri almak ve 1683 Viyana kuşatmasındaki yenilginin intikamını almak" olduğunu söyledi.

 

Bu düşünce tarzı, Dışişleri Bakanı Gül ve çalışma arkadaşı Başbakan'ın dış politika baş danışmanı Ahmet Davutoğlu'nun politikalarının arkasındaki mantıkla paralellik taşıyor. AKP'nin daha dindar olan kanadı ise AB'yi bir Hıristiyan Kulübü olarak görüyor. AKP'nin önde gelen isimlerinden Sadullah Ergin'in kısa bir süre önce bize itiraf ettiği gibi, "Eğer AB evet derse kısa bir ümit doğurur. Ancak AKP için esas zor süreç ondan sonra başlar. Eğer AB hayır derse o zaman işin başında zorluk olur ama uzun vadede her şey bizim için daha kolay olur.”

 

Diğer yandan hükümetin AB uyum sürecinde bakanlıklara İngilizce veya diğer AB dillerini bilen elemanlar aldığı bildiriliyor. Eğer hükümet, AKP'nin kamuya eleman alımında hakim olan "bizden birisi" yani Sünni cemaatlerden ve yakın çevreden gelenleri alırsa yeterlilik konusunda sorun çıkabilir. Eğer yeterlilik kıstasına göre eleman alımı yaparsa o zaman yeni işe girenler AKP'nin daha önce işe aldığı kişilere karşı tepki duyabilirler.

 

AKP liderliği ve yönetimi hakkındaki sorular

 

Erdoğan'ın ve AKP'nin adil ve uzun süreli reformlar gerçekleştirmesini veya ABD için önem taşıyan konularda zamanında ve olumlu karar alabilmesini olumsuz etkileyen bazı etkenler varlığını sürdürüyor.

 

Bunlardan ilki Erdoğan'ın karakteri. Anadolu'da yaptığımız temaslarda, Erdoğan'ın mutlak güç ve gücün maddi çıkarlarına duyduğu açlığın halk arasındaki popülaritesini etkilemeye başladığını gördük.

 

Parti içinde ise Erdoğan'ın güce duyduğu iştah, sert bir otoriter tarz ve diğerlerine karşı derin bir güvensizlik olarak kendini gösteriyor. Erdoğan ve eşi Emine'nin eski bir dini danışmanı, "Tayyip Bey Allah'a inanır ama güvenmez" dedi.

 

Kendisini dalkavuk (ama kibirli) danışmanlardan oluşan demir bir halkayla çeviren Erdoğan, kendisini izole ettiği için güvenilir bilgi alamıyor ve ABD'nin Tel Afer, Felluce ve diğer yerlerdeki operasyonlarının bağlamını ve hakikatlerini göremiyor. Erdoğan üzerinde İslamcı görüşün etkisini anlatmak için muhafazakar Savunma Bakanı Gönül, kısa bir süre önce bize Gül'ün yakın çalışma arkadaşı Davutoğlu'nu "aşırı tehlikeli" olarak tanımladı. Bakanlardan milletvekillerine ve partinin entellektüel isimlerine kadar AKP içindeki bütün kontaklarımız Erdoğan'ın diğer dış politika danışmanlarını (Cüneyd Zapsu, Egemen Bağış, Ömer Çelik, Mücahit Arslan ve özel kalem müdürü Hikmet Bulduk) yetersiz, bilgisiz ve yolsuzluğa karışmış olarak nitelendiriyor.

 

Erdoğan'ın pragmatik yaklaşımı kendisinin işine yarasa da vizyon eksikliği var. Kendisi ve Gül ile diğer üst düzey AKP yöneticileri de dahil olmak üzere AKP'deki danışmanları analitik derinlikten yoksun. Düşük kalitedeki istihbaratlara ve basındaki dezenformasyonlara güveniyor. Dar dünya görüşü ve Sünni kardeşlik ile cemaat geçmişinden gelen temkinli yaklaşımı nedeniyle halkla ilişkiler sorumluluklarını tam olarak yerine getiremiyor. Erdoğan (ve Gül de dahil olmak üzere etrafındakiler), hem içeride hem de dışarıda uyumlu ve uygulanabilir politikalar uygulamalarını engelleyen Sünni önyargılara ve duygusal tepkilere sahip.

 

2002 seçimlerinin kampanya döneminde AKP'ye en önemli mali desteği sağlayan İslami çevrelerde etkili işadamlarını kapsayan MÜSİAD'ın, Erdoğan'a yaklaşılamamasından rahatsızlık duyduğunu anlıyoruz.

 

Etkili İslami cemaat Fethullah Gülen içinden bize bilgi aktaran yayımcı Abdurrahman Çelik gibi söylediklerine bakarsak, AKP içinde (Adalet Bakanı Çiçek, Kültür Bakanı Mumcu ve yaklaşık 368 milletvekilinin 60-80'inin bağlı olduğu) temsilcisi bulunan cemaatin, Erdoğan ve AKP'ye yönelik ilk başta sürdürdüğü kararsız tutuma geri döndüğünü görüyoruz.

 

İkinci mesele AKP'nin koalisyon yapısı, Erdoğan'ın güvendiği bakan sayısının sınırlı olması ve başta Gül ve zaman zaman da Çiçek olmak üzere Erdoğan'ı zayıflatmak için bazı bakanların çaba göstermesi. AKP'de hiç kimse Erdoğan'ın halk arasındaki popülaritesine yaklaşamıyor. Ancak, Gül'ün AKP içinde ve hatta yabancı konuklara (örneğin İsrail Başbakan Yardımcısı Olmert) karşı Erdoğan'ın görüşlerini eleştirmeye hazır olması ve ABD'nin Irak politikasını ya da AB'nin Kıbrıs politikasını sert bir şekilde eleştirerek Erdoğan'ın manevra alanını daraltması, Erdoğan'ın sürekli olarak bir gözünün arkada kalmasına ve ABD ile Türkiye arasındaki ilişkilerin iyi olmasına muhalif görüşler dile getirerek kendini ispatlamaya çalışmasına neden oluyor.

 

Üçüncü konu ise yolsuzluk. AKP, yolsuzluğu ortadan kaldırma sözü vererek iktidara geldi. AKP, yolsuzluğu ortadan kaldıracağını söyleyerek iktidara geldi. Ancak, AKP içinden giderek daha fazla sayıda kişi vize bakanların akrabaları arasında hem ulusal hem bölgesel hem de yerel düzeyde çıkar çatışmalarının ya da ciddi yolsuzlukların olduğunu söylüyor. İki kontağımızdan Erdoğan'ın İsviçre bankalarında sekiz hesabının olduğunu öğrendik. Erdoğan'ın zenginliğinin kaynağı için oğlunun düğününde takılan takılarını göstermesi ve bir Türk işadamının sadece fedakarlık amacıyla çocuklarının okul masraflarını karşıladığı yönündeki açıklamaları yavan kalıyor.

 

Bize verilen bilgilere göre yolsuzluğa bulaştıkları bilinen isimler arasında İçişleri Bakanı Abdullah Aksu, Dış Ticaret Bakanı Kürşad Tüzmen ve AKP İstanbul İl Başkanı Müezzinoğlu yer alıyor.

 

Dördüncü olarak da Erdoğan'ın ve AKP'nin bürokraside, partide ve partinin belediye başkanı adayları için belirlediği isimlerin düşük kaliteli olması. Savunma Bakanı Gönül, Gümrük Müsteşarı Nevzat Saygılıoğlu ve Orman eski Genel Müdürü Abdurrahman Sağkaya gibi üst düzey kariyerli görevliler, Ömer Çelik gibi yetersiz, önyargılı ve cahil isimlerin üst düzey görevlere getirilmesinden dolayı duydukları şaşkınlığı ve memnuniyetsizliği bize ilettiler.

 

İKİ BÜYÜK SORU

Türkiye'de yaşandığı biçimiyle İslam, zayıflamış, iki yüzlülükle delik deşik olmuş, diğer dinlerin Türkiye varlığına karşı bilgisiz ve hoşgörüsüz olmasının yanı sıra dini Batı karşıtı bir biçimde siyasileştirmek isteyenleri dışarıda bırakma yetisinden yoksun.

 

Bu sorun, Gül gibi siyasilerin İslam’ı siyasileştirmeye çalışma niyetleriyle birleşiyor. Türkiye, İslam’ın insancıl bir türünün buraya yerleşmesini sağlayana kadar, Türkiye'de İslam sorunlu bir savunma gücü, aşırı derecede iki yüzlü ve açık toplumun zorluklarıyla mücadele etmeye niyeti olmayan bir olgu olarak kalacak.

 

İkinci soru ise Türkiye'nin ve vatandaşlarının hem bu toprakların hem de bireylerin kendi tarihini aktarımıyla ilgili. Keskin tabulara, inkara, korkulara ve zorunlu büyük çarpıtmalara tabi olan tarih çalışmaları ve tarihle ilgili uygulamalar, eski bir Sovyet akademik şakasına benziyor: Üst düzey bir parti yetkilisi ideolojik konuşmasında tehditler savurduktan sonra, "Gelecek belirsiz. Değişen tek şey ise geçmiştir" der.

 

AKP içinden bazı isimler, sayıları yalnızca bir avuç olan dışarıdakilere tarihle ilgili tartışmalarda katılıyor ve bunlar ilham verici adımlar. Ancak ilerleyen süreçte eğitim sisteminin kapsamlı bir şekilde elden geçirilmesi, hukukun üstünlüğünün kabul edilmesi ve birey ile devlet arasındaki ilişkinin en temelden yeniden tanımlanması gerekiyor. Anadolulu büyük Alevi ozan Aşık Veysel'in dediği gibi bu, "uzun ince bir yol."

 

----ooo----

 

TARİH: 16 Şubat 2010

 

BELGE NO: 10ANKARA251

 

GÖNDEREN MAKAM: ABD Ankara Büyükelçiliği

 

SINIFLANDIRMA: Secret

 

KONU: ABD Savunma Bakanı Robert Gates’in, Türk meslektaşı Vecdi Gönül ile görüşmesi

 

1. ÖZET: ABD Savunma Bakanı Robert Gates, 6 Şubat 2010’da Ankara’da yaptığı karşılıklı görüşmelerde, Türkiye Savunma Bakanı Vecdi Gönül ve Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ ile ayrı görüşmelerde bir araya geldi. Gates, Afganistan ve Pakistan’daki katkıları için Gönül ve Başbuğ’a teşekkürlerini sundu. Gönül, Türkiye’nin NATO’nun Müslüman bir üyesi olarak Afganistan’da üstlendiği rolün önemine değinirken, Başbuğ, Afganistan Ulusal güvenlik Güçleri’nin eğitiminde ve Pakistan Silahlı Kuvvetleri’ne verilen destekte Türkiye’nin verdiği desteği övdü.Gates ve Gönül Türkiye’nin Avrupa füze kalkanı sistemindeki rolünün önemine değindi. PKK ile mücadelede ise Gates ve Başbuğ ileride atılacak adımlarda Irakla yapılan işbirliğinin oynadığı öneme değindi. Gates, Gönül’e askeri kapasitesinin artırılması adına fırsatları ve Sikorsky helikopterleriyle Raytheon Patriot PAC-3 sistemlerini tercih edilmesiyle ekonomik avantaj elde edileceğini vurguladı.

 

Karşılıklı İlişki

2. Gates’in ziyaretinin önemine değinen Savunma Bakanı Gönül, ziyaretin Aralık ayında Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Washington’da ABD Başkanı Barack Obama’yla bir araya gelişini takip ettiğini belirtti. Gönül ikili ilişkilerin önemini belirtti ve Türk-ABD dayanışmasının Kore Savaşı’yla başlayıp Afganistan’da devam ettiğini ifade etti. Gates, Türkiye’nin birçok Avrupa ülkesi tarafından bir müttefik olarak küçümsendiğini söyledi.

 

Afganistan

3. Her iki görüşmede Gates, Türkiye’nin Afganistan’da verdiği katkılar, İncirlik hava üssünü aracılığıyla erişim sağladığı ve Afganistan’a öldürücü olmayan malların aktarılmasına hava sahasının kullanılmasına izin verdiği için minnettarlığını iletti. Türkiye’nin Uluslararası Güvenlik Yardım Kuvveti’ne (ISAF) katkılarını belirten Başbuğ, “Elinizden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyoruz” dedi. Başbuğ, Taliban’a karşı verilen mücadelenin en zor kısmının, gerçek Taliban ile Taliban’a sadece yardım eden veya destekleyenler veya Taliban’dan ayrı yerel kuvvetlerin ayırt edilmesi olduğunu belirtti.Başbuğ, bütünleşme stratejisi izlenerek NATO’nun, Taliban sempatizanlarını yanına çekebileceğini belirtti.

 

4. Gönül, Türkiye’nin ortak İslami baplar dolayısıyla Afganistan halkıyla “özel bir bağı” olduğunu belirtti. Türkiye’nin ISAF’ta yer alması, Taliban’ın İslam’ı çabalarını ideolojik açıdan haklı gösterme girişimlerini çürüttü. Gates ise ISAF’ta Müslüman bir ülkenin bulunmasının, savaşın “İslam’a karşı verilen” değil, “İslam’ı saptırmaya çalışanlara verilen” yüzünü gösterdiğini belirtti.

 

5. Afganistan’daki gelişmeler hakkında olumlu beklentileri olan Başbuğ, General Stanley McChrystal’ın NATO konferansında yaptığı açıklamaların meslektaşlarına iyimserlik aşıladığını söyledi. Gates, McChrystal’ın, Afganistan’daki durumun ciddi ancak kötüye gitmediği yönündeki açıklamasını kabul ettiğini ancak kimsenin gelişmeleri abartmaması gerektiğini ifade etti. Afgan ve NATO bakanlarının beklentilerinin daha olumlu olduğunu ifade eden Gates, Afganistan Savunma Bakanı Abdürrahim Wardak’ın kendisine ilk defa Afganistan’da iyi bir sonuç alacaklarını umduğunu söylediğini belirtti.

 

6. Başbuğ, 18 Ocak’ta Kabil’de düzenlenen terör saldırılarının ciddi olduğunu ve Afganistan ordusunun karmaşık durumlara nasıl müdahale edilmesi konusunda “harika” bir örnek ortaya koyduğunu belirtti. Teröristlerin amaçlarına ulaşamadıkları saldırı girişiminde, dokuz terörist öldürüldü, ikisi de ele geçirildi. Saldırı sonrası operasyonların “iyimserlik oluşturduğunu” belirten Başbuğ, Afgan ordusunun savaşa daha motive, daha disiplinli ve daha hazır olduğunu söyledi. Başbuğ ardından, Türkiye’nin hem Türk topraklarında, hem de Afganistan’da vereceği birlik eğitimi için planlarını değerlendirdi. Şu ana kadar üç birlik eğittiklerini söyleyen Başbuğ, Kabil’de bir tabur eğitim merkezi açabileceklerini belirtti.

 

Pakistan

7. Pakistan’dan da söz eden Başbuğ, Ekim ayında Genelkurmay Başkanı General Kayani’nin ziyaretine değindi. Başbuğ, Svat eyaletine yaptığı ziyarette, bir önceki ziyaretine kıyasla sivil halkın geri döndüğü bölgenin güvenliğinin yüzde 100 artış gösterdiğini ve bunun Pakistan güçlerinin açık başarısını ortaya koyduğunu belirtti.

 

8. Başbuğ, Türkiye’nin Pakistan ordusu için özellikle lojistik ve donanım alanında verdiği desteğe değindi. Genel anlamda Pakistan’la ilişkilerin bazen zorlaşabildiğini belirten Başbuğ, askeri düzeyde işbirliğinin sıkı bir şekilde devam ettiğini söyledi.

 

Terörle mücadele

9. PKK’yla uzun yıllardan beri devam eden mücadeleye değinen Başbuğ, son bir yıl içinde örgütün önemli liderlerinin ortadan kaldırılmasıyla alınan başarıya, örgüt içindeki bölünmelere ve örgüt üyelerinin düşen morallerine dikkat çekti. Başbuğ, bu durumun 2007’den beri artan Türkiye-ABD işbirliği olduğunu söyledi ve ABD, Irak ve Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi’nden daha fazla destek istedi.

 

10. Türkiye’nin insansız hava aracı talebine yönelik konuşan Gates, bu satışı yapmak istediklerini ancak ilk olarak Kongre’nin satışı onaylaması gerektiğini belirtti. Ayrıca, Pentagon’un avcı uçaklara ek olarak daha fazla keşif yöntemi oluşturmak istediğini söyledi. Gates, Irak’ta başarılı olan uzun süreli görev yapabilen avcı uçaklarının geliştirilmesi için çalışıldığını ve 16-17 saat olan havada kalma sürelerinin 24 saate çıkarılmak istendiğini ifade etti.

 

11. Gates, Türkiye’nin Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi’yle olan diyalogunun çok önemli olduğunu belirtti. Gates, Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi lideri Mesud Barzani’ye, PKK’nın şiddeti bırakması için tekrar çağrı yaptıklarını söyledi. Başbuğ, PKK’ya karşı daha yapıcı bir adım atmak için Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi’yle olan diyalogun önemini doğruladı.

 

12. Başbuğ, PKK tehdidinin azaltılırken ABD’nin Irak’tan geri çekilmesinin bu başarısını zorlaştıracağını ifade etti. Başbuğ, ABD geri çekilmeden önce “sorunu çözümlemeleri” gerektiğini söyledi.

 

 

Füze savunması ve İran

13. Gönül, eski ABD yönetiminin kullandığı ve Türkiye’yi içermeyen yaklaşımın yerine yenilikçiliği öne çıkaran Aşamalı Uyarlanabilir yaklaşımın daha iyi olduğunu belirtti. Gates, Gönül’ün görüşünü destekledi ve Polonya ve Romanya’nın SM-3 füzelerini bulundurma anlaşmasını hatırlattı. Ardından Türkiye’de bir radar sistemi bulunmadan, ülkenin doğusundaki önemli bölgelerin sistemin kapsama alanının dışında kalacağını ifade etti.

 

14. Gönül, Gates’e radar konusundaki görüşmelerin hükümet içinde devam ettiğini belirtti.ABD’nin değerlendirdiği alternatif bölgeleri soran Gönül, Türkiye’nin radar sistemi yerleştirilmesi için en iyi ideal yerin Türkiye olduğunu tekrarladı.

 

15. İran konusunda, Gönül uranyum zenginleştirme programına değindi ve Ankara’nın “İran’ın ortaya koyduğu tehditten endişeli olduğunu”, ancak uluslararası toplumun henüz İran’ın nükleer silah programı yürüttüğüne dair kesin delili bulunmadığını ifade etti. Türkiye’nin İran’dan saldırı beklemediğini söyleyen Gönül, Tahran’ın, Ankara’nın Avrupalı müttefiklerine karşı oluşturduğu tehdidin bir hava savunması oluşturulması adına önemli olduğunu belirtti. (Yorum: İran’ın Avrupa’ya bir tehdit oluşturduğunun Gönül tarafından belirtilmesi, Türkiye'nin bu tür bir tehdidi reddeden geçmişteki açıklamalarından farklı). Gönül, füze savunma sisteminin sadece Türkiye’yi değil, tüm Avrupa’yı savunmak için tasarlanabileceğini ifade etti.

 

16. Gates, eğer İran nükleer silah programına devam ederse, bölgedeki diğer ülkelerin de silahlanmaya gidebileceği uyarısında bulundu. Ek olarak, İsrail’in bir noktadan sonra askeri müdahale kullanmaya karar verebileceğini ifade etti. Türkiye kaçınılmaz olarak bölgede çatışmaya katılmaktan kaçınamayacağı için, askeri olarak hazır olmak önem teşkil ediyor ve Ankara, uluslararası toplum İran’ın çabalarını durdurmaya gayret gösterse de, savunma sistemleri elde etmekte tereddüt etmemeli.

 

Satın alım avukatlığı

17. Gönül’le yaptığı görüşmede, Gates, Türkiye’nin ABD’li şirketlerle çalışmayı tercih ederek Sikorsky helikopterleri alarak askeri gücünü artırmasının yanında ekonomik açıdan tasarruf edeceğini belirtti. Gates, söz konusu teklifteki fırsatlardan ilkini, Sikorsky’nin Türkiye’de üretilecek ve satın alınacak her helikopter için ihraç edilecek ikinci bir helikopter üretileceği olarak açıkladı. Gates ek olarak Türkiye’ye modern donanım verileceğini ve ihracat gelirlerinde Türkiye’ye yüz milyonlarca dolarlık gelir getirebileceğini ifade etti. Gönül, ABD’nin ardından Türkiye’nin en çok Sikorsky helikopter alan ülke olduğunu ve 70 Sea Hawk helikopteri (ayrıca Boeing’den 14 tane CH-47 taşıma helikopteri) alacaklarını söyledi. Helikopter alımı teklifinin iki yıldan beri geçerli olduğunu belirten Gönül, ihale için yarışan İtalyan şirketlerin de bulunduğunu ancak Sikorsky’nin kazanma şansının yüksek olduğunu ifade etti.

 

18. İkinci bir fırsat Raytheon PAC-3 Patriot sistemlerinin beraber üretilmesini kapsıyor. Bu sistemlerin Körfez ülkeleri tarafından talep edilmesi, ihracat gelirlerinde yüz milyonlarca dolarlık getiri sağlayabilir. Gates, “PAC-3 ile kapasite olarak hiçbir şey mücadele edemez” yorumunda bulundu. Bu fırsatlar Türkiye’ye hem gücünü artırma, hem de iş olanağı yaratma imkanı bulurken gelir elde etme şansı sunuyor.

 

19. Gönül, yaşanan rekabetin şu an ABD, Rusya ve Çin arasında sürdüğünü ancak Fransa’nın Savunma Bakanı Herve Morin’in İstanbul’a işbirliği öneren anlaşmalar içeren bir teklif götürebileceğini belirtti. Gönül, bunun pahalı bir proje olduğunu ve PAC-3’le fazla bağlantısı bulunmadığını; doğru kararı vermek zorunda olduğunu söyledi. Gates, Raytheon sisteminin ABD kumanda ve kontrol sistemiyle diğer benzer sistemlerle bütünlük sağlaması açısından daha iyi bir tercih olduğunu belirtti.

 

Ortak Taarruz Uçağı Projesi

20. Gönül, Türkiye’nin Ortak Taarruz Uçağı Projesi’nde (JSF) yer almaktan mutlu olduğunu ve Türkiye’de tesis bulundurmanın kendisi için önemli olduğunu ifade etti. Gates, kısa süre önce yeniden yapılandırılan programın bu yüzden maliyet tahminlerinin daha gerçekçi olduğunu belirtti. Ancak, anlaşmacı taraflardan kaynaklanan gecikmelerden dolayı, takvimde yaklaşık bir yıl geri kalındı. Sonuç olarak, Gönül Türkiye’nin F-16 modernizasyonu programını dile getirdi ve son güncellemelerin, geçmişe kıyasla Türkiye’nin bilgisayar sistemlerine ve yazılım modifikasyonlarına erişimi engellemesinden duyduğu endişeyi ifade etti. Savunma Sanayi müsteşarı Yalçın Bayer, bu konuyu ABD Savunma Bakanlığı müsteşarı Ash Carter ile değerlendireceğini belirtti.

 

----ooo----

 

TARİH: 27 Şubat 2009

 

BELGE NO: 09ANKARA321

 

GÖNDEREN MAKAM: ABD Ankara Büyükelçiliği

 

SINIFLANDIRMA: Confidential

 

KONU: İran'la yapılan anlaşmalar Başbakan Erdoğan'ın arkadaşlarına yarıyor

 

1. 22 Şubat tarihinde yerel basın organları Türkiye ve İran'ın İran'dan gaz çıkaracak ve bu gazı Türkiye'ye ve Avrupa'ya Türkiye'ye taşıyacak bir boru hattı inşa edecek bir ortak girişim şirketi kurduklarını bildirdi. Bu anlaşmayla ilgili bazı kişilerle konuştuk. BOTAŞ Başkanı Saltuk Düzyol, BOTAŞ'ın anlaşmanın bir parçası olmadığını ve bunun özel bir şirketle yapıldığını söyledi ancak şirketin adını vermedi.

 

Enerji Bakanı Güler'in danışmanlarından Musa Günaydın, konu hakkında bizimle konuşmak istemedi. Ancak xxxx daha açık davrandı. Türk şirketi SOM Petrol'ün İran'la kurulan ortak girişime girdiğini söyledi.

 

SOM Petrol'ün sahibi Sıtkı Ayan, Başbakan Erdoğan çok iyi arkadaşı. Her ikisi de İstanbul İmam Hatip okulunda okudu. Ayan, aralarında Mustafa Erdoğan (Başbakan'ın ağabeyi), Cihan Kamer ve Mücahit Aslan'ın da bulunduğu Erdoğan'ın yakın arkadaş çevresinde. Araştırmalarımıza göre, XXXX liman inşaatı, yakıt taşımacılığı ve diğer başka alanlarda faaliyet gösteriyor anca petrol ve gaz geliştirme için deneyimi yok.

 

2. 2007 yılında elektrik üretim ve ihracat şirketi Kartet, İran'ın devlet elektrik şirketi Tavanir ile bir anlaşma imzaladı. Kartet, elektrik ithalat lisansı almak için EPDK'ya başvurdu. Kasım 2007'de Erdoğan'ın arkadaşı Cihan Kamer'in sahip olduğu Savk Elektrik İran'dan elektrik ithal etmek için EPDK'dan lisans aldı.

 

Bununla birlikte Kartet, bu uzlaşmazlığı kamuoyuna taşıdı ve Savk'ın yaptığının etik dışı ve yasadışı olduğunu söyledi. Kartet İstanbul Yöneticisi Nuray Atacık, 27 Şubat'ta bize EPDK'nın hala Kartet'e yanıt vermediğini ve projeden vazgeçtiklerini söyledi. Ancak bize Savk'ın da projeyi gerçekleştiremediğini belirtti. Atacık, "İranlılar bizi istiyorlar, zorla kendilerine dayatılan bir şirketle iş yapmak istemiyorlar" dedi.

 

3. Yorum: Eğer doğruysa, Başbakan'ın İran'la gaz anlaşmasını SOM Petrol'ün yapması yönündeki ısrarı esasında anlaşmayla ilgili süreci de yavaşlatabilir. Savk Elektrik olayında da görüldüğü gibi İran, kendisine dayatılan iş ortaklarıyla çalışmak istemiyor. Projenin ağır işlemesinde anlaşmanın hukuki, düzenleyici ve ticari bir çerçevesinin olmaması ve İran'ın BOTAŞ'ın 26 Şubat'ta kendisine karşı kazandığı 750 milyon dolarlık tahkim davasına olası tepkisi (ancak bu miktarın İran tarafından kabul edilmesi gerekiyor) gibi diğer başka nedenler de mevcut. Yorumun sonu.

 

----ooo----

 

TARİH: 8 Haziran 2005

 

BELGE NO: 05ANKARA3199

 

GÖNDEREN MAKAM: ABD Ankara Büyükelçiliği

 

SINIFLANDIRMA: Secret

 

KONU: Kabine değişikliği: Erdoğan'ın odağında Dışişleri Bakanı Gül var

 

 

ÖZET:

 

Uzun zamandır hakkında kabinede değişiklik yapacağı söylentisi bulunan Erdoğan, ilk hamlesini aniden ve sınırlı biçimde yaptı. Ancak Erdoğan'ın gözü hala, parti içinde kendisine en büyük rakip olan Dışişleri bakanı Gül'ün etkisini yavaş yavaş azaltmak için ona yakın bakanların üzerinde olabilir. ÖZETİN SONU

 

Erdoğan ani bir hamle yaparak, 4 Haziran'daki mini Kabine değişikliğinde üç bakanın görevden alındığını açıkladı. Kabine değişikliği, Erdoğan'ın Mart 2003'te başbakanlık görevini, şimdi Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Abdullah Gül'den aldığından beri yoğun tartışma konusuydu. Erdoğan, Gül taraftarlarının Kabine'deki ağırlığına (bu değişiklik gerçekleşene kadar Erdoğan'ın Kabine'de iç politika desteği için sırtını dayayabileceği dört isim bulunuyordu) ve kendisine verilen yoğun desteğe rağmen uzun süre değişiklik yapmaktan kaçındı. Şubat 2005'te Turizm Bakanı Erkan Mumcu istifa ettiğinde, Erdoğan, onun yerine geçmesi için yarım kalan Devlet Bakanı Beşir Atalay ve nihai olarak da Atilla Koç için Gül'ün tercihlerine boyun eğmeyi sürdürdü.

 

Erdoğan şimdi ise bu kararsızlığını geride bırakmış görünüyor. Enerji Bakanı Hilmi Güler'in 6 Haziran'da yakın kaynaklarımızdan birine söylediğine göre, Erdoğan'ın bu kararı, Gül ve çevresindekilerin kendi politikalarına ne kadar zarar verdiğini anladıktan sonra verdi.

 

Nihayetinde görevden alınanlar yaptıkları işlerin yetersizliği ile bilinen üç bakan oldu. Bunlardan ilki Tarım ve Köy İşleri Bakanı Sami Güçlü. Gül'ün destekçisi olan Güçlü, ABD ile ilgili konularda ilerleme sağlanması konusunda engel teşkil ediyor. 

 

İkincisi ise Bayındırlık Bakanı Zeki Ergezer. İçişleri Bakanı Abdulkadir Aksu'ya yakınlığıyla bilinen ve Gül ile de sıkı bağları olduğu belirtilen Ergezer, 'gavurlar' sözüyle tepki çekmişti. Yolsuzluk iddialarıyla da suçlanan Ergezer, Erdoğan'ın sözünü verdiği 15 bin kilometre uzunluğunda bölünmüş yol sözünü de yerine getirememişti. Ergezer'in, Fethullah Gülen'in önemli takipçilerinden Galip Demirel'in kızı Güldal Akşit'le de yakınlığı bulunuyor.

 

Erdoğan, Tarım Bakanlığı'na Diyarbakır milletvekili olan, bölgenin önde gelen ailelerinden birine ve Naksibendi Cemaati'ne mensup Mehmet Mehdi Eker'i getirdi.

 

AK Parti'den ***** ve Büyükelçilik'in uzun süreden beri bağlantı halinde olduğu partiyle derin ilişkileri olan iki isim, Eker'i, Erdoğan'a yakın, dürüst ancak pasif biri olarak tanımlıyor.

 

Yeni Bayındırlık Bakanı Trabzon Milletvekili Faruk Nafiz Özak oldu. Trabzonlu bir müteahhit ve aynı zamanda Trabzonspor yönetiminde yer alan bir isim, Özak'ı, Milli Görüş hareketinin Sufi çizgisinden geldiğini ve kendisinin sessiz, mesafeli ve Erdoğan'a sadık biri olarak tanımlıyor...

 

İstanbul ikinci bölgeden meclise giren Nimet Çubukçu, yeni Kadından Sorumlu Devlet Bakanı oldu. Serbest avukat olarak görev yapan Çubukçu, son olarak İslamcı MÜSİAD'ı savundu.

 

Konusuna odaklanan ve oldukça azimli olan Çubukçu, aylar önce bize devlet bakanlığı pozisyonunu istediği konusuda ipuçları vermişti. Genel Başkan Yardımcısı, Şaban Dişli'nin 7 Haziran'da bize aktardığına göre, Çubukçu'nun, Başbakanın eşi Emine Hanım'la yakın ilişki kurması, seçilmesinde bu göreve seçilmesinde önemli rol oynamış...

 

Sami Güçlü'yü görevden alan ve ardından bu atamaları yapan Erdoğan, Gül'ün parti içindeki etkisini azaltmak niyetinde olduğunu açık şekilde gösterdi. Aksit ve Ergezen'i görevden alan ve Diyarbakır'da güçlü olan Eker'i atayan Erdoğan, bu şekilde ilmiği Abdulkadir Aksu'nun boynuna geçirdi. Bu hamle Eker'i, o bölgede nüfuzu bulunan İç İşleri Bakanı Aksu'nun en büyük rakibi haline getirdi.

 

Aksu, en son Hanefi Avcı'yı görevden alarak Erdoğan'ın isteklerini yerine getirmişti. Fethullah Gülen'i destekleyenlerin başında gelen ve emniyette organize suçlar biriminin başında olan Avcı, AK Parti'nin kalbine giden yolsuzluk soruşturmaları sonuca ulaştırmaya çalışıyordu. Ancak, Erdoğan uzun süredir Aksu'nun, parti içinde hayal kırıklığına uğramış milletvekillerini de alıp partiden ayrılacağı şüphesiyle rahatsızlık duyuyordu. Aksu'nun Kürt'leri kayırması, eroin ticaretiyle ilişkisi olduğu iddiaları, genç kızlara olan bilinen ilgisi ve oğlunun mafya ile bağlantıları Kabine içinde onu zayıf halka haline getiriyordu. Erdoğan, devlet kurumlarının bu zayıf noktaları her an kullanabileceğini biliyordu.

 

Başbakan'ın danışmanlarından **** gibi kaynaklar, Erdoğan'ın Kabine'deki değişikliği kademeli olarak devam ettireceğini belirtiyor. Aksu'nun yanı sıra Erdoğan'ın odağında, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Bakanı Murat Başesgioğlu, Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Çoşkun, Dış Ticaretten Sorumlu Devlet Bakanı Kürsad Tüzmen de bulunuyor. Eski bir aşırı milliyetçi ve MHP'li olan Tüzmen, Irak'la gıda karşılığı, petrol işlerine karıştı ve birçok kaynak tarafından her türlü rüşvete açık bir insan olarak tanımlanıyor.

 

Erdoğan, zaman içinde Gül'ün yakın destekçilerinden Devlet Bakanı Besir Atalay ve Adalet Bakanı ve Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek'i de görevlerinden almayı düşünebilir. Çiçek, Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı için talebi olduğunu saklamamış ve Erdoğan'a saygısızlığını gizlememişti.

 

----ooo----

 

TARİH: 22 Ocak 2010 

 

BELGE NO: 10STATE6451

 

GÖNDEREN MAKAM: Dışişleri Bakanlığı

 

SINIFLANDIRMA: Confidential

 

KONU: Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'a suikast iddialarıyla ilgili bilgi talebi

 

1. Washington'daki analistler, iki yıldır süregelen Ergenekon soruşturması nedeniyle Türkiye'de ordu ile siviller arasında artan gerilimi yakından takip ediyor. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un 17 Aralık'ta yaptığı konuşmada üst düzey subaylar hakkında soruşturma yürütülmemesi konusunda hükümeti, gazetecileri ve yargı yetkililerini uyardı. Bu olaydan iki gün sonra, polis Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın önünde izleme yaptığı anlaşılan iki ordu mensubunu yakaladı ve bu olay özel güçlerin karargahının aranmasına ve diğer başka ordu mensuplarının tutuklanmasına neden oldu.

 

2. Bu izleme olayı, ardından gelen polis aramaları, ordu mensuplarının tutuklanması, ordu-polis ve asker-ordu ilişkilerinin durumu ve zaman ve kaynaklar el verdiği ölçüde bu ilişkilere ilişkin algılamalarla ilgili bilgi alabilirsek çok seviniriz. Bu bilgiler, politika yapıcıları durumdan haberdar etmek amacıyla yapılacak olan analitik üretimde kullanılacak.

 

A. Neden Arınç izleniyordu? Bu izleme talimatını kim verdi? Arama sırsında ne arandı ve ne bulundu? Soruşturmayı yürütenler belirli bir kanıtı mı arıyordu, yoksa genel bir arama mı yapılıyordu? Türk liderler bu olayları nasıl algıladı?

 

B. Sivil-asker ilişkilerinin durumu nedir?

 

C. Asker-polis ilişkilerinin durumu nedir? Son tutuklamalar, polis ile ordu arasında tansiyon yaşanmasına ya da var olan tansiyonun artmasına sebep oldu mu?

 

D. Adalet ve Kalkınma Partisi veya içinde unsurlar, bu olayı TSK'yı nihayet ehlileştirmenin bir yolu olarak mı görüyorlar yoksa Başbakan Tayyip Erdoğan bu gerilimi azaltmak ve TSK ile ilişkileri yumuşatmak mı istiyor?

 

3.  Yukarıdaki soruların yanıtlarını içeren raporlamanın konu kısmında lütfen C-RE9-02710 kodunu yazınız.

 

Clinton

 

----ooo----

 

TARİH: 11 NİSAN 2008

 

BELGE NO: 08ANKARA691

 

GÖNDEREN MAKAM: ABD Ankara Büyükelçiliği

 

SINIFLANDIRMA: Confidential

 

KONU: AK Parti’nin kapatılacağına yönelik iddialar ve ABD’nin duruşu

 

ÖZET: Türkiye’nin iktidar partisi Ak Parti’ye yönelik kapatma davası, bu ülkenin geleceği için bir darbedir. Dava, Türkiye’nin hükümetinin yapısına, popüler demokrasinin erişim alanına ve dinin toplum üzerindeki rolüne yönelik çözümlenmemiş tartışmaları yansıtıyor. Bu durum, aynı zamanda geçen Temmuz ayında yeniden göreve gelen Başbakan Erdoğan’ın geçen dokuz aylık süreçte sergilediği başarısız liderlikten kaynaklanıyor. Sonucun ne olacağı belirsiz olsa da burada yaşanan kriz, kusursuz ve darmadağın olmasa da kendine özgün bir işleyiş tarzı olan Türk demokrasisi çerçevesinde değerlendirilmeli.

 

ABD öncelikleri, ortak çıkarlarımız üzerine bu ülkeyle birlikte çalışabilmemizi ve bu ülkenin demokratik sürecini geniş çapta desteklememizi gerektiriyor. Yine de Türkiye politikaları üzerine fikir beyan etmekten kaçınmalıyız. Bu yaklaşımla, şu anda Türkiye’de ülkenin geleceğine yönelik yapılan ve demokrasinin olgunlaşması için hayati önem taşıyan şiddetli ve tarihi tartışmalara saygı duyarız.

 

KAPATMA DAVASI İMALARI

 

AK Parti’nin kapatma davasına yönelik farklı bakış açıları var. Bunlardan ilkinde, niyetlenilmiş anayasal bir darbe olarak bakılabileceği söylendi. Dava ilk olarak siyasi bir araç olarak kabul edildi. Partiyi ve 70’in üzerindeki liderleri siyasetten uzaklaştırmak için gazetelerde daha önce yayımlanan haberler kaynak gösterildi. En cesur iddialar arasında, AK Parti’nin laikliği bitirme niyetinde olduğu vardı ve ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell’ın ülkenin “ılımlı Müslüman” hükümetini ve AK Parti’nin Ortadoğu ve Kuzey Afrika’ya desteğini öven sözleri basın sık sık yer aldı.

 

Kapatma davasına yönelik diğer bir bakış açısıysa, davanın Türk demokrasi tarzıyla ne kadar uyuştuğunu sorguladı. Anayasa ve kanunlar, uzun bir süredir politikacıların yasaklanmasına ve partilerin kapatılmasına izin verdi. Bugüne kadar ülkede 26 tane siyasi parti suçlu bulunarak kapatıldı. AK Parti, bu durumu ve Türklüğe hakareti kapsayan 301’inci madde gibi yasaları değiştirecek kadar uzun süredir görevde ama bunu yapmadı.

 

Her iki bakış açısının da gerçeklik payı var, özetle Başbakan Erdoğan’ın kötü tökezledi.

 

Davanın zayıf noktalarından biri, yıllar öncesinde yazılan bir anayasaya bağlantılı olarak parti kapatmanın çok daha zor olması. Erdoğan kendi başarısının büyüsüne kapılırsa, geçen Temmuz ayında kendi partisine karşı oy kullanan yüzde 53’lük oranı, onların çıkarlarını koruma konusunda ikna edemez. Erdoğan, yeniden göreve gelmesiyle birlikte kazandığı gücü, Avrupa Birliği’yle ilgili reformların devam ettirmek için kullanamadı. Bu reformlar, İslamlaşma ve iktidarın kısıtlanamayan yükselişine yönelik endişeleri bastırabilmek kullanılacak en uygun araçlardı. Erdoğan ise, Milliyetçi Hareket Partisi’nin (MHP) önderliğinde, uzun bir liste halinde bekleyen AB reformları öncesinde, türban yasağını gündeme getirdi.

 

Bu kısa vadeli popülist kazanç için Erdoğan, Türkiye’nin demokrasisini güçlendirecek daha geniş çaplı anayasa reform paketini feda etti. Bu ve benzeri diğer adımlar, Erdoğan’ın bugüne kadar attığı adımlara yönelik korkuların artmasına neden oldu.

 

Kapatma davasının Türkiye’deki demokrasi ve istikrar için büyük bir handikap.

 

Birçokları için, özellikle de Türkiye’nin gelişmekte olan orta sınıfını oluşturan görmezden gelen seçmenlere verilen mesaj, Türkiye demokrasisinin onların çıkarlarını koruyamayacak kadar zayıf olduğuydu. Bu mesaj hatta hala dışlanmaya devam eden Kürtler için çok daha büyük bir tehdit özelliği taşıyor.

 

Kapatma davasına çok daha geniş bir bakış açısıyla bakıldığında, bunun bir ölçüde seçilmeyen ve önem derecesi düşürülmüş bürokrasinin Erdoğan ve popüler demokrasiye karşı intikamı olarak kabul edilebilir.

 

Yaşanan değişikliklerin hiçbiri, Türkiye’nin ABD için tehlikeli bölgede oldukça önemli bir müttefik olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Bununla birlikte, bazı yanlış adımlar atmış olsa da, Türkiye Müslüman ülkeler arasında en demokratik ve özgür ülke.

 

ABD’nin Türklerin kendi ülkelerinin geleceğine yönelik tartışmalara müdahale etmemesi gerekiyor. Müdahale, ABD’yi kendi çıkarına ters düşen bir şekilde etkisiz kılabilir ve ülkenin demokratik değerlerine zarar verebilir.

 

ABD’nin genel prensiplere bağlı kalıp, detayları Türklere bırakması gerekiyor. ABD’li yetkililerin atması gereken adımlar şöyle sıralanabilir.

 

  • ABD’nin müttefiklik ve ortaklık tanımlamamıza uygun hareket ederek, demokratik kuruluşlarının, Türkiye’nin demokratik değerlere ve laiklik prensibine olan bağlılığının güçlü bir destekçisi olduğumuzu kanıtlamalıyız.
  • Türk liderleri ve kuruluşları istikrarı güçlendirecek ve bölgede ve ülke içinde fikir birliği yaratacak pragmatik çözümler bulma konusunda teşvik etmeliyiz.
  • Türkiye’nin AB üyesi olma hedefini ve yasal, siyasi ve ekonomik alanda gerçekleştirilecek reformları desteklemeliyiz.
  • Irak, Afganistan, Kafkaslar ve Balkanlar konusunda ortak çıkarlar adına, terörizm, enerji güvenliği ve Kıbrıs sorunu ve bölgedeki diğer sorunlar konusunda Türkiye’yle çalışmaya hevesli olmalıyız.

----ooo----

 

TARİH: 27 EKİM 2010

 

BELGE NO: 09ANKARA1549

 

GÖNDEREN MAKAM: ABD Ankara Büyükelçiliği

 

SINIFLANDIRMA: Confidential

 

KONU: İsrail Büyükelçisi sorunların kaynağını Erdoğan'a bağladı

 

1.26 Ekim’de Büyükelçilikte yaptığı konuşmada, İsrail Büyükelçisi Gaby Levy, ülkesinin son dönemde Türkiye ile karşılıklı ilişkilerinin kötüleşmesine yönelik endişelerini dile getirdi ve ilişkinin kötüleşmesinde suçun çoğunlukla Başbakan Erdoğan’a ait olduğunu belirtti. Levy, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun, ülkeyi ziyaret eden Çek Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı’yla kendisine “işlerin daha iyi olacağı” mesajını gönderdiğini belirtti. Davutoğlu aynı zamanda, üst düzey bir devlet memuru olan XXX’in kendisini Erdoğan’ın İsrail’e yönelik sert eleştirilerini yumuşatmasını istediğini söyledi.

  

Levy, Erdoğan sürekli olarak Gazze’deki insani durumla ilgili öfkeli açıklamalar yapmasının   

iç siyaset malzemesi olduğunu da söyledi.

 

2. Levy, Erdoğan için arabulucu olarak gösteren siyasi değerlendirmeleri reddetti ve Başbakan’ın partisinin İsrail’e yönelik sert eleştirilerinden anketlerde net bir puan bile alamayacağını söyledi. Levy, aksine Erdoğan’ın sertliğini derinlerde olan bir duyguyla bağdaştırdı. “Erdoğan köktenci. Bizden dini açıdan nefret ediyor” dedi ve nefreti her geçen gün biraz daha yayıldığına dikkat çekti. Levy, Türk dış politikasında, İsrail karşıtı bir değişimin görüldüğüne dikkat çekti ve Türkiye hükümetinin Suriye ile ilişkilerini yeniden gözden geçirme kararı almasına ve Arap Birliği’nde gözlemci statüye sahip olma talebinde bulunmasını dile getirdi.

 

3. YORUM: Hem Türk hükümeti içinden hem de hükümet dışı bağlantılarla, Türkiye’nin İsrail’le kötüleşen ilişkileri üzerine yaptığımız tartışmalar, Levy’nin Erdoğan’a karşı nefretini doğrular nitelikteydi. XXX Erdoğan’ın İran ve Ortadoğu’a yönelik eğiliminin de bu konuya katkıda bulunan faktörler olduğunu söylese de İsrail’e yönelik antipati de ayrı bir faktör.

 

----ooo----

 

TARİH: 11 Ağustos 2006


BELGE NO: 06ANKARA4688


GÖNDEREN MAKAM: ABD Ankara Büyükelçiliği


SINIFLANDIRMA: CONFIDENTIAL//NOFORN


KONU: Türk dış politikasında yaşanan ikilik ve Başbakan’ın çemberi

 

1. Üst düzey Dışişleri Bakanlığı diplomatları ve Başbakan Tayyip Erdoğan’ın etrafındaki sıkı danışman çemberinin arasında uzun süreden beri yaşanan bölünme, son haftalarda belirgin bir şekilde büyüdü. Erdoğan’ın AK Parti hükümeti altında yaşanan bu ayrılığının en büyük nedeni, hem Erdoğan’ın hem de Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün, çok sayıda girişimin sorumluluğunu üstlenmek için hevesli olan Başbakanlık danışmanı Ahmet Davutoğlu’yla olan yakın bağı. Son zamanlarda, bu tür sıkıntılar kağıt üzerinde daha faza yer almaya başladı. Bu iç kavga, Türk hükümetinin dış politikada aldığı tüm adımları etkiliyor.


2. İyi eğitimli Türk diplomatlar, ABD ve Avrupa’ya neyin satılacağı konusunu iyi bilmelerine rağmen, iç politika söz konusu olduğunda aynısı geçerli değil. Erdoğan’ın, aralarında Davutoğlu ve parti genel başkan yardımcılarının da yer aldığı çekirdek danışmanları, seçim bölgelerinde neyin gideceğini çok iyi biliyor. Ancak, dünyanın nasıl işlemesi gerektiğine dair Türkiye ve İslam merkezli görüşleri, Ankara dışında politikanın nasıl uygulanacağı konusunda bir engel oluşturuyor.


3. (Gizli, yabancıların görmesi yasak) Erdoğan’ın danışmanlarının Dışişleri Bakanlığı’ndan kendisini ayrıştırması, yeni şanslar doğurabilir. Aynı zamanda, yanlış anlaşılmalar olması ve yanlış adımlar atılması olasılığını da artırıyor. Örneğin, Şubat 2006’da Hamas’ın Ankara’ya yaptığı ziyarette Dışişleri Bakanlığı karanlıkta kaldı. Hamas’ın ziyaretiyle ilgilenen AK Partililer, bunu son derece gelişigüzel ve koordinesiz bir şekilde gerçekleştirdi. Bilgilendirilmeyen Dışişleri Bakanlığı, bizimle ön değerlendirme yapma imkanı bulamadı. ABD’nin özellikle attığı geri adım, AKP’nin gerçekten geri adım atmasına neden oldu. Hamas ziyaretinin neden olduğu memnuniyetsizliğin nereden çıktığı ve nedenini üzerindeki kısıtlı anlayışı ortadan kaldırmak, haftalar, hatta aylar sürdü.


4. (Gizli, yabancıların görmesi yasak) Hamas ziyaretinin ardından ABD ve diğer bölgelerde olan AK Partililer için muhtemelen en şaşırtıcı olan şey, eğer biz PKK liderleriyle görüşmüş olsak, kendilerini nasıl hissedeceklerinin sorulmasıydı. Erdoğan’ın çemberi için, bu benzersiz bir durum değil: Onlar için, terörizm PKK ile bağlantılı. Erdoğan’ın hayırsever İslamcı arkadaşı El Kadı’nin terör finansmanından yer alabileceğini düşünmek, spesifik İslami grupların terörist olarak görmesi kadar zor. Hamas ve Hizbullah batı politikalarının ters gitmesinin bir sonucu; çaresiz insanların bir cevabı ancak gerçekte terörist değiller. Onlara bu insanlara mantıklı konuşmalarına izin verin, Türkiye’nin nüfuzunu ortaya çıkarın ve Hamas değişecektir. Bu, Türkiye’nin bölgedeki diğer çabalarında, İran ( Dışişleri Bakanı Manuşer Muttaki’nin Türkiye’deki görüşmelerinde, Erdoğan’ın uluslararası konferanslarda Ahmedinejad ile yaptığı temaslarda); Suriye; (Türkler Beşir Esad’ın Lübnan’dan asker çekilmesini sağlamak ve Hariri soruşturmasında payları olduğunu düşünüyor); Gazze Şeridi ve Lübnan’daki mevcut çatışmalarında açıkça görüldü.


5. (Gizli, yabancıların görmesi yasak) Erdoğan çemberiyle Dışişleri Bakanlığı arasındaki kopukluğa dair daha yakın zamanlı bir örnek, Davutoğlu’nun Temmuz’un ilk haftasında Şam’a yaptığı ve Esad’la yaptığı görüşmeyle ilgili. Bu görüşmede göz ardı edilen Dışişleri Bakanlığı çok öfkelendi (Şam elçileri, Davutoğlu Esad’la görüşürken dışarıda bekletildi).


6. İsrail-Lübnan krizinin büyümesiyle, Erdoğan’ın küçük çemberindeki gerilim de arttı. Erdoğan, liderliğini kullanmak yerine, popülist yeniden seçilme havası içinde, kamuoyu desteğine dayandı. Erdoğan, hiçbir zaman İsrail’e karşı olumlu eğilim göstermeyen ve savunuculuğunu yapmak istediği Sünni destekçilerine oynuyor. Bu kitleleri hedef alan erken sonuçlardan biri, 3 Ağustos’ta Kuala Lumpur’da düzenlenen, Erdoğan’ın Ahmedinmejad’la görüştüğü ve İsrail karşıtı sözlerde bulunduğu İslami Konferans Örgütü konsey toplantısı, ve Gül’ün aynı tarihte Washington Post’a verdiği açık yorumdu. Gül’ün açıklamaları Türk hükümetinin öfkesini olumsuz bir şekilde ortaya koydu ve Washington’daki üst düzey Türk diplomatları gafil avladı.


7. (Gizli, yabancıların görmesi yasak) Suç ortağı olsun olmasın (biz olduğuna inanıyoruz), Gül birtakım çabalarıyla adını kirletti. Dışişleri Bakanlığına yeniden ağırlık kazandırıp kazandırmamak konusunda karar vermeli.

Dışişleri Bakanlığı yetkililer özellikle Kıbrıs gibi titiz konularda hem devlet hem de orduyla bir köprü oluşturulmasında önemli rol üstlenebilir. Veya Başbakan’ın çemberiyle çalışmaya devam edebilirler.

 

----ooo---- 

 

TARİH: 04 Aralık 2009

 

BELGE NO: 09ISTANBUL440

 

GÖNDEREN MAKAM: ABD İstanbul Konsolosluğu

 

SINIFLANDIRMA: Confidential

 

KONU: Türkiye-İran İlişkileri: Motivasyonlar, Sınırlamalar, Sonuçlar

 

Özet: Türkiye’den ve İran’dan düşünce kuruluşları, iş dünyası temsilcileri ve siyasi aktivist kaynaklarla yaptığımız görüşmelerde şu konularda geniş bir uzlaşmaya varıldı:

 

1) Türkiye bölgesel istikrar ve atışmadan kaçınmak, Türkiye’nin Doğu ile Batı arasında vazgeçilemez bir köprü olabilmek, enerji ve ticaret alanlarında uzun vadeli ilişkileri güçlendirebilmek amacıyla ve Türkiye’nin yaklaşımının Tahran’ın tavrının ılımlı bir hale getirebilmesi adına İran’la daha yakın ilişkiler yürütüyor.

 

2) İran bu yaklaşıma Türkiye’yi diplomatik yalnızlığına karşı bir sığınak, yaptırımlara karşı bir tampon ve halkı için bir güvenlik vanası olarak gördüğünden karşılık veriyor. Ancak,

 

3) Türkiye’nin İran’ın karar alma mekanizmaları üzerindeki etkisi sınırlı, Türkiye İran’ı hiçbir zaman Tahran için stratejik kaygı anlamına gelen bir konuda duruşunu değiştirmeye ikna edemedi.

 

Öte yandan bağlantılarımız, İran’ın karar mercilerinin en azından taktiksel olarak çok taraflı baskıya yanıt verdiğini, Türkiye’nin İran’a karşı BM Güvenlik Konseyi ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nda alınacak ağır yaptırım kararları konusunda kilit bir rol oynayabileceğini ve oynaması gerektiğini ifade etti. Özetin sonu

 

Türkiye-İran ilişkileri konusunda bağlantıların görüşleri

 

Ahmedinejad’ın 8-9 Kasım’da yapacağı İstanbul ziyareti öncesinde, birkaç hafta boyunca İstanbul’daki Büyükelçilik’in İran Gözlemcisi, Türkiyeli ve İranlı bağlantılarımızın görüşlerini aldı.

 

Konuştuğumuz kişiler arasında Türkiye’den akademik uzmanlar, İran’la iş yapan Türk işadamları, tutuklanma korkusuyla Türkiye’ye sığınan birçok İranlı ve İran’In dış politikasını takip eden ve Tahran’da yaşayan birçok İranlı bağlantı yer alıyor.

 

Türkiye’nin motivasyonları

 

Birçok akademisyen ve düşüne kuruluşu analistine göre Türkiye İran’la birçok ilgili sebep dolayısıyla yakın ilişkiler kuruyor. Bunların birincisi Davutoğlu’nun “Stratejik Derinlik” konsepti. İkincisi Türkiye’nin İran politikası “reel politiğin zaferi”ni simgeliyor.

 

Bölgesel istikrar ve çatışmadan kaçınma: Türkiye’den bağlantılar, hatta Dışişleri Bakanlığı’ndan isimler yakın zamanda Türkiye’nin İran konusundaki en kötü sonucun İran’In nükleer tesislerine yapılacak bir saldırı olduğuna inandığını söyledi. İran’ın nükleer silah kapasitesine sahip olması en kötü ikinci sonuç olarak görülüyor. Bu da Türkiye’nin bölgesel istikrarın karşı karşıya kalacağı tehlikelerle ilgili neden bu kadar kaygılı olduğuna yönelik ipucu veriyor. Türk kamuoyu da İran’a saldırıyı İran’ın nükleer silah sahibi olmasından daha tehlikeli görüyor, Tahran’ın bir Müslüman ülkeye saldıracağına inanmıyor.

 

Türkiye’nin ılımlı bir bölgesel lider ve Doğu ile Batı arasında vazgeçilemez bir köprü olarak tanınması: Ankara’da yaşayan bir uluslararası ilişkiler profesörüne göre Türkiye, bölgenin aksi takdirde bir güç boşluğuyla karşı karşıya kalacağı fkriyle İran’la olan ilişkilerini güçlendiriyor. Bölgedeki başka hiçbir ülkenin İran’ı dengeleyebilecek askeri ve ekonomik gücü yok. Türkiye bu boşluğu, İran’ın güçlenmesinden korkan diğer devletler adına dolduruyor.

 

Akademisyene göre Türkiye’nin İran’la ilişkilerini Türkiye’yi Batı için vazgeçilmez bir ortak haline getirecek bölgesel liderlik pozisyonu için de istiyor. Bağlantımız bu durumun Türkiye’yi zaman zaman kendisini ABD hükümetinin duruşundan uzaklaştırmak zorunda bıraktığını ancak bunun ABD’den stratejik bir uzaklaşma olmadığını belirtti.

 

Enerji ve ticaret alanında uzun vadeli ilişkileri güçlendirmek: Türkiye enerji güvenliği ihtiyaçlarının bütün uygun kaynakların değerlendirilmesini gerektirdiğini saklamıyor. Buna karşılık biz, ABD’nin Türkiye’nin enerji arzının çeşitlendirilmesini desteklediğini belirterek İran’ın güvenilir bir ortak olmayabileceği uyarısını yaptık.

 

Türkiye İran’la ticaret ilişkilerini genişletmek istiyor: Hem Türk hem de İranlı yetkililer ikili ticaret hacminin artırılması çağrısı yaptı. Dahası Türkiye, İran’la mali ilişkilerini korumak ve geliştirmek için de adımlar atıyor.

 

İran’ı bölgesel örgütlerle bağlamak: Türkiye’deki bağlantılarımız Davutoğlu, Türk dış politikasını kontrol ettiği sürece, Ankara’nın İran’la iki taraflı ve çok taraflı ilişkiler kurma çabalarını sürdüreceğini, ilişkileri maksimuma çıkarmak için bölgesel uluslararası kurumlarla işbirliği yapacağını söyledi.

 

İran’ın motivasyonları

 

Türkiyeli ve İranlı bağlantılarımıza göre İran Türkiye’yle daha yakın ilişkiler kurmaktan memnun çünkü Türkiye’yi diplomatik yalnızlığına karşı bir sığınak, yaptırımlara karşı bir tampon ve nüfusu için bir güvenlik vanası olarak görüyor. Türkiye’nin İran için değeri özellikle şu altı konuda hissediliyor: Ekonomik, diplomatik, siyasi, kültürel, Türkiye’nin ABD için stratejik önemi.

 

Türkiye’nin İran üzerindeki etkisinin sınırları

 

Türkiye’nin İran üzerindeki etkisi geniş bir alana yayılıyor ancak derine inmiyor. Bağlantılarımızın hiçbiri Türkiye’nin İran’ın liderlerine rejimin stratejik çıkarlarını etkileyecek bir konuda fikir değiştirtebildiğini göremediklerini söyledi.

 

İstanbul’da yaşayan ve gayrı resmi biçimde Davutoğlu’na danışmanlık yapan ve kendisine Eylül ve Ekim ayında İran Dışişleri Bakanı Muttaki’yle yaptığı görüşmelerde eşlik eden bir profesör, Davutoğlu’nun girişimlerinin Tahran’ı 1 Ekim’de yapılacak Cenevre görüşmelerine katılmaya ikna ettiğini söyledi. Ancak diğer bütün bağlantılarımız bu iddiayı reddetti.

 

Davutoğlu’nun Gül ve Erdoğan desteğiyle gerçekleştirdiği haftalar süren şahsi diplomasi girişimleri İran’ın karar mercilerini Türkiye’yle Tahran nükleer reaktörü yakıt takasını işler durumda tutacak bir anlaşmaya ikna edemedi. İş dünyasından bir bağlantımız, “İran Türkiye’nin masadan kalkıp gitmeyeceğini biliyor” dedi.

 

Türkiye gerçekten İran’ı herkesten daha iyi mi anlıyor?

 

Türkiye’nin İran’la daha yakın ilişkiler arayışının altında Ankara’nın Türkiye’nin İran’ın durumunu herkesten daha iyi anladığı varsayımı yatıyor. Ancak İranlı bağlantılarımız bu varsayıma şiddetle karşı çıkıyor. Bu kaynaklar Türkiye’nin İran’ın iç dinamikleriyle ilgili tespitlerini öznel bir süzgeçten geçirdiğini dolayısıyla tespitlerin rejimin istikrarıyla ilgili kanıtları şişirdiğini söylüyor.

 

Türkiye’ye sığınan birbirinden bağımsız iki “Yeşil Hareket” aktivistine göre Türkiye, Ahmedinejad’ın zaferini hemen tebrik ederek ve Yeşil Hareketin siyasi önemini göz ardı ederek büyük bir fırsat kaçırdı. Birçok aktivist bugün Türkiye’nin bölgesel istikrar adına İran’ın rejimin hayatta kalmasına çok fazla bağlı olduğunu düşünüyor.

 

ABD hükümeti gibi Türkiye de İran rejimi içinde birçok fraksiyon olduğunu kabul ediyor. Abdullah Gül’ün Interpol’ün Kırmızı Bülten’le aradığı Rafsancani yanlısı Muhsin Rezai’yle, Erdoğan dahil Türk yetkililerin ise Meclis Başkanı Ali Laricani ile görüşmesi de buna işaret ediyor. Bu durum Türkiye’nin İran’ın en güçlü liderinin kim olacağı konusunda bahislerini bölmeye karar verdiğini de gösteriyor.

 

Sonuçlar

 

Eğer bağlantılarımızın üzerinde uzlaşma sağladıkları bu görüşler doğruysa, bu durum Başbakan Erdoğan’ı İran’a karşı sert bir tavır takınmaya ikna etme çabalarımızın zorlu bir girişim olacağını gösteriyor. Erdoğan P5+1 ülkelerinin duruşuna yakınlaşsa bile Tahran’ın kendisine olumlu yanıt verme ihtimali düşük. Diğer yandan bağlantılarımız İran rejiminin uluslararası baskı altında taktik olarak geri çekildiği örnekleri de hatırlarıyor.

 

Eğer bu doğruysa Türkiye’yi UAEK ve BM Güvenlik Konseyi’nde destekçi bir rol oynamaya ikna edebiliriz ve etmeliyiz.

 

----ooo----

 

TARİH: 23 Mayıs 2007 

 

BELGE NO: 07ANKARA1258

 

GÖNDEREN MAKAM: ABD Ankara Büyükelçiliği

 

SINIFLANDIRMA: Secret

 

KONU: Türk ordusu ve demokrasi

 

1. Türk ordusunun 27 Nisan’da yayımladığı ve siyasi kriz yaratan muhtıranın ardından, ordunun ülke içi ve yurt dışındaki bağlantılarla konuşmayı reddetmesi yüzünden yapay bir suskunluk hali gözlendi. Bu sessizlik, Genelkurmay İkinci Başkanı Ergin Saygun’un ordunun amaçları ve mevcut düşünce sistemiyle ilgili konuşmaya gönüllü olmasıyla birlikte bozuldu. Türkiye’de demokrasiyi ve anayasal süreci desteklemek için bütün oyuncuların karşılıklı olarak uzlaşması ve pragmatizm gerekliliğine vurgu yapmak için bu görüşmeyi kullandık.

 

2. ABD’nin Türkiye Maslahatgüzarı Nancy McEldowney ile bir araya gelen Saygun, Türkiye’deki ülke içi siyasi konuları gündeme getirdi ve Türk ordusunun neden 27 Nisan muhtırasını açıklamaya zorlandığını anlamanın önemli olduğunu söyledi. Saygun, ordunun sadece Türkiye’nin laiklik sisteminin korumak için sesini yükselttiğini belirtti. Bu, Türk ordusunun gerçekleştirmekte kararlı ve yükümlüğü olduğu birinci sorumluluğudur. Türk anayasasının orduyu laik devleti koruma konusunda güçlendirdiğinin altını çizen Saygun, ordunun da bunu yaptığını ve yapmaya devam edeceklerini söyledi.   

 

3. ABD’nin Türkiye Maslahatgüzarıysa, bu sözlere yanıt olarak Türkiye’nin en değerli özelliğinin laik ve demokratik bir ülke olması olduğunu vurguladı ve bu iki özelliğin korunmaya devam edilmesi gerektiğini söyledi. Maslahatgüzar, ülke genelinde artan gerilim ve kutuplaşmaya dikkat çekti ve ordunun hareketlerinde dikkatli olup, ülkenin menfaatlerini dikkate alması gerektiğini söyledi. Karşılıklı tartışmayı ve istikrarsızlığı önleyip, anayasayla paralel çizgide ilerleyen bir siyasi süreç izlemek Türkiye’nin ve siyasi bağlantısının bir önemi olmadan bütün Türklerin en büyük çıkarıdır.

 

4. Saygun, ordunun karşılıklı tartışma içine girmek istemediğini ve böyle bir şey yapma niyetinde olmadığını söyledi. Saygun, istedikleri takdirde, sokaklara tankları gönderebileceklerini ancak bunu yapmadıklarını belirtti. Saygun aynı zamanda, ordunun siyasi, ekonomik ve sosyal istikrar konusuna uzlaşma konusuna herhangi bir çaba sarf etmeyen AK Parti’den çok daha fazla önem verdiğini de ifade etti.

 

5. ABD’nin Türkiye Maslahatgüzarı, devam eden parlamenter seçimin sorunsuz bir şekilde devam etmesinin önemli olduğunu ve doğrudan halk oylamasının sonuçlarını tamamen kabul ettiklerini söyledi. Saygun, bu söylenenlere içtenlikle katıldığını söyledi ve Genel Kurmay’ın AK Parti’yle ne parlamento ne de hükümette herhangi bir sorun yaşadığını belirtti. Saygun ek olarak, tek sıkıntılarının istikrarı tehdit eden radikal politikalar olduğunu söyledi.

 

6. YORUM: Burada, Genel Kurmay'ın devam eden siyasi gerilime yönelik atacağı adımlarla ilgili her kafadan farklı bir ses çıkıyor. En fazla konuşulan şeyse, AK Parti’nin kapatılıp, bireysel olarak suçlandıkları davaları gündeme getirerek parti liderlerinin güvenilirliğinin sarsılacağı oldu. En dikkatli gözlemciler, ortam halen gergin olduğundan net olarak dile getirilemeyen anlayışı, Genel Kurmay’ın cumhurbaşkanlığı ve İslamcı politikalar konusunda kırmızıçizgilerini belirlediği ve AK Parti’nin bu sınırları geçmeme konusunda anlaşması olarak gösteriyor. Bütün bu söylentilere rağmen, 22 Temmuz’daki seçimler öncesi manevraların yoğunlaşacağı kesin ve ABD Genel Kurmaylığının demokrasi, uzlaşma ve anayasal sürece sağlayacağı destek ise kritik önem taşımaya devam edecek.

 

----ooo----

 

TARİH: 25 Mart 2005

 

BELGE NO: 05ANKARA1730

 

GÖNDEREN MAKAM: ABD Ankara Büyükelçiliği

 

SINIFLANDIRMA: Confidential

 

KONU: Akıntıyla sürüklenen Türkiye

 

ÖZET:

 

1- Türkiye, iç ve dış politikada, iktidardaki AK Parti hükümetinin liderlik ve yapısal problemlerinden kaynaklanan bir sapma yaşıyor. Türkiye'nin ve AK Parti'nin, ABD ile ilişkilerini nasıl idare ettiğini de kapsayan sağlıklı bir kimlik tartışması gecikmiş olsa da başladı. Ancak AK Parti'nin politikasındaki karışıklıklar, yükselen milliyetçi söylemin doldurmak için fırsat kolladığı bir boşluk yaratıyor. Yaşanan bu politik sapma süreci uzayabilir ve AB reformları ile karşılıklı işbirliğini daha zor bir duruma sokabilir. Bu sapma, gelecek krizin yeni siyasi alternatifler yaratacağı hesap günü gelene kadar devam edebilir. ÖZETİN SONU.

 

2- AK Parti hükümeti zorlu AB uyum sürecinden geçerken, açıkça iç politika ve ekonomik reformlar tarafında akıntı ve rüzgarla sürüklenen bir gemi görüntüsü çiziyor. 2003 ve 2004 döneminde yapılan yasa değişiklikleri oldukça yetersiz. AK Parti hükümetinin ordu, Cumhurbaşkanı ve büyük oranda laik devlet bürokrasisiyle işbirliği az seviyede. AK Parti içindeki yolsuzlukların kontrol altına alınmasında başarı sağlanamıyor. IMF tarafından yeni bir stand-by programı için ön şart olarak istenen bankacılık, vergi idaresi ve sosyal güvenlik yasalarını çıkarmada yavaş kaldı. AB ile olan ilişkileri göz ardı ediyor. Erdoğan AB ile üyelik müzakereleri yürütecek baş müzakereci atamayı geciktirdi; hem Erdoğan hem de Gül, AB'li yetkilileri ve politikacıları rahatsız eden açıklamalarda bulundu. Erdoğan, hala uzun zamandır beklenen kabine değişikliğini gerçekleştirmedi.

 

3 - AK Parti yetkilileri, hükümetin politikalarındaki bariz sapmayı reddederken, bu durumun [sapma] Erdoğan'ın seçmen tabanını azaltmaya başladığına yönelik bir işaret görmüyoruz. AK Parti'nin eski seyrini kazanma çabaları İslami/Yeni Osmanlıcı refleksleri nedeniyle tehlikeli bir durumu yansıtıyor. Bu hükümetin ikili ilişkilerimize yeniden odaklanarak, bu ilişkileri daha stratejik bir düzeye taşıyabileceğinden kuşkuluyuz.

 

4- Başbakan Erdoğan yalnızlaştırılmış durumda. Kabinesi ve parlamentodaki grubuyla temasını yitirmiş durumda. Erdoğan'a yakın milletvekilleri ve bakanlar bize, başbakanla artık kolay iletişim kuramadıklarını ve Erdoğan'ın gazabına maruz kalacakları korkusuyla elleri bağlı şekilde secde ettiklerini belirtiyor. Şimdiye kadar AK Parti politikalarının güçlü savunucuları olan iş dünyası, başbakanın artık kendilerini dinlemek istemediğini hissettiklerini belirtiyor. En son olarak duyduğumuz bilgiye göre ise Erdoğan, büyüme sürecinde içinde yer aldı İskender Paşa Dergahı'ndan en yakınında yer alan dini akıl hocalarıyla da bağlarını kesmiş durumda.

 

5- Bağlantıda bulunduğumuz birçok kişiden aldığımız bilgilere göre, Erdoğan az okuyor ve büyük oranda da İslami eğilimi ağır basan yayın organlarını takip ediyor. Partiye yakın diğer kaynaklardan alınan bilgilere göre de, Erdoğan Dışişleri Bakanlığı'nın analizlerinden yararlanmayı reddediyor, askeri ve Milli İstihbarat Teşkilatı da ellerindeki bilgileri başbakanla paylaşmıyor. Erdoğan'ın dünyaya hiç bir zaman gerçekçi bir bakış açısı olmadı ancak Necmettin Erbakan'ın (Hoca) liderliğini yaptığı Saadet Partisi tarafından İslami kanatta saf dışı bırakılacağı korkusu onun için önemli bir dönümü noktası oldu. Erdoğan, buna rağmen karizmasına, iç güdülerine ve internette yayımlanan komplo hikayeleri ve yeni-Osmanlıcı fantazilerin içinde kaybolmuş danışmanlarının sunduğu süzme bilgilere güveniyor. Örneğin, İslamcı dış politika danışmanı ve Gül'ün yakın destekçisi Ahmed Davutoğlu gibi.

 

6- AKP içinde daha ideolojik bakış açısına sahip Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül, özellikle Erdoğan'ın dış gezilerinde perde arkasından entrika çevirmeye devam ediyor. Gül, Erdoğan'ın altını oymaya ve partinin daha büyük bölümünü kendi kontrolüne almaya çalışıyormuş gibi görünüyor. AK Parti iktidara geldikten dört ay sonra başbakanlığı Erdoğan'a bırakan Gül, bu görevi yeniden elde etmeye çalışıyor olabilir. İngilizceyi daha iyi konuşan Gül, daha 'ılımlı' ve 'modern' bir görüntü çizmeye çalışıyor. Aslına bakılırsa, Gül'ü yakında tanıyanlar, onun Batı'ya karşı Erdoğan'a kıyasla daha ideolojik bir bakış açısına sahip olduğunu belirtiyor. Pragmatik bakış açısını yansıtan Gül, ikili ilişkiler ve Irak'taki seçimlerden beri Türkiye'nin Irak politikası konusunda bazı yapıcı değerlendirmelerde bulundu. Ancak, buna rağmen Gül ve ona benzer şekilde düşünen bazı milletvekilleriyle, gazetecilerin Erdoğan'ın üstüne gelmenin bir yolu olarak ABD karşıtı davranışları kışkırtıyor. Sunni toplumun hislerine tercüman olma arayışı da bu motivasyonun diğer nedenini oluşturuyor.

 

7- AK Parti içerisindeki kargaşa, Erdoğan taraftarlarıyla partiyi oluşturan diğer eğilimlerin temsilcileri arasında bir büyük bir rahatsızlık yaratmış durumda. *****, Erdoğan'ın hem iç hem de dış politikada ve ABD ile ilişkileri yeniden rayına oturtmada nasıl hareket etmesi gerektiğini bilmediğini söylüyor. İslami cenahın önde gelen isimlerinden ****, içlerinde bulunan ve bize bilgi sızdıran iki kontak kişiye Erdoğan'ın, partide artık oldukça yoğun hale gelen yolsuzluklar nedeniyle istifa etmenin eşiğinde olduğunu söylemiş...

 

Yükselen Milliyetçilik

 

10- Ak Parti'nin güç kaybetmesinin daha rahatsız edici bir sonucu bulunuyor; o da yükselen milliyetçilik. Türkiye'de bu dönemde en çok satılan kitaplardan biri Türklük duygusunu kabartan 'Metal Fırtına' adlı roman oldu. Bu kitapta, ABD'nin Türkiye'yi işgal ettiği ve daha sonra Türklerin, Ruslarla birlik olarak karşı saldırısı anlatıyor. Diğer en çok satan kitap ise 'Mein Kampf'. [Hitler'in siyasi görüşünü ve Nasyonal Sosyalist fikirleri açıklamış olduğu kitap.]

 

YORUM

 

13 - AB ile müzakerelere başlamak için tarih almak gibi büyük hedeflerinden birine ulaşan Erdoğan liderliğindeki AK Parti, fikirlerini ve enerjisini kaybetmiş durumda. Şimdilik, AB ve IMF'nin talep ettiği reformlar yeniden güç kazanan milliyetçilerin sert muhalefetiyle karşı karşıya kalacak ve hükümet zor konulardaki kararları ertelemeye çalışacaktır ve değişime ayak direnen hakim duruş olacaktır. Karşılıklı işbirliği daha zor olacak, makul olmayan ABD 'talepleri'nin Türk 'egemenliğini' çiğnediği belirtilerek daha hassas noktaya taşınacaktır.

 

 

14- Politikadaki bu sapma dönemi uzun sürebilir. AK Parti'nin parlamentodaki çoğunluğu giderek azalıyor ancak bu yavaş biçimde oluyor. AK Parti içindeki mutsuz havaya rağmen, mevcut durumda bu partiye siyasi bir alternatif bulunmuyor. Ayrıca, bölünmeyi zorlayacak kişi ya da kişiler için de riskler bulunuyor. Erdoğan'ın elinde hala, erken seçime gitme kartı bulunuyor. İşin tehlikeli tarafı ise, zor kararlar ve politik sistemin yeniden düzenlenmesi, hem AK Parti'yi yeniden canlandırma hem de yeni siyasi rakipler getirecek yeni gerçek bir kriz çıkana kadar ertelenecek…

 

----ooo----

 

TARİH: 25 Şubat 2010

 

BELGE NO: 10ANKARA302

 

GÖNDEREN MAKAM: ABD Ankara Büyükelçiliği

 

SINIFLANDIRMA: Confidential

 

KONU: Müsteşar Burns’un 18 Şubat’ta Müsteşar Sinirlioğlu’yla yaptığı görüşme

 

ABD'nin dün akşam açıkladığı belgeler arasında yer alan 25 Şubat 2010 tarihli bir tutanakta 18 Şubat tarihinde William Burns'le Feridun Sinirlioğlu arasında yine Ankara'da yapılan bir görüşmenin içeriğiyle ilgili detaylara değiniliyor.

 

Toplantıda İran'dan Ermenistan protokollerine, PKK'dan Kıbrıs görüşmelerine ve füze savunma sistemine kadar birçok konuda değerlendirmeler var.

 

İran: Sinirlioğlu Ankara'nın resmi tavrını yinelerken askeri operasyonun Türkiye'ye zarar vereceğini, yaptırımların ise İran halkının kenetlenmesine yol açarak muhalefete zarar vereceğini söyledi. Sinirlioğlu bölge ülkelerinin İran'ı bir tehdit olarak gördüğünü belirterek, "Şam'da bile alarm zilleri çalıyor" dedi.

 

Ermenistan: Sinirlioğlu protokollerin onay süreciyle Minsk süreci arasında eşzamanlılık istedi. Kongre'nin "soykırım" tasarısını kabulünün onay sürecindeki hesapları çıkmaza sokacağını söyleyen Sinirlioğlu, "Aliyev'in kabul edeceği bir şey olursa biz de ilerleyebiliriz" dedi. Sinirlioğlu, gaz anlaşmasıyla ilgili olarak da "Bize güvenmiyor" dedi.

 

Irak: Ankara Başbakan Maliki'den memnuniyetsizliğini dile getirerek, "kontrolden çıkma"ya eğilimli olduğu korkusunu ifade etti. İran'ın bölgede kontrol sağlama çabalarını eleştiren Sinirlioğlu Suudi Arabistan'ın da bölgedeki partilere para verdiğini söyledi.

 

7 Mart seçimlerinden sonra Irak'ın gaz alanlarının Türkiye'yle bağlanması için girişim başlatacaklarını anlatan Sinirlioğlu İran'ın boru hattına muhalif olduğunu savundu. İkinci bir botu hattı fikrini ortaya atan Sinirlioğlu bunun barışa da katkı yapacağını belirtti.

 

Odierno'nun ziyaretini öven Sinirlioğlu terörist PKK'ya karşı Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi'yle belirledikleri hareket planının daha fazla işbirliği getireceğini umduklarını vurguladı.

 

İsrail: Burns'un gerginliğe temas etmesi üzerine Sinirlioğlu sorunun "iki taraflı değil genel" olduğunu söyledi ve bölgenin rahatsızlığını barış sürecindeki tıkanmaya bağladı.

 

Askeri işbirliği, ticaret gibi alanlarda ilişkilerin sürdüğünü turizmde ciddi gerirleme yaşandığını belirtti. Burns Türkiye'nin aracılığıyla yapılabilecek yakınlaşma görüşmelerinin barış sürecine önemli katkı yapacağını söyledi.

 

TÜRKİYE SARKOZY'DEN MEMNUN DEĞİL

 

Suriye: Sinirlioğlu Türkiye'nin diplomatik çabalarının Suriye'yi İran'ın yörüngesinden çıkarmaya başladığını söyledi. "Çıkarları ayrılıyor" dedi. İsrail'in Türkiye'yi görüşmelerde arabulucu kabul etmesi durumunda, Sinirlioğlu, İran'ın daha da yalnızlaşacağını belirtti.

 

AB, Kıbrıs, Yunanistan: Sinirlioğlu, Sarkozy'nin Türkiye'nin üyeliğine muhalefetinin Hıristiyan Avrupa'yla Müslüman dünyası arasındaki kültürel ayrımı derinleştirdiğini söyledi.

 

Sinirlioğlu Papandreu'nun Erdoğan'a yazdığı mektubun üzerine Türkiye ile Yunanistan arasında yeni görüşmelerin başlayacağını söyledi.

 

Görüşmede ayrıca Afganistan, Pakistan, Hindistan, Bosna konuları konuşuldu.

 

İkili Avrupa ilişkileri ve NATO: Türkiye'nin Sarkozy'den memnuniyetsizliğini yineleyen Sinirlioğlu Belçika ve Danimarka'nın PKK'ya yakın örgütleri baskı altına almaktaki gönülsüzlüğünden şikayet etti. Türkiye'den bir ismin NATO Genel Sekreter Yardımcısı olması yönünde ABD Başkanı'nın sözünü hatırlatan Sinirlioğlu, onun yerine çok hak etmeyen bir Alman'ın seçildiğini söyledi ve "Rasmussen'le Merkel arasında bir anlaşmadan şüpheleniyoruz" dedi. Sinirlioğlu," Size güvendik de Rasmussen'in seçilmesine izin verdik" dedi.

 

Füze savunma sistemi: Sinirlioğlu projeyle ilgili Rusya'nın tepkisini sordu, Burns Rusların çok daha rahat olduğunu ve önce ikili sonra Rusya-NATO arasında görüşmeler yapmayı beklediklerini söyledi. Sinirlioğlu Erdoğan'ın Gates'le yaptığı görüşmede dile getirdiği İran tehdidinin öne çıkarılmaması talebini yineledi.

 

----ooo----

 

TARİH: 20 Ocak 2004

 

BELGE NO: 04ANKARA348

 

GÖNDEREN MAKAM: ABD Ankara Büyükelçiliği

 

SINIFLANDIRMA: Confidential

 

KONU: Türkiye Başbakanı Erdoğan Washington'a gidiyor: zorluklar karşısında ne kadar güçlü?

 

Raporun amacı ise Erdoğan’ın 28-29 Aralık tarihlerinde gerçekleşen ABD ziyareti öncesi genel bir tablo çizmek.

 

“Türkiye Başbakanı Erdoğan Washington’a gidiyor: Güçlü engeller karşısında ne kadar güçlü bir lider?” başlıklı raporun girişinde görüşmelerin resmi gündemiyle ilgili beklentilerin yanı sıra kendisi ve partisinin karşı karşıya kalması muhtemel sorunlardan bahsediliyor. “Erdoğan bu sorunların üstesinden gelemezse, bu durum hükümette geçirdiği süreyi, Türkiye’nin demokratik gelişimi ve ABD-Türkiye ilişkilerini etkiler” deniyor.

 

Raporun içinde çok çarpıcı bir “Kiminle uğraşıyoruz?” başlığı var. “Karizmatik, sokaktaki insanın izini taşıyan ve ülke genelindeki yüzlerce üyenin simaları ve görevleri konusunda inanılmaz bir hafızası olan Erdoğan’ın çok güçlü bir pragmatik yanı var. Bu pragmatizm kendisinin geçmişindeki radikal İslamcı çevresinden uzaklaşmasına neden oldu. Bu konu bize kendisinin eski dini lideri Kemal Hoca tarafından üzüntüyle aktarıldı” denilen raporda aynı şekilde Erdoğan’ın pragmatizmi dolayısıyla ajandasındaki türban gibi İslamcı konuların peşinden gitmekten kaçınmasına neden olduğu belirtiliyor.

 

"DOĞAL BİR POLİTİKACI" ANCAK

Erdoğan’a “doğal bir politikacı” yakıştırması yapılıyor ve yolsuzlukla mücadeleye hevesli, muhafazakar değerleri korumaya kararlı “Anadolu Kürsüsü” imajını ortaya koyduğu belirtiliyor.

 

Türkiye’deki elitlerin Erdoğan’a karşı attığı her adımın Başbakan’ın şehirlerdeki ve Anadolu’daki popülerliğine katkıda bulunduğu da ifade edilen raporda, Erdoğan’ın karşısında güvenilir bir siyasi rakip ya da parti olmadığı belirtiliyor.

 

Erdoğan’ın hükümetinin AK Parti taraftarları dışında ve AB’de de destek bulduğunu bildiği ifade edilen raporda, partiyle ilgili tereddütleri olanların bile elitlerin partinin reformlarına karşı muhalefetinin faydadan çok zarar getirdiğini bildiği ifade edildi.

 

Başbakan’ın AB ülkelerinin liderleriyle yaptığı olumlu görüşmelere de değinilerek “Kendisini bu noktada Müslüman dünyasının en önemli liderlerinden biri belki de en önemli lideri olarak görüyor” deniyor.

 

ERDOĞAN'IN ÖNÜNDEKİ ALTI ENGEL

“Erdoğan’ın önündeki daha derin engeller” başlığı altında ise Erdoğan’ın karakteri, rakip güç odakları, teknokratik derinlik yoksunluğu gibi noktalara değiniliyor.

 

“Erdoğan’ın karakteri” başlığı altında Başbakan’ın aşırı gururu, Allah’ın kendisine Türkiye’yi yönetme görevi vermiş olduğun inanması, otoriter tavrı dolayısıyla etrafında güçlü ve yetenekli danışmanlar olmaması, iktidarda kalma isteğinin kendisini önemli kararlarda korkak davranmaya yöneltmesi ve kadınlara güvensiz olduğu yorumları yapılıyor.

 

“Rakip güç odakları”nda dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ve Meclis Başkanı Bülent Arınç’ın adı geçiyor.

 

“Teknokratik derinlik yoksunluğu” alt başlığında AK Parti’nin bazı atamalarının işi öğrenmeye uygun olduğu, ancak büyük bir kısmının yetkin olmadığı veya cemaat çıkarlarının peşinde koştuğu söyleniyor.

 

“Halkla ilişkilerin zayıflığı ve gizli ajandaları olduğu imajı” başlığında Erdoğan’ın kendisine haber verme ya da olabilecekleri önleme konusunda danışman yokluğu yaşadığından bahsediliyor. AK Parti’nin bu imajının elitler tarafından sömürüldüğü ifade ediliyor.

 

“Yolsuzluklar” başlığında Erdoğan’ın servetini belediye başkanlığı döneminde rüşvetle elde ettiği iddialarının kanıtlanamadığı ancak Başbakan’ın bazı danışmanlarının son zamanlarda ihaleleri etkilemesiyle ilgili daha fazla şey duydukları belirtiliyor. XXXXX isimli kişi Erdoğan'ın ve kendisinin Tüpraş özelleştirmesinden "doğrudan" fayda sağladığını ifade ediyor. Erdoğan'ın bir gıda dağıtım şirketinin dikkate değer miktarda hissesini almasının kamuoyunda büyük tartışma yarattığı da hatırlatılıyor.

 

Son olarak “İslamcı kompleksler ve önyargılar” başlığında bazı atamaların elitleri, orduyu, cumhurbaşkanlığını ve yargıyı rahatsız ettiği, Erdoğan’ın siyasi anlayışında cemaatçilikten izler olduğu da raporda söyleniyor.

 

Haberin Devamı

----ooo----

 

TARİH: 8 Aralık 2005

 

BELGE NO: 05ANKARA7215

 

GÖNDEREN MAKAM: ABD Ankara Büyükelçiliği

 

SINIFLANDIRMA: Confidential

 

KONU: Türk parlamentosunda iktidardaki AK Parti içinde bölünme söz konusu değil

 

1. Özet: Erdoğan’ın başında olduğu AK Parti’nin 357 milletvekili arasında bölünmeler olduğuna dair basında yer alan haberler ve muhalefette dolaşan dedikodulara rağmen, parti –şimdilik- bütünlüğünü koruyor. AK Parti içinde belirgin dindarlar, pragmatik ve milliyetçi akımlar mevcut. Türkiye’nin Kürt nüfusunun yoğunlukta olduğu güneydoğu bölgesinde yakın dönemde yaşanan olaylar, AK Parti’nin Kürt kökenli üyeleriyle diğer partinin geri kalanı arasındaki tansiyonu yükseltiyor. Gelecek yıl içinde AK Parti içinde yavaşça kopmalar yaşanabilir ancak büyük bir bölünme Erdoğan iktidarda kaldığı ve gücünü koruduğu sürece yaşanması düşük bir olasılık.

Haberin Devamı

 

Temenni edilmesine rağmen, AK Parti henüz parçalanmıyor

2. Son bir yıl içinde Türk basını AK Parti içinde bölünmeler olacağına dair defalarca imalarda bulundu. AK Parti içinde ideolojik ve kişisel zeminde fay hatları bulunsa da, Erdoğan iktidarda kaldığı sürece büyük bölünmeler olması beklenmiyor. Hatta, partisinin önde gelen eleştirmenlerinden biri olan Ankara milletvekili Yarbay Ersönmez, bölünme dedikodularının muhalefet tarafından erken seçim sağlamak için öne atıldığını belirtti.

 

AK Parti’nin ideolojik akımları

3. AK Parti, görüş açıları birbirinden çok farklı politikacılardan oluşuyor. Parti içinde üç büyük ideolojik akım var. Bunlar, dindar, milliyetçi ve pragmatik. Bu akımlardan hiçbiri belirgin bir çoğunluk oluşturmuyor ve özellikle dindar üyelerin kişisel sadakati ideolojiye baskın geliyor.

Haberin Devamı

 

Dindarlar

4. Neredeyse tüm AK Partili milletvekilleri bir dereceye kadar dini itaatkarlık gösteriyor. Örnek olarak birçoğu Ramazan’da oruç tutuyor. Öte yandan, daha büyük ve daha dindar üyelerden oluşan bir grup söz konusu. Bu gruptakiler geçmişte kapatılan Fazilet Partisi, Ulusal İslami Görüş gençlik grubu eski üyesi ve yasaklanan Müslüman Kardeşler grubu üyeleri. AK Parti’nin en üst düzey lider kadrosu bu gruba giriyor: Başbakan Tayyip Erdoğan, Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, Meclis Başkanı Bülent Arınç, yardımcısı ve Saadet Partisi başkanı Necmettin Erbakan’ın eski sağ kolu İsmail Alptekin.

 

5. Çok sayıda İslamcı Avrupa Birliği’ne (AB) karşı gelse de, AK Parti üyeleri partilerinin çizgisini takip ederek AB üyeliğini destekliyor. Tipik Türk İslamcısı olarak, Türk ordusunu sevmiyor, orduyla zorunlu askerlik görevi dışında hiçbir bağ bulundurmuyorlar. ABD’ye karşı görüşleri büyük farklılık gösterirken, “arkadaşçı” ve “şüpheli” arasında değişiyor. AK Partili üyelerden birçoğu Müslüman dünyasıyla yakın ilişkileri desteklese de, Erdoğan’ın liderliği altında, karşı oldukları özelleştirme ve yabancı yatırımı kamuoyunda cesaretle savunuyorlar.

Haberin Devamı

 

6. Dindar milletvekillerinin, Erdoğan’ın başörtüsü ve dini okullarda başörtüsü giyilmesi konusundaki kısıtlamaları hafifletememesinden dolayı son derece mutsuz oldukları söyleniyor. Buna rağmen, 2002’den beri hiçbir milletvekili istifa ederek Saadet Partisi’ne geçmedi.

 

Milliyetçiler

7. Milliyetçi olmayan bir Türk bulmak zor. Öyle ki, eski bir milletvekilinin verdiği bilgiye göre, AK Parti’de çoğunluğu aşırı milliyetçi MHP veya merkez sağ DYP üyeliği yapmış 50’ye yakın vekil, Türk standartlarıyla kıyaslandığında aşırı milliyetçi. Bu grup, Adalet Bakanı ve hükümet sözcüsü Cemil Çiçek, Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener, Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen ve meclis başkanvekili Sadık Yakut’tan oluşuyor.

 

8. Milliyetçi AK Partililer, AB ve Kıbrıs için söz konusu olan imtiyazlarda en sert duruşu sergiledi. Dışişleri Bakanlığı yetkilileri, hükümetin Ankara Anlaşması’nın genişletilmesi protokolünün parlamentoya getirilmesinin milliyetçi partililerin tepkisi yüzünden ertelendiğini defalarca belirtti. Milliyetçi AK Partililer, Türkiye’de etnik Kürtlerin güdülerinden oldukça şüpheli. Aynı zamanda, Erdoğan’ın Ağustos ayında Diyarbakır’da Türkiye’nin bir Kürt sorunu olduğunu açıklamasını eleştiriyorlar. ABD’ye olan yaklaşımları ise dindar meslektaşlarınınkine benziyor

 

Pragmatistler

9. Yurt dışında eğitim görmüş ve diğer meslektaşlarına kıyasla daha fazla seyahat etmiş olan AK Partili pragmatistlerin çoğu İngilizce konuşuyor. Bazıları eski ANAP milletvekili olan pragmatistlerin çoğu Ankara ve İstanbul gibi büyük kozmopolit şehirlerden geliyor. Yabancı yetkililerle yapılan temaslarda yer alan AK Parti’deki beş başkan yardımcılığı koltuğunun üçü, pragmatistlere ait. Bu kişiler Bülent Gedikli, Reha Denemeç ve Şaban Dişli. Her biri yurt dışında eğitim görmüş bu kişiler İstanbul ve Ankara’yı temsil ediyor. Aynı özellikler, Erdoğan’ın çevirmeni ve dış politika danışmanı Egemen Bağış için de geçerli.

 

10. Pragmatik AK Partililer dış politikada en çok öne çıkan isimler olsalar da, parti içinde milliyetçi ve dindar kesimin ardında kalıyorlar. 2005 yılının başlarında, istifa eden milletvekillerinin çoğunun ANAP’a geçmesi ılımlı AK Partilileri öfkelendirdi. AK Parti’den ayrılarak ANAP’ın başına gelen Erkan Mumcu, “AK Parti’de kendisini sadece bir misafir olarak hissettiğini” söyledi.

 

11. Erdoğan pragmatistleri kaybetmenin altından kalkamaz. AK Parti’ye ABD ve Avrupa’da iyi bir diplomasi sergileyen büyük bir çadır görüntüsü kazandırmalarının yanı sıra, pragmatistler İstanbul ve Ankaralı elitlerle bağlantılara sahip. AK Parti’nin ABD’ye en arkadaşça kesimini oluşturdukları gibi AB üyeliği için gereken liberal politik ve açık piyasa ekonomisi reformlarını savunuyorlar.

 

Kişisel sadakati olanlar

12. AK Partililer kişilik ve politik alanda bölünüyor olmalarına rağmen, kişiliklerinde yatan fay hatları ideolojik fay hatlarını kesip geçiyor. Erdoğan’ın AK Parti’yi bir araya tutmaya yarayan tutkalı, İstanbul belediye başkanıyken ekibinde yer alan ve ardından onu izleyen milletvekilleri. Bunlar arasında Ekonomi Bakanı Kemal Unakıtan, Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, Devlet Bakanı Nimet Çubukçu, milletvekili İrfan Gündüz ve Erdoğan’ın konuşmalarının metnini yazan Hüseyin Besli var. Bu isimlerin her biri dindar iken, Çubukçu’nun partideki dindar kesimi sürekli desteklediği biliniyor.

 

13. Erdoğan, ‘İstanbul’ Bakanları için yapılan istifa çağrılarına rağmen üç bakanını sürekli savundu. Diğer AK Parti vekilleri “Tayyip Bey’e” sadakatlerini belirtiyor ve ona yakın kalmak istiyor. Bir kaynak, Erdoğan’ın stratejisinin, emrinde olan kişileri sürekli rekabet içinde tutarak onları ilgisini çekmeye zorladığı, böylece onları kendisine ciddi bir tehdit oluşturamayacak kadar meşgul ettiğini belirtti.

 

14. Gül, Erdoğan’a en büyük rakip olarak duruyor. Aralarındaki fark ideolojiden değil, Gül’ün daha fazla güç istemesinden kaynaklanıyor. Fazilet Partisi’nin parlamentodaki grubunu temsil eden Gül, Kayseri milletvekili Salih Kapusuz, AK Parti eski halkla ilişkiler başkan yardımcısı Murat Mercan (bu yılın başlarında yetersiz kaldığı için Erdoğan tarafından kovuldu) ve bir diğer Kayseri milletvekili Taner Yıldız bulunuyor.

 

15. Meclis Başkanı Bülent Arınç, partideki en üst düzey üçüncü lider figürü ve Erdoğan’ın gelecekteki olası rakiplerinden biri. Ancak Gül’ün nüfuzu altında olan Arınç, bağlantılarımıza göre belirgin bir sadık AK Partili’nin desteğinden yoksun.

 

AK Parti’nin Kürt milletvekilleri

16. Çoğunluğu güneydoğudan olmak üzere, AK Parti’nin yaklaşık 60 milletvekili Kürt kökenli. Partinin en belirgin Kürt kökenli milletvekili, Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat. AK Parti milletvekilleri dindar eğilim göstererek, Kürt milliyetçiliği üzerindeki ortak bağları öne çıkarıyor. Eski bir Kürt kökenli ve dindar milletvekili, AK Parti’nin Kürt vekillerinin Kürtleri ilgilendiren konularda son derece pasif kaldığını düşündüğünü belirtti.

 

17. Yakın dönemde yaşanan, Şemdinli’de Jandarma’nın karıştığı bombalama olayları ve Erdoğan’ın Diyarbakır’da yaptığı konuşma, Kürt kökenli vekillerle parlamentonun geri kalanı arasındaki tansiyonu yükseltti. Ankaralı bir AK Parti vekili, kısa bir süre önce yaşanan gerilimin, AK Parti’nin dindar kesimini etkilediğini ve parti içindeki diğer gruplara göre gücünü azalttığını belirtti.

 

18. Yorum: AK Parti’nin parlamentoda sahip olduğu güç, şu ana kadar Erdoğan’ın farklı görüşe sahip milletvekillerinden oluşan çeşitli grupları bir arada tutabilmesi ve güçlü bir muhalefet oluşamamasından kaynaklanıyor. Ortaya çıkan soru, Erdoğan’ın AK Parti’yi klasik Türk geleneği içinde demokrasi dışı, kişilik-temelli bir hale getirmeden bütünlük içinde tutup tutamayacağı. AK Parti’ye muhalefet nihayetinde kendi içinde doğacak. Ancak şu an için Erdoğan kontrole sahip gibi görülüyor ve mutsuz milletvekilleri için politik bir alternatif bulunmuyor.

 

----ooo----

 

TARİH: 06 Mart 2009

 

BELGE NO: 09BAKU175

 

GÖNDEREN MAKAM: ABD Bakü Büyükelçiliği

 

SINIFLANDIRMA: Secret/Noforn

 

KONU: İran’da kara para aklayanlar, yaptırımları ihlal edenler ve Devrim Muhafızları’na para verenler: Bir Bakü numunesi

 

(…)

 

B. “Lotfi” takma adıyla. Ardebil’de büyük bir deri fabrikası işletiyor. Devrim Muhafızları’da (muhtelemen emekli) bir subay ve aslında şirketlerinin sahibi Devrim Muhafızları. Devrim Muhafızları’nın işleri için Malezya, Singapur, Dubai, Türkiye, Irak ve Azerbaycan’a seyahatler yapıyor. Aynı zamanda Devrim Muhafızları’na ve/veya İran istihbarat birimlerine “istediklerini vererek” yardımcı oluyor.

 

(…)

 

E. Cemşid “Cuşkar” Mahmudoğlu. Kendisi ve kardeşleri Türk vatandaşlığı almış İranlı Azerbaycanlılar. Zaman zaman Türk bankası” olarak bahsedilen Bakü Bankası’nın büyük hissedarları. Aslen Tebrizliler ve aileleri zengin altın ve döviz tüccarları. Ancak İran Devrimi’nden sonra işlerini kaybetmişler. Aile Türkiye’ye kaçıp Türk pasaportu almış. Azerbaycan ve İran’daki iş anlaşmaları aynı şekilde Tebriz asıllı Türkiyeliler olan Oromi ailesiyle iç içe geçmiş durumda. Bir bankanın önemli hissedarlarından biri.

 

(Yorum: Banka Türk şirketleriyle ilişkileriyle biliniyor.)

 

F. Şahram Oromi. İran Devrimi’nden sonra Türk vatandaşlığı alan İranlı bir Azerbaycanlı. Kendisi ve kardeşleri Bahram ve Nadir, 1998 yılında “Türk” NAB Dış Ticaret Şirketi’ni kurdu. Merkezi İstanbul’da olan Türkiye, Ortadoğu ve İran arasında kapsamlı bir ticaret yürütüyor. Şirket 1995’ten bu yana Hyundai markasının Azerbaycan distribütörü ve ailenin üyelerinden birinin Samsung’un Türkiye ve Azerbaycan’daki temsilcisi olduğu söyleniyor.

   

----ooo----

 

TARİH: 16 Kasım 2009

 

BELGE NO: 09TELAVIV2482

 

GÖNDEREN MAKAM: ABD Tel Aviv Büyükelçiliği

 

SINIFLANDIRMA: Secret/Noforn

 

KONU: ABD Savunma Bakan Yardımcısı Vershbow ile üst düzey İsrailli savunma yetkililerinin görüşmesi

 

Özet: (…) İsrailli yetkililer Türkiye-İsrail ilişkilerindeki bozulmayla ilgili kaygılıydı ve Suriye ve Lübnan’dan gelen tehditlerden bahsettiler.

 

(…)

 

Gilad, Suudi Arabistan’ın İran’ın (Pakistan desteğiyle) nükleer silah sahibi olmasına karşı çıkacağını, Mısır’ın da destek vereceğini söyledi. Türkiye’nin nükleer silah sahibi olarak yanıt vereceğinden emin değildi. Yine de, İsrail’in çevresindeki bölgede güvenlik durumu İran’ın nükleer silah sahibi olmasıyla ciddi anlamda iyileşecekti.

 

(…)

 

Türkiye’yle ilgili rahatsızlık

 

13. İsrailli yetkililer ayrıca Türkiye’nin, İsrail’in Anadolu Kartalı tatbikatına katılımını iptal etmesiyle büyüyen rahatsızlıklarını dile getirdi. Türkiye’yle stratejik ilişkinin önemine inançlarını belirten yetkililer Erdoğan’ın görüşlerinin günden güne orduyu daha fazla etkisi altına aldığını ve Türkiye’nin Batı’dan çok Doğu’ya bakmasının ilişkilerin bozulmasının bir nedeni olduğunu söyledi. Gilad, Türkiye’nin AB üyelik sürecinin şüpheye düşmesiyle bunun anlaşılır bir duru olduğuna ve başarılı olmak için iki bölgede ilişkilerini dengelemesi gerektiğine inanıyor.

 

14. Baidatz Türklerin Irak’ta Kürt etkisini önlemeye kararlı olduğunu ve bu hedefi gerçekleştirmek için İran ve Suriye’yle ilişkilerini düzeltmesi gerektiğini söyledi. Ona göre en kötü sonuç, Ortadoğu’da yeni bir Türkiye-İran-Suriye-Irak ekseninin ortaya çıkması olur. Gilad aynı zamanda Türkiye’nin İran’la ilişkilerini düzeltmek istediğine de dikkat çekerek son dönemde Hamas’ı desteklemek için bazı agresif planlar yaptığını söyledi. Ancak Baidatz’dan daha iyimser görüşler taşıyorduve Türkiye’nin Irak’ta olumlu bir rol oynadığını ve Türklerin asıl hedefinin ticari açıdan faydalı olabilecek istikrarlı bir Irak olduğunu belirtti. Glad, yakın zamanda İsrail ve Türkiye arasındaki herhangi bir yakınlaşmadan şüphe duyduğunu, ancak Türkiye’nin önemi dolayısıyla İsrail’in ordular arası ilişkileri sürdürmeye devam edeceğini belirtti.

 

15. Gilad ayrıca Vershbow’a İsrail’in Türkiye’yle ilişkilerini düzeltmek için ne yapabileceğini sordu. Vershbow Türkiye’nin bölgede etkili olmak istediğini ve eğer İsrail’le ilişkilerini tehlikeye atarsa konumunu ve tarafsız bir arabulucu olarak etkinliğini riske atacağını belirtti. Erdoğan’ın ideolojik görüşlerinin Türkiye’nin Müslüman komşularına odaklanmasına neden olabileceğini de belirten Vershbow, kendisinin bir realist olduğunu dolayısıyla ABD ya da NATO’yla ilişkileri riske atmayacağını ifade etti. ABD ve İsrail Türkiye’ye karşı sabırlı ve ilgili olup Türkleri bölgede yapıcı bir rol oynamaya gönüllendirmeli.

 

----ooo----

 

TARİH: 23 ARALIK 2004

 

BELGE NO: 04THEHAGUE3333

 

GÖNDEREN MAKAM: Lahey Büyükelçiliği

 

SINIFLANDIRMA: Confidential

 

KONU: TÜRKİYE’NİN AB KATILIM SÜRECİ/ GİZEMLİ KAYBOLAN BELGE OLAYI

 

ÖZET: Hollandalı diplomat Pieter de Gooijner’e göre, Hollanda’nın önderliğinde Avrupa Konseyi’nin Türkiye’yi üyelik müzakerelerine davet etmesi, tarih kitaplarına geçecek bir olay. Hollanda Konseyi ve Polloff ile yapılan son görüşmelerden birinde, Gooijner Brüksel’deki görüşmelerin son saatlerine kendi gözüyle şahit olduğu detayları anlattı. De

Gooijer, olumlu kararın çıkmasına etki eden üç kritik gelişmenin olduğunu savundu: Fransa Cumhurbaşkanı Chirac’ın, Kıbrıs Rum Kesimi Cumhurbaşkanı Papadopulos’a söz hakkı tanımadan, acele ettirmesi, İngiltere Başkanı Blair’ın, Başbakan Erdoğan’ı tehlikeli sonuçlar doğuracak bir basın toplantısı düzenlemeden önce otelinin arka kapısından alması ve Hollanda’nın, Türkiye’nin normalde var olmayan Ankara Anlaşması deklarasyonunu hoş karşılayıp, alıntı yaptıkları Konsey Kararı’nı gösteren belgeyi ustalıkla saklaması.

 

2. Pieter de Gooijer, (Avrupa Entegrasyon Direktörü ve Hollanda Cumhurbaşkanlığı’nın ana müzakerecisi) 20 Aralık’ta Hollanda Konseyi’nin ev sahipliğinde yapılan bir resepsiyon kapsamında, Türkiye’nin AB’ye giriş müzakerelerini, Konsey yetkilileri ve Poloff ile ilişkilendirdi. De Gooijer, Konsey’in Başbakan Balkenende ve Dışişleri Bakanı Bot ile 16 Aralık Perşembe günü başlayan, müzakerelerin tam merkezindeydi. De Gooijer, o görüşmeler için, Başbakan Balkenende’nin, Türk delegasyonunun kendisine karşı tavrından ve Erdoğan’ın ülkesine döndükten sonraki açıklamalarından dolayı kızgın olduğunu söyledi. De Gooijer, Balkenende’nin Bulgaristan, Hırvatistan ve Romanya’nın sevinç dolu tepkilerinde olduğu gibi, sırt sıvazlama ve kucaklaşma fırsatını kaçırdığını söyledi. “Müzakerelerin hepsinde olduğu gibi, ona Türklerin buraya Kapalı Çarşı’da halı alıyormuş gibi bir müzakere için geldiklerini hatırlatmak zorunda kaldım. Eğer her şey, doğru yolda ilerleseydi, müzakerelerden daha iyi bir anlaşmayla ayrıldıklarını düşünebilirlerdi.” Aynı şekilde, De Gooijer, Kapalı Çarşı psikolojisinin, Başbakan Erdoğan’ın anlaşma ve sonuçlarından memnun olmadığını göstermesini gerektirdiğini belirtti.

 

 

3. De Gooijer, 16 Aralık Perşembe gününün ilk saatlerinde, Hollanda Cumhurbaşkanlığı delegasyonunun, Türk heyetle öğleden sonra saat 4.30’da görüştüğünü ve Hollandalıların, Türklerin Kıbrıs konusunda bir şeyler yapmak zorunda olduklarını söylediklerini belirtti. De Gooijer’e göre, hiçbir şey imzalamak istemeyen Türkler negatif tepki gösterdi. Bu ve devlet liderleri akşam yemeği için hazırlanırken, De Gooijer Türkiye’nin Ankara Anlaşması için bir protokol başlatabileceğini önerdi ve protokol başlatmanın illa anlaşma imzalamak anlamına gelmediğini söyledi. Bu Türkiye için, Kıbrıs meselesinin önemini kabul etmenin bir yoluydu. Bu plana uygun hareket eden Hollanda, Konsey Sonuç Belgesi’nin, Türkiye’nin Ankara Anlaşması’nın protokolünü imzaladığına işaret eden 19’uncu paragrafa ek metin gönderdi. Balkenende, Dışişleri Bakanı Bot, Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Gül arasında geçen zorlu konuşmalar, en sonunda Türklerin protokol başlatmaya en az anlaşma imzalamak kadar karşı çıktıklarını gösterdi.

 

4. Ek metin, 17 Aralık Cuma sabahı geri çekildi. Hollanda iddiasını, Türkiye’nin AB üyeliği müzakereleri başlamadan önce, bir Protokol imzalama niyetinde olduğunu gösteren bir deklarasyon yapabileceği yönünde değiştirdi. Sekreterya, bunu Konsey Karar Belgesi’nin 19’uncu parafına bir revizyon olarak yayımladı. Prensipte, Türklerin konsept onayını aldılar ve sonrasında bunu Kıbrıs’a satmaya yöneldiler. De Gooijer, Fransa Cumhurbaşkanı Chirac, Almanya Başbakanı Schroeder, İngiltere Başbakanı Blair, Avrupa Komisyonu Başkanı Barroso, Hollanda Başbakanı Balkenende ve Kıbrıs Rum Kesimi lideri Papadopulos arasında gerçekleşen küçük bir toplantıyı hatırlattı. Hemen yandaki odadaysa, bütün Avrupa Konseyi toplantı yapıyordu. Blair ve Schroeder, Brüksel’den öğleden sonra 1.30’da ayrılmak istediklerini açıkladı. Anlaşma için zaman daralırken, Papadopulos, net bir deklarasyon konusunda ayak diredi. De Gooijer, en nihayetinde Chirac’ın konuşup, Papadopulos’un baktığını söyledi. “Tony, Gerhard ve ben, bunun iyi bir çözüm olduğunu düşündük. Çok fazla zamanımız yok. Biliyorum kabul edeceksin.” Chirac daha sonra ayağa kalktı ve Papadopulos’a yönelerek, “Toplantıya girmemize izin ver” dedi. De Gooijer, sonrasında Chirac’ın şaşkın bir halde olan Papadopulos’u toplantıya götürdüğünü söyledi. De Gooijer, aynı zamanda bunun en nihayetinde AB’deki işleyişin bir örneği olduğunu ve büyük ülkelerin ayak direyen küçük ülkelere karşı cephe aldığı bir sistemi göz önüne serdiğini söyledi.

 

5. Hollandalılar, halen Türkiye’nin resmi olarak Deklarasyonu kabul etmesine ihtiyaç duyuyordu. De Gooijer, Karar Sonuç Bildirgesi’nde, Türklerin kişisel mektuplara kadar kelime oyunları yaptıklarını söyledi. Daha da kötüsü, Türkler, resmi deklarasyonu, metnin 19’uncu paragrafında öngörüldüğü gibi kabul etmeyi reddetti. Metnin bu kısmında deklarasyon hoş karşılanıyor ve sözde deklarasyondan alıntı içeriyordu. Bu gelişmeler öncesinde, Erdoğan açıkça müzakereleri terk etti ve önceden belirlenmiş 14.00’deki basın toplantısı için Conrad Otel’in yolunu tuttu. De Gooijer, Balkenenede’nin Başbakan Blair’i çağırdığını ve ondan yardım istediğini söyledi. Blair, arabasına binip Erdoğan’ı takip etmeye gönüllü oldu; bir süre sonra, her ikisi de son görüşme için Konsey binasına döndü.

 

6. Bu noktada, de Gooijer, Erdoğan, Balkenende ve Barroso’nun 19’uncu paragrafın yeniden değerlendirilmiş halinin bulunduğu, yeni sunulan Sonuç Bildirgesi’nin metninin sayfasını, anlaşmanın içerikleri ve kapsamının kabul edilmesi adına imzalamasını teklif etti. De Gooijer, “Sayfayı biraz önce kitabımdan yırttım ve altına üç çizgi çektim” dedi. Erdoğan ise imzalamayı reddetti ve Gül onu takip etti. De Gooijer, ardından 19’uncu paragrafı kabul edeceğini düşündüğü ve böylece, başta Kıbrıs olmak üzere konseyin geri kalanının Türkiye’nin Protokol’e 3 Ekim’den önce imza atmasından memnun olmasını sağlayacak politik seviyeden birine işaret etti. Nihayetinde, Erdoğan Dışişleri Bakanına Türkiye adına imza atması talimatını verdi; Hollanda adına Dışişleri Bakanı Arzo Nicolai imza attı ve Avrupa Komisyonu’nun genişlemeden sorumlu üyesi Rehn’de komisyon adına imza attı. Bunun ardından, politikacılar, üç aday ülkenin temsilcilerinin, 25 üye ülkeyle son oturumun yapılması ve geleneksel aile fotoğrafının çekilmesi için katıldıkları Konseye döndü.

 

7. Ek söz olarak, son oturum için not alan bir Konsey çalışanı, ABD’nin Avrupa Birliği’ndens sorumlu yetkilisi, anlaşmaya varılmasının ardından durumun gerginliğini koruduğunu ifade etti. Konseyin son resmi oturumunda, AB–25, Yunanistan’ın talebi karşılığında Sonuçlar metninin (sınır tartışmalarının çözümlenmesiyle ilgili) 20’inci paragrafında geçen, Üye Ülkeler” (çoğul) ifadesini “Üye Ülke” ifadesiyle değiştirdi. Dört aday, şampanyayla kadeh kaldırmak için 25 ülkeyle bir araya geldiğinde, Romanya, Bulgaristan ve Hırvatistan’ın tarihi kararları hakkındaki düşüncelerini belirtmelerinin ardından, Erdoğan sahneye çıktı. Erdoğan’da günün tarihi önemine değindi, ancak ardından iki anlamlı yorum yaptı. İlk olarak, Türkiye’nin 20’inci paragrafın halen tek bir “Üye Ülke”ye ilişkin olduğunu anladığını söyledi. İkincisi, Türkiye Devleti’nin, Ankara Anlaşması’nda Kıbrıs’ın tanınmasını öngören protokolü imzalamayı düşünmediğini belirtti. (Not: ABD’nin AB misyonundaki kaynağı, Konsey’in, AB’nin resmi Sonuçlarda böyle bir noktayı içermeyeceğine önceden açıklık getirdiğini söyledi. Ancak Hollandalılar, konunun gündeme gelmesi halinde Balkenende’nin kapanış basın toplantısında, AB’nin protokolün imzalanmasını, tanımasıyla aynı kabul etmeyeceğini belirtebileceği konusunda Türklerle anlamıştı. Kıbrıs Rum Kesimi Devlet Başkanı Papadopulos, Erdoğan’a cevap vererek Sonuçların E-25 ülkeleri arasında çoktan kabul edildiğini ve sonradan tekrar yazılamayacağını belirtti. ABD’nin AB misyonu kaynağının giderek daha gerginleştiğini belirttiği Balkenende araya girerek, “herkesin bugün tarihi bir karar alındığı konusunda anlaştığını” söyledi ve tartışmayı kapattı.

 

8. Türkiye’nin Deklarasyonu’na gelince? De Gooijer suratında bir gülümsemeyle, “O sonsuza dek kayıp olacak; tarihçiler boş yere hiç bir zaman var olmamış bir kağıdı arayacak” dedi. Bu, hesabı yapılan niyeti gösteriyordu. De Gooijer, “Toplamak gerekirse… Hepimiz Türkiye’nin muhtemelen geç kalmadan ve kesinlikle 2 Ekim kadar geç olmadan ne yapması gerektiğini biliyoruz (müzakerelerin başlayacağı tarihin bir gün öncesi). Ve eğer Türkler içeri girer ve Deklarasyon ile 19’uncu paragrafta yansıdığı gibi niyetleri hakkında kelime oyunlarına başlarsa? De Gooijer, “AB müzakerelere başlamaz” diyerek sözlerini bitirdi.

 

9. Bu belge ABD’nin AB misyonuyla koordine edilmiştir.

 

 

                 

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!