Turgut Özal'ı devlet arazisi kapmak için misafir ettiler

Güncelleme Tarihi:

Turgut Özalı devlet arazisi kapmak için misafir ettiler
Oluşturulma Tarihi: Mart 20, 2001 00:00


Yener Süsoy
Haberin Devamı

Sağlığında Turgut Özal'ın sağ kolu olan Can Pulak, yaşadığı ibret verici olayları arkadaşımız Yener Süsoy'a anlatmayı sürdürüyor. Özal'a aşırı yakınlık gösteren, onu misafir eden işadamlarının gizli niyetlerini ortaya döküyor. Pulak'a göre çıkar çevreleri, Özal'ın duygusallık ve iyi niyetini kullandılar.

Özal'ın gerçek prensi Bülent Gültekin'dir

Turgut beyin prensleri diye bir şey yoktu, kimileri kendisinin öyle anılmasından hoşlandı. Mesela Bülent Şemiler'i aklından istifade etmek için Amerika'lardan getirmedi, Özal döneminin Derviş'i gibi. Şemiler de, Rüşdü Saraçoğlu da Ahmet'in arkadaşıydı. Bana göre Turgut Özal'ın prensi unvanına layık tek bir insan vardır, o da Prof. Dr. Bülent Gültekin'dir. Amerika'da gördüm ki Filadelfiya Üniversitesi'nde ordinaryüs sıfatlı, bütün Amerika'nın saygı duyduğu bir Türk bilim adamı.

Sezer, özlenen cumhurbaşkanı

Ahmet Necdet Sezer Türkiye'nin özlediği bir cumhurbaşkanı tipini ortaya koyuyor. Mütevazi bir insan, fiyakaların hepsini kaldırdı. Tek söylenecek şey belki çok fazla hukukçu olması. Eşi de giyimiyle, davranışlarıyla Atatürk Türkiyesi'nin kadınını canlandırıyor.

Bana cebinde istifasıyla dolaşan adam derler. Turgut beyle çalıştığım süre içinde görevimden 9 defa istifa ettim.

Turgut beyin en büyük merakı sabaha karşı 04'de, 05'de televizyonda sanal golf oynamaktı. Rakip olarak Güneş Taner'i ve beni seçerdi. Ben genellikle kaçardım, deliği tutturamıyorum ki. Kendisi mühendis olduğu için vuruş hesaplarını öyle güzel yapıyordu ki, her top kutlaka deliğe girerdi.

Ağa Ceylan beni tehdit etti

Bu ülkenin Cumhurbaşkanı'nın Turizm ve Çevre Başdanışmanı olarak tekere çomak sokasanız başına nelerin gelebileceğini hiç bilemezsiniz.

- Ceylanlar'ın Simena'sındaki yapılan ilk tatilin sonunda Turgut bey ve eşi dışında kalan 35 kişilik ekibimin hesaplarının gönderilmesini istedim. Genel Sekreter Kemal Yamak'tan ödeme onayını da almıştım. Biraz sonra beyefendi telefon edip odasına çağırdı. Bana ‘‘Hesap mı ödüyorsun?’’ dedi. ‘‘Evet efendim, biz devlet memuruyuz, aksini yapmamız suç olur’’ dedim. Hesabı öderken Ağa Ceylan geldi ‘‘Bu bana hakaret olur, hepiniz benim misafirimsiniz’’ dedi. kendisine ‘‘Beyefendi ve eşi için olabilir, ama biz devletten bunu ödemek için para alıyoruz’’ deyip çıktım. Aradan bir zaman geçti, şimdi yine aynı görevde olan Turizm Bakanlığı Müsteşarı Savaş Küce bana geldi. Elindeki planları gösterip ‘‘Ağabey başımız dertte, bunu ancak sen çözebilirsin’’ dedi ve devam etti: ‘‘Ağa Ceylan, otellerinin karşısındaki araziyi devletten almak istiyor. Fakat önünden yol geçtiği için yasaya göre araziyi alamıyorlar. O da Turgut beyin yakın arkadaşı olduğunu söyleyip yolu iptal etmemiz için bize baskı yapıyor.’’ Bakan da korkup kendisinin devreden çıkarılmasını istemiş. Duyduklarım karşısında şok oldum ve hemen Savaş'ı uğurlayıp Özal'ın yanına geçtim. Planı yere açıp ‘‘Bakın burada bir yol var. Bu yoldan turistler, köylüler, otellerde çalışanlar geçiyor. Simena'da kalmak istediğinizde size bunun faturasının bir gün çıkacağını söylemiştim. İşte çıktı, Ceylanlar şu yolu kaldırmak için baskı yapıyorlar ama, bu olmayacak’’ dedim. ‘‘Ne mahzuru var Can, tesis büyümüş olacak, daha çok turist çekecek’’ dedi. Dedim ki ‘‘Beyefendi, Simena'nın bulunduğu yer Karayolları'na aitti. Nasıl yaptılarsa burasını kendilerine tahsis ettirdiler, hatta bir gece burayı basıp devletin bütün aletlerini denize atıp üstüne oturdular. Turizm baş danışmanınız olarak bu konuda kavga edeceğim’’ dedim. ‘‘Can bizim işimiz kavga etmek değil, aman başıma iş açma ne de olsa ahbaplarım’’ dedi. ‘‘İşte bu çok kötü efendim’’ dedim. Çıkıp Savaş'ı aradım; ‘‘O yol verilmeyecek‘‘ dedim. İki ay sonra tekrar Simena'ya gidildi ama, ben onlardan ayrılarak Falez'de kaldım. Özal bunu duyunca küplere binmiş hemen beni çağırttı. Gittiğimde başta Ağa Ceylan ve ailesinin tamamı, DEP milletvekilleri, o takımdan bir sürü adam, belki var kırk kişi.

Turgut bey herkesin içinde bana neden Simena'da kalmadığımı sorunca bunu başbaşa kaldığımızda kendisine arz edeceğimi söyledim. ‘‘Burada konuş kardeşim’’ diye ısrar edince ben de yüksek sesle ‘‘Beyefendi, içinde oturduğunuz bu bina kaçak. Yasalarımıza göre denizden 50 metre geriye yapılması lazımdı, oysa tam denizin dibine yaptılar. Ben Türkiye'ye Özel Çevre Koruma'yı getiren bir kişi olarak burada kalamam’’ dedim. Turgut bey durumu anladı, ‘‘Peki sonra konuşuruz’’ dedi, ben de çıkıp gittim. Bir gün Eseboğa'nın şeref salonunda beklerken Ağa Ceylan geldi yanıma ‘‘Can bey seni sevmeyenler var. Bana taktığın için o yolu verdirmediğini söylüyorlar‘‘ dedi. Ben de ‘‘Doğru söylüyorlar, ben durdurdum’’ dedim. Yüzüme dik dik bakıp ‘‘Bunun bir bedeli vardır’’ dedi. Ben de; ‘‘Ne ise istediğin yerde öderiz’’ deyip gittim. Turgut beye ‘‘Bu adam beni tehdit etti, ben de öderiz bedelini dedim’’ diye anlattım. Şaşırdı; ‘‘Bunların arkaları kalabalıktır’’ deyince; ‘‘Önemli değil, benim de arkam kalabalıktır’’ dedim. Ve Ağa Ceylan benimle küs gitti, ailesinden biriyle de selamım sabahım yok.

ÖZAL'IN ORDUEVİNDEN KAÇMA MACERASI

Beni böyle mi koruyorsunuz

- Bir gün Harbiye Orduevi'nde İstanbul Emniyet Müdür Muavini Mehmet Ağar, koruma müdürü Musa Öztürk'le oturuyoruz. Özal'ın odasından çıkan garson ‘‘Efendim sayın başbakan içerde yok’’ dedi. Başka çıkış yeri yok ki, çıksa mutlaka yanımızdan geçecek. Garson asker, elindeki çay tepsisiyle dönüp dolaşıp yine geldi, ‘‘Efendim içeriye iyice baktım, sayın başbakanı bulamıyorum’’ dedi. Allah Allah, yanımızdan geçmeden çıkması için camdan atlaması lazım. Girdim içeriye, yatak odasına baktım yok, banyoyu açtım yok, hep muziplik yaptığı için kanapelerin, perdelerin arkasına baktım yok. Ateş bastı, Musa'ya seslendim koştu geldi. O anda baktım garson bir kapıyı açıp kayboldu. Meğer orada servis asansörü varmış. Sen ayağına blucini geçir, üstüne kırmızı bir tişört giy, kafana da bir şapka tak, orduevinin servis kapısından çık git. Bir taksi çevirip Gümüşsuyu'na gitmiş, orada taksi değiştirip Kadıköy çarşısına geçmiş. Elinde bir kese kağıdı kabak çekirdiği, o manava giriyor elma veriyorlar, bu markete giriyor muz veriyorlar. Bizim ise Özal kayboldu diye anamız ağlamış, perişanız. Bir yandan asker, bir yandan polis arıyor. Akşamüstü saat 17.30'da Özal'ın Kadıköy'de bulunduğu haberi telsizden gelince oh dedik. Biraz sonra polis arabasına kurulmuş olarak geldi. Beni görünce gülmeye başladı ‘‘Bunlar beni koruyor değil mi Can?’’ dedi. Ben de ‘‘Beyefendi bu yapılır mı Allahaşkına?’’ dedim. O da ‘‘Zaman zaman hepinizi kontrol etmek lazım, bakalım iyi çalışıyor musunuz’’ dedi.

Turgut beyin dublörüydüm

- Turgut beyi medyadan kaçırmak için çok kez onun dublörlüğünü yaptım. Bir akşam Harbiye Orduevi'ndeyiz; Beyefendi, ‘‘Can, ben bizim çocuklara gideceğim, aman bize kimse takılmasın’’ dedi. Koruma müdürü Musa'ya arabayı, eskortları hazırlatmasını söyledim. Ben sanki Turgut bey gibi siyah bir pardesü giyip siyah gözlüklerle aşağıya indim. Musa arabanın kapısını açtı, biz eskortlarla beraber hareket etti. O sırada Turgut bey arkadaki servis kapısında bekleyen bir sivil arabaya binip çoktan gitmişti. Ben Turgut bey rolünde Yeşilköy'e kadar gittim, arkada onlarca arabalık basın ordusu. Böyle uzun şehir turu attıktan sonra tekrar Orduevi'ne döndüm. Ertesi gün gazetelerde ‘‘Özal'ın Esrarengiz Gezisi’’ başlıkları vardı.

Gece yarısı dansa gittik

- Uyumaya hazırlanıyordum ki, bir gece yarısı beyefendi telefon etti; ‘‘Çabuk buraya gel’’ dedi, hemen giyinip gittim. Baktım Semra hanımı elinden tutmuş beni bekliyor. ‘‘Hadi bizi dansa götür’’ dedi. Dışarı çıkıp düşünmeye başladım, gece yarısı Ankara'da ne dansı bulacağım? Alpay geldi aklıma, o zaman Karpiç var. ‘‘Alpay, birazdan Cumhurbaşkanıyla geliyoruz’’ deyince, ‘‘Git lan, ne matrak herifsin kimi bulursan getir’’ dedi. Alpay kapıda beni beklerken karşısında Turgut bey ve eşini görünce bembeyaz oldu, eli ayağı kesildi. Turgut bey Semra hanımla el ele girdi içeri, ‘‘Gençler hadi bakalım herkes dansa, ne oturuyorsunuz’’ dedi, bir alkış koptu. Semra hanımla dans ederken kulağıma ‘‘Can bunu sana zaman kazandırmak için yaptım, bir yere masa koydur’’ dedi.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!