Sefa KAPLAN
Oluşturulma Tarihi: Aralık 28, 2008 00:00
Gazeteci Ragıp Duran’ın bir internet sitesinde yazdığı yazının Hürriyet Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök’ün köşesine taşınması tartışmayı da beraberinde getirdi:
Görevi
haber yapmak olan gazeteci, kamuoyuna herhangi bir konuda görüş beyan eden kampanyalara katılabilir mi? 1915’te yaşanan Ermeni trajedisine yönelik özür metni üzerinden yapılan bu tartışmada soru şu: Nereye kadar gazeteci, nereye kadar muhtelif konularda net kanaatleri olan insanlarız ve bunlar nerede kesişir?
"1915’te Osmanlı Ermenileri’nin maruz kaldığı Büyük Feláket’e duyarsız kalınmasını, bunun inkár edilmesini vicdanım kabul etmiyor. Bu adaletsizliği reddediyor, kendi payıma Ermeni kardeşlerimin duygu ve acılarını paylaşıyor, onlardan özür diliyorum." Türkiye’nin gündemine oturan tartışmaların kaynağı bu iki cümleydi işte. İmza atan, atmayan, atıp da eleştiren, atmayıp çekiştiren herkesin kendine özgü gerekçeleri vardı hiç kuşkusuz ve Türkiye’nin zihni yapısı dolayısıyla bütün bu gerekçeleri meşrulaştırmak da mümkündü.
Meselenin o tarafı tartışılıyor zaten. Biz ise meselenin bir başka tarafınabakmak istiyoruz.
12 Eylül’den sonra, o ünlü Aydınlar Dilekçesi ile başlayan bir dizi imza hareketi yaşandı Türkiye’de. Bunların önemli bir kısmında gazeteciler de ’gazeteci’ kimliği ile yer aldı. Her imza, hiç kuşkusuz bir tavır alış, Ragıp Duran’ın ifadesiyle, "bir taahhüt, bir angajman" anlamına geliyor. En azından muhabir düzeyinde, bu tür taahhütler, angajmanlar, tavır alışlar; daha sonra o konuda yapılacak habere nasıl etkiler, haberin güvenilirliği ve kalitesi konusunda bir kuşku doğurur mu? Hukuki ifadeyle, ’ihsas-ı rey’de bulunmuş olan gazeteci, inandırıcılığını yitirir mi? Yayın yönetmenleri ve köşe yazarları bu konuda ayrıcalıklı mıdır? Muhabirin bu tür kampanyalarda attığı imza, haber yaparken ayaklarına dolaşır mı?
Fransız gazetesi Le Monde’un, "Gazeteci basın özgürlüğü ve insan hakları konusunda taraftır" ilkesinin sınırları nerede başlayıp nerede biter? Ermeni ve Kürt meselesi, aynı zamanda bir insan hakları sorunu değil mi? Bu konularda Hürriyet Yayın İlkeleri’nde de, Gazeteciler Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’nde de bir açıklık yok. İşte meslektaşlarımızın konuya ilişkin görüşleri:
Mete Çubukçu (NTV)
İmza atmamak da taraf tutmaktırTemel kriter temsil görevinde bulunan gazetecileri bu tür kampanyalardan muaf tutulmasıdır. Ancak bu konu çelişkilidir. Yani imza atıp atmamak gazetecinin herhangi bir tarafta olmadığını göstermez. Şöyle düşünüp soralım: İmza attığınız zaman taraf oluyorsunuz ya da öyle algılanıyorsunuz.
Peki, imza atmadığınızda başka bir yere taraf olmuyor musunuz? Gazetecilerin insan hakları, basın özgürlüğü gibi konularda taraf olması normaldir. İnsani ve vicdani konularda ise bireysel tavrını koyabilmelidir ki bu kişinin kendi inisiyatifidir. Her imza gazeteci kimliğiyle atılmaz, kişisel bir tavırdır.
Alper Görmüş (Taraf)
Objektiflik yerine dürüst gazetecilikMuhabir-gazetecilerin net siyasi tavır beyanı niteliğindeki metinlere imza atmamaları gerektiği, muhabirlerin haber yazarken her türlü siyasi tavra karşı "kör" olmaları gerektiğini va’zeden "objektif habercilik" döneminde genel kabul görmüş bir anlayıştı. Oysa uzunca bir süredir "objektiflik" yerine "dürüstlüğü" öneren bir gazetecilik anlayışı gelişmekte. Bu yeni anlayış, gazetecilerin de kendi fikirleri ve tahayyülleri olan insanlar olduğundan hareketle, muhabirlerin haberlerini yazarken kendi tavırlarını gizlemeye çalışmalarının yapay bir davranış olduğunu; muhabirlerin bundan çok, kendi fikirlerine ve tahayyüllerine aykırı olsa da olgusal hakikatin tümünü, gizlemeden ve çarpıtmadan (dürüstçe) yansıtmalarının çok daha önemli olduğunu anlatmaya çalışıyor.
Bu bakış açısından, muhabirlerin siyasi metinlere imza atmalarında da fazla bir sorun yoktur. Denilmektedir ki, okurlar böylece muhabirin siyasi tavrını bilecek, onun yazdığı haberleri bu bilgiyle okuyarak, onun haber yazımındaki "dürüstlüğü"nü daha kolay test edebileceklerdir. (Bu yaklaşım biraz, siyasi simge taşıyan kamu personelinin, "devletin yurttaşlar karşısında tarafsızlığı"nın sağlanması ilkesine, ilk bakışta sanılanın tersine daha fazla hizmet edeceğini savunan liberal görüşe benzer.) Özetle söylersem; muhabirler açısından konu benim için tartışmalı. Bir o yana meylediyorum, bir bu yana. Editoryal kadronun "yöneticiler" bölümü için de aynı gelgitler içindeyim.
Köşe yazarlarında durum farklı, orada bir sorun görmüyorum.
Ragıp Duran (Liberation)
İmza atan muhabirin inandırıcılığı azalırAmerikan ve Fransız basınının başkanlık seçimleri konusundaki tutumları birbirinden farklıdır. Amerika’nın üç büyük gazetesi, adaylar belli olduktan sonra kimi desteklediğini deklare eder. Fransa’da ise tam tersi söz konusudur. Mesela Le Monde, seçimlerden sonra iki adaya da gazetede ne kadar yer ayırdığını ince ince hesaplayıp haber yapar ve genellikle eşit sonuç çıkar. Bizde bu konuda hiçbir ilke yok. Bu iki örnek ve bunun dışında kalanlar da incelendikten sonra, diyelim ki
seçimler, diyelim ki imza kampanyaları konusunda bir ilke belirlenebilir. Bana dürüst gelen, takınılan tutumun, tutulan tarafın deklare edilmesidir. Ama, Ermeniler’den özür dileme kampanyası farklı görünüyor. Çünkü, birinci tekil şahıs ağzından yazılmış bir metin bu. Böyle durumlarda, işin içine çalışılan gazete karıştırılmadan imza atılabilir. Ancak, diyelim ki Ermeni meselesi, diyelim ki Kürt meselesi konusunda uzmanlaşmış muhabirin bu konularda görüş belirten metinlere imza atması, daha sonra o konularda yapacağı habere olan inandırıcılığı azaltır.
Ahmet Hakan (Hürriyet)
Köşe yazarlarına ayrıcalık tanınabilirErtuğrul Özkök’ün yazısında aktardığı Le Monde’un ilkeleri bana da uygun geliyor. Gazeteci, ancak basın özgürlüğü ve insan hakları gibi konularda taraf olabilir. Bunun dışında kalan alanlarda herhangi bir angajmana girmesi sorun yaratır. Köşe yazarlarına ise ayrıcalık tanınabilir. Çünkü onlar görüşlerini zaten köşelerinde ifade ediyorlar. Çünkü köşe yazarları, kendilerine haber emanet edilmemiş kişilerdir. Muhabirlerin taraf olmaları ise taraf olduklarını ilan ettikleri konularda yapacakları haberlerin güvenilirliğini sarsabilir.
Doğan Tılıç (Birgün)
Gazeteci bir kampın parçası olmamalıBen bu konuda Ragıp Duran’ın yazdığı gibi düşünüyorum. Gazeteci herhangi bir kampın bir parçası olamaz. Kafamız bassa, gönlümüz o tarafta olsa bile eğer gazeteci isek bu konularda taraf olmamalıyız. Ancak, gazeteci, mesleki etik gereği ifade özgürlüğü ve insan hakları konusunda elbette taraftır. Yayın yönetmeninden muhabirine kadar bu konuları kapsayan her türlü etkinliğin içinde olması mesleki bir zorunluluktur. Onun dışındaki kalan alanlarda kamuoyuna kendisini deklare etmekten uzak durmak gerekir. Yoksa muhabirlik yapmak zorlaşır. Diyelim ki, bir konuda kampanyaya katılıp imza verdiniz ve sonra tam aksi görüşte olan birisiyle röportaj yapmanız gerekti. O zaman o imza ayaklarınıza dolaşır.