Spielberg'in izinde

Güncelleme Tarihi:

Spielbergin izinde
Oluşturulma Tarihi: Haziran 25, 1998 00:00

Haberin Devamı

Berna Beysülen insanların hayallerinin peşinden koşmaları gerektiğini, hayatın ancak böyle anlam kazanacağını ve keyifli hale geleceğini savunuyor. ‘‘Spielberg, benim gurum, yol göstericim. Onun gibi bir tek film çekebilsem, hayatta daha başka hiçbir şey istemem’’ diyor.

Hayatınızda hiç birşeye taptınız ve tüm yollarınızı o hedefe göre ayarladınız mı? Hiçbir sesin peşinden koşup, sonunda o sesi yakalayabildiniz mi? İnançlarınızı sadece tek bir amaç uğruna yeniden gözden geçirip yıllarca, sabırla, elde edene kadar çabaladınız mı? Ya da şöyle soralım, herşeyi ve herkesi silebilecek, tüm hayatınızı sıfırdan alarak sevdiklerinizi ve alışkanlıklarınızı terkedebilecek kadar birşeyi istediniz mi?

Muhakkak her insanın hayatında ‘‘keşke’’ sözcüklerinden örülü yıllar bulunur, ancak kaç kişi ‘‘keşke’’ kelimesini reddederek cesaretle kaderine karşı koyar? Çok azımız...

Ancak, bu ‘‘azınlık’’ dünyadaki mutlu azınlık olma hakkını da kazanır; Berna Beysülen gibi...

University of Southern California'da (Güney Kaliforniya Üniversitesi) okuyan Beysülen, masrafları hayli yüksek olan bu Los Angeles Üniversitesi'nde, hayaline adım adım yaklaşıyor. Holywood'daki tüm dev şirketlerin kabul ve takdir ettiği üniversitenin Sinema Bölümü'nde okuyan Beysülen, bu bölümdeki 12 kişilik sınıfın bir parçası olabilmek için tam altı yıl çalışmış.

‘‘Liseyi bitirdiğim zaman ne yapmak istediğimi bilmiyordum. Annem, uzun yıllar müzik ile uğraştığım için bu alanda birşeyler yapmamı, babam ise doktor ya da mühendis olmamı istiyordu’’ diyen genç yönetmen adayının hayatını değiştirecek teklif ise yine ebeveyininden gelmiş. Beysülen, Güney Kaliforniya Üniversitesi'ni keşfini şöyle anlatıyor:

‘‘Ailem kararsızlığımı anlayarak, bana bir yıl müddet tanıdı ve dünyayı gezip ne yapmak istediğime karar vermem için yol açtı. Önce Londra'ya ondan sonra da Los Angelas'a gittim. İşte orada Apollo 13'ün film setine girdim ve tüm hayatım değişti.’’

Uzun yıllar İsveç'te de bulunmuş olan Beysülen, İsveçli bir hocasının tavsiyesi üzerine gittiği Apollo 13 filminin setinde Steven Spielberg'ün birçok filminin de görüntü yönetmenliğini yapmış olan Dean Cundey ile tanışmış. Uzun uzun sohbet ettiği Cundey, kendisinin bu mesleği ‘‘gerçekten istemesi’’ halinde yardımcı olabileceğini, en azından kendi tecrübelerini onunla paylaşabileceğini anlatmış.

BÜYÜ DÜNYASINDA İLK ADIM

Ancak, Beysülen esas kararını, sette herkes susup kamera çalıştığında vermiş: ‘‘Bu kararı almamda en etkili olan şey film kamerasının sesi oldu. Onun sesi büyüleyicidir. Herkes susar, kamera döner ve bambaşka bir gerçek içinde insanlar varolmaya başlar. Kamera kapandığında ise gerçek geri gelir. Ama o açılıştan kapanışa kadar süren dakikalar bir büyüdür. Bu sesi duyduğum andan itibaren karar verdim, ya bu okul olacaktı, ya da hiç birşey.’’

Beysülen'in bundan sonra attığı her bir adım Güney Kaliforniya Üniversitesi'nin Sinema Bölümü'ne endeksli gelişmiş. Önce İsveç Üniversitesi'nde film, tiyatro ve felsefe eğitimi, ardından iki senelik bir mastır derken altı yıl sonra, Los Angeles'taki üniversitenin kapısını çalmış.

O güne kadar yaptığı film ve senaryo çalışmaları ve öğretmenlerinin referansları sayesinde de büyü dünyasına ilk adımını atmış. Beysülen, azimle girmeye çabaladığı bu bölümün bir parçası olmaktan şimdi çok memnun. Gözlerindeki pırıltı ise yaptığı işte ne kadar mutlu olduğunu anlatmaya yetiyor. Zaten kendisi de bunu sık sık ‘‘Tanrı'ya hergün şükrediyorum’’ sözleriyle dile getiriyor.

İnsanın gerçekten isteyip de beceremeyeceği hiçbir şey olmadığını düşünen Beysülen, bir Türk olarak Amerika'nın en büyük sektöründe yer almaya hazırlanmaktan da büyük gurur duyuyor.

‘‘Dünyanın en önemli üniversiteleri arasında yer alan bir yerde, hele en iyi bölümünde okumak ve burs almak çok keyif verici. İleride, Türkiye'nin ismini yaptığım filmlerle duyurabilirsem, ne mutlu bana.’’

TÜRK OLMAK BİR AVANTAJ

Bir Türk olarak Amerika Birleşik Devletleri'nde, hem de Hollywood'da varolmanın sorun olup olmayacağı sorusuna ise sakin cevap veriyor: ‘‘Tam tersine, bu benim için büyük bir avantaj.’’

Herşeyden önce insanların Amerika'da etnik farklılıklarına göre değil, yaptıkları işlere göre değerlendirildiklerini söyleyen Beysülen, ‘‘Benim avantajım başka bir ülkeden ve kültürden gelmem. Öz kültürümü doğru amaçlarda kullanırsam bu beni farklı kılar. Anlayacağınız böyle mesleklerde yabancı bir kültürün izlerini taşımak insana birçok bakış açısı katabiliyor ve avantajlı kılıyor’’ diyor.

Ancak, sadece kültürün ya da alınan eğitimin sağlayacağı olanaklara güvenmiyor Beysülen. O, bu pazarda her ne olursa olsun varolmak istiyor ve bunun için vermeyeceği savaş olmadığını da ‘‘Bana iş geleceği zaman tercih kullanmadan yaparım çünkü bu işi öğrenmek ve başarmak istiyorum. Anlayacağınız ne iş olsa yaparım, gerekirse sadece kamerayı bile taşırım’’ satırları arasına saklıyor.

Beysülen'in bu kadar azimli olmasının ardında bir etken daha var. O da, Hollywood'un dahi çocuğu Steven Spielberg. Onun yaptığı her filmi ezbere bilen ve ne zaman motivasyona ihtiyaç duysa onun okula yaptığı maddi yardımlarla kurulan kütüphanenin merdivenlerine oturarak çalışan Beysülen, ‘‘Spielberg, benim gurum, yol göstericim. Onun gibi bir tek film çekebilsem, hayatta daha başka hiçbir şey istemem’’ diyor.

Spielberg'in her sözünü hafızasına kazıyan Beysülen, Oscar ödüllü yönetmenin bir öğüdünü kıvançla tekrarlıyor: ‘‘Bizim işimizin hiçbir zaman sonu gelmez. Biz hep öğrenciyiz. Anlatılacak birşey her zaman vardır.’’

Beysülen'e ciddi olarak etki eden bir başka isim de ‘‘Apollo 13’’ün setinde tanıştığı ve Spielberg'in birçok filminde imzası bulunan Dean Cundey. Beysülen, bu sektörde yer almak isteyen herkesin uymasında yarar olan öğüdü Cundey'den almış. ‘‘Apollo 13’’ün setinde yaptığı konuşmayı heyecanla aktarıyor:

‘‘Dean Cundey'nin bana verdiği en önemli öğüt, hayatın içinde sadece varolmam, olan bitene her zaman bir kameranın gözünden bakmam gerektiğiydi. Her an insanın kendisine ‘Burada ilginç olan nedir' diye sorması gerektiğini söyledi. Çünkü, hepimize çok normal gelen birşey daha sonra bir filmde işe yarayabilir.’’

Cundey, Beysülen’e devamlı yazmasını da öğütlemiş. Aklına gelen, başından geçen her olayı notlar halinde tutması gerektiğini söyleyen Cundey'nin sözünü tutan Beysülen, şimdi valizleri dolduracak kadar anı defterine sahip: ‘‘Artık işi iyice abarttım. Bazen rüyamda gördüğüm birşeyi bile kalkıp not alıyorum.’’

Kendisine değil ama sandalyesine ulaştım

Hollywood gibi bir yerde bile insanların sinema sanatını öğrenmek isteyen öğrencilere tüm dürüstlükleri ile tecrübelerini aktarmaya hevesli olduğunu dile getiren Berna Beysülen, en çok Steven Spielberg ile el sıkışmak istediğini, ancak bunu bir türlü başaramadığını anlatıyor:

‘‘Spielberg ile üç defa tam tanışacakken tanışamadım. En son seferinde yine bir sete gitmiştim. Çok heyecanlanarak, ellerim terleyerek sonunda görebilecek miyim, tanışabilecek miyim, diye tir tir titreyerek girdim sete. İçeride bir sürü insan vardı ama gözüm onları görmüyordu. Araya, araya ilerlerken sandalyesini gördüm. Arkasında Steven Spielberg yazıyordu. O sandalyeyi görünce iyice heyecanlandım. Tam kaptırmışım, gidiyorum birisi yanıma yaklaşarak ‘Kimi arıyorsunuz' diye sordu. Söyledik. ‘Ah dedi, tam kaçırdınız, şimdi öğle yemeğine çıktı...' O kadar kötü oldum ki. Hayır, ne kadar üzüldüğümü göstermek de istemiyordum ama böyle yığılır gibi oldum. Artık bilmiyorum nasıl tanışacağım? Sandalyesine kadar gidebildim ama daha kendisine ulaşamadım.’’

Sette gerçek bir astronot

Beysülen, çocukluk yıllarında hep astronot olmak istemiş. Ancak bu hayali içinde bulunduğu şartların el vermemesi üzerine yerini başka bir amaca bırakmış. Kendisinin ilk defa bir film setine girdiğinde uzayda geçen bir filmin çekimlerine tanık olmasını ise hayatına etki eden bir şans olarak görüyor: ‘‘Orada Dean Cundey, Tom Hanks geldi konuştuk. Zaten büyü dünyasında gibiyim, o sırada yaşlıca biri yanımızdan geçti. Dean Cundey bana dönüp ‘Bu da bizim teknik danışmanımız, aya giden astronotlardan birisi, Apollo 13'ün içindeydi' deyince müthiş heyecanlandım. Hep olmak istediğim astronot karşımda duruyordu. Bundan sonrasını hatırlamıyorum ama bana anlatıldığına göre gözlerim iyice irileşmiş, elini sıkarken sesim, yüzüm beş yaşındaki çoçuk olmuş ve ‘Yani şimdi siz aya mı gittiniz' demişim. İnanılmaz duygulanmış ve gözleri dolmuştu.’’






Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!