Sevgi paylaşabilmektir!

Güncelleme Tarihi:

Sevgi paylaşabilmektir
Oluşturulma Tarihi: Aralık 21, 1998 00:00

Haberin Devamı

Mutluluğun, ahengin ve dirliğin esası sevgidir. Hareket noktası, gayesi, tavır ve tarzı ne olursa olsun hiçbir insan ve toplum sevgisiz yaşayamaz. Bu gerçeği bugüne kadar inkâr eden olmamıştır. Sevgi, bir büyülü söz olarak, çağlar boyu insanın sürekli dilindedir. Ne var ki, bu dildeki sözü canlı bir realite olarak hayata sokmak beklenilen ölçüde olmamaktadır. İnsanlığın büyük çoğunluğu sevgiyi romantik bir avunma aracı halinde kelimelerde, sözde bırakmaktadır.

Kur'an sevgiyi yaşayan ve dünyaya yön veren bir değer olarak hayatımıza sokmamız için bazı yaradılış prensipleri sunmakta ve insanı sevgi aktörlüğü ile avunmaması için uyarmaktadır. Bakara suresinin 92. ayeti sevginin büyülü bir masal olmaktan çıkıp erdirici bir değer olarak hayatımıza girmesinin en önemli prensibini şöyle vermektedir: ‘‘Sediğiniz şeylerden başkalarına vermedikçe mutluluğa ve zafere asla ulaşamazsınız.’’

O halde, gerçek sevgi bizi sahip olduğumuz değerleri paylaşmaya götüren sevgidir. Başka bir ifadeyle, sevgi, sahpi olduğumuz nimet ve imkânları başkalarıyla paylaşmaktır.

Kur'an paylaşıma ‘‘infak’’ der. İnfak, başkalarına esirgemeden cömertçe vermek demektir. Kur'an, vermenin nelerden olacağını söylemez. Genel bir ifade kullanarak sevdiğiniz şeylerden verin der. Bu, para ve mal olabileceği gibi, bilgi, ilgi, bedensel veya ruhsal yardım vs. olabilir. Önemli olan bizim için değer ifade eden şeylerden başkalarına pay çıkarabilmektir.

Kısacası, sevilen neyse onu paylaşmaktır sevgi. Çöpe atılacak şeyleri başkalarına vermek, onlar bundan yararlanmasa da, gerçekte bir anlam taşımaz.

YARIN: İYİLİK VE ONUR

HAT’TIN USTALARI

MEHMED ŞEFİK BEY

1819'da Beşiktaş'ta, Kılıçali Mahallesi'nde dünyaya geldi. Önce Lâz Ömer adında bir hattattan, sonra teyzesinin kocası olan ve hat sanatının en büyük isimlerinden kabul edilen Kazasker Mustafa İzzet Efendi'den dersler aldı. Sülüs, Nesih, Celi Divani ve Siyakat cinsi yazılarda kısa zamanda şöhret sahibi olan Mehmed Şefik Bey, sarayda yıllarca hat hocalığı yaptı ve İstanbul dışındaki çok sayıda cami için de levhalar hazırladı. 1879'da İstanbul'da vefat eden hattat, Beşiktaş'daki Yahya Efendi Türbesi’ne defnedildi.

Ortaköy Camii üç kere yapıldı

Boğaz'ın Anadolu Yakası'nda muhteşem bir abide olarak 1.5 asra yakın süreyle ayakta duran Ortaköy Camii, aynı yere yapılan camilerin üçüncüsünü oluşturmaktadır. Burada geçmişte Mahmut Ağa adında hayırsever bir kişinin yaptırdığı küçük bir cami bulunmaktaydı. Ancak, zamanın etkisiyle bu camii harap olunca, Sultan 3.Ahmet devrinde Sadrazam Nevşehirli İbrahim Paşa'nın damadı Mehmet Ağa tarafından buraya 1721 yılında yeni bir cami yapıldı. Bu cami tek minareli olup çatısı kurşunla örtülüydü.

Sultan Abdülmecit, tahta çıktıktan bir süre sonra yaptığı bir gezi sırasında caminin harap halde olduğunu görünce, yenisinin yapılmasının emrini verdi. Bu emir üzerine Devlet Başmimarı olan Amira Balyan, bugün tüm güzelliğiyle ayakta durmakta olan camiyi yaptı. Sultan ABdülmecit zaman zaman caminin yapımını kontrol etti ve caminin içindeki ‘‘Allah Muhammed’’ sözlerini ve halifelerin adlarını kendisi yazdı.

1853 yılında ibadete açılan caminin birer şerefeli iki minaresi bulunmaktadır. Üç yanı denizle çevrili olan camide Batı mimarisinin izleri görülmektedir. İki katlı Hünkar Dairesi'nin işçiliği pek incedir.

Ortaköy Camii, yapılışından sonra Padişahların Cuma Selamlığı'na geldiği camiler arasınde yer alır. Bu padişahlardan Abdülaziz tahttan indirilmesinden üç gün önce 26 Mayıs 1876'da son cuma selamlığına bu camide çıkmış, bu da caminin tarihi özelliklerine bir yenisini eklemişti.

Cami yaptırılışından 1960 yılına kadar geçen süre içerisinde büyük bir onarım görmedi. Ancak bu süre içinde cami, özellikle lodos fırtınalarının yol açtığı ağır dalgaların rıhtımı sürekli aşındırması nedeniyle denize kayma ve yıkılma tehlikesi gösterdi. Bu nedenle cami 1960 yılında ibadete kapatıldı. İçeriden ahşap iskeleyle askıya alınan camide onarım faaliyetine 4 yıl sonra başlandı. Yapılan çalışmalar sırasında rıhtım genişletildi, daha sonra cami beden duvarlarının içine ve dışına 64 kazık çakılarak, bu kazıklar içten ve dıştan putrellerle birbirine bağlandı. Zemine çimento enjekte edilerek direnci artırıldı. O dönemde 5 milyon lira harcanan onarımdan sonra cami 1976 yılında yeniden ibadete açıldı.

GÜNÜN YEMEĞİ

Bulgurlu köfte

4 kişilik, Hazırlama süresi: 30', Pişme süresi: 30' Malzemesi: 1/2 kutu domates püresi, 1 yemek kaşığı domates salçası, 1/2 kg. orta yağlı kıyma, 4 yemek kaşığı ince bulgur, 2 yemek kaşığı pirinç, 1 çay bardağı sıvı yağ, 1 yemek kaşığı margarin, 1 soğan, 6-7 dal maydanoz, 2 yemek kaşığı un, 7 su bardağı su, 1 çay kaşığı silme karabiber, tuz

Hazırlanışı:

Kıyma, rendelenmiş soğan, ince bulgur, karabiber ve tuzla köfte harcı hazırlayın. Yoğurduğunuz iç malzemesinden fındık büyüklüğünde parçalar koparıp yayvan bir tepsiye dizin. köftelik parçaların üzerine un serpip, tepsiyi sallayın ve unun her tarafına yapışmasını sağlayın. Unlanmış parçaları köfte şeklinde elinizle yuvarlayın. Sıvıyağı ve margarini bir tencerede eritip domates salçasını ve domates püresini ilave edin. Karışıma suyu da ekleyip kaynatın. Su kaynayınca köfteleri içine salın. 10 dakika sonra pirinci yıkayıp ekleyin. Köfteler piştiğinde ince kıyılmış maydanoz serpip, sıcak servis yapın.

Okuyun!

‘‘Yaratan rabbinin adıyla oku!.. Oku! Rabbin en büyük cömertliğin sahibidir.’’ (Alak, 1,3)

Kur'an'ın ilk emridir. İlk vahyedilen 5 ayette iki kez tekrarlanmış olması da okumanın insan hayatı bakımından önemine ikinci bir dikkat çekiştir.

‘‘Oku!’’ emrinin tümleçsiz verilmesi, yani neyin okunacağının gösterilmemesi tüm varlık ve oluşun okunması gerektiğini gösterir. Kur'an'a göre, tüm varlık ve oluşlar Allah'ın ayetleridir ve bütün ayetler okunmalıdır. Bilimler arasında hiyerarşi yoktur. Kutsal bilim-kutsal olmayan bilim ayrımı da yoktur.

Kur'an bir kitaptır; insan ve evren de birer kitaptır. ‘‘Oku!’’ emri bu üç kitabın okunmasını gerektirir. Kur'an'ın ilk emrini yerine getirmeyenler onun sonraki emirlerini icra ederek bir yere varamazlar.

Son yıllarda birçok insan dini yayın çıkartıyor. Bazılarının bu konuda yetkin olmasına karşın, doğal olarak aralarında ehliyet sahibi olmayanların sayısı da az değil. Geniş halk kitleleri üzerinde önemli bir etki sözkonusu. Konuyla ilgili olarak düzenleme ve sınırlama getirilmesinin gerekliliğine inanıyor musunuz?

Cevap: Sorunuz çok ciddi ve hayati. Bu mesele, din alanındaki yozlaşmanın temel sebeplerinden. Sansür olmasın diyoruz, istenen de budur. Fakat, bu olmayınca da serbestlik çok büyük sıkıntılar yaratabiliyor. Önüne gelen yazıyor, matbaaya neyi verirseniz basıyor. Bu yayın işinde para ise daha çok ehliyeti az olanların elinde bulunan nesnedir. Her alanda olduğ gibi bu sahada da ehliyet yükseldikçe para azalıyor. İnsanımızın inanç dünyasını karartan hatta zehirleyen birtakım olumsuz gelişmeler buralardan kaynaklanıyor, besleniyor. Din dünyasında özellikle duygu sömürüsü çok geçerli olduğundan, bazılarının yazdığı ne olursa olsun insanların duygularını kamçılılayabiliyor. Hele belli birtakım kurumlaşmış sloganlar kullanıyorsa.

Dini-imanı devreye sokarak insanlara cennet bileti satar gibi kitap-dergi satmaya gidiyorlar. Bu hakikaten Türkiye için temel problemlerden biridir. Rejime ilişkin büyük sıkıntılardan birisi bu yolla milletimizden toplanan paralardır. Bu öyle bir dert ki, hem parayı alıyor, hem zehirliyor, cehalete kurban ediyor. Ne demektir bu? Yaptığı zulmü ve kötülüğü bizzat o zulmün mağduruna finanse ettiriyor. Türkiye'de bu yolla holdingleşmiş, devleşmiş kurumlar vardır.

Müslüman Anadolu insanından, Allah, peygamber, cennet, İslama hizmet, huzur getireceğiz ahlaksızlıkla mücadele edeceğiz diyerek cilalı laflarla trilyonlar toplandı. Halkımızın çoğunda da ‘‘Bu paraları ne yapıyorsunuz?’’ diye soracak bilinç ve mecal yok. Bu iş maalesef Türkiye'yi karanlığa götürmede kullanılan yollardan biridir. Ve bu önemli soruna demokrasiyi ve özgürlükleri zedelemeden acilen bir çare bulmak lazım. Nasıl bulunacağına dair bütün Türkiye'nin düşünmesi gerekiyor. En iyi çözüm halkın bilinçlenmesinden ve ilgilenmesinden geçiyor. Ama bu uzun vadeli bir seçenek. Ülkemizin bu kadar uzun beklemeye tahammülü yok gibi geliyor bana.



Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!