Prof. Dr. Adem Sözüer, Yargı Reformu Stratejisi Belgesi’ni değerlendirdi: ‘İyi bir uygulamayla sorunlar çözülür’

Güncelleme Tarihi:

Prof. Dr. Adem Sözüer, Yargı Reformu Stratejisi Belgesi’ni değerlendirdi: ‘İyi bir uygulamayla sorunlar çözülür’
Oluşturulma Tarihi: Haziran 03, 2019 08:00

Adalet Bakanlığı’nın AB üyelik müzakereleri çerçevesinde ilkini 2009’da, ikincisini 2015’te kamuoyuna duyurduğu Yargı Reformu Stratejisi Belgesi’nin üçüncüsü Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından açıklandı. Belge hazırlanırken görüşüne başvurulan isimlerden biri de 2004’te yapılan Türk Ceza Hukuku reformunun mimarlarından, İstanbul Üniversitesi Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukuku Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Adem Sözüer’di. “Türkiye’nin yaptığı reformları ne kadar hayata geçirdiği önemli. Bunun için başta siyasi irade olmak üzere, tüm yargı ve ilgili devlet kurumlarının isteği gerekiyor” diyen Prof. Sözüer’e göre Cumhuriyet savcıları ile avukatlar aynı şartlarda ve aynı süreçlerden geçerek mahkeme ve adliyelere erişebildiklerinde sistem bir dengeye kavuşacak.

Haberin Devamı

Prof. Dr. Adem Sözüer, Yargı Reformu Stratejisi Belgesi’ni değerlendirdi: ‘İyi bir uygulamayla sorunlar çözülür’

 

TEMEL HEDEFLER VE İÇERİKLER AYNI

Bir önceki yargı reformu stratejisi belgesi 2015’te açıklandı. Şimdikinden farklı olarak hangi maddeler öne çıkıyor?

Türkiye hukukun her alanında reformlar yaptı. Özellikle ceza hukuku alanında kapsamlı yenilikler gerçekleştirildi. Türk Ceza Hukuku Reformu, AB üyelik müzakerelerinin başlangıcı bakımından temel bir koşuldu ve bu iktidar ile muhalefetin uzlaşması sonucu başarıldı. Daha sonra reformların iyileştirilmesi için 2009 ve 2015’te iki strateji belgesi açıklandı. Şimdiki dahil açıklanan bu üç yargı reformu strateji belgelerindeki temel hedefler ve içerik hemen hemen aynıdır: Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığını güçlendirmek, hukuk eğitimi ve hukuk mesleklerine girişte reform, adalete erişimi kolaylaştırmak, ceza adaleti sisteminin etkinliğini arttırma, alternatif uyuşmazlık çözüm yolları geliştirme gibi. Avrupa Birliği perspektifinde açıklanan bu hedefler ve yapılacağı açıklanan geliştirmeler esas itibariyle doğrudur ve olumludur. Zaten mevzuat açısından önemli bir sorun yok. Mevzuatımız çok büyük ölçüde AB ölçütlerine uygun. Ama asıl sormamız gereken soru şu: Türkiye yaptığı reformları ne kadar hayata geçirdi?

Haberin Devamı

Ne kadar geçirdi?

Önce şunun altını çizmek lazım: Yargı reformu stratejisi belgesinde söylenenlerin büyük bir kısmını hayata geçirmek için çok fazla kanuni düzenlemeye gerek yok. Sorun uygulamadadır. İyi bir uygulama ile sorunlar çözülür. Ama bunun için öncelikle başta siyasi irade olmak üzere, tüm yargı ve ilgili devlet kurumlarının isteği gerekir. Örneğin, Türkiye işkenceye sıfır tolerans demiş ve bunu gerçekleştirmişti. Ama şimdi yine “münferit” denen olayları duymaya başladık. İşkenceye yönelik devletin tüm erkleri, yasama, yürütme, yargı ve bu erklerin mensupları toplu ve istisnasız bir yaklaşım sergilemediği sürece “münferit” hadiseler artacaktır.

Haberin Devamı

TUTUKLAMA SÜRESİ İÇTİHATLA UZATILDI

Tutukluluk tedbirine ancak zorunlu hallerde başvurulmasına yönelik değişiklikler yapılacağı açıklandı. Bu önemliydi...

Tutuklama şimdi de zorunlu değil ki zaten. Ama uygulamada tutuklama zaptiye mantığı ile suçtan caydırma ve peşin cezalandırma şeklinde yapılınca, bu sorunun kanundan kaynaklanmadığını açık.

Uzun olduğu için tutuklama sürelerinin kısaltılmasından da söz ediliyor...

Kanunda öngörülen süreler azami süreler. Yani hâkimler ve mahkemeler bu süreyi aşmamak zorunda. Ancak azami sürenin henüz dolmamış olması, tutuklamanın hukuka uygun olduğu anlamına gelmiyor. Nitekim Anayasa Mahkemesi’nin tutuklama nedeniyle yapılan bazı başvuruları makul sürenin aşıldığı gerekçesi ile kabul ettiğini biliyoruz. Ancak bunun yanında kanuna rağmen Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay hükmen tutukluluk diye bir şey icat edip, Ceza Muhakemesi’ndeki tutuklama sürelerini içtihatla uzattı. Tutuklama kararına gerekçe yazılsın diye kanun maddesi yazıldı. Böyle bir şeyi kanuna yazmak aslında ayıptır. Gerekçe hukuk devleti ilkesinin temelidir. Anayasa ve kanunlarda da mahkeme kararları gerekçeli olur deniyor. Ama bir de tutuklama maddesine, “Karara gerekçe yazılsın” diye hüküm kondu.

Haberin Devamı

Peki bu değişiklik gerekçe sıkıntısını giderdi mi?

Büyük ölçüde hayır. Sadece tutuklama değil, diğer mahkeme kararlarının çoğunun gerekçesi de gerçek anlamda gerekçe değil. İstinaf mahkemeleri ilk derece mahkemelerinin kararlarının çoğunu gereksizlikten bozuyor, geri yolluyordu. Bu sorunun çözümü için umut verici bir gelişmeydi. Ama biz ne yaptık, hemen kanunu değiştirip istinaf mahkemelerinin bu yetkisini elinden aldık.

Bu belge uygulanmaya başladığında halihazırda tutuklu olanlar da faydalanabilecek mi?

Strateji belgesinde tutuklama için düzeltme yapacağız denilen şeyler kanunda zaten var ve kanundaki düzenlemeler AB ülkeleri ile aynı paralelde. Tutuklamanın amacı dışında uygulanmasının önüne ancak devletin HSK gibi bu konudaki yetkili kurumları geçebilir. Tutuklama dahil strateji belgesindeki söylenenlerin çoğu istenirse bir haftada yapılır.

Haberin Devamı

15 Temmuz darbe girişiminde getirilen birçok sınırlama kaldırılacak diye bir madde var. Bu sınırlamalar nelerdi?

Türkiye 15 Temmuz kanlı darbe girişimine karşı tarihi bir direniş gösterdi. Toplum ve devletin uğradığı saldırı ve tehlike çok ciddi ve büyüktü. Bu nedenle Anayasa’da öngörülen olağanüstü hali ilan etmek zorunlu ve gerekliydi. Ama OHAL kararnameleri ile yargı kararı olmaksızın kişilerin tüm haklarını elinden alan uygulamalar yapıldı. Üstelik bu uygulamalara karşı yargı yolu da kapalıydı. Hak yoksunluğu bir yaptırımdır ve her yaptırım ancak bir yargılama sonucu mahkûmiyet halinde uygulanabilir. Hiçbir devlet kendi içinde, anayasal düzenine karşı örgütlenmelere, paralel yapılanmalara izin vermez. Ama bunun yolu KHK ile kişiyi tüm haklarından yargısız şekilde mahrum etmek değildir. Bu konudaki düzeltmelerin yapılacağının açıklanması olumlu elbette ama önemli olan hayata geçirmek. Bunlar dışında Ceza Muhakemesi Kanunu’nda ve İnfaz Kanunu’nda yapılan değişikliklerle özellikle müdafi yardımından faydalanmak ve savunma hakkına yönelik önemli sınırlamalar getirildi. Örneğin belirli suçlardan tutuklu ve hükümlü olanların avukatları ile görüşmeleri ses ve görüntü kaydı, personel bulundurulması ve aralarındaki yazışmalara el konması suretiyle şu an denetleniyor. Bu durumda olan sanığın veya hükümlünün avukatı ile rahat görüşebilmesi mümkün değil. Bu durumda da savunma hakkını kullandığından bahsetmemiz mümkün değil. Benzer durum müdafinin yasaklanması, müdafi sayısının sınırlanması gibi hükümlerde de var.

Haberin Devamı

ÖNCELİKLE MEVZUAT ETKİN UYGULANMALI

Strateji belgesi hazırlanırken sizin görüşünüze de başvuruldu. Hangi önerileri getirdiniz? Genel olarak nasıl buldunuz?

Adalet Bakanlığı yetkilileri ile yaptığımız toplantıdan sonra açıkladığımız görüşleri yazılı olarak da ilettik. Temel olarak söylediğimiz husus, öncelikle mevcut mevzuatın etkin, doğru uygulanması. Uygulamayı düzeltmeden her strateji belgesinde güzel vaatlerde bulunmak olumsuz bir şey değil ama sorunları çözmüyor. Strateji belgesinde bir yanda AB perspektifinden söz edip, diğer yandan ölüm cezasını gündeme getirmek çelişki oluyor. Tutuklamada sorunları çözmekten bahsediyoruz ama bazı tutuklamaların yabancı ülkelerin müdahalesiyle sona erdiği iddiası bile inandırıcılık meselesine yol açıyor. İfade özgürlüğü genişleyecek derken, rahmetli Bülent Tanör hocamızın 80 yaşını aşmış eşi Prof. Öget Öktem Tanör hakkında hiçbir dava yokken yurtdışı çıkma yasağı söz konusu oldu. Son birkaç ayda olanlara bakalım. Gazeteci Kadri Gürsel kesinleşmiş mahkûmiyetinin infazı için adliyeye geldiğinde, adliye kapısında kameralar önünde kelepçelendi. Bundan 6 ay önce bir hukuk fakültesinin dekanı, insan hakları hukuku hocası Prof. Dr. Turgut Tarhanlı sabaha karşı evinde gözaltına alındı. Bunlar ortadayken Kopenhag-Ankara karşılaştırması yapmak ironiktir.

İÇİŞLERİ BAKANLIĞI AÇIKLAMA YAPSA

İfade özgürlüğü, toplantı ve gösteri yürüyüşüne ilişkin önemli ifadeler öne çıkıyor...

İfade özgürlüğü, toplantı ve gösteri yürüyüşüne ilişkin önemli ifadeler öne çıkıyor...Siz gazetecisiniz, basın takibi yapıyorsunuz her gün. “İzinsiz gösteri” diye bir ifade uygulamamızdan çıkarılmadığı sürece toplantı ve gösteri yürüyüşüne ilişkin açıklamaların pratik bir karşılığı yok. Anayasamız açıkça izinsiz toplanma ve gösteri hakkını düzenlemişken bu ayıptan bir türlü kurtulamadık. Şu an bu sahada Adalet Bakanlığı, kanun koyucu değil, İçişleri Bakanlığı bir açıklama yapsa sanırım tüm sorunlar çözülür. Zira valilikler ve kolluk kuvvetleri eliyle bir anayasal hak fiilen kullanılamaz hale getirildi. Anayasa Mahkemesi’nin, AİHM’nin onlarca kararına rağmen bu uygulama devam ediyor. İfade özgürlüğü maalesef en önemli sorunlarımızdan biri haline geldi. Bu hakkı sınırlayan kararlar bakımından ek kanun yolu denetimi öngörülmesi, Yargıtay tarafından yeniden inceleme yapılacağına ilişkin düzenlemeler, yaşanan sorunu kısmen çözecektir. Zira Yargıtay’ın özellikle 2000’li yıllarda oluşturduğu içtihatları bu özgürlük bakımından daha özgürlükçü idi. Ancak bu ve benzeri sorunların yaşanmaması için gerek yargı görevi yapanların, gerekse idareciler ve kolluğun özellikle insan hakları perspektifi ile yeniden eğitilmesi ve denetlenmesi gerekiyor. İnternet erişimine getirilen sınırlamalar da aslında birer ifade özgürlüğü sorunudur. Açık konuşmakta yarar var. Örneğin Türkiye’de Wikipedia’ya erişim yasak mı? Evet, yasak. Giremiyor muyuz? Hayır, gayet rahat girebiliyoruz. Bir devlet ve hukuk sistemi için en büyük hata, uygulanamayacak kurallar ve yasaklarla kendi otoritesini sorgulatmasıdır. Bu yasakların Anayasa’ya aykırı olduğu açık ancak pragmatist düşündüğümüzde bile bu yasakların ülkenin itibarını zedelemek dışında hiçbir işe yaramadıkları görülür. 

5 YILLIK HUKUK EĞİTİMİ: YILLARDIR ÖNERİYORUZ

Bir akademisyen olarak hukuk eğitiminin beş yıla çıkarılmasına ilişkin başlığı değerlendirir misiniz?

Hukuk fakülteleri beş yıla çıkarılıp yüksek lisans mezunu sayılmalarını; mezuniyet sonrası yapılacak devlet sınavı akabinde iki yıllık ücretli staj sonrası başarılı olanların hâkim, savcı, avukat ve noterlik sınavlarına girmesi gerektiğini yıllardır öneriyoruz. Bu konu daha önceki belgelerde de vardı. Ama kanuna giren avukatlık sınavı bile uygulamaya sokulmadı. Barolar Birliği de ancak kanunla düzenlenecek bir konuyu kendi yönetmeliği ile yapıp sınav getirmek istedi, Adalet Bakanlığı da haklı olarak “Sınav yönetmelikle getirilmez” dedi. Türkiye’de 100’ün üzerinde hukuk fakültesi açıldı. Çoğunda yeterli öğretim üyesi yok. Yeterli parası olup Türkiye veya Kıbrıs’tan vakıf ve özel üniversitelerden diploma alan kolayca avukat oluyor. Bir bütün olarak vakıf üniversitelerini eleştirmek istemem, ama ciddi bir denetim sorunu olduğu açık. “Referansı” olan da hâkim, savcı oluyor. Dünyanın hiçbir demokratik hukuk devletinde hukuk mesleklerine böyle girilemez. Tüm hukuk fakültesi mezunlarının, teste dayalı olmayan objektif ve ciddi bir devlet sınavında başarılı olduktan sonra hukuk mesleklerine girmesi konusu umarız yine kâğıt üzerinde bir temenni olarak kalmaz. Bu konuda daha önce YÖK, Adalet Bakanlığı, Barolar Birliği ve muhtelif barolar, Noterler Birliği gibi tüm paydaşlarla bir çalışma yapıldı ve YÖK’te hazır. Ancak maalesef kimse sahip çıkmayınca akim kaldı.

MAHKEME VE SAVCILIK AYRILMALI

Hâkim ve savcılara getirilen güvenceleri yeterli buldunuz mu? m Hâkim ve savcılara getirilen güvenceleri yeterli buldunuz mu? 

Özellikle tayinler bakımından bir coğrafi sınırlama, belirli görevler için kıdem şartının getirildiği ve hâkim savcılar bakımından öngörülebilir bir düzen vaat edildiği görülüyor. Esasen bunların tamamı daha önceki strateji belgelerinde de var. Bırakın strateji belgesini, asgari hukuk devleti standardı bunları zorunlu kılmaktadır. Olumlu yönünden bakalım, en azından bu alanlara ilişkin bir takım sorunlar olduğu böylece kabul ediliyor ve düzeltileceği ifade ediliyor. Ancak bu sorunlar üzerine de hem yargı erkinin hem de kamuoyunun şimdiden kafa yormasında fayda var. Adliye teşkilatının teknolojik imkânlarının arttırılması hiç şüphesiz önemli bir adım. Ancak teknolojik imkânlar sadece yapılacak işler için kolaylaştırıcı ve hızlandırıcı olarak kabul görmeli. Aksi durumda asıl olan yüz yüzelik ve yargının paydaşlarının elbirliği ile çalışması terk edilip, online bir yargı düzeninin ortaya çıkması tehlikesi ile karşı karşıya kalırız. Şu an SEGBİS uygulamasının kötüye kullanıldığı yönünde ciddi eleştiriler var. Oysa AİHM bu tür araçlara izin vermekle birlikte ciddi sınırlama ve koşullar öngörmüş durumda. Bunlara riayet edilmezse strateji belgesinde sıklıkla atıf yapılan mahkemeye erişim hakkının sınırlanması sonucunu doğuracaktır. Bence teşkilatlanma bakımından en önemli husus savcılık teşkilatı ile mahkeme teşkilatlarının mekânsal olarak birbirinden ayrılmasıdır. Başarılabilirse, zira bu yıllardır dile getirilen bir sorun, yargıda iddia ve savunma dengesi pek çok zorluğun aşılması için önemli bir adımdır. Bu adımın psikolojik etkisi de dikkate alınmalı.

Sistemde altını çizmek istediğiniz aksaklık hangisi?

Yani Cumhuriyet savcıları ile avukatlar aynı şartlarda ve aynı süreçlerden geçerek mahkeme ve adliyelere erişebildiklerinde, sistem bir dengeye kavuşacaktır. Adliyenin sadece hâkimin savcının değil, avukatın da işyeri olduğu, soruşturmanın amacını tehlikeye düşürmemek kaydıyla savcı ile eşit imkânlara sahip olduğu kabul edilmeden kurulacak her yargı düzeni, tek taraflı ve topal bir yargı düzenidir.

Bir de avukatlara getirilen yeşil pasaport gibi ek imkânlar var... 

Hiç şüphesiz önemli bir adımdır. Ancak İstanbul Barosu Başkanı’nın sözlerini hatırlatalım: Avukatın adliyeye girerken ve adliyede yaşadığı mekânsal zorluklar dikkate alındığında, yeşil pasaport verilmesinin adliyenin işleyişine nasıl bir etki yapacağı sadece insana tebessüm ettiriyor. 

ÖNEMLİ BİR ADIM

Ceza adaletinde çocuklara, tanıklara ve infaz hükümlerine ilişkin düzenlemeler de var. Kamuoyunun merakla beklediği bir düzenlemeydi bu... 

Suça sürüklenen çocuklar meselesi, en az hukuk eğitimi alan gençler kadar önemli. Şu tespiti yapalım öncelikle: Suça sürüklenen çocukların adliye ve cezaevi yoluyla topluma kazandırılabilmesi mümkün değil. Bunu insanlığın yüzlerce yıllık tecrübesi bize gösterdi. Bir kez suç işleyen ve adliyeye düşen çocuk, bir daha o yoldan çıkamıyor. Zira çocukken bireyi bu biçimde damgalarsanız, hem toplumun çocuğa yaklaşımı hem de çocuğun kendisine yüklenen “suçlu” kimliğini içselleştirdiği ve ona uygun hareket etmeye başladığını görüyoruz. Oysa suça sürüklenen çocuk, çocuk olması nedeniyle yetişkinlere nazaran çok daha kolaylıkla ve hızla topluma kazandırılabilir durumdadır. Biz yıllardır suça sürüklenen çocukların karakol, adliye, cezaevi dışında başka kurum ve görevlilerin olduğu bir başka süreçte takip edilmesi gerektiğini söylüyoruz. Dolayısıyla suça sürüklenen çocuklar sorunu, adliyeden çok eğitim politikalarının, sosyal politikaların, ekonomi ve şehircilik politikalarının konusu olmak durumundadır. Aksi durumda biz gelecek nesli kaybetme riski ile karşı karşıya kalacağız. 15 yaşına kadar da olsa bu adımın önemli bir adım olduğu düşüncesindeyim. Cezaların infazı ve infaz kurumları, ceza adaletinin en sorunlu ve maalesef en yakıcı alanları. Zira son derece somutlar. Bu hem tutuklu ve hükümlüler bakımından, hem aileleri bakımından hem de devlet bakımından elle tutulabilir ve gözle görülebilir bir sorun alanı.

Özel gereksinimi olan hükümlülere ilişkin düzenlemeler isabetli mi?

İsabetli olduğu çok açık. Ancak buna ek olarak özellikle kısa süreli hürriyeti bağlayıcı cezaların infazı bakımından sistemin gözden geçirilmesi gerekiyor. Şöyle ifade edeyim: Temmuz 2016 öncesinde işlenen suçlarda 4 yıldan az mahkûmiyetlerin cezaevinde infazı söz konusu değil. Doğrudan denetimli serbestlikle kişi serbest kalıyor. Bu bir sorundur, ancak sağlık sorunları ve diğer özel gereksinimler nedeniyle cezaevinde bulunması yerinde olmayan kişilerin bir gün dahi cezaevine girmesi de bir başka sorundur. Sonuç olarak sistemi bir bütün olarak ele alıp infaz hukuku alanında yeni bir çalışma yapılması, yapılan çalışma kanunlaştıktan sonra harfiyen uygulanması gerekiyor. 

 

BAKMADAN GEÇME!