Patronluktan fotoğrafçılığa

Güncelleme Tarihi:

Patronluktan fotoğrafçılığa
Oluşturulma Tarihi: Ağustos 15, 1998 00:00

Haberin Devamı

30 yaşında iş toplantılarından, lüks arabalardan, ceketlerden sıkıldı, hiç eğitim görmediği bir işe soyundu.

YÜREĞİNİN SESİNİ DİNLEDİ

Annesi Sinan Anadol'a sanatçı olsun diye Mimar Sinan'ın ismini vermiş. Kolejlerde, Amerika'larda okutmuşlar onu. Aldığı mühendislik eğitimi, ticaret, bol para, iş hayatında starlık derken, çok sıkılmış. Ne yapmış? Yüreğinin sesine kulak vermiş ve mutluluğun anahtarının işaret parmağının altındaki deklanşörde olduğunu görmüş. Fotoğraf serüveni, otuz yaşında gerçekleştirdiği Uzakdoğu seyahatinde bir rastlantı sonucu eline aldığı fotoğraf makinasıyla başlamış.

GERÇEK AYRINTILARDADIR

Laf arasında ‘‘takı’’ diyerek geçmemek lazım. Onların içerisinde ne hayatlar var. Sinan Anadol, objektifinde yeniden hayat bulan takılara, foto-röportajlarında bol bol yer veriyor. Gerçeğin ayrıntılarda gizlendiğine inanıyor. ‘‘Hayata değmeden yaşamak’’ dönemini fotoğraf sayesinde atlattığını itiraf ediyor.

İSYANIN FOTOĞRAFI

Sinan Anadol. Üç yıl önce, 30 yaşındayken, patronluğa kadar yükseldiği iş hayatını tek kalemde silerek fotoğraf dünyasına girdi. Daha önce hiç fotoğraf çekmemişti. Üç yıl gibi kısa bir sürede Türkiye'nin önde gelen belge fotoğrafçıları arasına girmeyi başardı. Özellikle Küba ve puro foto-röportajlarıyla yabancı fotoğraf ajanslarının da dikkatini çekti. Atlas dergisinin kapak fotoğraflarının çoğunda onun imzası var. Yukarıdaki fotoğrafı, bir tapınakta çekti. Katı kurallara sahip bir mekanda, birbirine dokunmaya çalışarak gösterilen isyanın fotoğrafı...

30 yaşında patronluktan, lüks arabalardan, ceketlerden sıkıldı. Eski bir gazeteci olan annesinin fotoğraf makinasını yanına alarak uzun bir dünya seyahatine çıktı. Sinan Anadol bugün, Türkiye'nin sayılı belgesel fotoğrafçılarından. Son üç yıldır Atlas Dergisi'nin kapak fotoğraflarının çoğunda onun imzası var. Artık fotoğrafa başlamadan önce gördüğü yerleri yok sayıyor. Bazı şeylerin fotoğraf makinasının vizöründen görülebileceğini söylüyor.

Çektiği fotoğrafların hayatını değiştireceğini nereden bilebilirdi ki. Gelecek kaygısı yüzünden hayatı ıskaladığını bile anlayamadı. Yeryüzünde ayak basmadığı yer neredeyse kalmamıştı. Ama kafasındaki soruların yanıtını bulamıyordu. Gerçek mutluluğun elinin altındaki o fotoğraf makinasında gizlendiğini sonradan farketti. Çünkü hiç yapmadığı bir şeyi yapmıştı. Kalbinin derinliklerinden gelen sese kulak vermişti. O güne kadar uzak durduğu fotoğraf makinasını eline aldı. Vizörden bakarak deklanşöre dokundu. Kahretsin nasıl da atlamıştı. Yıllardır beynini kemiren o sorunun yanıtının işaret parmağının altındaki deklanşörde saklandığını nasıl da farkedememişti. Aradığı şey o 'an'dı. O anı ıskaladığı için geleceği yaşayamıyordu. Fotoğrafla haşır neşir olduktan sonra kalbinin sesini duymayı da öğrendi. ‘‘Sonra’’nın olabilmesi için ‘‘şimdi’’nin en iyi şekilde yaşanması gerekiyordu. Üç yıl. Üç yıl önce Atlas Dergisi'nde yayınlanan fotoğraflarıyla dikkatleri üzerine çekmeye başladı Sinan Anadol. Kendi deyimiyle ‘‘Fotoğrafla gerçek anlamda tanışmam da Atlas'la başladı’’ diyor. Durağanmış gibi görünen fotoğraflarında aksiyonu en çarpıcı şekliyle verebilmesi ve kullandığı semboller şimdiye kadar alışılanların dışında. 30 yaşında fotoğrafla tanışan Sinan, yıllarca eğitimini en üst noktaya kadar tamamladığı iş hayatını tek kalemde silerek patronluktan fotoğrafçılığa yatay geçiş yaptı. Peki Sinan Anadol kim?

Başladı ve restini çekti

1965 yılında İstanbul'da doğan Sinan, Nişantaşı Anadolu Lisesi'ni bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi'ne girer. Ancak Türkiye'nin önde gelen tekstil firmalarından birinin sahibi olan babası Sinan'ın tekstil eğitimi almasını ister. O da ‘‘hayatımdaki en değerli insan’’ dediği üvey babasının kendisi için hazırladığı planları dikkate alarak tekstil mühendisliği eğitimi için Amerika'ya gider. South Carolina'daki Clemson Universitesi'nde okurken aynı zamanda Yabancı Öğrenciler Birliği'nin de başkanlığını yürütür.

Daha sonra San Fransisco'da mastırını tamamlayan Sinan, Almanya'ya yerleşir. Almanya'da tekstil ürünleri pazarlayan bir firma kurar. Ancak onun için 'yuppie' tarzı yaşam, cehennem azabından başka birşey değildir. Pahalı arabalar, giysiler ve gece hayatı zerre kadar ilgisini çekmez. İşini tasfiye eder, babasının İzmir'deki fabrikasında patronluğa soyunur. Ancak tatsız bir olay yaşar; kendisine sunulması gereken raporu yedi dakika geciktiren bir yöneticiyi işten atar. Bu kararından sonra işten attığı kişinin zor günler yaşadığını öğrenince ailesiyle görüşerek iş hayatından çekileceğini söyler. İş hayatına restini çekerek uzun bir seyahate çıkar. Dünya kazan, Sinan kepçe, dolaşır da dolaşır. Sinan yolculuğa çıkmadan önce eski bir gazeteci olan annesinin fotoğraf makinasını da yanına almayı ihmal etmez. Her deklanşöre dokunuşunda kendisini mutsuz eden nedenlerden bir bir kurtulur. Sinan bu durumu şöyle açıklıyor: ‘‘Esasen asosyal bir yapıya sahibim. Makineyi elime aldığımda farklı bir kişiliğe sahip oluyorum. Fotoğraf makinasıyla ortamın kontrolünü elime geçirebiliyor, her kılığa girebiliyorum.’’.

Uzakdoğu dönüşünde yaşadıklarını dostlarıyla paylaşmak isteyen Sinan, çektiği fotoğraflarıyla dia gösterileri yapar. Bu gösterilerin birinde bulunan bir arkadaşı yayınlanmamış fotoğrafın fazla bir esprisinin olamayacağını söyler. Tarzına en uygun yer olarak gördüğü Atlas Dergisi'yle kurduğu ilk diyalogdan sonra Sinan'ın profesyonel fotoğraf hayatı başlar.

Herşeyimi tasfiye ettim

Fotoğraf konusunda hiçbir eğitim almadan yakaladığı başarının sırrını kapmaya çalışıyorum. Sinan ‘‘Daha yolun başındayım’’ diyor ama üstüne gidince birkaç tiyo kapabiliyorum. ‘‘İyi bir röportaj hazırlayabilmek için olaya gazeteci gözüyle bakmak; bunu yapabilmek için de analitik düşünmek ve sentez yapabilmek gerekiyor. Ne kadar kaçsam bile aldığım mühendislik eğitiminin bunu sağladığına inanıyorum. Aslında ben bir savaş veriyordum. Program yapmak ve mühendis gibi düşünmek beni çok yüzeye çıkarmıştı. Derinleşebilmek için zihnimi ve bilincimi kullanmanın yanlış olduğuna karar verdim. O günden sonra hayatımı tamamen akışa bıraktım. Şu anda bile bilinç altımı açmaya çalışıyorum. Kocaman bir evren var. Bunun bir ritmi bir akışı var. Oysa bizim yaşadığımız düzen M.Ö 2500 yılında Babil'de şekillenmiş. İnsanların kendi ekonomik yapılarını oluşturdukları bir düzen. Kendisini akışa bırakmıyor. Oysa bir ayı hayatını akışa bırakıyor. Acıktığı zaman karşısına armut ağacı çıkıyor. Yiyebildiği kadarını yiyor, koltuğunun altına iki armut alarak gitmiyor. Biliyor ki acıktığında karşısına yeni bir armut ağacı çıkacak. Kainat da bu akışa saygı duyduğu için ayıyı armutsuz bırakmıyor.’’

İyi güzel de sen bugüne kadar topladığın armutları ne yaptın? ‘‘Herşeyimi tasfiye ettim. Evimi, ceketlerimi, arabalarımı. Şu anda üzerimde gördüğün ayakkabımdan ve pantolonumdan başka bir şeyim yok. Ne zaman ki kendimi bu akışa bıraktım o günden sonra senin beğendiğin fotoğraflar ortaya çıktı...’’

RÖPORTAJDA TANIŞTI

Küba röportajını hazırlarken tanışmış İsabel'le. Önceleri 20 sözcükle aşklarını birbirlerine fısıldamışlar. Röportajını tamamlayan Sinan, Türkiye'ye dönmüş ama aklı Kübalı sevgilisinde kalmış. İsabel'i Türkiye'ye davet eden Sinan, sevgilisinden bir daha ayrı kalamayacağını düşünmüş. Bir anda karar vererek evlenmişler. Bu yazıyı yazan adamın duygusal ve entelektüel yönü zayıf olduğu için yaşanan muhteşem aşkın detaylarını öğrenemeyeceksiniz.

PEK ÇOK YER DOLAŞTI

30 yaşında fotoğrafla tanışan Sinan, yıllarca eğitimini en üst noktaya kadar tamamladığı iş hayatını tek kalemde silerek patronluktan fotoğrafçılığa yatay geçiş yaptı. Türkiye'de ve dünyada pek çok yer dolaştı. İşte Türkiye'den bir fotoğraf. Bodrum Labranda'da bir kadın. Ve oradaki zor yaşamın izlerini taşıyan yüzü.

CAN ÇEKİŞEN SAHİLLER

‘‘Program yapmak ve mühendis gibi düşünmek beni çok yüzeye çıkarmıştı. Derinleşebilmek için zihnimi ve bilincimi kullanmanın yanlış olduğuna karar verdim. O günden sonra hayatımı tamamen akışa bıraktım’’ diyor Anadol. İşte bu akışta, Datça'dan da geçti yolu; Datça sahillerinin Yunanistan'ın atıklarından dolayı kirlenerek can çekişmesi de objektifine takıldı.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!