Öteki dünya

Güncelleme Tarihi:

Öteki dünya
Oluşturulma Tarihi: Şubat 15, 1998 00:00

Murat BARDAKÇI
Haberin Devamı

Tarihin en hoş sahtekârlığı böyle çöktü

‘‘Anastasya’’ olayı, tarihin belki de en romantik sahtekârlığıydı... Son Rus Çarı Nikola'nın kızı Anastasya olduğunu ve 1917 devrimi sırasında idamdan kurtulduğunu iddia eden genç bir kadın dünya gündemini yıllarca meşgul etmişti. Çar ailesinin paylaşılamayan kemikleri üzerinde yapılan DNA testi, Anastasya olayının sadece tatlı bir yalan olduğunu ortaya çıkardı...

Tarihin en tatlı, en romantik ve en çok ses getiren sahtekârlığı geçen haftalarda noktalandı: Dünyayı tam 75 yıl boyunca meşgul eden ‘‘Anastasya’’ olayının düzmece olduğu ortaya çıktı ve zihinlerde 75 yıldan beri varolan bütün sorular cevabını buldu...

Anastasya kimdi ve olayı neydi?

Rusya'nın son Çar'ı İkinci Nikola'nın dört kızının en küçüğüydü... 1901'in 5 Haziran'ında doğdu, 16 yaşına geldiğinde Rus ihtilâli patladı... Babası Nikola tahttan feragat ettti, Çar'la beraber ailesi ve Anastasya da gözaltına alındı. Sibirya'nın batısına, Tobolsk'a gönderildiler. Aile oradan Ural dağlarının eteklerindeki Yekaterinburg'a nakledildi ve İpatyef adındaki bir mühendisin evine yerleştirildi...

Beklenen son, 1918'in 16 Temmuz'unda geldi: Çar ailesi, monarşi yanlılarının karşı darbesinden korkan Ural Sovyeti'nin emriyle o gece evin bodrumunda yaylım ateşine tutuldu... ‘‘Anastasya, babası Çar İkinci Nikola, annesi, üç kız ve bir erkek kardeşiyle maiyetlerinde bulunanlar orada can verdiler...

Genç prensesin çilesi daha bitmemişti... Cesetler bir çukura kondu, tanınmamaları için el bombalarıyla parçalandı, sonra kilometrelerce öteye taşındı, kısmen yakıldıktan sonra üzerlerine sülfürik asit döküldü ve 1,5 metre derinliğinde bir çukura toplu halde gömüldüler...

Derken aradan seneler geçti ve Avrupa'da peşpeşe Anastasyalar ortaya çıkmaya başladı... Söyledikleri hep aynıydı: Çar Nikola'nın kızıydılar ve Yekaterinburg katliamından kurtulmayı başarmışlardı...

Bol miktardaki Anastasyalar'dan sadece birinin yıldızı parladı: 1923'te, Berlin'de ortaya çıkanın... Bir köprüden atlayıp intihara teşebbüs etmek üzereyken kurtarılmıştı. Hafızasını kaybettiğini söylüyordu ve Anastasya olduğundan başka birşey hatırlamıyordu. Zamanla Romanoflar'ın, yani Rus hanedanının Avrupa'da yaşayan bazı mensuplarını ikna etmeyi başardı ve hatta onlardan biriyle, Prens Eric'le kısa bir aşk bile yaşadı... Ama hanedanın reisi Büyük Dük Kirill, Anastasya'nın gerçek olduğuna hiçbir zaman inanmadı ve birbirlerine karşı açtıkları dava tam 31 yıl sürdü. Mahkeme, ‘‘Prenses Anastasya'nın ölüp ölmediği konusu kuşkuludur’’ şeklinde tartışalı bir kararla nihayete erdi...

Genç kadın sonra Birleşik Amerika'ya yerleşti ve Anna Anderson adını aldı. Öyküsü zamanla filimlere ve kitaplara konu oldu. İlk Anastasya filmi 1956'da çevrildi. Başrolde İngrid Bergman vardı. Sonra Amy Irwing bir TV dizisi yaptı. konu beyazperdeye geçen yıl iki defa aktarıldı. Filimlerin ilkinde Anastasya'Meg Ryan oynuyordu; öbürü ise bir çizgi filimdi ve şimdilerde İstanbul'da hâlâ sinemalarda...

Anna Anderson 1982'de 81 yaşındayken hayata veda etti; sırlarını da beraberine götürdü... Daha doğrusu, ‘‘kendisiyle beraber götürdüğü’’ zannedildi... Çar ailesinin Yekaterinburg'da ortaya çıkartılan mezarlarındaki kemiklere yapılan DNA testlerinin sonucu geçen haftalarda alınıncaya kadar...

Bazı kemiklerin Anastasya'ya ait olduğu mezarların ortaya çıkarılmasından buyana iddia ediliyordu ve testler iddiayı doğruladı... Anastasya, tam adıyla ‘‘Büyük Düşes Anastasia Nikolayevna Romanof’’ katliamdan kurtulamamış, annesiyle, babasıyla ve kardeşleriyle beraber can vermişti... Sonraki senelerde ortaya çıkan Anastasyalar'ın tamamı düzmeceydi...

İşte, tarihin bu en tatlı, en romantik ve en çok ses getiren sahtekârlığının kısa öyküsü... Anastasya'dan ve Çar ailesinin öteki üyelerinin kemikleri, 80 yıl sonra yeniden gömülebilmek için şimdi Yekaterinburg'la Moskova arasındaki mezar yeri kavgasının neticeye bağlanmasını ve Boris Yeltsin'in son sözü söylemesini beklemede...

Bunlar da bizim Anastasyalarımız

Sahte prensesler, prensler ve hayali taht varisleri sadece Avrupa hanedanlarına mahsus değil... Böyle düzmece asiller bizde de var ve hâlâ faaliyetteler. Padişah torunu olduklarını söylüyor, ortalığa dökülüp sultan ve şehzade rolü oynuyorlar...

İşte bizim sahte prenslerimizle prenseslerimizin sadece birkaçı...

SAHTE ŞEHZADE SELİM: Asıl adı, ‘‘Arapyan’’... Fransa'da oturuyor ve Sultan Abdülhamid' in oğlu olduğunu iddia ediyor... Tek arzusu, ölümünden sonra İstanbul'a, ‘‘babası’’ Abdülhamid'in yanına gömülebilmek...

DÜZMECE SULTAN NADİNE: Sahte Şehzade Selim'in, daha doğrusu Mösyö Arapyan'ın kızı... Amerika'da yaşıyor ve babasının ‘‘şehzade’’ olduğunu dünya-âleme isbata çalışıyor...

AFRİKALI ŞEHZADE SALİH BEY: Paris'te, kendi kurduğu ‘‘Osmanlılar Klübü’’nün başkanlığını yapıyor. Kendisine büyükbaba olarak herhangi bir hükümdar seçmemiş ve klübüne yüksek bir giriş ücretiyle üye kaydetmekle meşgul...

HALİFE ‘‘KÜÇÜK’’ SELİM: Almanya'da, ‘‘Yeni Osmanlılar’’ adını takınmış bir grubun ‘‘halifeliğini’’ yapıyor... Nakşibendi şeyhi Kıbrıslı Nazım Efendi'nin ‘‘himaye’’sinde...

ŞİŞMAN NESLİŞAH: Istanbul'daki adalarından birinde yaşıyor, Sultan Vahideddin'le Halife Abdülmecid'in torunu ‘‘gerçek’’ Neslişah Sultan'ın adını kullanıp el-etek öptürüyor... Ve aralarındaki asaletleri dışındaki en önemli fark: ‘‘Hakiki’’ Neslişah Sultan'ın güzelliğiyle tanınması, Anastasya oyunu oynayan Neslişah'ın ise kilolarıyla...

Refah bir vurdu,

solcular

beş vuruyor

İş yapmış, başarılı olmuş ve yaptıklarının daha da iyisini yapmaya çalışanları bir kalemde harcamaya üstümüze yoktur. Bu kişileri birkaç ay önce öve öve göklere çıkarmış olmamız da hiç farketmez. Bazı çevrelerin İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürü Dr. Alpay Pasinli'ye yaptığı gibi.

Dr. Alpay Pasinli, İstanbul'un önemli müzelerinden birinin, Arkeoloji Müzeleri'nin müdürlüğünü yapan ve çok sayıda bilimsel yayını olan seçkin bir arkeologtu. Yılların ilgisizliği yüzünden müzelikten çıkıp depoya dönmüş olan olan Arkeoloji Müzeleri'ni müdürlük koltuğuna oturduğu 1985'ten itibaren adam etmiş, dünya çapında bir mekân yapmış ve Avrupa Konseyi'nin ‘‘Müze Ödülü’’ almıştı...

Böyle bir bürokratın birilerinin gözüne batması normaldi ve battı: Alpay Bey Refahyol zamanındaki müzeci kıyımında Refahlı Kültür Bakanı'nın gadrine uğradı, görevden alındı; Ankara'ya, Kazılar Şube Müdürlüğü'ne tayin edildi. Sonra hükümet değişti ve yeni Kültür Bakanı İstemihan Talay, Dr. Pasinli'yi görevine iade etti. Alpay Bey şimdi gene müzesinin başında... Ama son haftalarda başına her nedense birileri musallat oldu... Neredeyse hemen her hafta hakkında birşeyler yazılıp çiziliyor... Meselâ, müzedeki İslami sikke kolleksiyonlarının onun yüzünden tahrip olduğu söyleniyor... Bakanlığın Restoraston ve Konservasyon Merkezi'nin ‘‘Tahripler yıllar öncesinden, sikkelerin özel kolleksiyonlara ait olduğu zaanlardan kalmadır ve yeni olan birşey değildir’’ diyen raporlarına rağmen...

İşin garibi, Dr. Pasinli'yi daha önce öve öve göklere çıkaranların şimdi her nedense vaktiyle söylediklerinin tam tersini yazmaları... Meselâ önceki yaz Alpay Bey'in görevden alınması sırasında ‘‘Dr. Alpay Pasinli uygarlıkları tanıdığı için görevden alındı’’, ‘‘Laik ve Atatürk ilkelerine bağlı kişiliğiyle tanınan arkeolog Alpay Pasinli’’ diyen bir mimar, şimdi yazdıklarının mürekkebi bile kurumadan ‘‘Pasinli, yakasına taktığı Atatürk rozeti ile Devlet Memurları Yasası'nın koruması altında, Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü'nü arkeologlara rağmen sürdürüyor’’ diyebiliyor...

Bazı çevrelerdeki bu tavır değişikliğini görünce Alpay Bey'in kimlerin ayağına bastığını, işin arkasında yatanları ve ‘‘aydın’’ olduğunu iddia edenlerin Türkiye'nin önde gelen bir müzecisine Refah iktidarının bile yapmadığını yapmaya kalkışmasının sebeplerini merak etmeye başladım... Öğrenip sizlere de anlatacağım...






Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!