Haber Giriş: 20.04.2002 - 00:00 | Son Güncelleme:
O unutulmaz sesi doÄŸduÄŸu semtte dinleyin
- Yazdır
- AYazı Tipi
- Yazdır
- AYazı Tipi
Türkiye'nin solist sıfatıyla, hem de frak giyerek sahneye çıkan ilk sanatçısı. Klasik Türk Musikisi'ni içkili sofralardan çıt çıkmayan tiyatro salonlarına taşıyan ve yine ilk kez ayakta icra eden eÅŸsiz sesli lirik tenor. Endülüs'te Raks'ın, Dönülmez AkÅŸam'ın, Aheste Çek Kürekleri'nin, Aziz İstanbul'un unutulmaz bestecisi. Münir Nurettin Selçuk, ölümünün 22. yıldönümü nedeniyle, Vehbi Koç Vakfı Sadberk Hanım Müzesi'nde açılacak ‘‘Bir Tatlı Huzur’’ adlı sergiyle anılacak. Klasik Türk MüziÄŸi sanatçılarının kıyafet ve enstrümanlarının yer alacağı sergi, 27 Nisan-2 Haziran arasında Selçuk'un ÅŸarkıları eÅŸliÄŸinde gezilebilecek. Açılışında gazeteci-yazar Murat Bardakçı'nın da ‘‘Türk MüziÄŸinde ModernleÅŸme’’ konulu bir konferans vereceÄŸi sergide, Selçuk'un sahne giysileri, aksesuarlarıyla birlikte, baÅŸka sanatçıların eÅŸyası da sergilenecek. Mesela Leyla Saz'a ait ferace, Safiye Ayla Targan, Sadi HoÅŸses, Müzeyyen Senar, Zeki Müren'in sahne kostümleri, Refik Fersan'ın lavtası, Neyzen Tevfik'in neyi. Ama Albüm'ün bu haftaki konuÄŸu, kimilerine göre ‘‘Allahın Sazı’’ olan Münir Nurettin Selçuk.1899'da İstanbul Sarıyer'de dünyaya gelir. Sesinin güzelliÄŸi, çok küçük yaÅŸlarından itibaren dikkat çeker. İlahiyat hocası babası Mehmet Nurettin Bey, aslında ziraatçi olmasını ister ama dönemin ünlü hocalarından müzik dersi almaktan da mahrum etmez onu. O da yıllar sonra babasını kırmamak için ziraat okumak üzere Macaristan'a gidecek, ama gözü müzikten baÅŸka ÅŸey görmediÄŸi için geri dönecektir. Kadıköy Numune Mektebi'nde ortaöğrenimini sürdürürken Dárü'l-Feyzi-i Musiki Cemiyeti'ne (Üsküdar Musiki Cemiyeti) öğrenci ve hanende olarak girer. YaÅŸlı baÅŸlı müzisyenlerle birlikte sahneye ilk çıktığında 14 yaşındadır ve arkadaşı tanburi Refik Fersan'ın deyiÅŸiyle, ‘‘yaşı ile mütenasip olmayan dehası’’ dinleyenleri kendinden geçirmiÅŸtir. Öğrenimine, Kadıköy Sultanisi'ndeyken, ilk konservatuvar Darül-Elhan'a girerek devam eder. Adı yavaÅŸ yavaÅŸ, bir büyü haresiyle birlikte dolanmaya baÅŸlamıştır İstanbul'da; her zaman kalıplı fesi, İngiliz kumaÅŸlarının en iyisinden elbisesi, ipekli kravatı, rugan iskarpinleri, kol düğmeleri, ölçülü oturup kalkışındaki ahenkli nezaketle anar onu Tamburi Cemil Bey. 1923'te teÄŸmen rütbesiyle Muzıka-ı Hümayun'a katılır. Dolmabahçe Sarayı'nda Damat Ferit PaÅŸa'nın beyaz piyanosunda rast makamından çalar ve söyler. Orada tarihi bir tanıklığı daha vardır; kendisi kapıda nöbetteyken ayrılmıştır Vahdettin. Cumhuriyetin ilanından sonra, yeni kurulmakta olan Ankara'da Riyaset-i Cumhur İncesaz Heyeti'ndedir. Refik Fersan'la birlikte sık sık Atatürk'ün Çankaya'daki sofrasına davet edilirler. ATA'YLA GİYOM TEL MACERASIAtatürk'e hayran, sıkı bir Kemalisttir; ama iliÅŸkileri iniÅŸli çıkışlıdır. Bu, musikiyi meyhanelerden, nara ve çatal bıçak seslerinden, içki kokusundan uzaklaÅŸtırıp çıt çıkmayan sahnelere taşıyan Münir Nurettin'in, Atatürk'ün sofralarında sanatını icra ederken hırçınlaÅŸmasıyla açıklanır. Hatta, sürekli ÅŸarkılarına eÅŸlik eden, kendini takibe zorlayıp besteyi bozan Atatürk'ü bir gün darıltmıştır; ‘‘Bu iÅŸi bana bırakınız’’ diyerek... Uzun süre kendisini dinlemeyen Atatürk'le bir gün Bursa Çelik Palas Oteli'nde şöyle barışır: Uzun masanın bir ucundaki Atatürk, dolu bir rakı bardağını öbür uçtaki Selçuk'a gönderir ve başının üstüne koymasını iÅŸaret ederek tabancasını çıkarır, niÅŸan alır. Selçuk, bardağı başının üstünde tutarak ‘‘gözlerini emniyetli bir bakışla’’ Atatürk'e diker. Herkes bunu bir ÅŸaka sanırken, büyük bir patlama duyulur; kurÅŸun kadehe deÄŸil, arkadaki direÄŸe isabet etmiÅŸtir. ‘‘Sesin gibi zeka ve cesaretinin de mükemmel olduÄŸunu ispat ettin, haydi bize bir ÅŸarkı oku da dinleyelim’’ diyen Atatürk, bu kez hiç karışmadan dinler onu. 1928'de gittiÄŸi ve ÅŸan, solfej, piyano dersleri aldığı Paris'ten iki yıl sonra hayatının projesiyle döner: Avrupalı, müziÄŸin klasiÄŸini iki saat süreyle konser salonunda sessizce dinleyebiliyorsa, Türk halkının da kendi klasik müziÄŸini aynı saygıyla dinlememesi için bir neden yoktur. Hayali 1930 Åžubatı'nda, İstiklal Caddesi'ndeki Fransız Tiyatrosu'nda, bir milli kültür devrimi gibi gerçekleÅŸir: O güne kadar dini ve askeri eserlerin dışında, diz üstünde, yere, sedire ya da sandalyeye oturularak söylenen Türk musikisi, sahnedeki siyah fraklı genç adam tarafından ‘‘katledilir’’ ve lirik tenor sesi, olaÄŸanüstü üslubu, çaÄŸdaÅŸ ÅŸan tekniÄŸiyle yeni bir solist doÄŸar. Bu Türk musikisinin batılı anlamda ilk konseridir. O konserden sonra, sesini ‘‘Ruhun rüzgarlarıyla yaklaşıp uzaklaÅŸan, alçalıp yükselen, bazı durgun sular üstünde gezinen, bazı da en yüksek tepelere kadar çıkan uçuÅŸ sahası geniş’’ diye tanımlar Peyami Safa. Ona göre Selçuk, klasik hanende tipinin sakat yüzünde bir estetik ameliyatıdır; bir kaşı yukarı kalkmış ve bir teki büzülmüş gözleri yerine getiren, çarpık çeneyi düzelten, kabarık boyun adalelerini indiren ve bütün çehreye bir duacının derin vecd, huzur ve ahenk ifadesini veren...Konserleri, turneleri, taÅŸ plakları, radyo programlarıyla ünü artar. Ardından İstanbul Radyosu'nda hoca olacak, pek çok sanatçının yetiÅŸmesine katkıda bulunacak, Muhsin ErtuÄŸrul'un ilk ‘‘şarkıcı-oyuncu’’ denemesi olan Allahın Cenneti'yle YeÅŸilçam'a girecektir. Yeni ünlendiÄŸi yıllarda bir gün, tüm hayatı boyunca seveceÄŸi İstinye'deki kahvededir. CoÅŸup bir ÅŸarkı okur. Kahvede oturan bir ihtiyar, ‘‘YaÅŸÅŸa be mübarek, sen Münir Nurettin misin?’’ diye bağırır. Bunun üzerine bir ÅŸarkı daha okur. Bu kez ayaÄŸa kalkan ihtiyar şöyle bağıracaktır: ‘‘Senin yanında Münir Nurettin halt etsin!’’ Sadece muhteÅŸem bir yorumcu deÄŸil, iyi bir bestecidir de. En ünlü eserleri yakın dostu Yahya Kemal Beyatlı'nın ÅŸiirlerinden yaptıklarıdır. Klasik Türk MüziÄŸi icrasına köklü deÄŸiÅŸiklikler getirmiÅŸtir, eserleri de modern bir besteleme anlayışını yansıtır. Bir gün Yahya Kemal'i evine davet eder ve ‘‘sana bir hediyem var’’ der. İki rubaisini bestelemiÅŸtir. Ne yazık ki Endülüs'te Raks Atlas Sineması'nda ilk kez İstanbul'a tanıtılır ve kastanyet sesleri arasında ‘‘zil, ÅŸal ve gül’’ ardından da bir ‘‘ole!’’ alkıştan salonu yıkarken Yahya Kemal hayatta olmayacaktır. Bu arada klasik batı müziÄŸini de sevmiÅŸtir. Küçükken bir gün ‘‘Bach'ın müziÄŸini hiç sevmiyorum’’ deme gafletinde bulunan kızı Meral'e bir ay her gün saatlerce Bach dinletmiÅŸ ve sözünü geri aldırmıştır, ‘‘Kötü müzik yoktur, dinlemeye alışmamış kulak vardır!’’ Bu sözü yıllar sonra Beatles müziÄŸine isyan eden Münir Nurettin'e bu kez kızı söyleyecektir ama olsun. KADINLAR, ONUN KADINLARI1920'li yılların sonları. Yine tıklım tıklım bir konser gecesi. İlk ÅŸarkısına baÅŸlamadan, gözü dayısının yanındaki genç kıza takılır. Kimdir o? Arada dayısına haber yollayıp ‘‘yanındakilerle birlikte’’ kulise davet eder. Münir'le evlenmeyi, kazandığı bursla yaÅŸayacağı Amerika yıllarına tercih edecek olan Enise Hanım'la böyle tanışır. Enise Hanım, hayatını, hep kadınlar tarafından çevrelenerek geçirecek ünlü, yakışıklı ve çapkın kocasını, aÅŸkla, ÅŸefkatle, sabırla sevecek, babası gibi billur sesli olan tek çocukları Meral'i büyütürken çok ÅŸeyi sineye çekecektir. Evet çapkındır Münir Nurettin, ama bir film stüdyosunda tanıştığı tiyatro sanatçısı Åžehime Erton'la yaÅŸadığı, çapkınlığı biraz aÅŸar. Erton eÅŸinden ayrılır, tüm hayatını ona duyduÄŸu aÅŸka adar. Münir Nurettin ise genelde erkeklerin yaptığını yapar, düzenini bozmaz. ‘‘Yıllanmış evliliklerde derin heyecanlar, baÅŸ dönmeleri, kalp çarpıntıları deÄŸil, yeri doldurulamaz dostluklar, vazgeçilmez alışkanlıkların getirdiÄŸi rahatlıklar aranır. Bunların hepsi evinde vardır ve vazgeçmeye hiç niyeti yoktur’’ der AyÅŸe Kulin, Selçuk'un hayatını anlattığı Bir Tatlı Huzur'da. Yine de yardan da vazgeçemez, bir süre gizli yaÅŸar; 1945'te 19 yaşındaki Åžehime Hanım Timur Selçuk'u doÄŸurana kadar belki, 10 yıl sonra ise Selim doÄŸacaktır. Hayat hem Münir Nurettin'i seven kadınlar, hem de çocuklar için zor geçer. EvlendiÄŸi için sahneden, babasının yanından ayrılan Meral'in yerini bir süre sonra Timur alacaktır; ama iliÅŸkileri baba-oÄŸuldan çok, usta-çırak mesafesinde geçecektir. Selim ise babasını sadece, özel günlerde ziyarete gelen saygıdeÄŸer bir misafir olarak anımsayacaktır. 1966'da kaybettiÄŸi eÅŸinin mezarına aylar sonra, önemli bir konser günü gider Selçuk. O gece, 40 yıldır ilk kez sahnede aÄŸlar. Onun oÄŸullarının annesiyle evleneceÄŸini düşünenler ise yanılacaktır; çoktan baÅŸka çiçeklerle ilgilenmeye baÅŸlamıştır. Daha genç çiçeklerle...400'ü aÅŸkın plak, 800 seçkin Klasik Türk MüziÄŸi eseri, sayısız konserleri... Ama yıllar sonra, NiÅŸantaşı sakinleri karakolun köşesinden NiÅŸantaşı'na doÄŸru hızlı ve küçük adımlarla yürüyen dimdik ufak tefek adamı giderek daha az görmeye baÅŸlar. Ömrü boyunca saÄŸlıklı yemekler yemiÅŸ, hiç sigara içmemiÅŸ, içkiyi fazla kaçırmamıştır. Ama damar sertliÄŸi ve parkinson, onu yavaÅŸ yavaÅŸ dönülmez akÅŸamın ufkuna sürükler. 27 Nisan 1981 sabahı vakit artık çok geçtir.Â
Falsebutton
- Yazdır
- AYazı Tipi
- Yazdır
- AYazı Tipi