MÜZÄ°K ÜZERÄ°NE... (2) "Yok aÄŸbi; herif aslında bilgisayar programcısı (o zamanlar henüz softveyir yaygın deÄŸil). Çok da iyi para kazanıyormuÅŸ. Müzik hobisiymiÅŸ.

Güncelleme Tarihi:

MÜZİK ÜZERİNE... (2) Yok ağbi; herif aslında bilgisayar programcısı (o zamanlar henüz softveyir yaygın değil). Çok da iyi para kazanıyormuş. Müzik hobisiymiş.
OluÅŸturulma Tarihi: Haziran 26, 2000 00:00

MÃœZÄ°K ÃœZERÄ°NE... (2) "Yok aÄŸbi; herif aslında bilgisayar programcısı (o zamanlar henüz softveyir yaygın deÄŸil). Çok da iyi para kazanıyormuÅŸ. Müzik hobisiymiÅŸ. Ama bir gün her ÅŸeyden bıkmış,varını yoÄŸunu satmış. Kocaman bir sırt çantası ve saksafonundan baÅŸka bir ÅŸeyi yok. Ä°ki yıldır dolaşıyormuÅŸ. Sokak müzisyenliÄŸinden kazandıklarıyla yaşıyor." diye gıyaben tanıştırdı bizi Frank'le (çok eski deÄŸil, 12 yıl önce)…O günlerde cazla ilgilenmeye yeni baÅŸlamıştık. Neye bulaÅŸtığımızın tam olarak farkında deÄŸildik. BulabildiÄŸimiz her ÅŸeyi dinliyor, bir arkadaşımızın ABD'den getirttiÄŸi, özenle ikiÅŸer tane fotokopileyip, ciltlettiÄŸimizi kütüphaneye saklayıp spiralliyi çantalarımızdan ve burnumuzun dibinden ayırmadığımız baÅŸucu kitabımız "The Real Book" daki parçaları çalışıyorduk. Hatta kimilerini çaldığımızı dahi sanıyorduk. Müzik okuyan bir tek bendim. Ötekiler tıp okuyordu. Ancak Anadolu Lisesi'nden gelmiÅŸ olmaları, müzik, özellikle farklı müzik türleri, hakkındaki birikimleri için önemli bir etkendi.Devam etti: "Polonya'da tanıştık. Çok güzel bi meydan var. Adım başı küçük gruplar ya da tek tek müzisyenler müzik yapıyor. Mesela, diyelim ki ben gitarımı çıkarıp bir köşede çalmaya baÅŸladım; kısa bi süre sonra dinleyicilerim oluÅŸuyo. Aralarında müzisyen varsa yanıma gelip katılanlar da oluyo. Bi bakmışsın tek kiÅŸi baÅŸlayıp dört-beÅŸ kiÅŸi bitiriyosun. Bi de bazen çevredeki öteki gruplardan ara veren ya da bitirenler filan da gelip katılıyo. Ä°nanılmaz biÅŸiy aÄŸbi! Neyse iÅŸte, Frank'le çalmaya baÅŸladık. Önümde riıl buk var ya; adam açıyo bi parçayı, van-tuu-van-tuu-tri-for diyip baÅŸlıyo. Ben panikle ve rezil olma korkusuyla ilk kez gördüüm akorları bile nası bastım, o emprovizeleri nası çaldım inanamazsınız!"Gerçekten de inanamadık. O kısacık yolculuk, küçük-küçük deneyimler (tam dönerayak Polonya'daki bi garda exchange'çi bi üçkağıtçıya kalan tüm parasını kaptırması ve yol boyunca kuru ekmek ve suyla yaÅŸamış olması da dahil) O'nu nasıl da deÄŸiÅŸtirmiÅŸ, olgunlaÅŸtırmıştı. Gıpta ettik (yani kıskandık!). Orada, Polonyalıların alınmadığı bir otelde -söylediÄŸine göre VarÅŸova'nın en lüks otelinde- bedava denebilecek bir paraya kalmış, ıstakoz, havyar ve birinci kalite içkilerden sıkılmıştı! Bizi daha çok ilgilendiren (ve sevindiren) ÅŸey ise baÅŸkaydı; TL cinsinden 10 (on) birime karşılık gelen bir parayla plaklar almıştı. O günlerde 10 Liraya okul kantinlerinde çay bile içilemiyordu. Parasının tümüne yakın bölümünü buna harcamıştı. Bizse plak başına 100 Lira vermeye hazırdık! Bu para birimlerinin yanında binlik ya da milyonluk hanelerin bulunmaması sizi, özellikle de genç okurları ÅŸaşırtmasın. 10 000 Liraya sorunsuz-sıkıntısız bir hafta yaÅŸayabiliyor, bir akÅŸam dışarıda yemek dahi yiyebiliyorduk."Davet ettim" dedi. "UzakdoÄŸu'ya kadar gidicekmiÅŸ; bi haftalığına buraya da uÄŸrayacak. Bizi ve Türk müziÄŸini çok merak ediyo. Hem, birlikte çalarız da; saksafoncuyla çalmak çok zevkli."Fakültede aldığım derslerden dolayı Türk müziÄŸini iyi bildiÄŸimi düşünüyordum. Ancak Türkiye'deki müzik yaÅŸamını ben de merak ediyordum. Geleneksel Türk sanat müziÄŸi, Türk halk müziÄŸi TRT yayınları dışında nasıl yaşıyordu? Halk EÄŸitim Merkezleri ve belediyeler bünyesindeki amatör korolar neler yapıyorlardı? Bir-iki büyük ÅŸehir dışında bu tür kurumlaÅŸmalar var mıydı? Üç büyük ÅŸehirdeki senfoni orkestralarının, opera-balelerin (bizimkini az-çok biliyordum) repertuvarlarında neler vardı? Neye göre oluÅŸturuluyordu? Ä°zleyici yoÄŸunluÄŸu/profili neydi? Bilmek istiyordum. Pop müziÄŸe gelince, "bana göre" popüler kavramına en uygun tür olan "arabesk", kitle iletim araçlarındaki tüm yasakları delip sınırlarını geniÅŸletememesine karşın kabul görmeyi, iyi satmayı ve sektörleÅŸme sürecini sürdürüyordu…Yine "bana göre" müzikte AÅŸkın Nur Yengi ile baÅŸlayan "patlama" henüz gerçekleÅŸmemiÅŸti; Serdar Ortaç'ın zeytini tabaktan yediÄŸi, Reha Muhtar'ın Atina'dan bildirdiÄŸi sıradan günlerdi. Dünya literatüründe yer alabilecek niteliklerdeki müzisyenlerden biri olan Fatih Erkoç'un "oynatmasına" da az kalmıştı. Uzan Ailesi'nin Magicbox-Star1'i belki de henüz fikir aÅŸamasındaydı. "made in Turkey" clip olarak bildiÄŸimiz tek ÅŸey ise uzun zaman önce Öztürk Serengil'in TRT televizyonunda hazırlayıp sunduÄŸu "Gülünüz Güldürünüz" adlı programında Türkçe sözlü ÅŸarkılar için yaptığı komik ÅŸeylerdi. Vitamin, Ä°zel-Çelik-Ercan, Ufuk Yıldırım, Beyaz, Cem Yılmaz, Uygur kardeÅŸler (MeÅŸhur olan ikisi), Hamdi Alkan v.b. büyük olasılıkla okuldaydılar. Tarkan belki Almanya'daydı. Ve yine büyük olasılıkla o günlerde tanınmış ve çoktan piyasada olan Barış Manço, Orhan Gencebay, Mazhar-Fuat-Özkan (devr-i eurovision'da MFO edildiler), Ferdi Tayfur, Ä°brahim Tatlıses, Sezen Aksu, Küçük Emrah, Küçük Ceylan, Mahsun Kırmızıgül dinleyip; Ferhan Åžensoy, Levent Kırca, Nejat Uygur, Perran Kutman, izliyorlardı... Deniz Akel, Abdullah OÄŸuz kimbilir nerelerdeydiler? SavaÅŸ Ay foto muhabiriydi. Haaaa, Sadettin Teksoy'u da unutmayalım. Özel TV kanalı enflasyonu henüz oluÅŸmadığından Zenci komiserli ABD polisiye dizileri salgınlaÅŸmamış, ancak Brezilya menÅŸe'li pembe sabun köpükleri özelkanallara metastasları öncesi TRT televizyonlarındaki yerini almıştı. "Rating" kavramının ise dillerden ve "evlerden uzak" olduÄŸu günlerdi."Caz" ise uzuuun yıllardır yapılagelen bir müzikti. O güne dek yetiÅŸmiÅŸ olan caz müzisyenlerinden tanınmış birkaçı her ÅŸeye karşın birÅŸeyler yapmaya çalışıyorlardı. Ve yine TRT vardı çok şükür! Küçücük bir çocukken dinlemeye baÅŸladığım Erol Pekcan programlarını radyoda sürdürüyordu. Kendi arÅŸivindeki plaklarından (öldüğünde 5000'i aÅŸkın LP'si olduÄŸu söylenmiÅŸti) hazırladığı programları, sunuÅŸ üslubu çok keyifli ve bilgi vericiydi. Yavuz Aydar ve Åžebnem Savaşçı'nın "Stüdyo Fm"i ise favorimizdi; bu program sayesinde pek çok müzik türü ve müzisyen tanıma ÅŸansımız oluyordu. Hülya TunçaÄŸ ise "extreme" ve seçkinci olma çabasıyla hazırlıyordu programlarını. Çaldığı parçalar ve müzisyenlerle ilgili acayip açıklamalar yapıyordu. Kullandığı kimi sıfatları anımsadıkça hala çok eÄŸleniriz. "TRT Hafif Müzik ve Caz Orkestrası": Müzik türlerinin "ağır", "hafif", "ciddi" v.b. olması birkaç yazının konusu olabilir. Ancak bu orkestranın adında "hafif müzik" ve "caz"ın "ve" baÄŸlacıyla baÄŸlanmış/ayrılmış olması, kurumun caz müziÄŸine bakışını bir yanıyla göstermekte.Cumhuriyet döneminin çaÄŸdaÅŸlaÅŸma ve batılılaÅŸma hareketlerinde önemli roller üstlenen kurumlar vardı. TRT, 1975'de baÅŸladığı "Eurovision Song Contest" muharebeleriyle "rol"den çok bir "misyon" sahibi olmuÅŸtu! Ulusal dâvâmız, kendimizi kanıtlama ÅŸeyimiz haline gelen bu yarışma yurt sathında ilgi ve kabul gören önemli bir müzik hareketiydi. Türkiye müzik tarihi incelemeleri ve araÅŸtırmaları açısından trajik olgular, nabza göre ÅŸerbet ÅŸarkılar; ÅŸarkıcılar, ısmarlama besteci ve aranjörler, 90'lardaki medya dönemine dek 15 yıl boyunca gündemden inmediler. Ha, bir de "San Remo" öykünmesi yarışmalarla tanıştık o günlerde: "Altın Güvercin", "Altın Anten" gibi... Sonucu başından belli bu organizasyonlar ve tabii ki eurovision ÅŸarkı yarışması, besteci, aranjör, orkestra ÅŸefi, büyük orkestra gibi kavramları soktu hayatımıza. Pop müziÄŸin yazıldığını, düzenlendiÄŸini ve yönetilerek çalınıp-söylendiÄŸini gördük, iÅŸittik. Plak kapakları ve kaset kartonetlerinde adlarını okuduÄŸumuz Onno Tunç, Garo Mafyan, Attila ÖzdemiroÄŸlu, Melih Kibar, Turhan Yükseler, Osman Ä°ÅŸmen, Cezmi BaÅŸeÄŸmez, Asım Ekren gibi Müzisyenleri tanıdık, feyz aldık; kimilerini idolleÅŸtirdik... (Farkında mısınız, müzikle ve müzik yaÅŸamıyla ilgili her konu TRT'ye uÄŸramadan edemiyor…)Sonunda Frank geldi. Gelen Charlie Parker'dı sanki! Ãœzerimizde garip bir tedirginlik vardı. Kendi adıma birkaç ÅŸeyden ürküyordum; orta düzeydeki "frenkçem" Frank'le konuÅŸmaya yetecek miydi? Müzik okuyordum ya, bu frenkler otantik ÅŸeylere çok meraklıydılar ya, kendi kültürleri dışındaki her ÅŸey de onlar için otantik ve ilginçti ya, hem de soru sormayı pek severlerdi ya! Ä°ÅŸte bu bana, Türk müziÄŸi ve Türkiye'deki müzik yaÅŸamıyla ilgili binlerce ÅŸey sorunca ben hangisine ne cevap verecektim? Tam da gününde gelmiÅŸti; burada yeni bir Club-Bar açılıyordu. Haftada bir gece çalmak için anlaÅŸmıştık. Çok heyecanlıydık çünkü ilk kez bir klüpde caz çalacaktık. Frank'ın buraya gelmesinin sebebi olan arkadaşımızdan beklenen telefon geldi: " AÄŸbi, ......'da buluÅŸalım. Frank akÅŸam beraber çalalım dedi. Ama klüpten önce birkaç saat sokakta çalıp birbirimizin müziÄŸine biraz alışalım diyo... 5'te orda olalım...". "Peki..."Åžehrin en iÅŸlek, gel-geçi en fazla yerlerinden biriydi buluÅŸma yerimiz.Bu yüzden pek çok maÄŸaza, cafe, fast food, büfe, banka ÅŸubesi vardı bu meydanda... Tanışma, çay içme ve neler çalacağımıza kara verme aÅŸaması bir saat filan sürdü. Bu arada enstrumanlarımız ve frenkçe sohbet gereken ilgiyi çoktan görmüştü! OturduÄŸumuz cafenin sahibine -çekine çekine- burada bir ÅŸeyler çalmak istediÄŸimizi, ama elektriÄŸe ihtiyacımız olduÄŸunu söyleyiverdik... hiç düşünmeden "tamam" dedi... Cafenin önüne uzatma kablosu geldi, amfiler çalıştırıldı, akortlar yapıldı... ve... çalmaya baÅŸladık!... Aslında biraz utanıyorduk, ama, olsun çalıyorduk iÅŸte!... Öteki cafe ve pastanelerde oturan, gelen-geçen insanlar gülümseyerek bizi dinliyorlardı! Ä°lk iki parçanın ardından rahatlamıştık; hemen önümüzde açık duran gitar kutusuna bozuk para, kasa fiÅŸi, birkaç satır not yazdıkları kağıtları atan anne-babaların çocukları da bizi ilgi ve merakla dinliyor, gençlerin kimileri ufak-ufak dans ediyordu...Amfiler bir anda susuverdi!.. Frank ve vurmalı, mikrofonsuz olduÄŸu için devam ediyorlardı. Sonradan anladık ki cafenin sigortaları atmış!... Onarılmasını beklerken öteki mekanlardan, hatta bir de banka ÅŸubesinden teklifler gelmeye baÅŸlamıştı! Herbiri bize elektrik vermek istiyor, kendi yerlerinin önünde çalmamız için ısrar ediyorlardı... ElektriÄŸimiz geldi... Devam ediyorduk ki üniformalı bir Belediye Zabıtası belirdi; Frank'in burnunun dibine dikildi... Biz beÅŸ kiÅŸiydik. Ama, hafif kırlaÅŸmış saçlarıyla en yaÅŸlımız olduÄŸu için, zabıta, O'nun ÅŸef olduÄŸuna karar vermiÅŸti sanırım. Kovboy filimlerinden biliriz; atının üzerindeki kızılderili, hiç kıpırdamadan, ifadesiz, donuk bir yüzle elini başının hizasına kaldırır ve birÅŸeyler söyler... Bizim zabıtamız da tam tamına bu ifadeyle Frank'e "kes!... kes!..." diyordu. Hiçbir ÅŸey anlamayan Frank gülümseyerek çalmayı sürdürüyor, neredeyse sessiz denebilecek kadar hafiflemiÅŸ olan bizlere başını ve sopranosunu sallayarak "hadi!... hadi!..." der gibi hareketler yapıyordu. Ä°fadesiz zabit, daha gür bir sesle "hÅŸÅŸÅŸÅŸÅŸÅŸÅŸt! kes dedik laÄŸn!" deyince hepimiz sustuk. Zabit, Frank'e "burda çalmak için kimden izin aldınız?" diye gürledi. "kafenin sahibinden" dedim, "elektriÄŸi de O verdi bize". "ben ona soruyom, sen niye cevap veriyon?" dedi. " o Amerikalı. Türkçe anlamıyor" dedim. Birkaç saniye susuÅŸtuk... O anda iki de polis memuru geldi. Hep birlikte, izinsiz burada çalamayacağımızı anlattılar. Zabit, afiÅŸimizin nerede olduÄŸunu, polis memuru ise içinde kırmızı renk olup olmadığını sordu. "Yok" dedik, "AfiÅŸimiz yok.". Ä°zin için ne yapmamız gerektiÄŸini sorduk. Semtin karakoluna baÅŸvurmamız gerektiÄŸini, hepimizin ikametgah, nüfus sureti, ikiÅŸer fotoÄŸraf götüreceÄŸini, afiÅŸimizin ve söyleyeceÄŸimiz ÅŸarkıların sözlerini götüreceÄŸimizi söylediler. "Biz ÅŸarkı çalmıyoruz, caz çalıyoruz. Yani söz yok… Nota olur mu?" dedik. "Söz"de ısrar ettiler. Bu sırada, küçük oÄŸlu omzunda, daha küçük olanı önündeki bebek arabasında olan bir dinleyicimiz polis memurlarıyla tartışmaya baÅŸladı. Herkesin çok memnun olduÄŸunu, niçin böyle bir ÅŸey yaptıklarını sordu. Polis memurları "ÅŸikayet var!" dediler. Biz de ÅŸaşırmıştık... Çevrede bulunan hemen hemen herkes "ÅŸikayet var" sözünü alkışlarıyla protesto etmeye baÅŸladı. Polis memurları kalabalığı dağıtmaya baÅŸladığında bizler toparlanmaya baÅŸlamıştık. "Olay" büyümeden cafe sahibine ve çevredekilere teÅŸekkür edip oradan ayrıldık...Zabit ve polis memurlarıyla aramızda geçen konuÅŸmaları Frank'e anlattıktan sonra (ve hiçbirimiz ikametgah ve nüfus suretinin Ä°ngilizce karşılıklarını söyleyemeden) bu konuyu bir daha hiç konuÅŸmadık. Ha, bir de korktuÄŸum başıma gelmemiÅŸti. Türk müziÄŸi ve Türkiye'deki müzik yaÅŸamıyla ilgili ne bana ne de ötekilere hiçbir ÅŸey sormadı. Burada kaldığı bir hafta içinde evde, kampüsteki müzik klübü odasında ve club-barda birlikte epeyi çaldık. "Biz-bize" eÄŸlendik, keyif aldık...Atilla A. - 26 Haziran 2000, Pazartesi Â
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!