Müceddit şahsiyetler

Güncelleme Tarihi:

Müceddit şahsiyetler
Oluşturulma Tarihi: Mart 19, 2004 00:00

GEÇEN haftaki yazılarımda, tecdidin (yenilenme) gerekliliği, tecdidin mahiyeti ve alanı üzerinde durduk. Bu hafta ise tecdit faaliyetleri ile tarihe mal olmuş şahsiyetlerden örnekler sunacağım.Hz. Peygamber'e mücadelesinin başından beri yakın olmuş, onun zihniyetini çok iyi kavramış ve tecdit faaliyeti ile bizlere ışık tutmuş olan Hz. Ömer'in; zekáttan Kuran'ın hisse verilebileceğini belirttiği müellefe-i kuluba (kalpleri İslam'a ısınsın diye şüpheli imanlılara) hisse verme uygulamasını kaldırması; hırsızlık yapan erkek ve kadının elinin kesilmesini emreden ayete rağmen, döneminde açlık yüzünden hırsızlık yapmak zorunda kalan fakir bir kimse yerine, onu aç bırakmış olan köle sahibini cezalandırması; yine savaş yoluyla kazanılmış ganimetlerin taksimi Kuran'da açıkça belirtilmiş olmasına rağmen (beşte biri devlete, kalanı savaşanlara), savaş sonucu kazanılmış Irak arazilerinin taksimi sırasında, bu toprakların kıyamete kadar Müslümanların ortak malı olduğu görüşünü benimseyip savaşanlara maaş bağlaması vb. onun tecdid ruhunun pratik hayata yansımalarıdır.* * *Görülüyor ki Hz. Ömer, Kuran ayetlerinin ve hadislerin altında yatan muayyen amaç, ilke ve prensipleri tespit ederek bunların gereklerini cesaretle yerine getirmiş ve uygulamıştır.Yeni İslam tarihinin en parlak dönemlerinde Ömer, İbn Abdülaziz, İmam Ebu Hanife, İmam Şafii, İmam Malik B.Enes, İmam Ahmed İbn Hanbel, İmam Gazali, İbn Teymiye gibi alimlerin İslam kültürünün tecdidine yönelik ciddi katkıları olmuştur.Bu alimler, içtihat derecesine varmış olsun olmasın, her Müslüman'ın dinin iki kaynağı (Kuran ve sünnet) ile devamlı temaslarını sağlamayı hedef edinmişler, kendi görüşlerinin mutlaklaşmasına vesil olacak tutum ve davranış içerisine girmemişlerdir.Ancak, dört ve beşinci asırlardan itibaren İslam düşüncesinin yorum ve içtihat yoluyla zenginleştirilmesi faaliyetlerinde ciddi gerilemeler meydana gelmiştir. Zikredilen müceddit alimlerden sonra gelen ulema, öncekilerin görüşlerini eleştirip geliştirecekleri yerde, hatta şartlara göre değiştirecekleri yerde, onların üretmiş oldukları pratik çözümleri taklit yoluyla mutlaklaştırma cihetine gitmişlerdir. Arada buna karşı çıkan bilginlerin sesi ise zayıf kalmıştır.* * *Yalnız, son iki asırdır dini düşüncede tecdit faaliyetlerinin hız kazandığını sevinerek görmekteyiz. İslam dünyasının muhtelif yerlerinde, dini düşünceyi ve kurumları yenileme veya ihya etme hareketleri gözlemlenmektedir. Mısır'da Muhammed Abduh, Reşit Rıza, Afganistan veya İran'da Cemalettin Afgani, Hindistan ve Pakistan'da Şah Veliyullah Dehlevi, İmam Rabbani, Tataristan'da Musa Carullah, Osmanlı'nın son dönemlerinde de Mehmet Akif, Hamdi Yazır, İzmirli İsmail Hakkı gibi isimler son iki asırdır dini düşünceyi ve kurumları yenileme uğrunda ciddi çabalar sarf etmiş isimlerdendir.Yukarıda adı geçen alimlerin hepsinin ortak çabası, taklit ve taassubu ortadan kaldırmak, insanlara geçici güven veren katı muhafazakarlık duygusundan sıyırarak kur'an'da yankısını bulan aklı ve hür tefekkürü güçlendirmek ve İslam dünyasını geri kalmışlıktan kurtarmaktır.SORALIM ÖĞRENELİMCuma namazı kaç rekattır? Cuma namazına ekleme yapılmış mıdır? Bu eklemeler bidat midir?Mesrur Doğrudil/İSTANBULKuran'da rekat sayısı belirtilmemiş bulunan cuma namazının farzı, Peygamberimiz tarafından iki rekat olarak belirlenmiş ve kılınmıştır. Cuma namazının evvelinde ve sonunda ‘‘sünnet’’ adı altında kılınan namazları bidat diye nitelemek kişisel bir kanaat yansıtmaktan öteye geçmez. Hz. Peygamber döneminden beri bu namazlar kılınmış, birkaçı dışında bütün İslam bilginleri bu namazları sünnet diye nitelemişlerdir. Dolayısıyla cuma namazına eklenmiş değillerdir.Hangi yerleşim merkezinde cuma namazı kılınır? Örneğin ‘‘Köylerde cuma namazı kılınmaz’’ diyorlar doğru mu?Abdurahman Koçak/URFACuma namazı, az veya çok bir cemaat ve arkasında namaz kılmaya razı olunacak bir imamın bulunması halinde küçük ya da büyük bir yerleşim merkezinde kılınır.Zuhr-ı ahir namazı var mıdır?Ahmet Arifoğlu/ALMANYAHz. Peygamber'den ve ilk dönemden gelen rivayetler arasında, zuhr-ı ahir (son öğle namazı) diye bir namaz yoktur. Bu namaz, cuma namazı için bazı fakihlerce belirlenen ‘‘sıhhat şartları’’nın yerine getirilmemesi, özellikle cuma namazının bir şehirde, bir tek camide kılınması şartının gerçekleşememesi, bir şehirde birden fazla camide cuma namazı kılınmasının zorunlu olması sonucunda ortaya çıkmış bir uygulamadır. Buna göre, bir şehirde birden fazla camide cuma namazı kılınıyorsa, bunlardan sadece biri sahih olacaktır, hangisinin sahih olacağı da bilinemediğine göre, ihtiyaten herkesin o günkü öğle namazını kılmaları öngörülmüştür. Cuma namazının bir camide kılınması ‘‘cuma’’ kelimesinin anlamına uygun düşmekle birlikte, nüfusun kalabalık olması sebebiyle bu şartın yerine getirilmesi mümkün değildir. Fakihlerin böyle bir şart ileri sürmüş olmaları, kendi dönemlerinin şartlarından kaynaklanmaktadır. Esasen, bu tür endişelerle kılınacak namazın sahih olmayacağı şüphesine düşmek, ibadetin ruhuna aykırıdır.Maaş alan imamın arkasında namaz kılınır mı?Osman Damal/ANKARABu konu yeni bir tartışma konusu değildir. Geçmişte İslam bilginleri arasında tartışılmış, sonuçta mesailerini bu hizmete tahsis etmeleri ve zorunluluk nedeniyle imamların maaş almaları caiz görülmüştür. Bugün İslam dünyasında imamlar, devletten veya halktan ücret almaktadırlar. Bu itibarla maaş alan imamın arkasında namaz kılınır ve hiçbir sakıncası da yoktur.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!