Mezar olarak kadın özgürlüğü

Güncelleme Tarihi:

Mezar olarak kadın özgürlüğü
Oluşturulma Tarihi: Mart 09, 2003 00:00

DÜN ‘‘Dünya Kadınlar Günü’’ydü ya, ben de yirmi dört saat gecikmeli olarak bu konuda iki satır bir şey karalamak istiyorum.Japonya'dan yola çıkacağım.Zaten büyük oğlum da muhtemelen ‘‘riyokan’’ denilen geleneksel bir Kyoto otelinin ‘‘tatami’’ hasırı üzerinde rahme düşmüştü, ben fi tarihinde o ülkede biraz dolandım.Üstelik, otoriter Meici modernleşmesinden harakiri intiharlı Mişima edebiyatına dek Şogunlar diyarına karşı özel bil ilgi duyduğumdan, Japonya'yı iyi kötü bilir sayılırım.Fakat, asla ve asla Japonları değil!* * *DEĞİL, çünkü Asyalılığa ek olarak burada ‘‘ensüler ruhiyat’’ tabir edilen ‘‘adalılık’’ olgusunun da devreye girdiğini sanıyorum, ‘‘Doğan Güneş’’ insanlarını hiç anlayamadım.Nitekim, nur içinde yatsın, diplomatlığına ek olarak aynı zamanda gerçek bir aydın olan o eski Tokyo Büyükelçimiz Nazif Çuhruk bir defasında bana şu teşhisi yapmıştı:‘‘İlkin, buradaki zihin sistematiğini zaten anlayamayacağını düşünürsün. Bir müddet haşır neşir olduktan sonra ise ‘Canım o kadar da zor değilmiş, işte bam telini yakaladım' hükmüne varırsın. Fakat, aradan daha da çok zaman geçip bu defa artık ‘uzmanlaştığın' hayaline kapıldığın an ise birden fark edersin ki, aslında zerre kadar bir şey öğrenememişsin ve de Japon doğmadığın takdirde öğrenmen imkansızdır.’’* * *RAHMETLİNİN saptamasına bin defa katılıyorum ama, eh, daima ‘‘gayci’’ bir yabancı addedilen ve de hep öyle addedilecek olan başka milletten bir insan hiç olmazsa, Japonların hal ve oluş tarzına ilişkin yüzeysel gözlemler yapabilir. Yapabiliyor.Ne bileyim ben, metroya doluşan tıklım tıklım ahalinin ayakta dahi derhal horulduyarak uyumaya başladıktan sonra, tam inecekleri istasyona geldiklerinde, inanılmaz bir ‘‘Pavlov şartlanması’’ refleksiyle zıplamaları gibi...Veya, sanki çiğ ‘‘suşi’’ balığı yermiş gibi, kaza haberleri naklederken televizyon kameralarının ya da ‘‘manga’’ çizgi romanlar resmederken sado - mazo karelerin hep en ‘‘kanlı’’ ve en ‘‘taze’’ yerler üzerinde odaklaşması gibi...Veya kadınların toplumsal konumundaki garipliğin göz çıkartması gibi...Zaten de buraya gelmek istiyorum.* * *ÇOK yer dolaştım, görünümdeki aldatıcılığa rağmen kadınların böylesine ‘‘maçist’’ bir erkek hakimiyeti altında yaşadıkları başka bir ülkeye rastladığımı söylemekte zorlanırım.Şimdiki kuşaklarda hafiften hafife bir değişim varsa da, Japonya özünde ‘‘ultra erkekçi’’ bir toplum yapılanması üzerine kuruludur. Kadın daima ‘‘ikinci sınıf’’ addedilir. Ada'da hüküm süren ve metafizik anlamda din kategorisine girmeyen ‘‘Şintoizm’’in öz itibarıyla, Çin Konfüçyanizmiyle Hint Budizminin karman çorman edilmiş bir melezliği olmasından olacak, Japonya'da, Çini itaate bir de Hindi pederşahilik eklenmiştir.Buna bir de, hadi ‘‘sahtekarlık’’ demeyeyim ama en azından yüzeyselliği ekleyin...Ve, Roland Barthes'ın çok haklı olarak ‘‘İşaretler İmparatorluğu’’ diye tanımladığı Japonya'da o ‘‘işaretler’’ kadının mutlaka erkeğin gerisinde yürümesi gerektiğini gösterir.Gerçekte değil itaat refleksiyle bunu kabullenmiş olmaktan dolayı da, ister istemez, bizzat kadının ‘‘işaretler’’i de samimiyetten yoksundur. Öyle davranmak zorundadır.Zaten, sadede gelip anlatacağım şey de söz konusu noktayı kapsıyor.* * *EFENDİM, inanılmayacak şey, işte hayattayken özgürleşemeyen bu Japon kadınları böylesine bir ‘‘özgürleşmeyi’’ (!) öldükten sonra gerçekleştiriyorlarmış. Nerede mi?Me - zar - da!Evet evet, mezarda!...Zira malum, söz konusu pederşahi toplum geleneği ve Şintoist ritüel, vefat ertesi kadavrası yakılacak olan evli bir kadının küllerinin kavanoza konulmasını; sonra da aynı kavanozun, zevcinin, dolayısıyla da koca tarafı familyasının ‘‘aile kabristanı’’na ‘‘defnedilmesi’’ni öngörüyor.Yani, kaçış yok... Bu tarafta koca ve kaynana sultasından illallah demiş hatuncağız öbür tarafa gittiğinde de, bitişiğindeki diğer kavanozların aşağılamasını ve dırdırını çekecek.Boşanma sonsuz büyük ayıp sayıldığından, belki kırk yıldır ‘‘tatami’’ hasırın üzerine beraberce uzanmamış ve tek çift kelime konuşmamış olsa bile, zevahiri kurtarmak için kocasından ayrılmayan kadıncağız ahiret günü gelip çattığında da aynı durumu sürdürecek.Ta mahşere kadar statüsünde bir değişiklik olmayacak.Ve işte, yukarıdaki ‘‘özgürleşme’’ de tam burada başlıyormuş!* * *ŞÖYLE ki, bütün bir hayat boyu kocalarından ve kaynanalarından nefret ertmiş olan fakat kapıyı vurup serbestiye kavuşamayan pek çok kadın, yıllar ve yıllar boyu aile iaşesinden arttırdıkları parayla ve gayet gizli şekilde kendilerine ayrı mezar alıyorlarmış.Ardından da, yine gizli biçimde notere bıraktıkları belgede, hem öldükten sonra kül kavanozunun oraya gömülmesini, hem de mezar taşına kocalarının değil kendi soyadlarının yazılmasını vasiyet ediyorlarmış.Tabii, skandal ki ne skandal!Çünkü, dışarıya karşı hep ‘‘mutlu çift’’, ‘‘itaatkar zevce’’, ‘‘hanım hanımcık gelin’’ görüntüsü veren ve vermek zorunda olan kadıncağızın tam giderayak aldığı bu nefis intikamla bütün bir hilebazlık, dolayısıyla da bütün bir toplumsal paradigma yıkılmış oluyor.Her şey fos!.. Her şey cila!.. Her şey kozmetik!..Yani, yine Barthes'ın deyimiyle, ‘‘İşaretler İmparatorluğu’’ndaki ‘‘kadın özgürlüğü’’nün sahteliği ve yapaylığı ancak ölüm günü ‘‘işaretlenebiliyor’’.* * *DÜN ‘‘8 Mart Dünya Kadınlar Günü’’ydü ve biz erkek milleti, kadının hayattayken ve de gerçekten özgür olmasını sonsuz dürüst biçimde sahiplenmekle yükümlüyüz.Eğer, can yoldaşlarımızın, hayat arkadaşlarımız veya ‘‘tatami’’ sevgililerimizin mezarda da kendi rızalarıyla koynumuza girmesini istiyorsak...
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!