O Türkiye'nin ilk kör milletvekili. Ama ilk kelimesini hakeden eylemlerinin bununla sınırlı olmadığından ve ayrıca milyonlarca insandan daha çok gördüğünden emin olabilirsiniz. Saati sorun, hemen söylüyor; gazeteleri internetten okuyor, mail trafiği de hayli sıkışık. Satranca, bilgisayar programlarının kullanım rehberlerini çözmeye bayılıyor. Eşiyle tanışmasını, ‘‘gelip giderken görüyordum, ilgimi çekiyordu’’ diye anlatıyor. Sebati'nin (Karakurt) fotoğraf çekerken ‘‘şöyle gelin, şöyle gelin’’ demesiyle sonradan zarifçe dalga geçiyor, ama o anda bozuntuya vermeyip, söylenen yeri de buluyor, esprisini de patlatıyor. Bir nevi Metin Şentürk yani. Ama Şentürk kızmasın, ondan daha fazlası. 11 yaşında göremez olduğunda, kendine çizilen kaderi asla kabul etmemiş. Radyoda yarım yamalak duyduğu bir kabartma okuma yazma kursunun peşinden ısrarla giderek; önüne sıra sıra dizilmiş ve görme engelinden çok daha büyük engelleri inatla aşarak Boğaziçi İşletme'ye uzanmış. Körleri temsil etmeye daha ortaokul yıllarında başlayan Lokman Ayva, kendi kaderini kabul etmek bir yana, başkalarının da kaderini değiştirmiş. Eve kapanmanın kader olmadığını en sağır kulakların bile duymasını sağlamış: Beyazay Derneği, Fiziksel Engelliler Vakfı, Körler Federasyonu yöneticisi, dergi yönetmeni, yazarı, radyo programcısı, Özürlüler Merkezi koordinatörü, tiyatro yazarı, oyuncusu, İngilizce ve bilgisayar öğretmeni, milletvekili vesaire vesaire olarak... 1 Haziran 1966'da, Konya'nın Başköy kasabasında yoksul bir evde doğar. İlk anıları Ilgın'da, elma ağaçlarıyla dolu büyük bir bahçesi olan evde başlar. Elmaların tadı hala damağında. Ama daha belirgin anısı, erkenden başlayan okuma arzusuyla ilgilidir. DSİ'de odacılık yaparak geçinen babası, ısrarlarına dayanamayıp okula götürmüştür onu. Ama alınmadan geri gelir, yaşı o kadar küçüktür yani. Dünyayı da bu çocuk gözleriyle, sadece 11 yaşına kadar görebilir. Sonraki yıllar başka duyuları ve özel yetenekleri sayesinde çoğu insandan daha çok görecektir, ama en yalın anlamıyla görme yeteneği, 1977 yılı baharında, hem de bir çocuk bayramında sona erer. Yağmurlu bir gündür. Okuldaki kutlamalara katılmış, akşam Ayşecik'le Yedi Cüceler'i seyretmek üzere arkadaşlarıyla kahveye koşmuştur. Her evde televizyonun olmadığı günler. Yaşları nedeniyle kahveye alınmayan çocuklar, pencere arkasından televizyon izlemeye alışık. Ama o gün büyüklerin gönlü elvermez, içeri alınırlar. Keyifle filmi izlerken beyninde harekete geçen menenjit mikrobundan habersizdir.SON GÖRÜNTÜ ECEVİT Ertesi güne baş ağrısı, mide bulantısıyla başlar, bütün bedeni katılaşınca doktora koşturulur. Kasaba doktoru ‘basit bir üşütme’ der, eve gönderilir. Etraftan bulup buluşturulan taksi parasıyla Konya'ya yetiştirildiğinde iş işten geçmiştir. 15 gün sonra çift ve bulanık görmeye, bir hafta sonra hiçbir şeyi seçememeye başlar ve karanlık... Son hatırladığı görüntüler, hastanede ilk kez kendine ait olduğu için sevindiği bir komidin çekmecesi, babasının getirdiği yeşil kaplı defter ve gazetedeki Bülent Ecevit fotoğrafıdır:
Seçim otobüsünde uyuyan Ecevit,
rüya görmektedir güya ve konuşma balonunda ‘‘6 Haziran, Ecevit Başbakan’’ yazmaktadır. O yıl, Ecevit güvenoyu alamadığı için başbakan olamaz. 11 yaşındaki Lokman ise gözlerine ve dış dünyaya veda eder. Tam beş yılını dört duvar arasında geçirmek üzere...KABARTMA OKUMA KURSUBaşlangıçta, halsizliğin ve biraz da çocukluğun etkisiyle olsa gerek göremediğini farkedemez. Hatta evde bir gün radyodan saatin 11.00 olduğunu duyunca fırlar, ‘‘okula geç kaldım’’ diye. Fırladığı gibi düştüğünde yüzleşir gerçekle ilk kez. Sonraki yıllar ümitsizlik ağır basar: ‘‘Dün, bugün, yarın arasında hiçbir fark yok. Okula gidecek misin, hayır. İşe girebilecek misin, hayır. Kız arkadaş? Aklına bile gelmiyor. Askerlik filan yok. Hayattan bir beklenti sözkonusu değil. O zaman ben niye yaşıyorum?’’ Bir de canını en çok sıkan, top oynarken eskiden kendisinden çekinen arkadaşlarının artık acıyarak bakmalarıdır. Ama hayatta kolay pes etmeyen insanlar vardır, o onlardandır. Amcasının tavsiyesiyle dinlemeye başladığı radyonun, hayatını kurtarması için dört beş yıl bekleyecektir ama olsun...Arkası Yarın'lar, Çocuk Tiyatroları, hayatının tek rengi olmuşken bir gün, ‘‘kabartma okuma yazma kursu’’ diye bir cümle çalınır kulağına. Arayıp taramalar, sorup soruşturmalar sonuç vermeyince -ki devletin kendi durumundaki insanlar için ne kadar duyarsız olduğunu o zaman farketmeye başlar-, komşusunun oğlu yardımıyla radyoya bir mektup yazar. Cevabı yine radyoda duyar. Birkaç ay sonra Ankara Körler Ortaokulu'nun kursundadır. İlk gün kursun yatılı olmasından şikayet eden arkadaşlarına hayretle bakar, o evden, kendi deyimiyle F tipi cezaevinden kurtulduğu için çok mutludur. Kursu birincilikle bitirip ortaokula alınır (1982). 9.42 ORTALAMAYLA BİRİNCİÖrgütçülük yeteneğinin ortaya çıkışı da o yıllara rastlar: Öğrencilerin pratik problemlerini bir bir çözmeye başlayınca körlerin temsilcisi olup, çıkar. 1985'te takdirle mezun olurken, Avrupa Konseyi'nin Gençlik Toplantıları'na katılmak üzere Strasbourg'a gönderilir. Lise yılları ise toplumun özürlülere bakışı -ya da bakamayışı- üzerine örneklerle doludur. Konya Gazi Lisesi'ne, ancak özürlü öğrencilerle ilgili genelgeyi valilik yoluyla hatırlatarak kabul ettirir kendini. Durumuna rağmen dersleri pek çok ‘‘sağlam’’ öğrenciden daha iyidir (Ortalaması, 9.42). Bu yüzden çoğu hocası onunla ders yapmaktan memnundur, ama hepsi değil. Kimisi tahtaya bir şeyler çizip ‘‘şunu alacaksınız, şuraya getireceksiniz ve şu sonucu bulacaksınız’’ deyip bırakır. Mesela fizik hocası, üç sözlü soruya doğru cevabı alınca, ‘‘20'şer puandan 6’’ deyip iki de grafik sorusu sorar. ‘‘Göremiyorum’’ deyince, ‘‘Peki o zaman 6’’ deyip bitirir sözlüyü. Genelgenin ‘‘görmeyen öğrenciye görsel soru sorulmaz’’ demesine, arkadaşlarının avucuna çizmesi yöntemiyle pekala yapabilmesine rağmen! ‘‘Aa sen görmüyor musun, kaydını sildir’’ diyenler de vardır. En yüksek notu onların dersinden alır (Biyoloji: 10). Bu tavır, dinlediklerinden tahminde bulunma, giderek tahminlerini yüzde yüz tutturma yeteneğini geliştirir. Liseyi takdirle bitirir.Üniversiteye de kurssuz, ders kitapsız, bir arkadaşıyla hazırlanır. Kendi testlerini kendileri yaparlar, -hatta birinde kendi hazırladıkları 40 sorudan dördünü bilemezler-, ama kazanır. İlk 130'a ve birinci tercihi Boğaziçi İşletme'ye girer (1988). Hazırlığı, atlaya atlaya şubatta bitirmecesine. Master'ını da ‘‘onur derecesiyle’’ zevkle bitirdiği (1996) B.Ü.'deki hayatı çok sever. Hatırladığı tek hüzünlü şey, ‘‘doya doya’’ ders çalışmaya zaman bulamamasıdır. Dernek faaliyetleri almış yürümüştür çünkü. Varolan derneklerindeki iktidar çekişmeleriyle yol alınamayacağını hissederler, üniversitedeki 16 kör arkadaşıyla. Sadece yüzde 3'ü temel eğitim alabilmiş, yüzde 95'i işsiz ve parasız ‘‘hedef kitlesi’’ için Beyazay Derneği’ni kurarlar. ‘‘Asıl körlük cehalettir’’ sloganıyla. Hiç paraları yoktur ama ‘‘bilimsel temel’’ ve körler arasındaki sivil hareketin niteliğinin yükselmesi gibi kaygıları vardır. Çıkardıkları dergilerin yayın yönetmeni, başyazarı, derneğin başkanıdır, çalışmalarını daha sonra Tayyip Erdoğan'ın başkanlığı sırasında belediyede sürdürür: Türkiye'nin ilk körler için bilgisayar laboratuvarı ve Özürlüler Kampı, üniversiteye hazırlık için kaset-dergiler, Bilgi Bankası, sesli
trafik ışıkları vs. onun eseridir.AÄ°LEDEN CHP'LÄ° AMA... Aslında aileden CHP'li olan ama sosyal demokrasiye inancını giderek yitiren Ayva'nın siyasi partilerle iliÅŸkisi körler için hizmet yaratmayla sınırlıdır baÅŸlangıçta. Ä°slamcı bir kimliÄŸi yoktur, ama milletvekili adaylığı için tek teklif Fazilet Partisi'nden geldiÄŸi için kabul etmiÅŸ, kazanamamıştır. ‘‘EÄŸer Özal'ın ANAP'ı olsaydı, onu da kabul ederdim, Özal'ın deÄŸerini o öldükten sonra anladım’’ der. Belediyedeki çalışmaları sırasında projelerini gerçekten anlayan tek kiÅŸinin de Tayyip ErdoÄŸan olduÄŸunu düşünür. AKP'yi kurduÄŸunda Ayva'yı ‘‘gel projelerine burada devam et’’ diye çağıran da odur.O ÅŸimdi AKP sosyal politikalardan sorumlu MYK üyesi ve Ä°stanbul milletvekili olarak, çantasına çoktan yerleÅŸtirdiÄŸi tam 168 projesiyle meclise gitmeye hazır. Ãœstelik projeleri sadece özürlüleri deÄŸil, yaÅŸlıları, kimsesiz çocukları, yoksulları ve sivil toplum kuruluÅŸlarını da kapsıyor. Gerçi kabartma yemin metni konusunda hazırlıklı olmayan Meclis onun talebiyle duruma uyandı ama o böyle ÅŸeylere alışık. ‘‘10 gün önce 'Beraber yürüdük biz bu yollarda, beraber ıslandık yaÄŸan yaÄŸmurda' ÅŸarkısını söylüyorduk. Åžimdi 'Beraber sabahlayacağız biz odalarda, beÅŸ on dakika kestireceÄŸiz masalarda'yı söylüyoruz. Bütün özürlüler camiası bir takımız. Ben pazarlamacıyım. Çantama projeleri koydum, satacağım’’ diyor. Yapabilir mi yapamaz mı, bilmiyorum. Ama yıllar önce BoÄŸaziçi'nde bilgisayar dersi almaya kalktığında hocası telaÅŸla dekana koÅŸmuÅŸ. Dekan, ‘‘Lokman ne diyor?’’ diye sormuÅŸ Lokman'ı tanıyan bir soÄŸukkanlılıkla. O da ‘‘yaparım, diyor’’ cevabı verince şöyle demiÅŸ: ‘‘Öyleyse yapar!’’Â
button