Kutay, peygamberimizin huzurunda(2)

Güncelleme Tarihi:

Kutay, peygamberimizin huzurunda(2)
Oluşturulma Tarihi: Ocak 07, 1999 00:00



Haberin Devamı

Tarihçimiz Cemal Kutay, Peygamber Efendimiz'in huzurunda kendisinin ve milletinin halini arz etmeye devam ediyor:

‘‘Efendimiz! Arap'ın Cahiliyye devri şartlarından arındırılması, puta tapmak alışkanlığından sıyrılması için heykel ve resmi yasaklamıştın. Biz Türkler, yedi bin yıllık varlığımız boyunca puta asla tapmadık. Senin getirdiğin dinle en gelişmiş yapısına kavuşan vahdaniyete çok evvelinden inanmış, bağlanmıştık. Putun adı yoktu. Ama biz senin yasaklarına saygı duyarak heykel yapmadık; birer şaheser olan camileri, külliyeleri, sebilleri yaptık. Zaten senin getirdiğin son dine bunlar yaraşır ve yakışır...’’

‘‘Efendimiz! Biz Türkler, senin getirdiğin dinin çatısı altındakiler arasında en büyük ve en uzun ömürlü devletleri kurduk; senin arzuladığın hak ve adaleti kucakladık. Medeniyetlere yol verdik, insanlık için gaye edindiğin fazilet ve meziyetleri yaşadık ve yaşattık.’’

‘‘Eğer anadilimizde ibadet hürriyetimize sahip olma yolundaki hasretimizde bizi lütfen himayene alırsan İslamiyet'in son din olmasındaki nice bakir gerçeklerin ortaya çıkmasında hoşnutluğuna erecek mertebelere ulaşacağız.’’

‘‘Eğer bizim ihlasla örülü özverimiz olmasaydı ve senin şefaatini aydınlığımız yapmasaydık İslamiyet'in Musevilik gibi mevzi bir din olarak kalacağında dünya tarihçileri birleşiyorlar. Dinimizin vecibelerini öz dilimizle yerine getirdiğimizde, tanrısal mana ve mefhumları daha derinden kavrayacak, daha doğru yorumlayacak ve daha doğru değerlendireceğiz.’’

‘‘Efendimiz! Sen, hiçbir haksızlığa göz yummamışsın! İbadetlerimizi anadilimizle yerine getirme hakkımıza sahip olmamızda bu hak şuurunun, üzerimizden eksik olmayacağına inanıyoruz.’’

‘‘Efendimiz! Daima hayrın, doğrunun, güzelin, hakkın yanında yer almış, insanlığın fazilet ve meziyetlerinin kaybolduğu bir dünyada bunları yeniden kurmuş olan senin, kâinat baki kaldıkça değerini kaybetmeyecek şefaatinle gayemize erişelim...’’

‘‘Lütfen, elimizden tut! İbadetimizi, kulluk ödevlerimizi, yakarışlarımızı anadilimizle yapalım!..’’

‘‘Salat ve selam, senin üzerine olsun!’’


Günahın görüneninden de görünmeyeninden de kaçının

‘‘Günahın açığını da bırakın gizlisini de. Günah kazananlar, yapıp ettiklerinin karşılığını yakında göreceklerdir.’’ (En'am 120, 151; A'raf 33). Dinin yasakladığı en yıkıcı günahlar, görüntü vermeyen, fotoğrafı çekilemeyen günahlardır. Hatta denebilir ki, günah dendiğinde esas, fotoğrafı çekilemeyen tahripleri anlamak gerekir.

Ne yazık ki, insanoğlu, özellikle riyaya yenik düşenler, fotoğrafı çekilen birkaç günahı bayrak yaparak riyaya sapmayan günahkârları cehenneme, riyakâr günahkârları cennete göndermeye kalkmışlardır.

Görünmeyen günahların yıkıcılığı iki sebepten dolayı çok büyüktür: 1. İnsanın iç dünyasını tahrip eden; ruhu, beyni ve şuuru karartan, bu günahlardır. 2. Bunlar görüntü vermedikleri için sahiplerine riya ile insanları aldatma şansı tanırlar. Şap kendisini şeker, şeytan kendisini melek diye pazarlayabilir. Oysaki, riyanın girdiği benlikte örtülü bir şirk var demektir. Yani gizli günahların sonu şirke çıkabilir. Halbuki, görünen günahların sonu nihayet günahtır.

Üniversite öğrencileri ramazan pidesi hazırlıyor

Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü son sınıf öğrencileri, ojeli elleriyle ramazan pidesi hazırlıyorlar. Günde 2 bin pide üretildiğini, kaliteli ve sağlıklı olduğu için beğenildiğini açıklayan Gıda Mühendisliği Bölümü öğretim üyesi Yardımcı Doç. Dr. Gürbüz Kotancılar, ‘‘Öğrencilerine teorik olarak ramazan pidesi yaptırıyoruz. Kız ve erkek öğrencilerimiz laboratuvar çalışmalarının yanısıra günün belirli saatlerinde ekmek fırınında çalışıyorlar. Talepleri karşılamakta güçlük çekiyoruz. Tüketiciye ramazan pidesini 100, yumurtalısını ise 120 bin liradan satıyoruz’’ dedi. Büyük özveri ile pide yapan dördüncü sınıf öğrencisi Demet Kalpaklıoğlu, Günay Köroğlu ve Elvan Atılgan, ‘‘Hem öğreniyor, hem de zevk alıyoruz’’ diye konuştular.

KAZASKER MUSTAFA İZZET:

Tosyalı Destanağazade Mustafa Efendi'nin oğlu olan Mustafa İzzet Efendi, 1801'de dünyaya geldi. Babasının ölümünden sonra okumak için İstanbul'a nakletti Fatih'te başkurşunlu Medresesi'nde çalışmaya başladı. Zamanın hükümdarı İkinci Mahmud'un dikkatini çekti ve saray okulu olan Enderun'a alındı. Zamanla Rumeli Kazaskerliği'ne kadar yükseldi ve çok sayıda Kur'an'ın yanısıra 200'den fazla hilye ve yüzlerce levhaya imzasını attı. Ayasofya Camii'nde bulunan büyük levhalar da 1876'da vefat eden Kazasker'e aittir.

Tarihi ramazan topları müzelik oldu

Türkiye'nin pek çok yerinde olduğu gibi, Trabzon'da da artık ramazan topu kullanılmıyor. Boztepe semti yamacında bulunan ve 1892 yılından kalma tarihi top, barut yokluğu nedeniyle 1,5 yıldır çalıştırılamazken, onun yerine özel olarak yapılmış, havai fişekler atılıyor. Belediyede işçi olarak çalışan ve yedi yıldır ramazan topunu kullanan Rahmi Trabaç, tarihi toptan son senelerde olumlu sonuç alamadıklarını vurguladı. İftar, sahur ve imsakta olmak üzere 3 kez atış yapmak zorunda olduğunu belirten Trabaç, ‘‘Top, zaman zaman tutukluk yapıyor, bu nedenle gecikmeler oluyordu. Son zamanlarda barut bulmakta da güçlük çekince yeni arayışa girdik. Ramazan topu yerine Adapazarı'nda özel olarak imal edilen havai fişekleri kullanıyoruz. Bunun kullanımı çok kolay ve çıkardığı ses daha fazla alana yayılıyor. Ayrıca, dilediğiniz yerde kolaylıkla patlatabiliyorsunuz. Fitilini yaktıktan sonra, yaklaşık 80 metre yükseklikte patlıyor. Belediye, ramazan için 300 milyon liralık fişek aldı’’ dedi. Büyük bir sorumluluk isteyen bir görevi yerine getirdiğini belirten Trabaç, ‘‘Bu sorumluluğun bilincinde, zaman konusunda çok hasas davranmaya çalışıyorum’’ diye konuştu.


Soru: Kuran'dan çıkarabileceğimiz bir ekonomi anlayışının temel nitelikleri neler olabilir?

Cevap: Burada biz, ana başlıklar halinde birkaç noktaya işaretle yetinmek zorundayız.

1. Kuran, ekonomik hayatın özüne kapitali değil, emeği yerleştirmektedir.

2. Kuran, ekonomide de insan motifini esas alır. Yani, insanın kemali esastır. Ekonominin gayesi de sadece maddi refah değil, insanın, yaradılışından amaçlanan tekamül noktasına getirilmesidir. Bütün dünya nimetlerinin girdisi - çıktısı bu temel nokta gözönünde bulundurularak değerlendirilir. Yani, ekonomik yükselme gaye değil, vasıtadır. İnsan bio-ekonomik bir varlık değil, teo-teknolojik bir varlıktır. O halde, insan hayatına, hayvanda olduğu gibi avını elde etmeyi biricik zafer olarak koyamazsınız.

3. İnsanın kahrına, sömürülmesine, mutsuzluğuna yol açan ekonomik büyüme anlamsızdır.

4. Denge ekonomisi esastır. Bunun anlamı, fertle toplumun çıkarlarını dengelemek olduğu kadar maddesel nimetlerden yararlanmayla ruhsal değerler arasında da uyuşumu sağlamak demektir. Böylece Kuran, ferdi putlaştıran kapitalist sistemlerle kolektiviteyi ilahlaştıran komünist sistemlerin üstünde ve ötesinde bir ekonomik boyut sunar. Kapitalizm, nimetlerin adaletsiz dağılımı, komünizm ise sefaletlerin eşit dağılımı olduğundan ikisi de insanı boğar, mutsuz kılar.

5. Ekonomik değerler, belli fertlerin tekelinde olmamalıdır. Bu değerlerin fertten topluma aktarılmasının asgari sınırını zekât belirler.

Zekât; din dilinde, genel anlamıyla verginin adıdır.

Toplum yararına verme veya katılımda Kuran miktar belirtmez. Azami sınır yoktur. Başka bir deyimle, azami sınırı zaman ve mekânın şartlarına göre kamu otoritesi tayin eder. Kuran burada ‘‘ihtiyaçtan fazlası’’ (Bakara 219) diye bir genel ölçü getiriyor. Yani, kamu otoritesi, şartlara göre, fertten ihtiyacının dışındakileri toplum yararına alabilecektir.



Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!