İstanbul'u Dinliyorum

Güncelleme Tarihi:

İstanbulu Dinliyorum
Oluşturulma Tarihi: Ağustos 24, 1999 00:00

Haberin Devamı

Deprem kültürümüz olsaydı

Biz İstanbul'da yaşayanlar için yeni bir dönem başlıyor. Belki tuhaf gelebilir ama, deprem kültüründen söz etmek istiyorum. Aslında İstanbullular için çok gecikmiş bir şey bu. Madem ki deprem bölgesi üzerinde yaşıyoruz, bu, deprem hakkında bilgilenmeyi ve belli bir yaşam tarzını da getirmeli. Bu da kabaca deprem kültürü demek.

Ve herkes gibi, bu konuda çok geç kalındığı fikrindeyim.

İstanbul'da depremle ilk karşılaşmam, Türkçeyi yeni yeni öğrenmeye başladığım İlkokul dönemime rastlar. Yıl, 1960'ların sonları. Gürültülü ve sallantılı bir panik ve terör anı olduğunu aile büyüklerimin davranışlarından çıkarmıştım, ama beni asıl etkileyen, olayın adıydı: Yaşlı olan aile büyükleri ‘‘Hareket oluyor’’ demişlerdi ve hep birlikte dışarıya kaçmıştık.

‘‘Hareket’’... Bu isim beni çok korkutmuştu. Yerkürenin bir davranışı olduğunu düşünmüştüm. Dünya bir şey ‘‘yapmıştı’’. Ne olduğunu bilmiyordum. Nasıl olduğunu da. Neler yapabileceği hakkında hiçbir fikrim yoktu. Bir süre belleğimde çatık kaşlı yerkürenin ‘‘hareketi’’, bir panik anı olarak yer aldı.

Hareket sözcüğünü daha sonra duymadım. Bu sözcüğün yerini zelzele almıştı. Sonra da deprem. ‘‘Hareket’’ten ‘‘deprem’’ e geçişte olay, davranıştan çıkıp afete dönüştü zihnimde. (Oysa deprem, basbayağı bir davranış. Amerikalı bilim adamları bile Kuzey Anadolu fay hattının ‘‘davranış’’ açısından çok farklı olduğunu söylüyorlar).

Yaşadığım ilk ciddi depremse (sonuçları açısıdan) yanılmıyorsan Varto depremiydi. Gazetelerde ‘‘zelzele’’nin neler yapabileceğini gördüğüm ilk deprem.

Alacakaranlık kuşağından farksız

Hatırlıyorum, İstanbul'da neredeyse her yıl önemsiz depremler olurdu. Bir de çok büyük tahribatın yaşandığı, uzak veya yakın merkezlerden yansıyan depremler. Büyük felaketler... O kadar çok deprem, benim için yalnızca korku deneyiminden öteye gidemedi. Bu konuda hiçbir bilgim yoktu. İşin kötüsü, bu konuda bilgi sahibi olunabileceği konusunda da bir fikrim yoktu.

Hayaletten korkan çocuklar gibi depremden korkar olmuştum. Evet, bir ara deprem fobim oldu. Yıllar içinde geçti. Ama fobik olduğum dönemler geceleri kendime de anneme zehir ediyordum. (Düşünüyorum da ne sinir bir durum. Annem sabaha kadar çeşitli aralıklarla, odamdan panik içinde 'deprem mi oluyor?' sorularıma yanıt vermek ve beni sakinleştirmek zorunda kalıyordu.)

O dönemler benim için gerçek bir alacakaranlık kuşağı gibiydi. Şimdiyle kıyaslandığında hiçbir bilgim yoktu çünkü. Deprem sanki doğal, değil doğaüstü bir olaydı. Tek bildiğim deprem olduğunda kolon altına saklanmaktı.

Japonya'da ya da Los Angeles'de depremin gündelik olay olduğu ile ilgili şeyler duydukça dehşete kapılıyordum. Hergün sallanmak ve basitçe çay içerken depremi sanki ani bir rüzgar çıkmış gibi, sıradan birşeymiş gibi karşılamanın, çay içmeye devam etmenin, ne demek olduğunu tahayyül bile edemiyordum.

17 Ağustos 1999

Açıkçası bu doğal felaketle ilgili bilgilenmemin derme çatma olmaktan çıkıp, bilgi kılığına girmesi yaşadığımız son felaketten sonra oldu. Gerçi deprem kuşağı, fay hattı, batıya göç gibi kavramlar; bölgede büyük bir depremin muhtemel olduğu konusunda kaba bir bilgiye sahiptim, ama gerçek anlamda bilgilenme, dediğim gibi o meşum gece sonrası oldu.

Oysa bu konuda çok geç kalındı.

Bilgilenmede, önlem almada ve en önemlisi deprem kültürü edinmede.

Düşünüyorum da deprem kültürümüz olsaydı, çok önceden olsaydı, insanlar ev alırken, tıpkı ikinci el otomobil alırken ‘‘hasar’’ konusunu dikkate alsa; ya da sıfırdan bir ev alırken projede zemin etüdü ve binanın sağlamlığı meselelerine önem verse; bu konuda sigorta şirketleri devreye girseydi ve bu, onyıllar boyunca böyle olsaydı, zemin ve inşaaat konusunda bu denli yaygın yanlışlar yapılabilir miydi? Müşterilerin binanın sağlamlığı konusunda ince eleyip sık dokuduğunu bilen müteahhitler rahatlıkla inşaattan çalabilir miydi? Ya da yanlış zeminlere, yanlış izinler verilebilir miydi?

Deprem kuşağında yaşıyoruz ve enkazdan felaketzede kurtarma konusunda gönüllü AKUT ekibi, sınırlı sayıda sivil savunma örgütleri dışında uzman donanımımız yok. Yabancı ekipleri bekliyoruz. Oysa deprem kuşağı bilinci, depremin ilk gününde orada çok sayıda uzman ekibin hazır olmasını gerektirmez mi?

Önceki gün Hıncal Uluç'un yazısında çok iyi değindiği cep telefonu meselesi de var. Deprem gecesi en hayati konuşmalar dışında cep telefonlarını bu denli meşgul ederken hiç aklımıza gelmedi: Enkaz altında pili bitinceye kadar birilerine cep telefonuyla ulaşamaya çalışan çok sayıda depremzedenin olabileceğini akıl edemedik.

Bir şey biliyorum, o da korkunun ecele faydalı olduğu tek durum galiba deprem. İster uzun dönemde önlem almak, ister akut dönemde korunmak bağlamında korku, bu konuda işe yarıyor. Korku ve bilginin birleşimi ise mükemmele yakın sonucun alınmasında işe yarardı, kayıp ve hasarın en aza indirgenmesinde...

Bir haftadır depremle birlikte yaşıyoruz. Hergün sallanıyoruz. Depremde yakınlarını kaybetmeyen ve evi hasar görmeyen şanslılardanım. Ama şunu biliyorum ki deprem herkeste psikolojik hasar yapıyor. Fobim geri gelmedi, çünkü sözgelimi en azından artçı depremin ne olduğunu biliyorum, hatta onları olumlu karşılıyorum.

Ama korkum takıntıya dönüştü: Artçı deprem olmayınca, ‘‘bu sessizlik niye’’ diye endişeleniyorum, olunca da ‘‘işte yine sallanıyoruz’’ diye korkuyorum. ‘‘Ne olur şu depremlere alışayım’’ diyorum kendi kendime. Güneş batsın istemiyorum. Eve girmek istemiyorum. Depremi felaket bölgesinde yaşayan, enkaz altından kurtulan ya da yakınlarını kaybedenlerin ne denli büyük bir travma yaşadıklarını hayal etmek bile zor. Televizyon kanallarında izlediğimiz görüntülerin dehşetini bir düşünün. Bir de bu acı manzarının içinde bizzat olmayı. İşin en kötü yanı da deprem konusunda geç kalınmış olmanın nelere mal olduğunu idrak etmek.

Çünkü hiçbir şeyin geri getiremeyeceği kayıpların, önlem alınsaydı çok daha az olabileceğinin bilinci de var.

Şimdi yeni bir dönem başlıyor. Depremi öğrendik. Çok acı bir şekilde.

Yöneten ve yönetilenler olarak herbirimiz bu acı deneyimden ne kadar yaralı çıksak da, toplumsal belleğimizin zayıflığına bir kez daha yenilmeden bundan sonrası için olumlu adımların atılacağına inanıyorum.

İnanıyorum ki, eğer hatalar tekrarlanmazsa bu korkunç deneyim ilerde dayanıklılık olarak geri dönecek. Bireylerde psikolojik, binalarda fiziksel dayanıklılık olarak.

(Şimdi söyleyeceklerimi parantez içine alıyorum. Çünkü umarım küçük bir parantez içeriği olarak kalır. Deprem kültürü daha ilk haftasında önce -ne yazık ki- olumsuz yönünü gösterdi: Otobüslere binip ekip halinde yağmaya gitmek. Binalardaki hasarı sıvayla örtmek. ‘‘Enkaz kaçırmak’’: Çürük binalar müteahhitleri tarafından yıkılıp enkazları ortadan kaldırılıyor. Niye mi: Kanıtları yok etmek için. Aldığımız ihbarlara göre Eyüp'te vatandaşlar belediyeye başvurup hasar görmediği halde binalarının mühürlenmesini istiyormuş. Nedenine gelince: Resmi hasar belgesi alırlarsa, vatandaşlar bu belgeyle askerlik şubesine başvurup asker çocuklarının 45 gün izin almalarını sağlayacaklar.)

Türkcell ve Telsim'e çağrı

Karşı karşıya kaldığımız doğal afet, ulusça tek yürek kıldı bizi. Yardım seferberliğinin boyutları, felaket bölgelerine akan yardımlarlarla görüyoruz bunu. Keşke gecikmeler yaşanmasaydı, keşke koordinasyon bozukluğu olmasaydı. Herkes, ama herkes, elinden geldiğince yardıma çalışıyor. Çeşitli kurumlar da destek ve yardımı esirgemiyor. Yardımın, amacına ulaşmasındaki en önemli etkenlerden bir de hedef ihtiyacın doğru belirlenmesi.

Dün felaketzede bir okurumuzdan telefon aldık. Afet bölgesinden istanbul'a göç etmiş ve malını mülkünü yitirmiş bir okurumuzdu. Şöyle diyordu:’Bir önerim var: Bütün iletişimimizi cep telefonlarıyla yapıyoruz. Türkcell ve Telsim'in faturaların ertelenmesiyle ilgili duyurularını memnuniyetle karşıladık ama biz, indirim konusunda onlardan bir jest bekliyoruz. Her an yaptığım görüşmede artan fatura bedeli endişe kaynağı oluyor. Herhalde bunu yapabilirler.’’

BEYLİKDÜZÜ

Çatlakları sıvıyorlar

Büyükşehir Konutları'nda oturduğunu ifade eden bir okurumuz aradı. Büyükşehir Konutları'nın çevresinde yeni yapılmakta olan, E-5'in iki tarafında Beykoop binalarında hararetli bir sıvama çalışması olduğunu bildirdi. Okurumuz, yapılan işin, depreme bağlı hasarın gizlenmesi olduğu yolunda ciddi endişeleri olduğunu belirtti.

BAHÇELİEVLER

Bina eğildi

Mahmutbey yolu, Üçevler Durağı'ndan arayan bir okurumuz, Altında Kiler Hipermarket'in bulunduğu çok katlı binada çatlaklar ve binada eğilme olduğunu bildirdi.

SELİMPAŞA

Mühürlendi

Selimpaşa'dan arayan bir okurumuz, 180 hanelik Erseven 1 ve Erseven 2 sitelerinde, orta bölümde direkler üzerine inşa edilmiş evlerin durumunu anlatı. Direkler üzerindeki evlerden dördünün yıkıldığını, iki kişinin yaşamını yitirdiğini ve dört kişinin yaralandığını anlattı. Yıkımın olduğu, direkler üzerine inşa edilmiş binalar mühürlenmiş. Ayrıca çok sayıda binada oturmya engel, ciddi hasar mevcutmuş.

TUZLA

Çatlaklar örtüldü

Tuzla Kaymakamlığı’nın hemen yanındaki Çağrıbey İlkokulu ile ilgili bir telefon aldık. Okurumuz, binadaki çatlakların boyanarak kapatılması konusunda endişeleri olduğunu bildirdi.

AVCILAR

Sıva yapıyorlar

Çok sayıda aldığımız telefonlar, binalardaki çatlakların sıvanmasıyla ilgili. Okurlarımız haklı olarak endişeli. Sıvayla kapatılan, önemsiz hasar da olabilir, hayati önemdeki bir hasar da. Ama ne olrsa olsun, böyle bir şeyi görünce bildirmek gereğini duyuyorlar. Bir örnek de Avcılar, Üniversite Mahallesi’nde yer alan Avcılar Hastanesi. Arayan okurumuz, binadaki çatlakların sıvandığını bildirdi.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!