İstanbul’un ilk rehberini bir İsviçreli yazdı

Güncelleme Tarihi:

İstanbul’un ilk rehberini bir İsviçreli yazdı
Oluşturulma Tarihi: Kasım 22, 2002 02:10

İstanbul'u her yönüyle tanıtan eserler verme önceliği, her nedense hep yabancılara nasip oldu. İsviçreli Ernest Mamboury'nin yıllarca çalışarak hazırladığı kitap bunlardan biriydi. Hem Türkçe hem Fransızca basılan bu eser sadece yerli ve yabancı turistler ve amatör şehir tarihçileri için değil, bir çok bilim adamı için de kaynaklık etti.

İstanbul'u çeşitli yönleriyle tanıtan rehber ve kitaplar yazma önceliği, her nedense hep yabancılara nasip oldu. Şehrin tarihi, önemli anıtlarını, müzeleri, eğlence mekánlarını meraklılarına onlar tanıttılar.

İstanbul'u ilk defa gören bir gezginin merakına cevap verecek şekilde anlatan ilk rehber, İsviçreli Ernest Mamboury'nin yıllarca çalışarak hazırladığı kitaptı. Mamboury, önceliği turistlere yönelik yayına verdi ve Fransızca olarak 565 sayfalık büyük bir rehber bastırdı.

Bu rehber, İstanbullular tarafından da aranmaya başlayınca aynı sene içerisinde kitabın bir de Osmanlıca baskısı yapıldı. Türk Seyyahin Cemiyeti, yani Türk Gezginleri Derneği ile İstanbul Belediyesi'nin desteğiyle ortak bir çalışmanın mahsulü olarak hazırlanan kitabın yayıncısı Ritso Efendi idi. Daha sonra Fransızca olarak 1929, 1934 ve 1951'de üç defa daha basıldı. 1930'da Almanca ve 1953'de de İngilizce birer baskı yapan rehber, sadece yerli ve yabancı turistler ve amatör şehir tarihçileri için değil, bir çok bilim adamı için de kaynak oldu.

Mamboury'nin rehber çalışmalarının başarıya ulaşması, Ankara'yı da harekete geçirdi. İçişleri Bakanlığı, Mamboury'den Ankara hakkında da bir şehir rehberi hazırlamasını istedi ve rehber 1933'de yayınlandı. Mamboury'nin yine bakanlık tarafından hazırlaması istenilen Bursa, İznik, Uludağ ve Galata hakkındaki çalışmaları ise hiçbir zaman yayınlanmadı.

Ernest Mamboury'nin şehir tarihçiliği ve rehber kitap konusunda açtığı yol, daha sonraki yıllarda da sürdü. 1928'de Doktor Osman Şevki Uludağ Bursa hakkında yine Seyyahin Cemiyeti yayınları arasında çıkan bir rehber kitap hazırladı.

Mamboury'nin en önemli çalışmaları Bizans İstanbul'u üzerine oldu. Şehrin geçirdiği büyük yangınlar ve savaş yıllarındaki yokluk dolayısıyla bir türlü yenilenememesi, ona şehir harabeleri üzerinde çalışma imkánı verdi. 1918'de Alman arkeolog Wiegand ile beraber yaptığı gezilerde Bizans kalıntılarını fotoğrafladı ve planlarını çıkarttı. Bu çalışma, 1934'de Alman Arkeoloji Enstitüsü yayınları arasında 'Hipodrom ve Marmara Denizi Arasında İmparatorluk Sarayları' adı altında yayınlandı.

Mamboury, İstanbul'un işgal yıllarında yapılan arkeolojik kazılarda da görev aldı. Fransız kumandan Charpy tarafından görevlendirilen Mamboury, iki yıl boyunca Topkapı Sarayı yamaçlarında ve Gülhane Parkı içinde kalan Bizans kalıntılarının günışığına çıkartılmasında rol aldı. Ernest Mamboury, 1 Nisan 1878'de Cenevre gölü sahillerindeki Nyon kasabasında doğmuştu. Laussanne ve Cenevre'de okuduktan sonra kısa bir süre Paris Güzel Sanatlar Akademisi'ndeki derslere katıldı. 1906'dan 1909'a kadar Laussanne'da resim öğretmenliği yaptı. 1909'da görevli olduğu okuldan izin alıp hep merak ettiği İstanbul'a yerleşti ve ölene kadar burada yaşadı.

İstanbul'da Akademi'de dersler verdi ve 1921'den itibaren 30 yıl boyunca Galatasaray Lisesi'nde Fransızca ve geometrik desen öğretti. Zaman zaman Alman ve Saint Benoit Liselerinde de hocalık yapan Mamboury, 1953 Ağustos'unda rahatsızlanarak evine kapandı ve 23 Eylül'de hayata veda etti.

İstanbul'un bu büyük áşığının arşivinin ve zengin kütüphanesinin çok az bir kısmı İstanbul'da kaldı bir Amerikan araştırma kurumuna verildi. Sahip olduğu asıl belgelerle kitaplar, vasiyeti gereği Washington'daki Dumbarton Oaks Bizans Araştırmaları Enstitüsü'ne gönderildi.

Melámilik ve Melámiler

Tasavvuf ehlinin halktan ayrılmasını hoş görmeyen bir zümre, tekke hayatını İslam'a aykırı ve tasavvufun gayesine zıt bulmuş, bu yüzden tasavvuf ehlinin kınamasına uğramışlardı. Sonraları daha da ileri giden bu zümre mensupları yaptıkları hayrı gizlemek, kötülüklerini gizlememek, hatta kendilerini halka kınatacak hareketlerde bulunmak esasını kabul etmişler ve 'Melámetiyye-Kınananlar' adını almışlardı.

Melámet, arapça, 'kınamak, azarlamak' anlamına gelen bir sözdür. 'Melámeti, Melámi' kınanmaya amaç olan demektir.

Hicretin ikinci yüzyılında çeşitli tesirlerle ortaya çıkan tasavvuf bünyeleşip tarikatler de meydana geldikten sonra sufiler, kendilerine mahsus serpuşlariyle, giyimleriyle halktan ayrılmışlar, zikir meclislerinin yapıldığı tekkeler kurulmuş, bir kuvvet haline gelen tasavvufa dayanan iktidar ve zengin zümre, tekkelere vakıflar sağlamak suretiyle tasavvuf ehlini kendilerine bir destek haline getirmişlerdi.

Buna karşı, gene tasavvufun içinden ve tasavvuf ehlinden olan bir zümre zikir törenleriyle, hususi giyim-kuşamla, toplantı yeri olan tekkelerle, hele vakıfla geçime dayanmayla halktan ayrılmayı boş görmemiş, bütün bunları hem İslam'a aykırı, hem de tasavvufun gayesine zıt bulmuştu.

Bu yüzden tasavvuf ehlinin kınamasına uğramışlar ve daha da ileri giden bu zümre mensupları yaptıkları hayrı gizlemek, kötülüklerini gizlememek, hatta kendilerini halka kınatacak hareketlerde bulunmak esasını kabul etmişler ve 'Melámetiyye-Kınananlar' adını almışlardı.

Tasavvufçular Irak'ta yoğunlaştıkları için 'Irakıyler' diye anıldıkları gibi Melámet ehli de Horasan'da temerküz ettiğinden 'Horasaniler, Horasan Erleri, Horasan Erenleri' diye anılmışlardı. Melámetten sonraları Kalenderilik, Haydarilik, Mevlevilik, Bektaşilik gibi tarikatler de meydana gelmişti.

945 Hicride (1539), İstanbul'da, Atmeydanı'nda yani Sultanahmet Meydanı'nda 12 dervişiyle beraber şehid edilen İsmail-i Maşukıy, bir şiirinde, 'Terk edip nam u nişanı giy Melámet hırkasın / Bu Melámet hırkasında nice sultan gizlidir' beytiyle Melámeti övdüğü gibi, meşhur Hurufi Nesimi'den başka bir Nesimi de, bir şiirine, 'Ben Melámet hırkasını kendim giydim eğnime, / Ar u namus şişesini taşa çaldım kime ne' beytiyle başlar.

Ahmed Kethüda yahnisi

Bol miktarda havuç baş kısımları kesilerek bol soğan, kereviz yaprağı ve az miktarda yer elmasıyla beraber pelteleşinceye kadar kaynatılır. Suyu bittikçe içine kaynar su iláve edilir. Ayrı bir kapta önceden tereyağında gezdirilip hafif pembeleştirilmiş kuzu inciği az toz reyhanla yoğrulur. Pelte halindeki havuç bu etin üzerine dökülür, rendelenmiş bir miktar ceviz ilávesiyle çok ince kıyılmış taze zencefil de konduktan sonra üzerine erimiş tereyağı gezdirilip orta ateşteki fırına konur. Pelteleşmiş havuçlar çıtırdayıncaya kadar pişirilip sıcak servis yapılır.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!