'Hidrokarbon değil egemenlik meselesi'

Güncelleme Tarihi:

Hidrokarbon değil egemenlik meselesi
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 15, 2019 08:00

Doğu Akdeniz’de sondaj ve doğal kaynakların kullanımıyla ilgili kriz tırmanıyor. KKTC Cumhurbaşkanı doğal kaynakların ortak bir komiteyle yönetilmesini teklif etti. Rum tarafının ne cevap vereceği merak ediliyor. Akdeniz Stratejik Araştırmalar Merkezi Genel Sekreteri Gökhan Güler’e göre mesele hidrokarbon değil egemenlik meselesi… AB, Rum tarafı lehine müdahil olmaya kalkarsa o zaman hukuken işgalci olur diyen Güler, ABD’nin, bekçiliği karşılığında enerji zenginliğinden büyük pay alacağını söylüyor.

Haberin Devamı

Hidrokarbon değil egemenlik meselesi

-ABD, İsrail, AB ülkeleri, Mısır, BAE, Suudi Arabistan… Hepsi bir olup Doğu Akdeniz’de karşımıza dikildi. Mesele doğalgaz merkezli mi, yoksa ‘daha’sı var mı? 

Doğu Akdeniz Bölgesi’ni Ortadoğu’dan bağımsız olarak düşünmemek gerekir. Söz konusu ülkelerin Doğu Akdeniz’de karşımıza dikilmeleri öncelikle ortak bölgesel menfaatleri olduğunu gösteriyor ki, bu durum uluslararası hukuka uygun hareket ettikleri anlamına gelmiyor. BM Güvenlik Konseyi’nin son dönemde yetersiz kalması, uluslararası hukuku adil bir şekilde sağlayamaması, meydana gelen krizlere ve yaşanan trajedilere anında etkin biçimde müdahale edememesi nedeniyle dünya genelinde büyük bir kaos ortamı oluştu. Bu durum, Doğu Akdeniz merkezli yeni bir soğuk savaş sürecinin başladığı gibi bir algıyı da beraberinde getirdi. Uluslararası camia, oluşan kaos ortamının ortadan kaldırılması için bir şeyler yapmalıdır yoksa yarın çok geç olabilir.

Haberin Devamı

- Doğu Akdeniz genelinde 3.5 trilyon metreküp hidrokarbon rezervi bulunuyor, kıyamet kopartılacak kadar önemli bir miktar mı?

Dünyada bir yılda yaklaşık olarak 3.5 trilyon metreküp hidrokarbon tüketiliyor. Doğu Akdeniz’de var olduğu iddia edilen tüm rezervler çıkartılacak olsa ancak dünyanın bir yıllık hidrokarbon ihtiyacını karşılayabilir! Yani mesele hidrokarbon meselesinden daha önce egemenlik meselesidir. Rumlar 1960’da kurulan ortak Kıbrıs Cumhuriyeti’ni nasıl 1963’te silah zoruyla gasp ederek üniter Rum devleti haline dönüştürmüşlerse, bugün de aynı şekilde gasp etmeye çalışıyor. Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti en başından beri Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanı meselesini barış zemini ve uluslararası hukuk çerçevesinde çözmek için çaba gösteriyor. Kıbrıs müzakere süreci Crans Montana Zirvesi’nde Rumların katı ve uzlaşmaz tutumlarını sürdürmeleri üzerine sonlanmıştı. Sonrasında Türkiye ve KKTC’nin uluslararası hukuktan kaynaklanan hak ve menfaatlerini savunmaya başlaması bazılarını son derece rahatsız etti. Rum tarafının hukuken tek taraflı olarak 2003’te Mısır, 2007’de Lübnan ve 2011’de de İsrail ile imzaladığı Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) Sınırlama Anlaşmaları’nın geçerliliği ve bu anlaşmalar sonrasında parsellenen bölgeler Doğu Akdeniz’deki gerilimin temelini oluşturuyor. 

Haberin Devamı

Hidrokarbon değil egemenlik meselesi

Akdeniz Stratejik Araştırmalar Merkezi Genel Sekreteri Gökhan Güler

ADALARIN KITA SAHANLIĞI YOKTUR

- Doğu Akdeniz’de kim, ne istiyor?

Rum Yönetimi, sözde Münhasır Ekonomik Bölgeleri’nin gaz arama ihalelerini özellikle Amerikan, Fransız ve İtalyan şirketlere vererek ABD ve AB ülkeleri ile Türkiye’yi karşı karşıya getirmeye çalıştı. BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne göre Ada devletlerinin kendi istedikleri şekilde ve diğer sahildar devletlerin hak ve çıkarlarını dikkate almadan, MEB sınırlandırmasına gitmesi uluslararası hukuka aykırı. Adaların kıta sahanlıkları yoktur. Kara devletlerinin kıta sahanlıkları vardır. Burada egemenlik söz konusudur. Adalar sadece uzlaşmayla münhasır ekonomik bölge ilan edebilirler. MEB’lerde egemenlik alanı yoktur, ilan edilirken sınırların belirlenmesi için karşılıklı mutabakat sağlanmalıdır. Oysa Rum tarafı, Kıbrıs Türkleri ve Türkiye Cumhuriyeti’nin hukukunu yok sayarak sözde MEB’ini ilan etti. Bunu, uluslararası kamuoyuna kabullendirmek için önce konunun içerisine büyük uluslararası şirketleri soktu. Bu sayede söz konusu şirketlerin arkasındaki ABD, İtalya ve Fransa ile Türkiye’yi karşı karşıya getirecek bir oyun kurguladı. Ardından da İsrail ve Mısır’ı işin içine çekti. Sonuç itibarı ile BM Genel Kurulu’nun 1962 tarihli doğal kaynaklar üzerinde Daimi Egemenlik Kararı’na göre, “Doğal kaynaklar o ülkede yaşayan halklara ve milletlere aittir” denilmekte ve devletlerden asla bahsedilmemektedir.

Haberin Devamı

- Güney Kıbrıs’ın parsellediği bloklarla Türkiye’nin kıta sahanlığı örtüşüyor mu?

Evet, sözde parsellediği blokların 1, 4, 5, 6 ve 7 numaralı kısımları Türkiye’nin kıta sahanlığı; 1, 2, 3, 8, 9, 12 ve 13 numaralı kısımlarıysa KKTC’nin deniz sınır alanlarıyla örtüşüyor. KKTC, kendi hükümranlık haklarını kullanarak 2011’de Türkiye’nin ulusal kuruluşu olan Türkiye Petrol Anonim Ortaklığı'na A, B, C, D, E, F, G diye 7 alan tanımlayarak ruhsat verdi. Bu bağlamda mevcut kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölgeleri dolayısıyla Doğu Akdeniz’de hukuken sahip olduğu alanlar yanında, bir de KKTC adına tüm adanın etrafında Türkiye Petrolleri aracılığıyla da hak ve söz sahibidir. Türkiye Cumhuriyeti, hem 32°16'18" doğu boylamından itibaren Kıbrıs Ada’sının batısında kalan deniz alanlarında meşru hak ve yetkilerini hem de 32º 16′ 18″ meridyeninin batısı boyunca kendisine ait olan kıta sahanlığının dış sınırlarını oluşturan bölgelerin aynı zamanda Mısır ile deniz sınırını oluşturmakta olduğunu 2004’te BM belgesi olarak yayınlanan mektubuyla kayda geçirmiştir.

Haberin Devamı

TÜRKİYE’YLE PAZARLIK YAPMA İSTEĞİ!

- Siyasi yanının ötesinde meselenin bir de ekonomik boyutu var. Bölgeden çıkarılan hidrokarbonun ihracatı noktasında Türkiye’nin geçiş güzergâhının önemini anlatır mısınız?

ABD, Doğu Akdeniz’de şu ana kadar AB ve Rum yönetimiyle hareket eder gibi görünüyor. Buna karşın ABD'nin Doğu Akdeniz Strateji Planı kısa bir süre önce basına sızdırıldı. Plana göre, Doğu Akdeniz'den çıkarılacak hidrokarbon kaynaklarının Türkiye üzerinden TANAP boru hattıyla Avrupa'ya gideceği yazılıyor. Burada gözden kaçan bir konu var.  'East Med' projesi haritada yok. Bu projenin gerçek olmadığını düşünüyorum. Projeyle sözde Güney Kıbrıs, İsrail ve Mısır gazı İtalya’yla birlikte Avrupa’ya taşınmak isteniyor. Başta 6 milyar dolara mal edileceği söylense de bu rakamın 25 milyar dolar olacağı öngörülüyor. Boru hattının denizin 3,3 km derinliğinde ve 2 bin kilometre olarak inşa edilmesi hedefleniyor. Fiziki olarak, güzergâh ve bölgedeki sınırlı rezerv miktarı bakımından ciddi riskler içermesi nedeniyle East-Med projesi rasyonel görünmüyor. Hatta, İtalya’nın projeden çekildiği iddia ediliyor. East-Med projesi ve şu an yaşanmakta olan gergin sürecin temelinde Türkiye ile pazarlık yapma isteği olduğunu düşünüyorum. Örneğin Yunanistan East-Med projesi üzerinden blöf yaparak Türk Akımı projesinde yer almak istedi. Yine bu bağlamda ABD ve AB gerek Ortadoğu gerekse Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon kaynaklarını kendi kontrolleri altına alarak en az maliyetle Türkiye üzerinde Avrupa’ya taşımak istiyor.

AB HUKUKEN İŞGALCİ OLUR

Haberin Devamı

- Avrupa Birliği, Türkiye’yi yaptırım uygulama, mali yardımı kesmekle tehdit ediyor…

AB, Doğu Akdeniz’de söz sahibi değildir. Eğer AB, Rum tarafı lehine müdahil olmaya kalkarsa o zaman hukuken işgalci olur. 2004’te Rumları AB’ye üye alırken öyle anlaşılıyor ki hem kara, hem deniz hem de hava hatları konusunda söz sahibi olabilmeyi düşünerek böyle bir adım atmış… AB, Ada’ya ait MEB’i kendi MEB’ine eklemeye çalışıyor. Bu yolla da hem Doğu Akdeniz’de hem de Ortadoğu’da söz sahibi olmaya çalışıyor. Akdeniz çanağında Cebelitarık’tan Süveyş’e akan güzergâhta Hint Okyanusu ile Atlas Okyanusu arasındaki en kestirme yol... Bu alanda yılda yaklaşık 220 bin sefer yaptığı biliniyor. AB’nin Türkiye’ye uygulayacağı iddia edilen yaptırım ve uygulama taslağına göre, Türkiye’yle havacılık anlaşması çalışmalarını ve üst düzey diyaloğu durduracak. Ayrıca kararın kabul edilmesi durumunda üyelik görüşmeleri sürecinde verdiği desteği 2020’de kesecek ve Avrupa Kalkınma Bankası’ndan verdiği borcu/krediyi gözden geçirmesi istenecek. AB'nin Türkiye'nin sondaj çalışmalarına devam etmesi durumunda başka önlemler de alacağı belirtiliyor. Avrupa Birliği’nden gelen ‘yaptırım’ sinyallerini, Amerika’nın yaptırımlarıyla birlikte ele almak gerek.

- Açar mısınız?

ABD Senatosu Dışişleri Komisyonu, 1987’den beri ABD’nin Güney Kıbrıs’a uyguladığı silah ambargosunu kaldırma kararı aldı. Yunanistan’a askeri yardım ve eğitim için 5 milyon dolar, Güney Kıbrıs’a ise askeri eğitim için 2 milyon dolar mali destek kararı verdi. İsrail, Yunanistan ve Güney Kıbrıs arasında enerji işbirliğini kolaylaştırmak için ‘ABD-Doğu Akdeniz Enerji Merkezi’ kuruluyor. ABD Doğu Akdeniz'de, Yunanistan, İsrail ve Güney Kıbrıs ile ulusal güvenlik çıkarlarına uygun güçlü ve genişleyen bir ilişki ağı oluşturacak. Bu ülkelerin Doğu Akdeniz’de güvenliğini sağlamak için askeri ve siyasi destek verecek. Türkiye’ye karşı bu ülkelerin korunması görevini üstlenecek. Daha sonra da Avrupa Birliği ile sırt sırta vererek, Balkanlar üzerinden doğalgazı Avrupa’ya taşıyacak. ABD, bekçiliği karşılığında doğalgaz ve enerji zenginliklerden büyük pay alacak.

KIBRIS TÜRKLERİ SAVUNMASIZ BIRAKILAMAZ

- Gerginlik bir askeri çatışmaya dönüşür mü?

Kontrollü sıcak bir çatışmaya dönüştürülmeye çalışılabilir… Lakin bu öngörülemeyen bir durum değil. 

- Rusya, S400’leri Türkiye’ye teslim ediyor. S400 bataryalarından birinin Doğu Akdeniz’e konuşlandırılacağı iddiası var. Doğru olabilir mi?

S400’lerin nereye konuşlandırılacağını Türkiye bilir. Ancak kısa süre önce İsrail füzelerini durdurmak için atılan Suriye füzesi kontrolden çıkınca KKTC’ye düştü. Allah’tan meskûn bir alana düşmedi. Gerek yaşanan bu talihsiz olay, gerekse Doğu Akdeniz’de tırmanan gerilim nedeniyle Türkiye S400 bataryalarından birini Doğu Akdeniz’e konuşlandırabilir. İngiltere’nin Ada’da bulunan askeri üslerinin aktif olarak Ortadoğu’daki bazı operasyonlarda kullanıldıklarını da unutmamak gerek. Kıbrıs Türklerinin savunmasız bırakılması düşünülemez…

TÜRKİYE, PESCO’YA KARŞI ÖNLEM ALMALI

- “Rum yönetimiyle Fransa’nın 15 Mayıs’ta imzaladığı anlaşma daha önceki garanti ve ittifak anlaşmalarının açık bir ihlalidir” denebilir mi?

Bu anlaşmayla Fransa, Güney Kıbrıs’ın Evangelos Florakis Deniz Üssü’nü kullanma hakkını elde etti.  Burada Fransız Charles de Gauelle uçak gemisinin Türk askerinin karşısına dikilmesi hedeflenmektedir. Anlaşmada yer alan bir maddeye göre Fransız donanmasının Kıbrıs Ada’sı çevresinde hidrokarbon araması yapan Total şirketine ait gemileri korumayı da özellikle taahhüt etmektedir. Fransız donanması acaba PESCO bayrağı mı takacak? Burada bir konuya özellikle dikkat çekmek isterim. Avrupa’nın (AB) yeni NATO’su olarak kabul edilen, ‘Daimi Yapısal İşbirliği Savunma Anlaşması (Permanent Structured Cooperation) 2017 yılının son çeyreğinde, AB üyesi 23 ülke tarafından imzalandı. Avrupa Konseyi üyelerinin yeterli oyunu alarak yasal zemine kavuşmuş olan PESCO'nun dayandığı temel yasal zemin, AB kurucu anlaşması olarak da bilinen Lizbon Antlaşması’nın 42. maddesi. O maddeye atıfta bulunan ve uygulamasını gösteren 46. madde ile bu maddelerin detaylı açıklayıcısı niteliğinde bulunan ise 10 No'lu Protokol’dür. 

- Bu madde ne öngörüyor?

Lizbon Antlaşması’nın 42’inci maddesinde savunma mekanizması öngörülüyor. Amaç operasyon yapabilecek uluslararası bir güce sahip olmak. Nihai amacın üye ülkelerden biri saldırıya uğradığında onu koruyacak bir ittifak oluşturmak olduğu açık. PESCO’nun kuruluş amacı, üye ülkelerin ortak savunma kabiliyetlerini geliştirerek Avrupa Birliği’nin askeri operasyonları için uygun hale getirmek. Öncelikli hedefinin Yunanistan ve Rum Yönetimi’ni, Ege ve Doğu Akdeniz’de her şekilde Türkiye ve KKTC’ye karşı desteklemek olduğu açıkça görülmektedir. Türkiye NATO üyesi bir ülkedir. Türkiye’nin üzerine NATO gücü ile gidemeyen AB ve Güney Kıbrıs, PESCO üzerinden sonuç elde etmeyi mi planlıyor? AB Kıbrıs çevresindeki güvenliği sağlamak gerekçesini bahane göstererek bölgeye PESCO bayraklı bir donanma göndermenin alt yapısını mı hazırlıyor? Türkiye ile KKTC’ye karşı Ege ve Doğu Akdeniz’de her türlü provokatif girişimde bulunan Yunanistan ile Rum Yönetimi şimdi de PESCO’nun desteğini arkalarına alarak Türk askeri varlığına karşı yeni bir denge arayışı içine mi girdi? AB, Doğu Akdeniz’de PESCO üzerinden 'koruma' gerekçesini ileri sürerek enerji yataklarının kontrolünü bir oldubittiye getirerek ele geçirmeyi mi planlıyor? Türkiye ve KKTC, PESCO’ya karşı alınması gereken tüm tedbirleri ivedilikle almalıdır. Geç kalınırsa telafisi olmayan durumlarla karşı karşıya kalabiliriz…

EGE VE AKDENİZ BEKA MESELESİDİR

- Türkiye sondaj gemilerini bölgeye yolladı. Doğu Akdeniz’deki hak ve menfaatin korunması beka için olmazsa olmaz mı?

Bir ülke için toprak ne anlam ifade ediyorsa deniz ve hava sahası da aynıdır. Türkiye 788 kilometrekareden oluşmuyor. Karadeniz, Ege ve Akdeniz’deki mavi vatan olarak tabir edilen deniz alanlarıyla yaklaşık 1 milyon metre kareden meydana geliyor. Toprağınızın işgaliyle denizin işgali arasında bir fark yoktur. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de 1566 kilometre kıyı uzunluğu bulunuyor. Yunanistan’ın Ege’de, Rum yönetiminin Doğu Akdeniz’de tek yanlı olarak arama faaliyetlerini inatla devam ettirmesi neticesinde gerilimin daha da tırmanması sonucunda sıcak bir çatışma çıkma riski oldukça yüksektir. Yunanistan, Girit, Kaşot, Kerpe, Rodos ve Meis hattını esas alarak orta hatta dayalı bir deniz yetki alanı oluşturmak istiyor. Bu amaç doğrultusunda Mısır ve Libya ile de anlaşmalar yapmaya çalıştı. Yunanistan bu yöntemle hem Türkiye’yi kendi içine hapsetmek hem de Kıbrıs Ada’sını denizden denize bağ kurarak karada başaramadıkları Enosis’i denizde gerçekleştirme hayali içine girdi.

- Yunan Başbakanı’nın kısa bir süre önce “Türkiye’nin Meis Adası çevresinde arama ve sondaj yapması halinde bunu savaş sebebi sayarız” açıklamasını hatırlamak gerekiyor…

Aynen. Doğu Akdeniz beka meselesidir. Türk milletinin beka meselesidir. Türk tarafı her zaman için diplomasiden, uzlaşıdan yana olmuştur. Lakin Yunanistan 1996 ve 1997’de Ege’de 6 milden 12 mile deniz sınırlarını çıkardığını deklare ettiğinde TBMM bunu savaş sebebi sayacağını ve casus ilan edeceğini duyurmuştu. Bunu da yeri gelmişken hatırlatmakta fayda görüyorum.

AÇIK DENİZLERDE BEN VARIM!

- Bazı iddialar var. Biri de “ABD ve müttefiklerinin Doğu Akdeniz için uluslararası denetim mekanizması kurmaya girişecek. İşte o zaman Doğu Akdeniz’in işgali tartışılır!” Katılır mısınız?

Bu görüşe katılmam mümkün değil. ABD ve AB; kendisini hukuki bir otorite ya da mahkeme gibi görerek, hüküm veremez! Doğu Akdeniz’deki gerilim, gasp zihniyeti ve oldu bittiye getirilerek asla çözülemez. Mevcut yaklaşımlar bir savaşa neden olabilir. Ortadoğu’nun çıkış kapısının Doğu Akdeniz olduğu gerçeğini unutmadan meseleyi ele almak gerekiyor.

- Uluslararası konjonktürde koşullar Türkiye’nin aleyhine gibi görünüyor. Doğru bir politika izleniyor mu?

Türkiye ve KKTC uluslararası hukuktan kaynaklanan hak ve hukukunu koruyabilme mücadelesi veriyor. İzlenen politikada yalnız kalınmış algısı oluşsa da gerçek durumun bundan farklı olduğunu düşünüyorum. Bölgesel aktörlerin asıl meseleleri, TANAP ve Türk Akımı projeleri. Şu anda Türk tarafının üç gemisi var: Fatih, Yavuz ve Barbaros. Bu isimler bilindiği üzere tarihi misyona sahip isimler. Fatih, İstanbul’u, Yavuz Ortadoğu’yu fethetmiştir. Barbaros ise bütün Akdeniz’e hâkim olmuştur. Türk tarafı görüldüğü üzere gemilere verdiği tarihi ve misyona sahip akıllıca isimlerle karşı taraflara mesaj verecek adımlar atıyor. Diyor ki; “Kıbrıs Türklerinin haklarını korumak için açık denizlerde ben varım. Güney’de ben varım. Yavuz’da kıta sahanlığının içinde yine ben varım. Doğu Akdeniz’de bizi yok sayarak iş yapamazsınız.”

 

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!