Hayatı Ortadoğu tarihi

Güncelleme Tarihi:

Hayatı Ortadoğu tarihi
Oluşturulma Tarihi: Nisan 07, 2002 01:22

O, on yıllardır sayısız insanın kanını akıtan çatışmalar, suikastler, işgaller, kovulmalarla birlikte, bitmeyen bir film gibi izlediğimiz Filistin Davası'nın baş kişisi.

Asıl adı Abdurrahman Abdürrauf el-Kudva el-Hüseyni, biz onu Yaser Arafat olarak biliyoruz, Arap dünyasındaki lakabı ‘‘kurucu’’ anlamına gelen Ebu Ammar, bir adı ise Mr. Filistin. Tarihte kaç lider, talihsiz bir ulusun davasını başlatan, uluslararası arenaya taşıyan bu gerilla komutanı gibi ulusunun ismiyle böyle özdeşleşmiştir? Birkaç yıl önce barış görüşmeleri bayağı umut verirken üniformasını hálá niye giydiğini soran gazeteciye, ‘‘daha işim bitmedi’’ demişti, yanılmamış. Şimdi İsrail'in 1974'ten bu yana en büyük saldırısını yaptığı Ramallah'ta bir odada rehin. Ama böyle durumlara çok alışık. Daha doğrusu hayatı bu. İlk ‘‘sürgününü’’ dört yaşındayken babası yüzünden, ilk baskını ise yedi yaşındayken yaşadığını biliyor muydunuz?

Cengiz Çandar'a göre çirkin ama anlamlı yüzünde birbirine zıt düşünce ve duygular sürekli yer değiştirir. Yüzü gibi kişiliği de karmaşık ve çelişkilidir; bir yanda serinkanlılık, bir yanda öfke. Bir yanda batılılara taş çıkartacak bir diplomasi yeteneği, bir yanda aşiret liderliği. Şeytani bir zeka, çocuksu bir içtenlik. Hırçınlık ve yufka yüreklilik. Siyaseti de böyle değil midir? Bir yandan silahlı mücadeleyi başlatan gerilla, yani yasadışılık; bir yandan da meşruiyet üzerine kurulu bir politika, legalite arayışı. Peki ya başarı? Bir yandan Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkı davasını başlatma; bir yanda -son zamanlarda- en kritik tarihi dönemeçlerde fırsat kaçırmakla eleştirilme... Ama fiziksel bir varlık olmanın ötesine geçmiş bir ulusal simge, bir bayrak.

Resmi hayat hikayelerinde, 1929 Ağustosu'nda Kudüs'te, Ağlama Duvarı'nın yanında doğduğu yazar; oysa ailesi o doğmadan iki yıl önce Kudüs'ten ayrılıp Mısır'a yerleşmiştir. Marco Koskas'ın yazdığı biyografisine göre, Kahire'de, sokaklarından alacalı bulacalı develerin geçtiği, bayram arifelerinde Yahudiler’in kılık değiştirip, küçük Müslümanlar’ın çıngıraklarla geçit yaptığı renkli Sakakini Mahallesi'nde doğmuştur.

Yine aynı biyografide, eski bir Osmanlı zabiti olan babası Abdürrauf Arafat el-Kudva el-Hüseyni, ‘‘müreffeh, bencil, hoyrat, kavgacı ve kazanca doymaz’’ bir adam olarak anlatılır. Bu peynir ve buğday tüccarı, Kahire'nin Abbasiye Mahallesi'nin kendisine ait olduğuna inanmış ve 20 yıl boyunca (1927-1948) Mısır hükümetine karşı bitmek bilmez bir dava yürütmüştür. Tatsız bir hikayedir bu; sonunda kaybeder zaten ve sürgün edilerek Gazze'ye döner. Öldüğünde, altı çocuğu cenazesinde hazırdır, biri hariç: Sonraları onun hakkında konuşması gerektiğinde, saygılı kelimeler kullansa da Yaser babasını affetmez. Bunun en belirgin nedeni, Abdürrauf'un Gazze'ye döndüğünde tüm topraklarını Yahudiler'e satmış olmasıdır, ki Yaser bir çocukluk arkadaşına ‘‘Babam bana iki metrekare Filistin toprağı bile bırakmadı’’ diyecektir bir gün. Diğer neden de şu olabilir: Dört yaşındayken annesi Zahwa ölmüş (1933), babası küçük kardeşi Fethi ile onu Kahire'den Kudüs'e, dayıları Salim Ebu Saud'un yanına postalamıştır.

OKULU DEĞİL SAVAŞI SEVDİ

Dayısı Salim'in evi Ağlama Duvarı'nın yanındadır. Müslümanlar'ın Mescid-i Aksa'daki namazlarını bitirip Yahudiler'in Ağlama Duvarı önündeki dualarının başladığı cuma, haftanın en gergin günüdür. Yine de hava nispeten sakindir. Ağustos 1936'ya kadar. Evleri basılıp dayıları götürülür, beş ve yedi yaşlarındaki Fethi ve Yaser babalarına iade edilir. Yeniden Kahire'dedir (1937), beyninde taşlar, ateş, kefiye ve silah imgeleriyle...

Oysa Abdürrauf'un evinde üvey anne ve çocuklar arasında başka bir savaş sürmektedir. Çocuk Arafat ise kafalarına miğfer diye tencere geçirdiği küçük arkadaşlarını emrinde yürütmekten zevk alır. Hem evdeki kavgalardan, hem İngiliz askerinin bastırdığı intifadadan esinlenen bir şeftir artık.

1942'de, 13 yaşındayken Mısır Meclisi'nde çaycıdır, onu tanıyanlar, bu işi ‘‘iktidarın bağrında olmak için’’ seçildiğini söyler. En az Mısır milliyetçileri kadar nazilerin zaferini dilediğini de. Askeri açıdan, kimilerine göre Müslüman Kardeşler tarafından yetiştirilmiştir, kimilerine göre Hacı Emin'in Kahire'ye getirdiği bir Nazi tarafından! O hiçbir zaman Müslüman Kardeşler'e girdiğini kabul etmez ama Koskas, Arafat'ın üniversitede öğretim üyesi Müslüman Kardeşler üyesi Hasan Doh'tan talim gördüğünü yazar. 1947'de mühendislik eğitimine başlar, Filistinli Öğrenciler Birliği'nin başkanı olur. Hayatı boyunca bütün kararlarını yalnız alacaktır. Hareketin önemli aktivistlerinden biri ve daha sonra kayınvalidesi olan Raymonda Hawa-Tawil, ‘‘Arafat'ı severim, zaman zaman konuşuruz ama bana hiç fikrimi sormaz’’ diyecektir.

Aynı yıl İngilizler Filistin'den çekileceklerini, toprakların Yahudi ve Müslüman iki devlete verileceğini açıkladığında ve Filistinliler'e verilen topraklar yamalı bohçaya benzediğinde Arafat Kahire Üniversitesi'ndedir.

Mısır'da inşaat mühendisliği yapar, Kuveyt'te kendi işini kurar ama asıl işi, hayatı, Filistinliler'in kendi kaderlerini tayini için mücadeledir. Ebu İyad ve Ebu Cihad'la Filistin Kurtuluş Örgütü'nün (FKÖ) belkemiği olacak El Fetih'i kurar (1959); silahlı mücadeleyi başlatır; İsrail hedeflerine karşı gerçekleştirilen ilk askeri harekatın komutanıdır (1965). Mısır, Suriye ve Ürdün İsrail karşısında bozguna uğradığında Ebu Cihad'ın Şam'daki evinde, ağlayıp kafasını duvara vurduğu için cinnet getirdiği sanılan da odur (1967). Bir yandan Batı Şeria'da direniş hareketini örgütlerken, bir yandan El Fetih sözcüsü olarak uluslararası kamuoyunun önüne çıkan, Filistin gruplarını bir çatı altında toplayan da (1969)...

REDDEDİLMİŞ ÇOCUK PSİKOLOJİSİ

Kudüs, Batı Şeria, Mısır, Tunus, Suriye, Ürdün, Beyrut, Kuveyt... Dışarıdan İngiltere, ABD... Ortadoğu denen arapsaçının her yerindedir. Karargahını o ülkeden bu ülkeye taşımakta, iki gece üstüste aynı yatakta uyumamakta, sayısız suikastten kıl payı kurtulmaktadır. Marco Koskas'a göre doruklar ve uçurumlar coşturur onu, sakin denizler uykusunu getirir. ‘‘Siyasi tutumu da reddedilmiş çocuk psikolojisinin mirasını taşır. Sistemli bir biçimde kırılma noktalarını, müttefiklerinin artık ona tahammül etmeyecekleri sınırı arar. Bu onda bir alın yazısı, aynı zamanda nevrotik bir eğilimdir de.’’ Zaten sürgünden zevk aldığını da gizlemez.

Ama bu gerilla önderi, uluslararası arenada kendini Filistin halkının tek yasal temsilcisi olarak kabul ettirmeyi başarır. Bir yandan savaşmakta, bir yandan da Filistin sorununa diplomatik bir çözüm aramaktadır artık. Bağımsız Filistin Devleti'nin kuruluşu 1988'de ilan edilir; Filistin Özerk Yönetimi'nin ilk başkanı seçilmesi için 1996'yı bekleyecektir. Ondan önce (1993) ilk Filistin-İsrail Barış Anlaşması vardır, Nobel ödülü kazandıran. Sanki son yıllarda barış daha mı yakın gibi görünmektedir; yanıltıcı bir şekilde? İsrail'in bugünkü başbakanı Ariel Şaron 2000'de Kudüs'te Haremmüşşerif'i ziyaret edince başlayan ikinci Filistin intifadasına, uygulanmayan ateşkesler, baskınlar bu talihsiz topraklara yine kabus gibi çökene, İsrail 1974'ten beri en şiddetli saldırısını başlatana kadar...

Bu sorun bunca yıldır halledilemediğine göre, Arafat başarısız mıdır? Ferai Tınç bugün ona yapılanları kabul etmese de çok iyi bir lider olduğunu düşünmez. Çünkü önüne çıkan onca fırsatı, halkının kaderini değiştirecek biçimde zorlayamamıştır ona göre. Şeffaf bir rejim kuramamış, yolsuzlukları önleyememiş, yardımları halkının refahına dönüştürememiştir. Beceriksizliğinden değil, Arap geleneğinden olup demokratik olamamasından. Mehmet Ali Birand'a göreyse, herkese istediği şekeri veren tam bir politikacıdır Arafat. Başarısı konumunu koruyabilmiş olmasıdır. Yoksa Filistin davasını nereden nereye getirdi, muhasebesi yapılsa başarılı sayılmaz; çok hatalar yapmış, bedelini halkı ödemiştir. En büyük hatası, Camp David anlaşması sırasında, sıfıra bir kala son adımı atmamasıdır Birand'a göre.

Evet Filistin sorununu dünyaya anlatan Arafat, bugün Ramallah'da bir bodrum katında sıkışıp kalmıştır ama Cengiz Çandar'a sorarsanız, onun tanıdığı Arafat, hayatının en mutlu dönemini yaşıyordur şimdi. Çünkü ya ölecek, ya da o odadan yürüyerek çıkacaktır; her iki durumda da galip gelecektir. Çünkü, Onun bütün ömrü, talihsiz, dağıtılmış bir halkın güçsüzlüğünü güce dönüştürmekle geçmiştir.

Hiçbir zaman ‘‘özel’’ zamanı olmadı. 24 saat Filistin davasıyla yatıp kalkan bir işkolik. En sıkı çalıştığı saatler gece 12'den sonra. Güne hep bal yiyerek başlayan bir bal tutkunu.

Yıllarca bekar yaşadıktan sonra kendisinden 34 yaş küçük Süha ile evlendi, geç yaşında bir kızı oldu. Filistin halkı bu evliliği olumlu karşılamadı, Paris'e alışverişe giden Suha'yı benimsemedi. Geçen yıl boşanmanın eşiğine geldiler. Suha lösemi olduğu söylenen altı yaşındaki kızı Zahwa'yı alıp Paris'e yerleşti. Bir İngiliz gazetesine, ‘‘Yaser evliliğinin bilincinde değil, hala bekar gibi yaşıyor’’ dedi.

Bir zamanlar genç bir gerilla lideriydi. Şimdi kimine göre parkinsondan, kimine göreyse geçirdiği uçak kazası beyninde tahribat yarattığından, konuşurken dudakları titriyor.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!