En hakiki skandallar yılı

Güncelleme Tarihi:

En hakiki skandallar yılı
Oluşturulma Tarihi: Aralık 27, 1998 00:00

Haberin Devamı

Skandalı Aanası ABD'de

ABD, ‘‘uçkurgate’’ skandalıyla yattı, Başkan Clinton'ın cinsel fantezileriyle kalktı. Malezya'da Başbakan Yardımcısı, erkek şoförüyle cinsel ilişki kurmakla suçlandı. Endonezya'nın düşmez-kalkmaz lideri Suharto, maaşından biriktirdiğini açıkladı. Rusya'da hükümetlerin ipi Yeltsin'in kalp atışlarına bağlı: Her sıkıştığında bir hükümet düştü.

BABASI TÜRKİYE'DE

Best of Çakıcı kaseti; Apo'nun Roma'da ortaya çıkması ve İtalya'yla pek sevişirken birdenbire başa bela olarak elinde kalması; ‘‘Susurluk Raporu’’yla devletin itiraf ettikleri; kiminin çuvalla götürdüğü vatandaş paralarını, başkasının vagonla götürmesi. Ve daha neler neler... Gerçekten de 1998 en öz-hakiki skandalların yılıydı!

ŞİLİ: DİKTATÖRLER DE AĞLAR

Ekim ayında tedavi olmak için gittiği ‘‘ikinci vatanı’’ İngiltere'de kendisini sanık olarak bulan Şili'nin emekli diktatörü Augusto Pinochet, yılın en ‘‘bahtsız diktatörü’’ oldu. Geçen yıl doğum gününü ülkesinde televizyon kameraları karşısında milyonlarca Şili'liyle kadeh kaldırarak kutlayan Pinochet, bu yıl 83. yaşına tek başına ve gözleri yaşlı girdi. Eski diktatörü göz yaşlarına boğan süreç, İspanyol süper savcı Baltazar Garzon'un tutuklama emri çıkartmasıyla ekim ayında başladı. Pinochet'yi bir çok İspanyol vatandaşının ölümünden ve kaybolmasından sorumlu tutan savcı, Pinochet'nin kendisine tanıdığı ‘‘dokunulmazlık’’ zırhını da deldi. Lordlar Kamarası hakimleri Pinochet'nin diplomatik dokunulmazlığı bulunmadığına ve İspanya'ya iade istemiyle mahkeme karşısına çıkarılabileceğine karar verdi. Diktatör eski de olsa, İspanya, İngiltere ve Şili arasında diplomatik krize neden oldu. Şili halkı ikiye bölündü, başkent Santiago savaş alanına döndü. İspanya'ya iade edilmemek için yaşlılığının arkasına sığınan Pinochet'nin bir akıl hastanesinden rapor alarak ‘‘deli’’ olduğunu tescil ettirdiği söyleniyor.

Pinochet'yle birlikte Güney Amerikalı ve Afrikalı birçok eski diktatörün de etekleri tutuştu. Özellikle Avrupa'da moda haline gelen ‘‘insanlığa karşı suç işleyenler’’in yargılanmasına yönelik çabalar ‘‘acaba sıra kimde?’’ sorusunu doğurdu. Neredeyse hemen hepsinin bir Fransız, İngiliz veya Amerikan pasaportu ve milyarlarca dolar serveti var. Avrupalıların bu konudaki samimiyetleri ve dürüstlükleri de ayrıca tartışılacak bir konu: Bosna'da insanlık suçu işleyenler, devlet başkanı olarak itibar görmeyi sürdürüyor hala.

MALEZYA: YATAKTAKİ SPERMLER

Malezya'nın eski Başbakan Yardımcısı Maliye Bakanı Enver İbrahim görevinden alınmakla kalmadı, eski şoförünün açıklamaları yüzünden bir skandalla karşı karşıya buldu kendini. Eski şoför, İbrahim'in kendisiyle yıllarca zorla cinsel ilişki kurduğunu ileri sürerek, mahkemeye kanıt olarak yatağını gösterdi. Üzerinde sprem lekeleri olup olmadığı ve kime ait oldukları tespit edilmek üzere çift kişilik yatak laboratuvarda incelemeye alındı. Hakkında yolsuzluk soruşturması da bulunan eski başbakan yardımcısının, Başbakan Mahathir Muhammed'e karşı açtığı dava da reddedildi.

BELÇİKA: DÜN, DÜN DEĞİL

NATO Genel Sekreterleri saygın kişiler olarak bilinir ve protokollerde önemli sıralarda yer alırlar. Ancak eski NATO Genel Sekreteri Belçikalı Willy Claes'in görevi sırasında ayağına dolanan rüşvet skandalı geçen hafta sonuca ulaştı: Willy Claes suçlu bulundu. Bir çok bakanı da yakan rüşvet skandalı, Sosyalistlerin hükümeti döneminde yaşanmıştı. İtalyan Agusta ve Fransız Dassault firmalarından alınan askeri uçak ve helikopterin satışı sırasında Sosyalist Parti'ye bağış aldıkları ortaya çıkmıştı. Kraliyet Savcısı Eliane Liekendael, sanık sandalyesinde bulunan Claes ve diğer 10 politikacıyı ağır ifadelerle itham etti ve ‘‘yolsuzluğun iplerini ellerinde tuttukları’’ gerekçesiyle cezalandırılmalarını istedi. Savcı, Claes'in ‘‘tecilli ve ılımlı hapis cezasına çarptırılmasını’’ istedi ve sanıkların seçme ve seçilme hakları, memuriyet görevlerini kaybetmelerine karar verdi.

RUSYA: KREMLİN ACİL SERVİSİ

Ruslar bu yıl da, geçen yıllarda olduğu Devlet Başkanları Boris Yeltsin'in hastalıklarıyla uğraştı. İki ayda bir rahatsızlanıp Kremlin Sarayı'ndan Moskova dışındaki sanatoryuma taşınan Yeltsin, hasta yatağında vakit geçmediğinden olsa gerek, her seferinde hükümeti tepetaklak etti. Sonsuz destek vererek Başbakanlık görevine getirdiği 36 yaşındaki parlak Sergey Kiriyenko'nun saltanatı sadece 5 ay sürdü. Kiriyenko'nun 17 Ağustos'ta açıkladığı ekonomik kararlar, Rusya ekonomisini çöküşün eşiğine getirdi. Hem ülkede hem dünyada ekonomik sarsıntı yarattı. Rus halkı, yoksulluk sınırının altında hayatta kalma mücadelesi veriyor. Yeni Başbakan, eski KGB şefi Yevgeni Primakov, ülke ekonomisini düzlüğe çıkarmanın sihirli fomülünü arıyor harıl harıl. Ancak hükümetinin ömrü buna yeter mi bilinmez. Yeltsin'in kızı Tatiana'nın hükümet kurma ve düşürme görevlerini bizzat yürüttüğünü bilmeyen yok. Yeltsin'in ülkeyi görev süresinin dolacağı 2000 yılına kadar yönetip yönetemeyeceği Rusya'daki en önemli tartışma konusu.

ÇOCUK KATİLLER

Amerika'da eli silahlı çocuklar dehşet saçtı. Arkansas'ta 11 yaşındaki Andrew Golden'la 13 yaşındaki kuzeni Mitchel Johnson, okullarını silahla basarak arkadaşlarını taradılar: 4 kız öğrenci ve bir hamile öğretmen öldü. Andrew'un çocukluk fotoğrafları tüyler ürperticiydi. Silah meraklısı babası oğlunun eline silah tutuşturarak resmini çekmişti. Çünkü oğlunun iyi bir silahşör olmasını istiyordu.

SÜBYANCILAR

Belçikalı çocuk katili ve sübyancı çetesinin lideri Marc Dutroux'nun önceki yıl yarattığı dehşet, bu yıl Hollanda'da internette çıplak çocuk fotoğrafları pazarlayan bir çetenin yakalanmasıyla devam etti. Ayrıca bir eve baskın yapan polis, çocuklara tecavüz edilirken çekilmiş binlerce fotoğraf buldu. Avrupa’da polis ve halk çocuklara yönelik suç işleyenlere göz açtırmıyor.

I WANT YOUR SEX

George Michael hep kadınlarla seks yapmaktan söz eder şarkılarında, kliplerinde de dünyanın en iyi modellerini oynatır. Ama cinsel tercihinin farklı olduğunu, ancak neden olduğu bir skandaldan sonra açıklamaya cesaret edebildi. Central Park'ta umumi bir tuvalette bir erkekle uygunsuz durumda polise yakalanınca önce ortadan kayboldu, sonra da itiraflarda bulundu: Evet ben bir eşcinselim ve yakında erkek arkadaşım Kenny Goss'la evleneceğim.

İSRAİLLİ DİVA

26 yaşındaki İsrailli Dana International, ‘‘Diva’’ Eurovision Şarkı Yarışması'nda aldığı birincilikle bir ilke imza attı. İlk kez bir transseksüel sanatçı yarışmada birinci geldi. Aslında tüm İsrailliler'in buna sevinmesi gerekirdi. Bir bölümü çok sevindi, sokaklara taştı ve galibiyeti kutladı. Sonucu bir skandal olarak niteleyen Fanatik Yahudiler ise 9 Mayıs'ı ‘‘kara gün’’, Dana'yı da ‘‘tanrısız’’ ilan etti. 26 yaşındaki Dana, 1992 yılına kadar erkek olarak yaşamıştı.

DOPİNGLİ bisikletçiler

Bu yılki Fransa bisiklet yarışı Tour de France, İtalya'dan gelen bisikletçilerin malzeme kamyonunda doping ilaçlarının bulunmasıyla görülmedik bir skandal yaşadı. Yarışın yapılmasına 3 gün kala ortaya çıkan skandal, yarışçıların oturma eylemleriyle doruğa çıktı. Arabulucuların yardımıyla sona eren grevden sonra yapılan yarış skandal kadar ilgi çekmedi. Yarışın birincisi İtalyan Marco Pantini zaferinin tadını çıkaramadı.

FRANKIE BOY

Mavi gözlü, romantik şarkıcı ve oyuncu Frank Sinatra 83 yaşında ebediyete göç etti. Sevenleri ardından göz yaşı döktü, ‘‘I did It My Way’’ şarkısı tüm dünya radyo ve televizyon-larında günlerce çalındı. Ancak ölümünden aylar sonra açıklanan FBI belgeleri, Frankie-Boy'un mafya babalarıyla sıkı fıkı ilişkilerini gün ışığına çıkardı. Gerçi hep şüphe ediliyordu ya.

MAAŞIMDAN BİRİKTİRDİM

Ülkenin düşmez-kalkmaz Devlet Başkanı Suharto'nun 32 yıllık iktidarı, halk ayaklanmasıyla son buldu. 7 sülalesini yönetimin kilit noktalarına yerleştiren, en büyük şirketlerin başkanlığına getiren Suharto'nun yakınlarına ait mağazalar yağmalandı, yakıldı. Yüzlerce insanın yaşamını kaybettiği olaylardan sonra görevini bırakan Suharto'nun kasasındaki milyarlarca dolarlık servetinin nasıl oluştuğu araştırılıyor. Suharto'nun yanıtı ilginç: Maaşımdan biriktirdim...

ABD: Yalancının mumu

Irak lideri Saddam Hüseyin'in deyimiyle ‘‘savaşların anası’’ 1990'daki Körfez Savaşı'ydı. Ancak 1998 yılında ‘‘skandalların anası’’ Amerika'da, Beyaz Saray'da patlak verdi: 52 yaşındaki ABD Başkanı Bill Clinton'ın, 25 yaşındaki eski stajeri Monica Lewinsky ile bir aşk ilişkisi yaşadığı ortaya çıktı.

Lewinsky, Başkan Clinton'a aşık olmuş, onu baştan çıkarmaya çalışmış ve bunda da başarılı olmuştu. Linda Tripp adındaki bir arkadaşı ise Lewinsky'den, bu ilişkinin detaylarını ‘‘bir abla gibi’’ dinlemiş ve dinlediklerini de gizlice teybe kaydetmişti.

Skandal önce, seks, bantlar, yalanlar, Monica'nın aşkı, Clinton'ın Monica'ya aldığı hediyeler, Oval Ofis'te aşk fantezileri, telefonda seks öyküleri gibi ‘‘pembe dizi’’ boyutundaydı.

Medyanın bir bölümü olayın magazin yönüyle ilgilenirken, dört yıldır Clinton'ı soruşturan Bağımsız Özel Savcı Kenneth Starr'ın konuya el atmasıyla skandal, Amerikan toplumunda, siyasi, hukuki, anayasal ve ahlaki bir tartışmaya dönüştü.

Clinton'la Monica arasında yaşananların hiç bir ayrıntısı gizli kalmadı: Kim kimi nasıl okşadı, neresini öptü, kaç dakika sürdü? Clinton ve Monica'nın ayrıntılı ifadeleri İnternet sayfalarında okunma rekorları kırdı. Clinton'ın puro fantezisinin ayyuka çıkması, puro satışlarını patlattı. Dünyanın tüm ülkelerinde Clinton fıkraları üretildi. Monica'nın mavi elbisesinin üzerindeki lekelerin Clinton'ın spermlerine ait olduğunun anlaşılması üzerine modacılar mavi elbiseler tasarlamaya başladı.

Amerikan halkı önceleri ‘‘eşi Hillary affediyorsa, bize ne’’ diyerek, başkanlarının yanında saf tuttu. Ancak skandal, ‘‘evlilik dışı bir ilişki’’nin dışına çıkarak, ‘‘yemin altında yalan söyleme’’ye dönüşünce, ABD tarihinde, ‘‘üçüncü kez bir başkan azille’’ karşı karşıya kaldı.

Clinton, skandalın patlak vermesinden birkaç gün sonra, ‘‘Ben o kadınla cinsel ilişkide bulunmadım’’ derken, halkının gözlerinin içine baka baka yalan söylemişti. Bu Amerikan halkı için ‘‘ağır bir suç’’tu.

Bill Clinton'un yalan söylediği, kadın düşkünü olduğu, kişisel yaşamında sıradışı davrandığı konusunda fazla kuşkusu olmamasına rağmen, Amerikan toplumunun önemli bir bölümü, Clinton'ın altı yıllık başkanlığının ülkeye ‘‘tarihin en uzun refah dönemini’’ verdiğine inanıyor. ABD federal bütçesi, 40 yıldır ilk kez artıya geçmiş, 15 milyon kişiye istihdam yaratılmış, dışsatım artmış, suç azalmış ve uluslararası planda ülkenin itibarı yükselmişti.

Ama ne var ki Clinton ikinci başkanlık döneminin son yılını belki de tamamlayamayacak ve 1999'da ya istifa edecek, ya da azledilecek. Onurunu, saygınlığını ve güvenirliğini kaybetmiş eski bir başkan olarak köşesine çekilecek. Kimbilir belki bir kaç yıl sonra yeni bir Clinton çıkar siyaset sahnesine: Hillary.

Dakka bir, gol bir

Yılın ilk skandalı, hemen ocak ayının ilk haftasında, TBMM Genel Kurul Salonu'nun yenilenmesine 38 milyon dolar, yani trilyonlar harcanması ve bundan Mustafa Kalemli'nin kişisel menfaat sağlaması iddiasıyla patladı. İddiaların ardı arkası kesilmedi; koltukların tanesine bir milyar 264 milyon değer biçildiği üzerine uzun uzun konuşuldu. Sonra milyarlar harcanan elektronik sistem bozuk çıktı. 55 milyara bir kapı alındığı, avizelerin tanesinin 1 milyar 200 milyona temizletildiği de anlaşıldı. Ama aynı Meclis, havalandırmasını temizlerken ölen işçinin ailesine ödenecek 500 milyon tazminatı çok buldu!

Sarsıntılar başlıyor

Yıl boyunca pek çok kişi, ‘‘Konuşursam Türkiye Sarsılır Repliğini Kim Daha İyi Seslendirecek Yarışması’’na katıldı. Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş'ın, 360 sayfalık ‘‘Susurluk Raporu’’ ise yılın ilk ‘‘sarsan’’larından biri oldu. Savaş'a göre devletle mafyanın içiçe geçmesiyle oluşan çeteler, uyuşturucu ve kumarhane rantlarını paylaşıyordu. Bunlarla işbirliği halinde olan yargı mensupları da vardı; özellikle İstanbul Adliyesi'nin suç dosyası kabarıktı! Kısaca devlet bir mafya devleti olma sürecine girmişken son anda kurtarılmıştı! Ama geçen aylar devletin pek de kurtarılamamış olduğunu gösterdi.

Cinayette yeni arayışlar

Bu ülkede yıllardır, zorla evlendirilmeye, eve kapatılmaya karşı çıkan kızlar, hamam böceği avlar gibi öldürülebilir, eyleme ‘‘namus cinayeti’’ süsü verildiği anda da cezası hamam böceği öldürmenin cezasından farksız olur. Ama hepsinin günahını almayalım, bazı aileler öldürmeden önce yargılama yapıyor! İnfaz şekli konusunda da yaratıcılığın sonu yok. Bu açıdan diğer yıllardan hiç farkı olmayan 1998'in en önemli örneği Viranşehirli Gönül Aslan'ın başına gelendi. Zorla evlendirilmiş, o da sevdiğine kaçmıştı. Aile meclisi derhal toplandı, Fırat'a atılmasına karar verdi. Ne de olsa o sıralar ‘‘Şu Fırat'ın suyu akar derindir’’ türküsü çok popülerdi, buradan da bir ceza indirimi olabilirdi! Ölümü garantiye almak için Fırat'a atmadan önce eşarpla boğmaya karar verdiler. Allahtan beceriksiz çıktılar da Fırat'ın serin ve derin suları, bu kez öldürmeye değil Gönül'ü kendine getirmeye yaradı.

Canı dönmek istemedi

Kürşat Yılmaz yine cezaevinden kaçmıştı. Burdur Cezaevi Müdürü ve iki yardımcısı mahkeme önündeydi. ‘‘İtiraflar’’ yine sarsıyordu ama daha şimdiden sarsılacak birşey kalmamıştı. Firara gözyumduğu için yargılanan Müdür İbrahim Bülbül, bülbül gibi şakıdı: Kürşat Yılmaz ve Ali Oymak ‘‘yukarıdan’’ gelen emirlerle torpilli mahkum olmuşlardı. Yılmaz, Bakanlık Müfettişi'yle bile tartışmış, küfür etmişti. Cezaevi yetkilileri sürülme korkusundan gıklarını çıkartamazken, Kürşat Yılmaz her istediğinde elini kolunu sallayarak çıkıp gidiyordu. Eee, bu durumda birgün canı dönmek istemedi.

Kimi çuvalla kimi vagonla

Sarışın (!) Güzel Kadın-2, tolkşovların aranan ve her daim bulunan medyatik politikacısı, çocuklarının şefkatli annesi, son kocasının sevecen eşi, Şişli eski Belediye Başkanı Gülay Aslıtürk'ün belediyenin yüzlerce milyarını çuvallara doldurup odasında arkadaşlarıyla bölüştüğü ortaya çıktı. Üstelik bu buzdağının yalnızca görünen kısmıydı. Ertesi gün, babası onu savundu: Onlar çuvalla götürdüyse, başkaları vagonla götürmüştür! Aslıtürk hakkında gıyabi tutuklama kararı verildi, ağır cezada dava açıldı. Ama olsundu! O zor bir hamilelik geçiriyor, çocuğunu kaybetme tehlikesiyle üzüm üzüm üzülüyordu. Yine televizyonlardaydı; bu kez telefonla katılıp bunları anlatıyordu. Ama birkaç gün sonra, Aslıtürk'ün Nice'te üzülmekle meşgul olmayıp, Londra'da kocasıyla hafta sonu balayısı yaptığı ortaya çıktı. Balayı olduğu nereden anlaşılıyordu? Başbaşa yemek yedikleri Çin lokantasının adının ‘‘Honeymoon’’ olmasından tabii ki..

Allah'ın sopası yok!

Gazeteci Canan Barlas'ın, yazarımız Gülçin Telci'ye söyledikleri en baba skandalı suya götürür, susuz getirirdi. New York'ta kanser tedavisi gören sevgili Gülçin Telci'ye aynen şöyle demişti Barlas: ‘‘Bak ben hala Babıali'deyim. Hiçbir yere gitmiyorum. Ama sana güle güle!’’ Bütün öfkesi, onunla ilgili yazdığı yazılar yüzündendi. Telci bu saldırıya cevap vermeye tenezzül etmedi. Zaten Allah'ın sopası yoktu! İlahi Adalet anında işlemeye başlamış, dönüş yolculuğunda Barlaslar'ı Gülçin Telci'ye aynı uçağa, üstelik yan koltuğuna düşürmüştü. Bununla da kalmadı; Barlaslar'ın bavulunu Telci'ninkiyle karıştırdı! Bavulu Otağtepe'ye giden Telci'ye oradan gelen son dedikodu; Barlaslar'ın dairesinden tepinme sesleri geldiğiydi.

Dinamitli skandal

Yine Türk usulü bir skandal. Bu kez malzeme dinamit! İzmitli bir işadamının eşi, kocasının sevgilisi olan sekreteri uzun süre tehdit etti. Bunlarla bir sonuç elde edemeyince sevgilinin arabasına dinamitlerden yapılmış bir bomba koydurdu. Araba havaya uçarken neyse ki ölen ya da yaralanan olmadı. Daha sonra ‘‘kızgın eş’’in MHP ile ilişkisi olduğu ortaya çıktı.

Fırıldağın böylesi

TBMM'de bir rekor da Afyon Bağımsız Milletvekili Kubilay Uygun kırdı. Uygun, ‘‘kişiliğine ve cüzdanına’’ uygun olan partiyi bir türlü bulamadığı için tam altı parti değiştirdi. Öyle çok ve farklı partilerde boy gösterdi ki, milletvekilliğini repoya yatırdığı bile söylendi. Ancak parti değiştirme hızı kadar çalışma temposuna sahip değildi. Son olarak ‘‘kulağım çınlıyor’’ ve ‘‘midem ekşiyor’’ gerekçelerini göstererek meclisten tüydüğü günlerde genç bir hanımla Marmaris'te görülünce başı belaya girdi. Temmuz ayında milletvekilliğinin düşmesi gündeme geldi ama bu haber yayına hazırlandığı sırada hala böyle bir olay gerçekleşmemişti. Fırıldak Kubi hala milletvekili!

Anneme sorsaydınız!

Boğaziçi'lerde öğretmiş; Amerika'larda okumuş, Türkiye'nin imajını en medeni hale getiren Sarışın Güzel Kadın-1'in, jetski hastası işadamı kocasıyla birlikte edindiği serveti yaşlı annelerinin yastık altında sakladığı ‘‘çıkın’’dan edinmiş olmasına inanmak mümkün müydü? Buna inanmak bir yana, bu çiftin hayatlarının herhangi bir döneminde kurdukları bir cümlede ‘‘çıkın’’ sözcüğünün geçmiş olması muhtemel miydi? Ama yaşlı insanlar böyle yaparlar, onlar öldükten sonra da trilyonları bulan paralar ‘‘tesadüfen’’ bulunurdu! Özer Çiller skandal olarak nitelemekten öte, katıla katıla gülmeyi gerektiren bu cevabı verdi ama ‘‘Aslında Tansu'nun annesi, ona sorun’’ diyerek sıyırdı. Peki Tansu Çiller ertesi gün ne dedi? Eğer hatırlamıyorsanız, sıkı durun, çünkü bu daha komik: ‘‘Keşke ölmeden anneme sorsaydınız!’’ dedi. (Ağustos başı)

Best of Çakıcı

17 Ağustos'ta bütün gazetelerde patladı fotoğrafı: Fransa'nın Nice kentinde yakalanmıştı! Bunca yıldır aranan, etrafında onca şaibe ve açık seçik suçlama dolaşan, devletin mi onu, yoksa onun mu devleti kullandığı bir türlü anlaşılamayan Çakıcı'nın son fotoğrafını görüyorduk. Beli düşmüş bermuda şortu, bağcıkları alınmış spor ayakkabılarıyla, bir ortaokul çocuğuna benziyordu. O canlı telefon bağlantılarındaki bitirim ses, bu bedenden mi çıkıyordu? Eski eşini, eski dava arkadaşını öldürtme emrini verdiğinde, çeşitli işadamlarını tehdit ettiğinde, yeraltı dünyasının krallarından biri haline geldiğinde de yüzünde bu yıkılmış, üzüntülü ve duygusal ifade mi vardı? Neredeydi o ‘‘karizma’’?

Tabii ki bunlar önemsiz ayrıntılar. Hatta her fırsatta kendisini milliyetçi-muhafazakâr olarak tanımlamasına rağmen yurtdışına kaçtıktan sonra ‘‘Hıristiyanlığın yayılması için misyonerlik yaptığı’’ iddiası, Selçuk Ural'ın ‘‘damadı’’ olması bile skandal değil. Asıl skandal(lar) az sonra ve hafta içi hergün... En önemlilerinden biri; kırmızı bültenle aranıyordu ama kırmızı pasaport taşıyordu!

Yakalandığında gelen ilk haber, üzerinden çok sayıda bant çıktığıydı ama kimse bu kadarını beklemiyordu doğrusu. Pek çok politikacının, işadamının yüzü o günlerde kireç rengiydi. Sürekli ‘‘Önemli şeyler

söyleyeceğim’’ diyen Çakıcı'nın üstünden çıkan bantlarda, o önemli şeylerin olduğu hemen anlaşıldı. Bantlar korumaya alındı ama ne koruma! Bir hafta sonra hepsi Türkiye'de taksi teyplerinden bile dinlenecek haldeydi. MİT karıştı, Emniyet Müdürlüğü birbirine girdi, Devlet Bakanı Eyüp Aşık istifa etti, eski bakan Meral Akşener sadece biraz zor durumda kaldı, Türkbank ihalesi durduruldu, İşadamı Korkmaz Yiğit derdest edilip hapse atıldı, Erol Evcil yurtdışına kaçtı, MİT'çi Yavuz Ataç Pekin'den Türkiye'ye geri çağırıldı, tefeci Nesim Malki cinayetinin altından polis-mafya işbirliği çıktı, bir günde 700 trilyonun el değiştirdiği anlaşıldı, Yılmaz, ‘‘Çakıcı devleti kullandı’’ diyerek devletin güçsüzlüğünü itiraf etti, Çakıcı'nın komutan tayinine bile karıştığını söyledi, Tansu Çiller yine döktürdü: ‘‘Bu kasetlerden bahsetmeyi sevmiyorum. Gelin bu defteri kapatalım...’’

Haberin Devamı

Ve ‘‘ne hale düştüğümüzü’’ asıl Çakıcı'nın Ecevit ve Baykal'a hitaben söylediği şu sözler gösterdi: ‘‘Siyasi kirliliği giderme fırsatını kaçırmayın!’’ Temiz toplumu savunmak kala kala ona kalmıştı. Çakıcı'nın bantları Gayya Kuyusu'na atılmış gibiydi. Kuyunun dibi de hala görünmüş değil! O şimdi

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!