Dünya tarihine atılmış bir virgül: Margaret Thatcher

Güncelleme Tarihi:

Dünya tarihine atılmış bir virgül: Margaret Thatcher
Oluşturulma Tarihi: Nisan 09, 2013 00:00

Dünya tarihine yön vermiş kadınlardan bahis açıldığında ve 20’nci yüzyıl söz konusu olduğunda aradan sıyrılıp öne çıkan bir isim Margaret Thatcher.

Haberin Devamı

Hayatını ülkesinin refahı ve dış politikadaki prestijini geri kazanmaya adamış bir kadın olarak yarattığı politikalar, özellikle 80’lerde sadece İngiltere’de değil, ABD ve Kanada başta olmak üzere Türkiye’yi de içine alan ülkelerde kökten değişikliklere neden olacak etkiler yarattı. Politikayı bıraktığı 1992’den sonra bile dünya politikasına bir cümlesiyle yön verebilecek güce sahip olan Thatcher’ın icraatlarının sadece kendi zamanına değil, geleceğe de damgasını vurduğu gerçeğinden hareketle GEO dergisi geçtiğimiz ay 20’nci yüzyılın bu simge kadınını sayfalarına konuk etti.

Hayata İngiltere’nin küçük bir kasabasında babasının bakkal dükkanının üstündeki evde başlayıp dünya tarihine yön veren bir politik figüre dönüşmek... Tarihte benzer hikayeler var. “Kadının yeri evidir,” savının yaygın şekilde kabul gördüğü savaş sonrası yıllarda erkekler tarafından yönetilen dünyadan ayrıkotu gibi sıyrılıp, erkeklere hükmeden kadın olmak... Buna da çeşitli mesleklerden üç-beş isim sayabiliriz. Fakat, gözden düşmüş ülkesinin ilk ve tek kadın başbakanı olup, taviz vermez politikası, doğru bildiğinden şaşmaz tutumu ve sağlam duruşuyla dünya politikasının nabzını tam 11,5 yıl elinde tutan, ülkesini yeniden bir süper güç konumuna sokan, kendinden sonra gelen tüm liderleri ve politikaları etkileyecek büyük dönüşümleri eli maşalı teyze tavrıyla gerçekleştiren ama asla bir diktatör olmayan; Gorbaçov’u destekleyerek Sovyetler Birliği’nin yıkılmasında önemli rol oynayan, Reagan ve Baba Bush yönetimleri üzerindeki tartışmasız etkisi sayesinde Ortadoğu’da agresif bir batı politikası izlenmesini sağlayan bu bakkal kızı kimdir sorusunun cevabı elbette Margaret Thatcher... Aristokrasinin, büyük titrlerin ve bu titrlerle elde edilen ayrıcalıkların simgesi Büyük Britanya İmparatorluğu, aslında diğer Avrupa devletlerine oranla daha fazla kadın yönetici yetiştirmiş bir ülke. Kraliçe I. Elizabeth, sonrasında ise Kraliçe Victoria, dünya politikasına damgasını vurmuş iki önemli milli kahraman. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra tüm dünyaya yayılan modern yaşam dalgasıyla yukarı taşınan eşitlik değerlerinin ve kendisi başbakan olmadan önce ülkesine hakim olan sosyalist politikaların bir yansıması olarak öne çıkma şansı yakalayan bu milliyetçi-muhafazakar halk kadını, kendisinin bile tahmin edemediği başarılara imza atarak, ülkesinin üçüncü en büyük kadın yöneticisi ve 20. yüzyılın en güçlü kadını olarak ismini tarih sayfalarına yazdırdı.

Haberin Devamı

Kırsalda yaşam
Tarih: 13 Ekim 1925... Yer: İngiltere kırsalındaki Grantham kasabası... (Kasaba deyip de küçümsemeyelim, Isaac Newton gibi bir dahinin sıralarından geçtiği King’s School bu kasabadadır.) Alfred ve Beatrice Roberts, ikinci çocukları Margaret Hilda’ya kavuştuklarında ilk çocukları Muriel 4 yaşındaydı. Mütevazı bir yaşantısı olan Roberts ailesi, baba Alfred’in işlettiği bakkal dükkanının üstünde yaşıyordu. Politikaya meraklı bir girişimci olan babaları tarafından sıkı birer metodist Hıristiyan ve anti sosyalist-muhafazakar görüşe bağlı yetiştirilen iki kız kardeş, okuldan kalan vakitlerini dükkanda babalarına yardım ederek geçiriyorlar, babalarının deyişiyle hayata kendilerini hazırlıyorlardı. Hep çok iyi bir öğrenci olan Margaret,  beş yaşındayken piyano çalmaya başladı.  Fen derslerine ilgi duymasına karşın, babasının politik konuşmalarını dinlemekten büyük keyif alıyordu. Margaret, küçük aile işletmesinin yönetimi yanında kilisede vaazlar veren, bir dönem de belediye başkanlığı yapan, kasabada oldukça popüler ve sosyal bir kişilik olan babasının yegane öğüdünü kariyeri boyunca her şeyin önüne koyacaktı: “Bir şeyi asla başkaları öyle yapıyor diye yapma, kendi yolunu bul ve doğru bildiğinden asla şaşma!” (1)

Haberin Devamı

Üniversite yılları
İkinci Dünya Savaşı’nın gölgesinde liseyi bitirdikten sonra, fen bilimlerine olan merakı sebebiyle kimya okumayı seçti. Bunun için Oxford Üniversitesi’nin Sommerville Koleji’ne başvurdu. Önceleri burs başvurusu geri çevrilmesine rağmen, başka bir öğrencinin kayıt yaptırmaması üzerine açılan kontenjanla istediği okula girdi. 1943 yılında doğduğu ve büyüdüğü kasabayı terk ederek Oxford’un yolunu tuttu. Kimya öğrenimi görmek onun politikaya ilgisini söndürmedi. Okuldaki ilk sömestrinde Oxford Muhafazakarlar Birliği’ne kayıt yaptırdı. 1946’da bu birliğin başkanı oldu ve tavizsiz muhafazakar bakış açısıyla okulda dikkat çekti. Winston Churchill’e olan hayranlığı üniversite yıllarında pekişti. Okul arkadaşları tarafından espri anlayışından uzak, sert ve ciddi tavırlı biri olduğu gerekçesiyle zaman zaman dışlandı. Daha sonraki yıllarda milletvekili ve bakan olarak yürüttüğü özel eğitim karşıtı kampanyalar yüzünden sık sık okul yönetiminden eleştiri alacak, 1985'te ise Oxford Üniversitesi, eğitim bütçesinde kısıntı yapması nedeniyle, Oxford mezunu başbakanlara geleneksel olarak verilen fahri doktora unvanını kendisine vermeyi reddedecekti. Thatcher’in bu hareketi pek de önemsemediğini varsaymak yanlış olmaz. Genel olarak solcu politik görüşü benimseyen okul yönetimi ve İngiltere’nin asil ve zengin ailelerinden gelen okul arkadaşları arasında kendisini yalnız hisseden Margaret Roberts, 1947 yılında onur derecesiyle okulu bitirdiğinde rahat bir nefes aldı ve politik kariyerini geliştirmek üzere kafasındaki planları uygulamaya koydu. Politikada başarılı olmak için hukukçu olmalıydı. (2)

Haberin Devamı

Şiire olan merakı üniversite yıllarındayken iyice belirginleşen Margaret Roberts, daha 11 yaşındayken kendisine hediye edilen bir kitapta okuduğu “Aziz Augustine’in Merdiveni” isimli şiirin bir kıtasından çok etkilenmişti:
Zirveye ulaşıp onu sahiplenen büyük adamlar/ Buraya doğrudan uçarak gelmediler/ Onlar, rakipleri uyurken/ Geceleri yukarı doğru tırmananlardı. (3)

Margaret, aynı şiirdeki gibi hayatının geri kalanında zirveye ulaşmak için az uyku, çok iş prensibini benimseyecekti.

Politikada ilk yıllar ve Denis
Mezuniyetin ardından kimya sektöründe iş bulmak için kolları sıvadı ve bu amaçla Essex Colchester’a yerleşti. BX Plastics firmasında erkek meslektaşlarından yüzde 12,5 daha az kazançla işe başladı. Yaşadığı kasabadaki Muhafazakarlar Derneği’ne başvurusu hemen kabul edilen Margaret Roberts bir arkadaşı vasıtasıyla, Kent’te bulunan ve o sıralarda parlamento seçimi için aday adayı arayan Dartford Muhafazakarlar Derneği’nin başkanıyla tanıştı. Başkan ve yöneticileri etkilemeyi başaran Roberts, Şubat 1948’de, henüz 23 yaşındayken Muhafazakar Parti’nin Dartfort’tan milletvekili adayı olarak ilk politik başarısına imza attı. 1950 ve 1951 seçimlerinde parlamentoya girmeyi başaramasa da Dartford’daki İşçi Partisi egemenliğini sarstı, oylarını düşürdü. Ocak 1951’de Muhafazakar Parti’ye resmi kabul gecesinde, partinin sadık destekçilerinden, işadamı Denis Thatcher’la tanıştı. Daha önce bir kez yine Margaret isimli bir kadınla evlenmiş ama kendisi savaştayken bozulan ilişkisi sebebiyle boşanmış olan Denis, Margaret’ten 10 yaş büyüktü. İkinci Dünya Savaşı’nda ülkesine hizmet etmiş, sağ kanadın finansörlerinden olan Denis Thatcher, tanıştıkları anda etkilendiği Margaret’in en büyük destekçisi olacaktı.
Bir yandan hukuk okuyan, diğer taraftan çalışan Margaret Roberts, 1951 Aralık ayında Bayan Thatcher oldu ve 1953 yılında ikiz bebekleri Mark ve Carol’ı doğurana kadar aralıksız çalışmaya devam etti. Aynı yıl hukuk eğitimini bitirip, vergi hukuku uzmanı olarak baroya girmeyi başardı. Bir süre çocuklarını büyütmeye odaklanan ve avukat olarak çalışan Thatcher, 1959 yılında adeta küllerinden doğdu ve Finchley’den milletvekili seçilerek parlamentoya girmeye hak kazandı.

Haberin Devamı

MT ve Patron
Annesi milletvekili seçildiğinde altı yaşında olan, yıllar sonra bir gazeteci olup anne ve babasının biyografilerine imza atan Carol Thatcher, politik kariyerinde her geçen gün yükselen annesinin her ne olursa olsun yokluğunu hiç hissetmediklerini söylüyor: “Önceleri bir kimyager olan annem, sonra avukat oldu. Avam Kamarası’ndaki 350 erkek milletvekiline karşın yalnızca 12 kadın milletvekilinin görev yaptığı parlamentoya girdiğinde hayatımız politik dalgalanmalarla değişmeye başladı. Buna rağmen dadılarımıza her gün düzenli talimatlar verip özel günlerimizde mutlaka yanımızda olmaya dikkat etti. Yaş günü pastalarımızı mutlaka kendi elleriyle yapardı. Hatta örgü bile örerdi.” (4)
 
Parlamentodaki ilk konuşmasında sıra dışı olarak yerel meclislerin toplantılarını halka açık yapması için çağrıda bulundu, bu teklif daha sonra kanunlaştı. 1961'de partisine karşı çıkarak sopanın bir ceza aracı olarak kullanılmasının kaldırılması için oy verdi. Erkek eşcinselliğinin suç olmaktan çıkarılmasını savunan az sayıdaki Muhafazakar Parti milletvekilinden biriydi. Kürtaja izin verilmesi yönünde oy kullandı. Öte yandan, idam cezasının kaldırılmasına karşıydı ve boşanmanın kolaylaştırılması için getirilen teklife karşı oy verdi. 1966'da İşçi Partisi'nin vergi siyasetine karşı yaptığı başarılı konuşmada, bu siyasetin "sadece sosyalizme değil, komünizme doğru atılan adımlar" olduğunu öne sürdü. 1967'deki gölge hükümette yakıttan, ulaştırmadan ve nihayet eğitimden sorumlu bakan oldu. (5)

Haberin Devamı

Margaret Thatcher’ın partisinde ve Avam Kamarası’nda dikkat çeken bir figürden halkın merak ettiği bir kadına dönüşmesi medya kuruluşlarının kendisini keşfetmesiyle oldu. Sivri dili, düşündüğünü kıvırmadan söyleyebilmesi ve İşçi Partisi’ne yönelttiği acımasız eleştirileriyle kuvvetli bir medya figürü haline geldi. Çeşitli televizyon programlarında halka seslenen Thatcher için bir imaj tasarımı gerektiğinde yakın arkadaşı Airey Neave ve televizyon prodüktörü Gordon Reece, öncelikle etkileyici bir hatip için fazla tiz olan ve heyecanlığında çatlayan sesini kontrol altına alması konusunda çalışmaya başladılar. Daha sonra kendisine uygun saç stili, kıyafetleri ve vücut dilini doğru kullanmak üzerine dersler aldı. Konuşmalarının metinlerini yazar Roland Miller yazmaya başladı. Bütün bu sistemin arkasında elbette eşi Denis vardı. Margaret’i adeta bir gölge gibi takip ederek eşinin politik kariyerinin her aşamasını dikkatlice tasarlayan Denis Thatcher, o yıllarda aile işini bir firmaya satmış, aynı firmaya danışmanlık yaparak, golf oynayarak ve rugby seyrederek vakit geçiriyordu. Karısının aksine asla medyaya demeç vermeyen Denis Thatcher, eşine evde, aile ve arkadaşlar arasında “Patron” ya da “MT” olarak hitap ediyordu.

Bakanlıktan başbakanlığa uzanan yol
Yeni imajıyla yolu daha da berraklaşan Thatcher, 1970 seçimlerinde uzun yıllardır ilk kez seçim kazanan Muhafazakar Parti bünyesinde, Edward Heath’in başbakan olduğu kabinede daha önce gölge bakanlığını yürüttüğü eğitim ve bilim bakanı olarak görev aldı. İlk icraatı, daha sonrakilerin adeta habercisiydi: kısıntı yapmak... Kariyeri boyunca çeşitli konularda, halkın tepkisine rağmen inatla pek çok konuda kısıntı yaptı. Bunların ilki, 7-11 yaş arasındaki çocuklara verilen bedava süt hizmetini kaldırmak oldu. Bu icraat, aynı zamanda gelecekte kendisine takılacak pek çok takma ismin ilkini almasına neden oldu: Süt Hırsızı. (Thatcher Thatcher, Milk Snatcher!) Bakanlığı süresince devlet eliyle eşit eğitim veren liselerin yaygınlaşması, verilen eğitim kalitesinin yükseltilmesi üzerine çalışmalarda bulundu. Bu davranışı da özel okulların tepkisiyle sonuçlandı.

Önce milletvekilliği sonra bakanlık yaptığı dönemde çok kez dile getirdiği; “En azından benim hayatım süresince İngiltere’ye bir kadın başbakan geleceğini hiç sanmıyorum” (6) sözlerini haksız çıkaracak olaylar dizisi ateşlendiğinde tarih 1975’ti. 1974 genel seçimlerini kaybeden Edward Heath’e, parti içinde sözü geçen Airey Neave gibi yakın arkadaşlarının desteğiyle meydan okuyan Margaret Thatcher ilk oylamada partisinin başına geçti ve muhalefet lideri olarak konumunu güçlendirdi. Bu görevin yetkisiyle uluslararası platformda etkileyici konuşmalar yapmaya başlayan Thatcher, soğuk savaşın hakim olduğu o yıllarda Sovyetler Birliği’ne ağır eleştiriler yönelterek dış politikayla ilgili stratejilerini sağlamlaştırdı. 1976 yılındaki bir konuşmasında sarf ettiği “Sovyet Politbürosu halk ne düşünürse düşünsün, dünyada bir süper güç olabilmek adına silahı tereyağından üstün tutuyor. Biz ise her şeyi silahlardan üstün tutuyoruz” cümlesi, Sovyet resmi yayın organı Kızıl Yıldız’ın kendisine haddini bildirmek amacıyla Demir Leydi lakabını takmasıyla sonuçlandı. Sovyetlerin tahminlerinin aksine bu lakabı severek benimseyen Thatcher, yıllar sonra parlamento binasına yapılan bronz heykelini bile, “Demirden yapılsa daha iyi olurdu” şeklinde eleştirmiştir.

1979’da hem iç dünyasını, hem de gelecekteki iç politikalarını derinden etkileyecek bir olay yaşadı. 70’lerde bombalı saldırılarıyla öne çıkan IRA, Thatcher’ın büyük destekçisi olan milletvekili ve İkinci Dünya Savaşı kahramanı Airey Neave’e bir suikast düzenledi. Arabasına koyulan bomba sonucu hayatını kaybeden Neave’in ardından Thatcher, IRA konusunda iyice katılaştı ve başbakanlığı sırasında 1981 yılında Kuzey İrlanda’da bulunan bir hapishanede cezalarını çeken IRA suçlularının siyasi mahkum hakları istemelerine ve bu amaçla düzenledikleri açlık grevine kulak asmadı. Zaten genel olarak grevlere alerjisi olan Thatcher’ın inatçılığı 10 mahkumun ölmesine yol açtı. Ancak bundan sonra mahkumlara bazı sınırlı haklar tanındı.

Ve Başbakan MT...
1979 Mayıs’ında Neave’in ölümünden bir ay sonra Margaret Thatcher, John Callahan kabinesinin güvenoyu alamamasıyla, kendini haksız çıkarırcasına Birleşik Krallık’ın ilk kadın başbakanı olarak tarihe geçti. Downing Street 10 numara olarak bilinen başbakanlık konutuna taşındığında çocukları Mark ve Carol, kendilerine başka ülkelerde kariyerler edinmişlerdi. Eşi Denis ve kendisinin pek fazla şeye ihtiyaç duymadığı fikrinden yola çıkarak taşınır taşınmaz ilk tasarrufu başbakanlık konutunun gereksiz bulduğu servislerini iptal etmekle yaptı: “Çok fazla çarşafa gerek yok, sadece iki kişiyiz,” ya da “Yeni ütü masası almak lüzumsuz, ben kendi ütü masamı getiririm,” gibi cümleleri 2012 yılında halka açıklanan devlet kayıtlarında yer alıyordu. (7)

Thatcher başbakan olduğunda yüzde 22’lik bir enflasyon, yüksek vergi oranları, ülkenin yer yerinden, her kesiminden yükselen grev çığlıkları ve geri kalmış endüstri yatırımlarıyla karşı karşıya kaldı. İkinci Dünya Savaşı’ndan diğer ülkeler kadar yara almayan İngiltere’de endüstri, ülkelerini savaş sonrası yeni yapılanmalara sokan diğer Avrupa ülkelerinin gerisinde kalmıştı.

Margaret Thatcher’ın 11,5 yıllık yönetimi esnasında yürüttüğü politikaların altyapısını anlamak için İngiltere’de savaş sonrası ekonomik ve politik gelişmelere bir göz atmak gerekiyor.

Savaşı Winston Churchill başkanlığında kazanmasına rağmen İngiliz halkı, savaş biter bitmez Muhafazakar Parti yerine İşçi Partisi’ne görev verdi. Dünyada özgürlükçü/eşitlikçi bir anlayış olarak yayılan ve yandaş kazanan sosyalizmin etkisiyle özel sektör öldürüldü, tüm büyük işlevli fabrikalar devletleştirildi. Ustası kabul ettiği Winston Churchill’in 4 Haziran 1945 tarihli konuşması, Margaret Thatcher’ın düşünceleriyle bire bir örtüşüyordu. “Sosyalizm, İngiltere’nin özgürlük anlayışına hitap eden bir sistem değil. Bu rejimde herkesin itaat etmesi beklenen bir devlet var. Normal bir vatandaş ya da Kral’ın sadık bir hizmetkarı; kime nerede çalışacağını, ne iş yapacağını, nereye gideceğini, neyi söyleyip neyi söyleyemeyeceğini, neyi sahiplenebileceğini söyleyecek ve çocuklarının nasıl bir eğitim alacağına onlar adına karar verecek bu sisteme karşı çıkabilecek mi? Sosyalist bir devlet karşıt görüşleri kaldıramaz. Politik polis olmadan asla sosyalist bir sistem yaratılamaz. İşçi Partisi üyeleri gelecekte bir çeşit Gestapo’ya dönüşmekten kendilerini kurtaramayacaklar.”

Churchill’in uyarılarına rağmen 1950’de yeniden iktidara gelen İşçi Partisi eliyle bir sosyalist ülkeye dönüştürülen İngiltere, genlerine aykırı bu yaşam biçimini yıllarca destekledi. İçine kapalı bir ekonomiye dönen ülke, kısa zamanda darboğazla, işsizlikle ve enflasyonla mücadele etmeye başladı. Aynı politikalar sebebiyle dış politikadaki hakimiyeti de düşen ülkede eski parlak günleri özleyen muhafazakarlar ve onların görüşleri güç kazanmaya başladı. İşte bu dönemde daha başbakan olmadan Demir Leydi lakabını almış olan Margaret Thatcher, ülkesindeki açıkları net bir şekilde belirleyip birer hareket planı oluşturma ve bunları uygulama konusundaki kararlılığıyla, hep on ikiden vuran şaşmaz içgüdüleriyle erkek meslektaşlarına fark atacak adımlar atıp başarıyı yakaladı. Thatcher öncelikle kendisinden önceki sosyalist parti rejimlerinin hedeflediği Sosyal Refah Ülkesi kavramına savaş açtı. Bunu rekabetçi pazar ve özelleştirme atılımlarıyla destekledi. 1980’ler Türkiye’sinde de Özal eliyle bire bir uygulanacak olan politik-ekonomik stratejileriyle kendi ülkesinde de çok tartışılan, bazı kesimler tarafından çok sevilen, diğerlerinin nefret ettiği bir lider haline geldi. Özellikle hükümetleri her fırsatta grevlerle tehdit eden ve ülkeyi sarsan sendikaların elindeki gücü kırmak, devleti güçlendirmek üzerine bir politika yürüttü. Bu sebeple işçi kesiminin büyük tepkisini çekerken, grevlerden yılmış hizmet alan kesim bu uygulamaları destekledi. Yeni teknolojik yatırımlar yapması için özel sektörü desteklese de her şeyi devletten bekleyenlerin sayısı da az değildi. Özelleştirilen kurumlardaki yenilenme çalışmalarının yavaş ilerlemesi sebebiyle ülkenin üretim seviyesi 1982’de yaklaşık yüzde 30 düşmüş, işsizlik 3 milyonu bulmuştu. Thatcher’ın politikaları 1978’de İşçi Partisi’nden devraldığı ülkeyi daha büyük bir kaosa sürüklemişti.

FALKLAND SAVAŞI
1983’te yapılacak genel seçimlerinde kazanma şansı çok düşük görünen Margaret Thatcher’a yardım, çok uzaklardan, Güney Atlantik’ten geldi. Arjantin'in güneydoğu kıyıları ve Macellan Boğazı’na 500 km. uzaklıktaki Falkland Adaları, stratejik konumu sebebiyle Arjantin’in üzerinde hak iddia ettiği bir Birleşik Krallık sömürge devletiydi. 80’lerin başında burada petrol bulunması iki devlet arasındaki gerginliği kızıştırdı. 1982 yılı başında kendisini İngiliz vatandaşı addeden adalarda yerleşik 1800 kişi, 2 Nisan sabahı Arjantin cunda yönetiminin başı General Galtieri önderliğindeki işgalle uyandılar. Aynı sabah haberi alan Margaret Thatcher kendi deyimiyle “hayatının en kötü anını yaşadı.”(8)

İktidara geldiği günden beri ülkesinin dış politikadaki rolünü güçlendirmek için uğraşan Thatcher için bu durum tam bir kabustu. Danışmanlarının tavsiyesi, asla zamanında oraya ulaşamayacakları, muhtemel bir savaşı bu kadar uzaktan yürütecek maddi manevi güçlerinin olmadığı ve bu sebeple işi oluruna bırakması yönündeydi. Fakat dış politika için harcadığı zaman ve çabaların ölmesine izin vermeyen; İngiltere’nin bu işgale yanıt vermemesi durumunda tüm dünyaya yayılan İngiliz topraklarını (İngiliz Milletler Topluluğu) sadece kağıt üzerinde elinde tuttuğu, hiçbir askeri gücünün olmadığı algısını yaratacağına inanan Thatcher, çok büyük bir risk alarak adalara askeri güç gönderme kararı aldı. Birleşmiş Milletler’in istilayı kınamasının ve iyi ilişkiler kurduğu Ronald Reagan hükümetinin eliyle ABD’nin desteğini açıklamasının hemen ardından yola çıkan İngiliz Deniz Kuvvetleri 20 gün sonra Falkland Adaları’na ulaşıp Arjantin askerlerini adadan çıkardığında Thatcher, asla kendisini yanıltmayan içgüdülerine güveni artarak ve güçlenerek ayağa kalktı. Haziran ortasına kadar süren savaşta kamuoyunun desteğini alan ama her kayıpta üzerine biraz daha yük binen Thatcher, savaşta ölen 255 İngiliz askerinin aileleriyle özel olarak ilgilendi. Savaş İngiltere lehine sonuçlansa da iki taraftan verilen kayıplar uzun süre basını meşgul etti. Arjantin tarafında da 655 kişinin ölümüyle sonuçlanan savaş sonunda General Galtieri ülkesinde tutuklanırken, Thatcher bir sonraki seçimlerde iktidarı garantiledi.

BÜYÜK GREV
Margaret Thatcher’ın Falkland Savaşı sonrasında kamuoyunun büyük desteğiyle yeniden seçilmesinden memnun olmayanlar da az değildi. Özellikle sendikalara karşı yürüttüğü sert politikalar sebebiyle işçilerin tepkilerini alan Thatcher’a karşı çeşitli sendikalar, grevler düzenledi. Bunlardan en önemlisi, 1984-85'te Milli Madenciler Sendikası'nın düzenlediği grevdi.
1972’de gerçekleştirilen benzer grevde yaşanan elektrik kesintisi ve sonuçlarından ders alan Thatcher, greve hazırlıklıydı ve önceden stokladığı kömür sayesinde ülkede elektrik kesintisi olmadı. Buna şaşırıp sinirlenen işçiler, greve katılmayan arkadaşlarına şiddet uygulayıp da basına malzeme verince, Thatcher için işler kolaylaştı. Bir yıl süren grev sonucunda sendikalar hiçbir kazanım elde edemedi. Grevin sona ermesinin ardından 15’i hariç tüm ocaklar kapatıldı, kalanlar da kendisi iktidarda olmasa bile Thatcher politikalarının devamı olarak 1994’te özelleştirildi.

IRA YİNE İŞ BAŞINDA
Ertesi gün Muhafazakar Parti kongresinde yapacağı konuşmanın son rötuşlarını yapan İngiltere Başbakanı,13 Ekim 1984 sabaha karşı 02.45’te, kaldığı otel odasının banyosunda patlayan bombadan kıl payı kurtuldu. Patlamada içinde yakın arkadaşlarından bazılarının bulunduğu beş kişi öldü, 35 kişi yaralandı. Thatcher, aynı gün basına verdiği demeçte kendisinin veya devletin teröristler tarafında durdurulmasının mümkün olmadığını, kongrenin ertesi gün programa uygun olarak yapılacağını belirtti. Böylelikle IRA’yı ve vukuatlarını adam yerine koymaz tavrını güçlendirmiş, iç ve dış politikada takdir kazanmış oluyordu.

Thatcher'ın siyasi ve iktisadi felsefesi, serbest pazar ve girişimcilik üzerine kuruluydu. İktidara geldiğinde, deneysel mahiyette, küçük bir kamu işletmesini işçilerine satmış ve çok olumlu tepkiler almıştı. 1983 seçimlerinden sonra hükümet daha cesur hareket etti ve British Telecom'dan başlayarak 1940'lardan beri kamu mülkiyetinde olan pek çok büyük işletmeyi elden çıkarttı. Halkın yaygın bir kesimi satılan hisseleri aldı, ne var ki çoğu kişi kısa sürede kâr gerçekleştirmek için hisselerini sattı. Sol siyasetçilerin şiddetle karşı çıktığı özelleştirme politikası, Thatcherizm'le birlikte anılır oldu. Hisse senetlerinin tabana yayılması, bu politikaya destek verenler tarafından halk kapitalizmi olarak adlandırıldı. (9)

"Sendikaların yenilmesi ve özelleştirme, Margaret Thatcher'ın en büyük başarılarından birini oluşturur. Bunun etkisi, çalışan sınıfın büyük kesimlerinin muhafazakar saflara geçmesi olmuştur. Thatcher, onlara orta sınıf ideallerini aşılamış, halk kapitalizmini ve bir hissedar demokrasisinin başlangıcını yaratmıştır." Sir Boyson

DIŞ POLİTİKADA MT
İktidarda olduğu süre içinde ABD Başkanlarıyla siyasi ve kişisel arkadaşlık ilişkileri kurmayı başaran Thatcher, 1979-1990 arasındaki görevi sırasında ABD ile ortak yürüttükleri politikalar sayesinde dış politikada kendine sarsılmaz bir yer edindi. Soğuk Savaş’ta Reagan ile birlikte agresif bir tutum izledi. Ülkesinde Amerikan Cruise füzelerinin konuşlanmasına izin verdi. Bununla birlikte Sovyet rejimini yıkmak için elinden geleni yaptı. Amacını gerçekleştirmesinin yakın olduğunu sezerek yenilikçi, modern lider Gorbaçov’a tam destek verdi. ABD’nin de bunu desteklemesini sağladı. Gorbaçov’un iktidara gelmesinden kısa süre önce sarf ettiği ünlü "Bay Gorbaçov'u sevdim. İş yapabileceğim birisi,” cümlesi, Sovyetler’deki değişim rüzgarlarının habercisiydi. 1991’de bu ülke tamamen yıkılana kadar konuyla ilgili çalışmalarını sürdürdü. Gorbaçov’un gelmesiyle birlikte yumuşayan ilişkiler, tüm dünyayı nükleer savaş tehdidinden koruduğu için herkes halinden memnundu.
Dış politikada zaman zaman kendi kurmaylarını, hatta NATO’yu bile umursamaz tavırlarıyla dikkat çekti. 1986’da NATO’nun tüm itirazlarına rağmen ABD’nin Libya’yı vurmasını destekledi. Libya’yı vurma işinin Thatcher’ın bizatihi kararı olduğunu düşünmek yanlış olmaz. Birleşik Krallık’ın çıkarları için başka ülke başkanlarını manipüle etme kabiliyeti sayesinde hem ana eleştiriyi kendisi almıyor, hem de bu işten ülkesini karlı çıkarıyordu.
1987’de İngiltere’de halkın, 160 yıldır ilk kez bir başbakana üst üste üçüncü kez görev vermesiyle Thatcher, dünya tarihinin en güçlü kadın figürleri arasına girdi. Yıllar geçtikçe başbakan kimliğini iyice benimseyen ve bunu asla bırakmayacakmış gibi bir halet-i ruhiyeye bürünen Thatcher, yavaş yavaş kendi kabinesi içinde düşman toplamaya başladı. Buna sebep olan en önemli olay, sonuçlanmış bir savunma ihalesinde araya girip İtalyanlar yerine Amerikalıların işi almasını sağlaması oldu. Savunma Bakanı Michael Heseltine’in istifası ve o andan itibaren Thatcher karşıtı hareketine başlamasıyla sonuçlanan olay, Thatcher’a düşündüğünden çok daha pahalıya patlayacaktı.

İKTİDARDAN DÜŞÜŞ
1989 yılında başbakanlığının 10. yılını devirdiğinde, ülkede ve kendi kabinesinde yükselen sert eleştirilere kulak veren kocası Denis, kendisine görevinden çekilmesini öğütledi. Ama patron, “Daha yapması gereken çok iş olduğu” gerekçesiyle eşinin bu öğüdünü dinlemedi. Carol Thatcher A Swim-on Part in the Goldfish Bowl isimli kitabında babasının 1989’da annesinin arkasından kendisine “Bir yıl içinde o kadar anti-popüler olacak ki, biz bile inanamayacağız,” dediğini yazar. O yıllarda Margaret’in kendi kabinesiyle savaşmasına sebep olan konu, Avrupa Birliği’nin para politikalarına karşı durması, Euro’ya geçmeyi reddetmesi ve Sterling’e bağlı kalması gerektiğini savunmasıdır. Britanya Krallığı’nın Avrupa Birliği’nden kazançla değil, zararla çıkacağını düşünüyordu.
Bununla birlikte, daha önceleri kazanç ve mal varlığı oranlarına göre dağılımı yapılan vergilendirme sisteminin herkesten eşit vergi alınması şekline dönüştürülmesi, halkın yoğun tepkilerine sebep oldu. Hazine Bakanının da istifası, Thatcher karşıtı hareketi güçlendirdi. Eşinin öngörüsü gerçek olmuştu. 1990 yılı sonunda Margaret Thatcher, halk eliyle değil ama kendi kabinesi tarafından düşürüldü. Başbakanlık elinden alınsa da pes etmedi ve kendi adayı John Major’un koltuğa oturmasını sağlayarak ülkede Thatcher politikalarının devamını garantiledi. Daha sonra verdiği röportajlarda şu sözleriyle dikkat çekecekti: “İşçi Partisi’nin asla yapamadığını bana kendi partim yaptı: Beni yendi.”

İKTİDAR SONRASI YAŞAM
1991 yılında baronet unvanı verilen Denis’in ardından 1992’de Margaret, barones unvanıyla ödüllendirildi. Bu, 1965 yılından beri kraliyet ailesi dışındaki kişilere verilen ilk aristokrasi unvanıydı. 1992’de 66 yaşındayken Avam Kamarası’ndan istifa etti ve Philip Morris’te danışman olarak çalışmaya başladı. Ülkesinde ve Amerika’daki bazı üniversitelerde yöneticilik yaptı. 2003 yılında eşi Denis’i kaybetmesine kadar verdiği çeşitli demeçlerle dünya politikasını etkilemeye devam etti. 26 yaşında evlendiği büyük aşkının kaybı onu derinden sarstı ve içine kapandı. 2000’lerin başından itibaren baş gösteren hafıza zayıflığı rahatsızlığı eşini kaybetmesinden sonra her geçen gün arttı. Tam 52 yıl hayata birlikte sarılan çiftin birbiri için söylediği sözler, dünyanın en güçlü kadınının arkasındaki gücü; “sevgi”yi çok iyi tanımlar nitelikte. “Tam 40 yıl boyunca bu dünyadaki gelmiş geçmiş en değerli kadınla evliydim. Karşılığında verebildiğim, küçük de olsa sevgi ve sadakatti.” (Denis Thatcher) “Sadece Denis ve ben varız. O olmadan asla başaramazdım.” (Margaret Thatcher) Margaret ülkesini yönetmeye o kadar alışmıştı ve bu aile içine de o kadar derin şekilde yansımıştı ki, 80’lerde evleneceği kızı eve getiren Mark, annesini müstakbel eşine “başbakan” olarak takdim etmişti: “Başbakan, bu Diane Burgdorf…” (10)

Buna rağmen evinde hiçbir zaman bir aşçısı olmayan, her akşam dondurulmuş yiyecek bile olsa, mutlaka kocasına yemek yapan Margaret, (11) aslında bu anlamda zıtlıklarıyla da ilham verici bir kadın. Kamuoyunda annesinin dizinin dibinden ayrılmayan, sözünden çıkmayan şımarık erkek çocuğu olarak tanınan Mark, ve -Thatcher’ın politik kariyeri yüzünden- ülkesinde gazeteci olarak kariyer yapamadığı için hayatını Avustralya’da kazanan Carol’ın annesi, evde çocuklarının kıyafetlerini yıkayıp ütüleyen, çalışmak için eve davet ettiği kabine üyelerine yemek yapan kadın olarak düşünüldüğünde 20. yüzyılın en güçlü kadınına eksileri ve artılarıyla hayran olmamak elde değil. Ya çok sevilen ya nefret edilen bir kişi olmanın getirdiği dengesizlikleri kendi içinde aşabilmiş, kendiyle barışık, güvenli, şahsına münhasır, doğru bildiğini savunan yapısı, tam da gereken yerlerde ortaya çıkan kadınsı içgüdüleri ve anne tavırlarıyla Margaret Thatcher, hiç şüphesiz sadece kendi zamanı ve ülkesini değil, geleceği ve başka ülke politikalarını etkilemiş, kitlesel değişim dönüşüm süreçlerini başlatmış, kendi adıyla anılan (Thatcherizm) bir ekonomik/politik görüş yaratmış, dahası bunu uygulamış bir lider olarak anılacak.

“Güçlü olmak, bir hanımefendi olmaya benzer. Öyle olduğunu iddia ediyorsan, değilsindir.” Margaret Thatcher


Referanslar:
1. Thatcher, Margaret, The Path to Power, 1995
2. Campbell, John, The Iron Lady
3. Longfellow, Henry Wadsworth "The Ladder of St. Augustine"
4. Thatcher, Carol A Swim-on Part in the Goldfish Bowl
5. Vikipedi Margaret Thatcher maddesi www.wikipedia.com
6. Thatcher, Margaret, The Path to Power, 1995
7. Margaret Thatcher Iron Lady Archives: Former PM Offered To Use Own Ironing Board At Downing Street, Huffington Post UK, 2011
8. Katz, Gregory, The worst moment of her life, Associated Press, 2012
9. Vikipedi Margaret Thatcher maddesi www.wikipedia.com
10. “My husband Mark is an arrogant womanizer and a mummys boy” Diane Burgdorf röportajı The Telegraph haberi, 2006www.telegraph.co.uk
11. “Thatcher’ı oynamak acı vericiydi” Meryl Streep röportajı, Tempo Dergisi, 2011 www.tempodergisi.com.tr

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!