DÄ°KTATÖRLERÄ°N ORTAK KÂBUSU:Ä°NSAN HAKLARI Ä°nsanoÄŸlu kendini bildi bileli bir takım deÄŸerlerin peÅŸinden koÅŸar, onları tanımlamaya ve sahiplenmeye çalışır.

Güncelleme Tarihi:

DİKTATÖRLERİN ORTAK KÂBUSU:İNSAN HAKLARI İnsanoğlu kendini bildi bileli bir takım değerlerin peşinden koşar, onları tanımlamaya ve sahiplenmeye çalışır.
Oluşturulma Tarihi: Kasım 27, 2000 00:00

DÄ°KTATÖRLERÄ°N ORTAK KÂBUSU:Ä°NSAN HAKLARI Ä°nsanoÄŸlu kendini bildi bileli bir takım deÄŸerlerin peÅŸinden koÅŸar, onları tanımlamaya ve sahiplenmeye çalışır. Bu deÄŸerlerin "tüm bireyler" için geçerli olması gerektiÄŸini düşünür ve bu uÄŸurda varını yoÄŸunu ortaya koyarak mücadele verir. Mücadele konusu olan deÄŸerlerin başında da insan hakları gelir. En ÅŸiddetli çekiÅŸmelerin, kavgaların insan hakları konusunda yaÅŸandığını görüyoruz. Ä°nsan haklarının siyasi otorite tarafından benimsenmesini savunan görüşün elbette muhalifleri de her devirde mevcut olmuÅŸtur. Ancak savunanların da çok sık içine düştüğü bir çeliÅŸki vardır ki o da bu hakların, yalnızca kendi dinlerinden ya da milletlerinden vs. olanlara bahÅŸedilmesi gerektiÄŸidir. Yani onlar için "tüm bireyler" lâfı kendi coÄŸrafyalarında yaÅŸayan insanlarla sınırlı bir evrenselliÄŸi ifade etmektedir. Böylelikle insan hakları, insanlık tarihi kadar eski ama 'herkesin sahip olmaması gereken bir lütuf' ÅŸeklinde algılanagelmiÅŸ bir olgu hüviyetinde günümüze kadar ulaÅŸmıştır. Ä°nsan haklarına en az sıcak bakan kesim elbette ki yöneticiler olmuÅŸtur. Ä°nsan hakları yöneticiler için çok zaman bir dert kaynağı olmaktan ileri gidememiÅŸtir. Özellikle demokrasi öncesi dönemlerde tek adamın idareyi elinde tuttuÄŸu zamanlarda, idarecinin her konuda olduÄŸu gibi insan hakları konusunda da cimri davrandığını görüyoruz. Böyle toplumlarda, idarecinin iktidarının kudreti ile halkın bastırılmış hakları arasında yaÅŸanan -gizli ya da açık- sürekli bir gerginliÄŸin mevcut olduÄŸunu görmekteyiz. Bu gerginliÄŸin had safhaya ulaÅŸtığı, bir baÅŸka deyiÅŸle idarecinin halkın en temel haklarını bile hiçe saydığı durumlardaysa bir halk isyanı er ya da geç baÅŸ gösteriyor. GeçmiÅŸteki örnekleri (derebeylikleri, Fransız Ä°htilali öncesi durum vs.) göz önüne aldığımızda, örneÄŸin günümüz Afganistan'ındaki kadınların new age köleliklerinin bir halk isyanı ile sona ereceÄŸini düşünmek yanlış olmaz kanısındayız. DÄ°N VE Ä°NSAN HAKLARI Az önce insanların, 'insan hakları' denildiÄŸinde, bu hakkın genellikle, sadece kendilerinden olanlara verilmesi gereken bir deÄŸer olduÄŸunu düşündüklerini söylemiÅŸtik. Bu tür ayrımcı düşüncelerde ırk, vatandaÅŸlık gibi kriterlerin yanı sıra belki de en baÅŸta gelen ayrımcı öğenin din olduÄŸunu söylemek abes olmayacaktır. Din bu ayrımcılığı körükleyen hususlardan biri olmuÅŸtur tarih boyunca. Ä°nananların hakları korunmuÅŸ fakat inanmayanların daha doÄŸrusu baÅŸka bir inanca mensup bulunanların insan haklarından hiç dem vurulmadığı gibi onların bu haklara sahip olmaları önlenilmeye çalışılmıştır. Haç'ın Hilal ile, Budizm'in Hinduizm ile , müminin kafir ile hatta bir bakıma dinin laiklik ile bu baÄŸlamda amansız bir mücadele içine girmiÅŸ olduÄŸunu görüyoruz tarih sayfalarında. Hatta günümüzde bile, insanlığın ulaÅŸmış olduÄŸu uygarlık ve refah düzeyine raÄŸmen benzer mücadelelerin süregeldiÄŸine kendi gözlerimizle ile tanıklık etmekteyiz. Mikro dünyalar arasındaki bu kutuplaÅŸmanın derinleÅŸmesi yolunda büyük gayretler sarf edilmiÅŸ ve edilmekte. Hıristiyan ve Müslüman din alimleri, tarih boyunca, görünemeyen, bilinemeyen ve tüm kainat üzerinde mutlak söz sahibi olan tek bir yüce Ä°lah'ın varlığını vurgulayan pasajları kutsal kitaplarından çıkarıp birbirleriyle yarıştırdılar. Yarıştırdılar da ne oldu? Dünyanın "Biz ve onlar" ÅŸeklinde bölünmesine yol açtılar. Avrupa'nın büyük filozoflarından Hume, Hegel ve Kant, olaÄŸanüstü entelektüel güçlerini, bazı insanların daha çok bazılarının ise daha az insan olabileceklerini öngören bir varsayımdan yola çıkarak, insanları hakları olanlar ve hakları olmayanlar ÅŸeklinde gruplandırmakta kullandılar. Din ve ticaret de, yeni bilimsel teorilerin iteklemesiyle insanlar arasında benzer bir ayrıma yöneldi. Ä°nsanlığın iki gruba bölünmesi böylelikle tamamlanmıştı. Dünyanın aklını başına alması için çok uzun bir zaman ve Hitler'in sahneye çıkması gerekecekti. Hitler, faÅŸizm ve bu ikisinin çocuÄŸu olan soykırım, dünya liderlerini, insanlığın gerçek deÄŸeri üzerinde düşünmeye sevk etti. Hitler'in savunduÄŸu arî ırk kavramı aslında çok eskiden beri var olan bir kavramdı ama bu derece belirgin ve kuvvetli bir biçimde ortaya çıkmamıştı daha önce. 1945'te toplanan Yalta Konferansı'nda bir araya gelen muzaffer ülkelerin liderleri bu soru ışığında insanlığın içindeki ayrımın giderilmesi konusunda çok önemli bir adım attılar. Milletler Cemiyeti'nin kurulmasına Yalta'da karar verildi. Artık insanlığın kaderinin yeniden gözden geçirilmesi zamanıydı ve Yalta Konferansı'nda alınan kararlar bu kaderi ileride belirleyecek olan bir çok yanıtı içerisinde barındırıyordu. Ä°lk somut adım olarak yeni bir düşünce tarzının oluÅŸturulmasına giriÅŸildi. Yakın geçmiÅŸin acı tecrübelerini silmeyi hedefleyen Milletler Cemiyeti, Evrensel Ä°nsan Hakları Bildirgesi'ni yayınladı. Bu bildirge ile, ayrım gözetilmeksizin tüm insanlar için evrensel hakların mevcudiyeti kabul edilmiÅŸ ve güvence altına alınmış oluyordu. Bu, aslında gerek tek gerekse çok tanrılı dinlerin kutsal kitaplarında da sık rastlanılan bir olgudur. Ancak kutsal kitaplar bu olguya biraz üstü kapalı, göreceli, babaerkil bir formda yaklaşırlar. Tam bir açıklık ile konuyu sunmaz, müphem kalmayı yeÄŸlerler. Nijerya yerlileri arasında yaygın olan bir dinin kutsal kitabında ÅŸunlar yazılıdır: "Ä°nsanoÄŸlu yeryüzüne erdem getirmek için seçilmiÅŸ canlıdır. Her ÅŸeyin bilgisini bilmek, daima esenlik ve mutluluk içinde, kaygılardan ve düşman korkusundan uzak yaÅŸamak onun temel arzusudur." Ä°nsanlık, bu öğretinin gerçekleÅŸtirilmesi için uzun çaÄŸlar boyunca büyük mücadeleler verdi. Bu öğretinin özü, hem çok köklü hem de çok taze bir nitelik taşımaktadır. Öğretinin gerçek anlamda hayat bulması ise Fransız Ä°htilali ile olmuÅŸtur. Ancak Fransa'da bile bazı aykırı hareketler ile karşılaşılmıştır. ÖrneÄŸin Napolyon'un kölelik kurumunu yeniden getirmesi insan hakları kavramının özüne taban tabana zıt bir uygulamaydı. Yine de bu kavramı kutsal bilip buna göre hareket eden çevreler de vardı. ÖrneÄŸin köleliÄŸin -ama sadece ticari bir takım çıkarları için deÄŸil- insanlık adına kaldırılmasını savunan idealist kesimlerin itici gücü iÅŸte bu kavram olmuÅŸtur. Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi'nin temelinde yatan ilkeler Fransız Ä°htilali'nin dünyaya getirmiÅŸ olduÄŸu evrensel ilkelerdir. Ancak Amerikan versiyonunun savunduÄŸu "Herkes eÅŸit yaratılmıştır ve Yaratıcı tarafından kendisine, elinden alınması mümkün olmayan bir takım haklar verilmiÅŸtir" ilkesi bugün bile tam anlamıyla hayata geçirilebilmiÅŸ deÄŸildir. Ä°nsan hakları tüm diktatörlerin ana meÅŸgalesi ya da daha doÄŸru bir ifade ile kabusu olmuÅŸ bir konudur. Gerek sivil gerekse askeri diktatörler, insanların ellerinden bu kutsal hakları alabilmek için her türlü baskı, terör, zulüm ve iÅŸkenceyi uygulamaktan sakınmamışlardır. Yine bu kavram, yüz milyonlarca insanın yaÅŸamını olumlu anlamda kökünden deÄŸiÅŸtirmiÅŸ ve yüz milyonlarca insanı daha özgürleÅŸtirmek üzere tetikte beklemektedir. Bir kiÅŸinin özgürlüğünü tüm insanlığın özgürlüğüne baÄŸlayan, hangi dine, millete mensup olursak olalım her birimiz için en kutsal deÄŸerlerden biri niteliÄŸini taşıması gereken, sahiplenmemiz ve korumamız gereken kavramlardan biridir insan hakları. The Guardian'dan Çeviren: Levent Göktem - 27 Kasım 2000, Pazartesi Â
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!