CIA bile atladı

Güncelleme Tarihi:

CIA bile atladı
Oluşturulma Tarihi: Şubat 19, 1998 00:00

Türkiye'nin çok kritik günler geçirdiği Körfez Savaşı sırasında dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın en yakınında Başdanışmanı olarak görev yapan Engin Güner, hiç bilinmeyen gizli olayları açıklıyor ve Körfez krizinin yeniden tırmandığı bugünlerde tarihe ışık tutuyor. O dönem, Özal'ın en zor anlarında sürekli yanında olan Güner bugün, bu olayın çok daha büyük boyutlarda yaşanmış olduğu sekiz yıl öncesine bakmakta yarar olduğunu düşünüyor. ‘‘Bu konuda çok çeşitli ve gerçekle bağdaşmayan birtakım görüşlerin de ortaya atıldığı gözönüne alınırsa, tamamen tarafsız bir görüşle ve gerçeğe uygun biçimde kaleme alınmış olan bu anıların hem geçmişteki, hem de bugünkü krizi sağlıklı değerlendirmemize katkısı olabilir diye düşünüyorum’’ diyor.
Haberin Devamı

Güneydoğu Anadolu gezisinden döndükten üç gün sonra Cumhurbaşkanı bir süre dinlenmek üzere 27 Temmuz 1990 gecesi Okluk Koyu'na gitmek üzere Dalaman'a hareket etmişti. Biz de çok yoğun geçen tempo içerisinde uzun süredir dinlenememiştik. Bize ‘‘Siz de birkaç gün tatile çıkın’’ dedi. Ben de bir iki gün sonra Bodrum Torba'daki yazlığıma gittim. Kaya Toperi de Bodrum Aktur'da idi. Tam bir tatil yapalım derken Toperi aradı. Irak Kuveyt'i işgal etmişti. Derhal Ankara'ya dönüyorduk. İki gün bile dinlenememiştik. Hemen Ankara'ya döndük. Korkulan olmuştu. Konuyla direkt ilgili kimseler bile gelişmelerin nereye varabileceğinin farkında olmamışlardı. Hatta ABD'nin Bağdat Büyükelçisi bile işgale ihtimal vermemiş olayı atlatmıştı. Ancak Özal daha yılbaşında Başkan Bush'a Irak konusundaki endişelerini bildirmişti. Olayı yakından izlemekteydi. Bundan dolayıdır ki işin vehametini görüp derhal Ankara'ya dönmüş ve hemen o gece saat 20.00'de Askeri Şura yemeğine katıldıktan sonra 21.30'da Milli Güvenlik Kurulu'nu toplamıştı. 2 Ağustos 1990 Perşembe günü başlayan Irak'ın Kuveyt'i işgali Özal ve yanındaki bizler için çok yoğun ve zor geçecek bir dönemin başlangıcı olacaktı.

Irak'ın Şattül Arab'ta İran'a verdiği ve hazmedemediği tavizler dolayısıyla ve İran'daki Devrim'den yararlanmak amacıyla 1980 yılında başlattığı kanlı savaş sekiz yıl sürerek nihayet 1988 yılında bitmişti. Bu savaştan sonra da Irak'ın hızla silahlanmakta olduğu bilinmekteydi. Dünyanın en hızla silahlananan ülkelerinin başında gelmekteydi. Birkaç ay önce Çanakkale'de İngiliz Başbakanı'nın dile getirdiği ve tüm dünyanın konuştuğu cehennem topu da bunun son bir örneğini teşkil etmekteydi. Saddam Kuveyt üzerinde toprak ve petrol iddia etmekteydi. Kuveyt'e saldıracağının bazı işaretleri bulunmaktaydı. Nitekim büyük bir cüretle 2 Ağustos'ta bunu gerçekleştirmişti.

Bu tüm bölge ve dünya güvenliğini ilgilendirmekteydi. Tabii olay burnumuzun dibinde vuku bulduğundan, Türkiye'yi de çok yakından ilgilendirmekteydi. Saddam ülkesindeki Kürtleri ezmekteydi. 1988 yılında Halepçe'deki zehirli gaz katliamı dünyayı ayağa kaldırmış, Saddam'dan korkan 70 bin kadar Peşmerge Türkiye'ye sığınmıştı. Bütün yardım imkânlarımızı seferber etmemize rağmen dünyaya gene de yaranamamıştık. Bu olay bizi de yakından ilgilendirebilecek boyutlardaydı. Ayrıca GAP projesi başladığından beri Irak su konusu dolayısıyla bize çok sıcak bakmamaktaydı. Aşırı silahlanmış olması da bizi haklı olarak endişelendirmekteydi. Bu potansiyel tehlikenin Saddam gibi birinin emrinde olması ise işi daha da vahim hale getirmekteydi.

ÖZAL'A SÜRPRİZ OLMADI

Özal ise kendisine gelmekte olan bilgiler ve bu faktörler ışığında olayı dikkatle izlemekteydi. Dünyada Kuveyt'in işgalini sürpriz olarak karşılamayan ender liderdendi. Daha ocak ayı ortasında ABD'ye yaptığı gezi esnasında Başkan Bush'u Saddam konusunda uyarmıştı. Özal Başkan Bush'la daha Reagan'ın yardımcısı iken iyi ilişkiler kurmuş, hatta başkanlık seçimi öncesi Dukakis'e karşı taktikler vermişti. Bush seçimleri kazanınca ilişkileri daha da güçlenmişti. İşte ocak ayında Saddam konusunda uyardığı Bush'la ilişkileri böylesine sağlam temellere dayanmaktaydı.

Temmuz ayında olay yaklaşıp Saddam Kuveyt sınırına asker yığarken, Özal Başkan Bush'u bir kez daha uyarmış ve ‘‘Saddam bölgedeki en tehlikeli adamdır, şimdi asker yığıyor bu konuyu dikkatle izliyor musunuz?’’ diye sormuştu. Başkan Bush'a gelen istihbarat ise Irak kuvvetlerinin çekilmekte olduğu, endişeli bir durumun sözkonusu olmadığı şeklindeydi. Özal sonradan bu konuda ABD'nin CIA'inin bile atladığını söylerdi. Nitekim bu konuşmadan tam bir hafta sonra Saddam güçleri Kuveyt'i işgal etmişlerdi.

Özal 17 Ocak 1991 günü başlayan ‘‘Çöl Fırtınası Harekâtı’’na kadar Körfez Krizi'ni büyük bir dikkatle ve aktif olarak izleyecekti. 4 Ağustos gün TAI Mürted tesislerini gezerek yapımı tamamlanmış F-16 savaşan şahin uçaklarının gösterisini izlemişti. Her ay yaklaşık 2.5 uçak üretilmekteydi. Haklı bir gurur duymaktaydı. Geçmişte uçak tekerleği bulamayan Türkiye, artık en ileri teknolojiye sahip uçakları kendisi yapabiliyordu.

Daha sonraları Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek ile anlaşmış ve Mısır'a 40 F-16 uçağının Türkiye'de üretilerek satılması kararlaştırılmıştı. Bu Türkiye açısından çok önemli bir olaydı. Özal artık Türkiye'nin gücüne çok daha fazla inanmaktaydı.

Türkiye yanıbaşında patlayan bu krizde anahtar ülke konumunda olacaktı. Aktif rol oynamak durumundaydı. Ne Irak'ın yanında yer alabilir ne de tarafsız kalabilirdi. Türkiye tüm batı dünyasını karşısına alamazdı. Ayrıca Irak ne kadar tehlikeli olabileceğini İran'la sekiz yıl süren savaşta göstermişti. Hızla silahlanmaya da devam etmekteydi. Yarın bir gün su meselesini bahane edip bize de saldırabilirdi. Kolunun kanadının kırılması bizim için de gerekliydi.

Tabii Özal olayın gerisindeki petrol savaşını da çok iyi görmekteydi. Çıkacak bir petrol krizi batı ekonomilerini çok olumsuz etkileyecekti. Ayrıca ABD ve batı dünyasının Kuveyt'i feda etmesi demek, tüm şeyhlikleri ve Suudi Arabistan'ı da sonunda Saddam hâkimiyetine terk etmesi anlamına gelecekti. Bu aynı zamanda dünya petrol rezervlerinin çok büyük kısmının da Saddam'ın kontrolü altına geçmesi anlamına gelecekti. Başta ABD, batı bunu kabul edemezdi. Üstelik birçok Arap ülkesi de Saddam'a karşı tavır almışlardı. Türkiye'de, batının yanında tavır almalıydı. Ayrıca çok hızlı karar verip uygulamak durumundaydık. İşte işgalin hemen ertesinde Özal'a hakim fikirler bunlardı. Ancak bu fikirlerini kabul ettirmekte çok zorlanacaktı.

MAKAMA SOKULAN SİLAH

İşgalden üç gün sonra Irak Başbakan I. Yardımcısı Saddam'ın güçlü adamı Taha Yasin El Ramazan Çankaya'daydı. Hareketlerini meşru göstermek için dil dökmüş, ama karşılığında Özal kendisine bu işte başarılı olmalarının mümkün olmadığını açık bir biçimde ifade etmişti. Görüşmenin sonradan basında çıkan ilginç bir yanı da T.Y.Ramazan'ın belinde tabancası ile Özal'ın yanına girmesi olmuştu. O günün ortamında bunun tehlikeli bir davranış biçimi olduğu, makama tabancasız girmesi gerektiği iddia edilmişti. Ancak tabanca üniformanın bir parçası addedilmekteydi. Araplar da buna çok düşkündüler. Ancak gene de hatırladığım kadarıyla, sonradan Semra Hanım bizlere tabancasını niye aldırmadınız diye serzenişte bulunmuştu. Ancak Özal her zamanki geniş yürekliliği ile bu olayı da ciddiye almamıştı.

Özal aynı gün yani 5 Ağustos Pazar günü, başta Başbakan Yıldırım Akbulut olmak üzere, Dışişleri Bakanı Ali Bozer, Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay, MİT Müsteşarı, Milli Savunma ve Dışişleri Müsteşarları ile bir toplantı yapmaktaydı. Bu arada geceden itibaren ABC ve CNN TV'lerine ilk demeçlerini vermeye başlamıştı bile.

NÖTR KALMAK ENAYİLİKTİR

Özal bu krizde aktif bir politika oynamaya kararlıydı. Ancak bürokrasinin direnci ile karşılaşıyordu. Sadece yetkililer değil, hükümet üyeleri ve Dışişleri de ihtiyatı elden bırakmamak risk almamak fikrindeydiler. Ancak Özal bastıracaktı. Bu konuda nötr kalmanın bize yarar değil, aksine zarar getireceği kanaatindeydi. Nötr kalmak enayiliktir. Ölçülü bir risk alınarak bu fedakârlığımızın karşılığını alabilirdik. Bu konuda da diğer bazı konularda olduğu gibi (Özal bilindiği gibi Güneydoğu Sorunu konusunda bazı çevrelerce sert biçimde eleştirilmekteydi. Söylediği bazı şeyler de kamuoyuna yanlış aksetmekte veya aksettirilmekteydi. Özal her konuda olduğu gibi bu konuda da basında çıkan aleyhindeki yazılara karşı oldukça rahattı. Bu konuda söylediği 'Ben bir federasyon fikrine karşıyım, ancak bunu bile gerçekleşemeyeceğini anlatmak için tartışmakta yarar vardır' sözleri sanki bir federasyon kurulması amacıyla Özal bu konuyu tartışmak istiyormuşcasına kamuoyuna nakledilmeye çalışılmıştı. Tabii bu gibi saptırmaların arkasında bazı siyasi hesaplar vardı.

SAPTIRILAN DİĞER SÖZLER

Aynı şekilde Özal'a atfen yayılan 'Anayasa bir kere delinse ne olur' sözleri de tamamen maksatlı yayılmış sözlerdi. İşin aslı erken seçim gündeme geldiğinde tarih konusundaki iki seçenekten her ikisinin de yüzde 100 uygun olmamakla birlikte birisinin sadece bir iki haftalık bir sapmaya neden olması, yani ehven-i şer olmasıydı. Özal bu seçenekte karar kılmış, ne yapalım süre açısından bu kadar uygunsuzluk oluversin anlamında bir söz etmişti. Özal'a atfen saptırılarak kullanılan diğer bir sözü de 'Ben zengini severim' ifadesiydi. Bunun da gerçekle hiçbir ilgisi yoktu. Aslında Özal bir Hadis-i Şerif'e atıfta bulunarak 'Ben tembelleri değil, çalışıp başarılı olanları severim' anlamındaki bu hadisi hatırlatmıştı. Bunları inisiyatif alarak, çalışıp başarmanın önemine dikkat çekmek amacıyla söylemişti. İşin ilginç yönü ben ne zaman kendisine bunları kamuoyuna açıklamasını önersem verdiği cevaptı. 'Bunlara aldırmayın, doğru bildiğinizi yapmaya devam edin' derdi. Bu son konu ile ilgili bir açıklamayı sadece bir kere bir cami ziyaretimiz esnasında yapmıştı. Bir kere de 1992 sonlarına doğru İstanbul'da yapılan büyük bir toplantıda her üç konuda gerçekten söylediklerini açıklamıştı. ama tüm bunlar kamuoyuna yansımıyordu.) Özal'a atfen ‘‘Bir koyup üç alacağız’’ dediği şayiası çıkarılmıştı. Özal kesinlikle böyle bir şey söylememişti.

Ancak şu da bir gerçektir ki bu konuda aktif rol oynadığımız takdirde daha kazançlı çıkacağımıza da inanmaktaydı. Bunun güvencesi kriz başladığında Yumurtalık-Kerkük petrol boru hattının kapatılmasını isteyen Başkan Bush vermişti. Bu garanti üzerine Özal da kendisine Birleşmiş Milletler'den bu konuda bir karar çıkarttığı takdirde boru hattını kapatabileceğimizi söylemişti. BM Güvenlik Konseyi de böyle bir kararı 7 Ağustos 1990 tarihinde çıkarmıştı. Başkan Bush, Özal'a Dışişleri Bakanı James Baker'ın 9 Ağustos'ta Türkiye'ye geleceğini telefonla söylemişti. Özal Baker'ın ne amaçla geldiğini de tahmin etmekteydi. BM Güvenlik Konseyi'nin Irak'a uygulanacak zorunlu önlemleri içeren kararı çıkar çıkmaz, Özal 7 Ağustos tarihinde Bakanlar Kurulu'nu toplamıştı. Amacı Yumurtalık-Kerkük petrol boru hattının kapatılmasını Baker aracılığıyla ABD resmen istemeden bunu bizim alacığımız bu kararla kendiliğimizden yapmamızdı. Böylelikle bu işi Amerikan baskısı sonucu yaptığımız söylentileri önlenmiş olacaktı.

Özal Bakanlar Kurulu'na bu hattı derhal kapatacağımızı söylediğinde işi kolay olmamıştı. Ertesi gün Bakanlar Kurulu tekrar toplanmış, Cumhurbaşkanı daha sonra da Genelkurmay Başkanı'yla görüşmüştü. Baker ertesi gün Çankaya'ya geldiğinde boru hattı kapatılmış durumdaydı. Kendisine yapacak bir şey kalmamıştı. Özal boru hattını kapatmakla koalisyon güçlerine destek verdiğimizi, şayet bunu o zaman yapmamış olsaydık, kendilerinin bizi zorlayacağını, biz direndiğimiz takdirde ise Yumurtalık'a abluka uygulayarak gemi yanaştırmayacaklarını düşünüyordu. Nitekim Baker Çankaya'dan ayrılırken yarı şaka yarı ciddi Özal'a bunu ifade etmişti.

1942 doğumlu Engin Güner, ODTÜ İdari Bilimler mezunu. 1972-89 yılları arasında Strazburg'ta Avrupa Konseyi'nde uluslararası yöneticilik görevinde bulundu. 1989'da Cumhurbaşkanı Başdanışmanı ve Özel Kalem Müdürü oldu. 1991-96 arasında İstanbul Milletvekilliği yaptı. Bu sırada Dışişleri Komisyonu üyeliğinde bulundu. Muhalefet partisinden olmasına rağmen Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Komisyon Başkanı seçildi. Türkiye'yi Avrupa Konseyi Asamblesi'nde temsil eden TBMM heyetine iki yıl başkanlık etti. 40 Avrupa ülkesi parlamenterini biraraya getiren Avrupa Konseyi Asamblesi'nde iki yıl süreyle Başkan Vekilliği yaptı. Bu Asamble'nin Siyasi ve Daimi Komisyon üyeliklerinde bulundu. Dört yıl süreyle Avrupa çapında uluslararası bir siyasi grup olan Avrupa Demokratik Grubu'nun Başkan Yardımcılığı görevini yerine getirdi. Aynı zamanda Batı Avrupa Birliği Asamblesi'nde Türkiye'yi temsil etti. Avrupa Konseyi'ndeki çalışmalarından dolayı Avrupa Konseyi Asamblesi'nin en yüksek nişanı olan (Pro-Merito) liyakat nişanına layık görüldü.

Başkan Bush'la daha Reagan'ın yardımcısı iken iyi ilişkiler kurmuş, hatta başkanlık seçimi öncesi Dukakis'e karşı taktikler vermişti. Bush seçimleri kazanınca ilişkileri daha da güçlenmişti. İşte ocak ayında Saddam konusunda uyardığı Bush'la ilişkileri böylesine sağlam temellere dayanmaktaydı.

İki lider pek çok kez bir araya geldiler. Yanda Özal bir Washington gezisi sırasında Başkan Bush’la Beyaz Saray’da görülüyor.

Fotoğrafta ayrıca Beyaz Saray Sözcüsü Marlin Fitzwater, Semra Özal ile Özel Kalem Müdürü Engin Güner de var.






Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!