Güncelleme Tarihi:
Sene 1960lar… O dönem için modern görünüşlü olan, önden iki kapılı ve sağlam bir cip dağları, tepeleri aşarak Elazığ’ın köylerini geziyordu. UNICEF’in Sağlık Bakanlığı’na hibe olarak verdiği bu araçta bir şoför, bir sağlık memuru, bir ebe kadın, bir de beş yaşında bir çocuk vardı! Göreve gittikleri köylerin sakinlerine yapılan aşıları izleyen, sonrasında “Buna niye o aşıyı yaptın, bunu nereye yazdın, o ilaç ne işe yarar?” diye meraklı gözleriyle ebe halasını soru yağmuruna tutan ufaklık, şimdilerde koronavirüsle ilgili gelişmeleri dinlediğimiz, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları Bilim Dalı Öğretim Üyesi ve Enfeksiyon Hastalıkları Derneği Başkanı Prof. Dr. Mehmet Ceyhan’dan başkası değildi!
TIPLA 5 YAŞINDA TANIŞTI, EBE HALASIYLA KÖY KÖY DOLAŞTI
Ceyhan, Köy Enstitüsü mezunu bir öğretmen babanın dört çocuğundan biri olarak 1957 yılında Elazığ’ın Hıdırbaba Köyü’nde dünyaya geldi. Çocukluğu Elazığ’ın köylerinde, ebe halasıyla ‘gönüllü sağlık hizmeti’nde bulunarak geçti. Liseden sonra aile Ceyhan’ın ve üç kız kardeşinin daha iyi eğitim alabilmesi için Ankara’ya taşındı. Ceyhan, sağlık konusunu daha o zamandan kafasına koyduğunu anlatıyor: “Ebe halamla yaptığımız köy ziyaretlerine ek olarak da hep okurdum; bakteri nedir, virüsler neden hastalık yapar… Halamın da etkisiyle çocuk doktoru olmak hep idealimdi ve 13 yaşımdan itibaren bunu söylerdim.”
ÇOCUKLUK HAYALİ ATOM MÜHENDİSİ OLMAKTI
Eğitimine Ankara’da devam eden Ceyhan, küçükken kafasına koyduğu hedef için ilerlemeye başladı. Gazi Lisesi’ndeyken TÜBİTAK’ın matematik yarışmasında Türkiye ikincisi oldu. Atom veya uçak mühendisliği hayallerini Türkiye gerçeklerine daha uygun olduğunu düşündüğü ‘çocuk doktorluğu’ için bir kenara bırakarak ilk tercihi olan Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne girdi. 1981’de mezun olduğunda aklında yan dal olarak ‘enzim ve metabolizma’ alanı vardı. Hormonların gittikleri yolları ezberlemeyi seviyordu ama rahatsızlıklar genelde genetik olduğundan hastalara yardım konusunda elinden fazla bir şey gelmiyordu… Ceyhan, bunun üzerine çocuk enfeksiyon bölümüne kaydığını anlatıyor: “Yalnızca enfeksiyon alanında tanı koyup tedaviyle hasta kurtarabiliyordunuz. Türkiye’de ilk defa ‘rota virüsü’nü çalıştım ve TÜBİTAK’tan ödül kazandım. Mecburi hizmet biter bitmez Hacettepe’ye döndüm, Çocuk Enfeksiyon Bölümü’nü kurduk. O dönem henüz aşılama yaygın olmadığından çocuklar enfeksiyonlardan ölebiliyordu. 1998’de ABD’ye gidip bir yıl Cincinatti Çocuk Hastanesi’nde çalıştım. Dönüşte aşı konusunda çalışmalara başladım. Türkiye’nin ilk aşı kongresini düzenledik. Aşıyla ilgili ne varsa hep içinde bulundum. Geçen 23 yılda Sağlık Bakanlığı’nın kurduğu çoğu komisyonda görev yaptım. 2006’da Van’daki kuş gribi vakalarını, ardından yine sahada domuz gribini araştırdık. Salgın kontrolü konusunda hep sahadaydım. Çocuk felcinin ortadan kaldırılması için Doğu ve Güneydoğu’da köy köy çalıştım, Sağlık Bakanlığı’nın idealist personeliyle Körfez Savaşı sırasında Türkiye’ye sığınan mülteciler arasında yayılan kolera salgınıyla mücadele ettik.”
KRALİÇEYE GÖSTERİ YAPTI
Bugün tüm dünyayı saran ‘COVID-19’ salgınıyla mücadele için çalışan Mehmet Hoca, bu kariyer için bir başka kariyeri feda etmiş; halkoyunları! Anlatıyor:
‘TÜRKLERİN MUMLU BİR OYUNU VARMIŞ’
“Genelde çok ders çalışan bir öğrenciydim ama Elazığ’dan itibaren halk danslarına ilgim vardı. O zamanlar halk dansları çok başka konumdaydı. Türkiye’de iki, üç dernek vardı. Yurt dışına gidip Türkiye’yi temsil eder hep de birinci olurduk! Dördüncü sınıfa kadar devam ettim. Ne yazık ki stajlar başlayınca bırakmak zorunda kaldım.” Fakat Hoca, jübilesini de zirvede yapmış; İngiltere Kraliçesi Elizabeth için sahneye çıkmış! Gülerek devam ediyor: “1984-1985’te baş asistandım. Dernekten aradılar. İngiltere’deki bir festivale gidiyorlarmış. Kraliçe, ‘Türklerin mumla oynadıkları bir oyun vardı’ demiş. Çayda çıradan bahsediyordu. Onu da o sırada dernekte bilen kimse kalmamıştı. ‘Sen gel ekip yetiştir, beraber gidelim’ dediler. Üç gün nöbet tuttuğum çok yoğun bir dönemdi. Bilim Kurulu dalı başkanına durumu anlattım. ‘Arkadaşların idare diyorsa git’ dedi ve ben hemen bir Elazığ ekibi yetişirdim. İngiltere’ye gittik, Kraliçe’ye sunum yaptık. Bizi izledi.
KADDAFİ’NİN KARŞISINDA..
Sonrasında Libya’nın devrim yıl dönümü için düzenlenen festivalde Kaddafi’ye de gösteri yaptık. Kuveyt’te bir şeyh başımızdan aşağı paralar döktü! Halk dansları sayesinde gitmediğim ülke kalmadı. Ben her yöreyi oynardım; zeybek, halay, horon… Festivallerde de hep birinci olurduk. Gittiğimiz yerlerde herkes gezerken ben ağaçların altında, elimde kitaplarla sabaha kadar ders çalışırdım.”
YAĞLI BOYAYA NASIL BAŞLADI?
Üniversitenin son senesinden itibaren ders yoğunluğu Ceyhan’ı halkoyunlarından tamamen koparmış. Ancak kopana kadar, 1980’lerin zorlu ortamında her çeşit olay ve baskıdan da uzak tutmuş. Peki halkoyunları sevdası içinde kalmış mı? “Kalmadı” diye yanıtlıyor: “Tıp mesleği çok ağır. Hakkıyla yapınca gecesi gündüzü yok ama yıllar sonra bir başka hobi edindim kendime, resim. Ama kursa gitmek istemediğimden kendim öğrendim.” Hoca bununla ilgili de komik bir anısını anlatıyor: “Başlarken malzeme dükkânına gidip ‘Yağlıboya yapmayı bilmiyorum, bana ne lazımsa ver’ demeye utandım, ya adam ‘Bu yaştan sonra olmaz’ derse diye! Kızımın ödevi için istediğimi söyledim… Ne yazık ki son 10 yıldır hiç vakit bulamıyorum. Belki emekli olunca...”
GENÇLERE 3 ALTIN TAVSİYE
Prof. Dr. Mehmet Ceyhan’ın gençler için üç tavsiyesi var:
1) Gençlikte hayaller çok fazla ama meslek seçerken Türkiye’nin gerçeğine de baksınlar; hangi meslekte iş imkanı var diye… Bir dönem endüstri, elektrik mühendisliği ön plana çıktı ama çok uzun sürmedi. Şimdi iş bulmakta zorlanıyorlar. Bazı meslekler de insana direkt iş imkanı sunar. Örneğin hemşirelik. Şu an çok ciddi ihtiyaç var. O okula girip iş bulamama diye bir sorun yok.
2) Hangi mesleği seçeceklerse onda en iyi olmaya çalışsınlar. Ben olsam kendimi zorlayarak bir okulu ucundan tutarak son sıralarda okumaktansa bir okulu ilk sırada kazanıp oranın en iyi öğrencilerinden biri olmaya çalışırdım. Mesela hekimlikte bazen çocuklar okulu kazanıyor ama sonra çok zorlanıyor ve meslekten soğuyorlar.
3) Aileler çok baskı yapmasın. Ben kızım hekim olsun diye çok uğraştım ama sonunda moleküler genetikçi oldu ve çok mutlu. Sevdiğiniz iş olsun.
‘KENDİ GENÇLİĞİME ŞUNU SÖYLEMEK İSTERDİM’
“Benim hayallerimde çok para kazanmak yoktu. Babam da hep eğitimimizle ilgilendi, hiç ‘Çok para kazanın’ demedi. Ben de kendi çocuklarıma para kazanma isteğini geçirmemişim… İstediklerimin hemen hepsini yaptım. Ne yapacaksam yaptığım şeyin hep en iyisi olmak istedim. Halk danslarıysa, onun da en iyisi! Mesela futbolu bıraktım çünkü iyi olamayacağımı hemen anladım. Bir işi yarım yamalak yapmayı sevmiyorum. Çocuk hekimliğinin verdiği ‘acelecilik’ de var. Bir şey hemen olsun istiyorum. Şartlar daha iyi olsaydı aşıyla ilgilenmeye daha erken başlayıp daha fazla araştırma yapabilirdim. Üniversiteleriyse bundan farklı hayal ediyorum. Tıp fakültelerinin amacı hasta bakmak değil, doktor yetiştirmektir ama sistem sizi maalesef buna zorluyor. Öğrencilerin araştırma ve bilimle ilgisinin azaldığını görüp üzülüyorum.”