Bu mektubu ister oku ister okuma

Güncelleme Tarihi:

Bu mektubu ister oku ister okuma
Oluşturulma Tarihi: Ocak 31, 2000 00:00

Haberin Devamı

Prof. Dr. Fahri Ecevit mektuplarına aynı sıklıkla cevap vermeyen oğluna sitem ediyordu

Ne zarif yazmış kereta

Ankara Adli Tabibi olan Prof.Dr.Fahri Ecevit, tek oğlu Bülent'e çok düşkündü. İşten arta kalan zamanlarını hep oğluyla geçirirdi. Hatta sık çıktığı köy gezilerine de götürürdü onu.

Aynı zamanda Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde Adli Tıp dersleri veren Fahri Bey, 1943 seçimlerinde babası Mustafa Efendi'nin memleketi Kastamonu'dan milletvekili oldu. 1946'da yeniden seçildi. Fakat CHP, 1950 seçimlerinde onu aday göstermeyince Ankara'da yapacak bir işi kalmadı.

Oğlu Bülent Ecevit'i, yakın arkadaşı Nihat Erim'in yardımıyla CHP'nin yayın organı Ulus'ta işe soktu ve eşi Nazlı Hanım ile birlikte doğduğu kent olan İstanbul'a döndü.

Fahri Bey, İstanbul'a taşındıktan sonra da oğlunun omuzlarından yardım elini çekmedi. Oğlunun yazılarını titizlikle inceledi, uyarılarını mektuplarına yansıttı.

Sıcak, içten, sakınmasız, özlem doluydu satırları. Eşi Nazlı Hanım'la birlikte İstanbul'a taşınalı bir yılı aşmış; bu sürede oğlunu ve gelini Rahşan'ı çok az görebilmişti. Üstelik Bülent, mektuplara aynı sıklıkla yanıt veremiyor, nadiren yazabiliyordu. Bu durum Fahri Bey'in özlemini artırıyordu. 18 Ağustos 1951 günü yine oturdu, daktilosunu önüne çekti, kağıdı taktı ve yeni bir mektuba başladı...

İLK MEKTUP: İŞİM YOK, GÜCÜM YOK

Oğlum;

Bu mektuba ayın onsezikinde başladım. Ne zaman biteceğini Allah bilir. Belki yollarım belki yollamam, onu da hak taala bilir. İşim yok gücüm yok.. Ben yazayım da sen ister oku ister okuma.. Onu da zati aliniz bilir. Görüyorsun ki her şey ilimle muhat (kuşatılmış) benim yaşadığım dünyada!!

Bu sabah gelen Yeni İstanbul gazetesinde Falih Rıfkı'nın hoşuma giden bir yazısı vardı.. Herifi hiç sevmediğim halde bu fıkra kılıklı yazısını pek sevdim. Okumanı tavsiye ederim. Hakikaten mendebur usta yazıcı. Şekip Tunca çattığına pişman olmuş galiba.. Barışmak istiyor.. Ne zarif yazmış kereta.. Bu nevi bütün suçları, bu tarzda özürlenirse peşin peşin af etmeğe daima hazırım.

Fahri Bey'in, dönemin ünlü başyazarlarından Falih Rıfkı Atay'a kızmasının nedeni CHP içindeki çekişmelere dayanıyordu. Mustafa Kemal'e yakın isimlerden biri olan Falih Rıfkı, 1946'da CHP içinde başlayan kavgada ılımlılara karşı ‘‘aşırılar’’ın lideri konumundaki eski Başbakan Recep Peker'in yanında tavır almış, 1947'de de 21 yıl boyunca çalıştığı Ulus gazetesinden ayrılıp başka gazetelerde CHP'nin ekonomide liberalleşme politikalarını eleştiren yazılar yazmaya başlamıştı.

Dönemin ünlü kalemleri Ulus çatısı altında toplanmıştı. Hüseyin Cahit Yalçın, Peyami Safa gibi dönemin yazarlarının yanısıra seçim kazanamayan CHP'li ağır toplar da Ulus'a yazılar gönderiyorlardı.

Geçen gün Emirgana, şu sizin meşhur kahvenize gitdim. Orada bir ahbabıma rast geldim. Eski Konya milletvekili Muhsin Binal.. Söz arasında laf şu meşhur Feridun Fikri Düşünsel'e intikal etti.. Onun hakkında (- Doktorcuğum bilmez misin? Herif meclisde nasıl rey dilenirdi!) dedi, birden aydım. Muhsin mükemmel bir teşhis koymuşdu..

‘‘Emirgan'daki meşhur kahve’’, camiinin yanındaydı. Bülent Ecevit, Robert Kolej'de öğrenciyken bu çay bahçesine çok sık giderdi. Fahri Bey'in, bu çay bahçesinde karşılaştığı Muhsin Adil Binal ile koyu bir sohbete girmesi doğaldı; her ikisi de o dönem milletvekili aday listelerine alınmamışlardı! F.Fikri Düşünsel ise onların aksine bir kez Bingöl'de CHP listesinin ilk sırasından aday gösterilmiş, liste başı olunca da yine Meclis'e girmeyi başarmış ancak Mart 1951'de ani bir zikzak çizerek CHP'den ayrılıp DP'ye transfer olmuştu! Kasım Gülek, Düşünsel'in DP saflarına geçişini ‘‘yeni iktidara mübarek olsun’’ diye kutlamıştı: ‘‘CHP, 14 Mayıs'tan bu yana bir temizlik yapmakta, mideciler ve yükler atılmaktadır.’’

Ben de tutuyor, kızıyordum.. Şimdi anlıyorum ki hata ediyormuşum.. Herif bal gibi dilencilik hastalığıyla malul bir debil.. Hastalığı değil, maluliyeti.. Bak, esasda hayasızlık dalına merbut (iliştirilmiş) olan bu hadiseyi ruhuye hakkında sana bir hikayet anlatayım:

Vaktiyle bir dilenci ile dilenciliğe özenen fıkara biri tesadüfen bir hamama beraber gitmişler.. Hamamda çırak ustasına dilencilik san'atının usul ve kaidelerini, adab ve erkanını sormuş. Kimden, neyi, nerede istemeli demiş. Usta cevap veriyor: (- Kimden olursa olsun, nerede olursa olsun, ne olursa olsun!)

Bunun üzerine çırıl çıplak namzet ustaya el açıyor: (Allah rızası içün diyor, bir parça sabun! ) Feridun Fikri Düşünsel ruh yapısı bakımından bu nevi dilenciden katiyen farksızdır. Meclisde rey dilenişini bütün kepazeliğiyle hatırlıyorum. (Allah rızası içün diye diye..)

TAM BİR DİLENCİ EDASIYLA

Düşünsel'in oy istediği seçimler, TBMM Başkanlık Divanı seçimleri olsa gerek. Binal'ın anlattığı yöntemlerle yeterince oy toplamayı başaran Düşünsel, bir önceki dönem TBMM Başkanvekiliydi. Fakat DP'ye geçmesi bir işe yaramadı, bu kez Meclis Başkanvekili olamadı...

Onun göğsünde içine kuran sıkıştırılmış bir de mıska saklıdır. Bazan tanıdıklarına gözlerini baygın baygın süzerek tam bir dilenci edasile allah diye diye göğsünü yumruklayarak, kelimei şahadet getirerek mıskasını gösterişi, gösterdikten sonra da bu mıskayı öpmeye çalışışı vardır ki enfesdir. İstersen bir fırsat düşerse Nihat Erim'e bahset.. Belki o bu mıska ve göğsünde kuran hikayesini bilmez.. Yalnız bu şeyler bir vakıayı isbat eder ki o da İnönü'nün pek adam tanıyamadığıdır.

Daktiloyu tıklatmaktan yoruldu Fahri Bey. İlk sayfayı doldurmuş ama oğluna söylemek istediklerini henüz yarılamamıştı bile. Öylece bıraktı mektubu...

Ertesi gün Ulus ekibinin çıkardığı haftalık Pazar Postası gazetesi geldi. Fahri Bey, büyük bir keyifle aldı gazeteyi eline. Oğlunun imzasını aradı gözleri, ‘‘Beyaz Derililer’’ başlıklı şiiri buldu. Büyük bir gururla okudu. Ancak geceyarısı oturabildi daktilosunun başına. Yeni bir kağıt taktı. Beyaz, çizgisiz kağıdın sağ üst köşesine tarih attı önce; 19 Ağustos 1951. Sonra kaldığı yerden devam etti mektubuna...

BABAMIN BENDEN FARKI RAKI İÇMESİYDİ

Mektupları elime aldığım anda duyduğum, tarifsiz bir heyecandı. Politikadan dışlanmış bir baba, emeklilik günlerinde oğluna sesleniyordu. İçten, sakınmasız mektuplar, sevgi yüklü sözcüklerle başlıyordu:

‘‘Oğlum, ‘‘Sevgili Bülendim’’, ‘‘Benim pek sevgili çocuğum’’, ‘‘Sevgili Çocuğum’’..

Prof.Dr.Fahri Ecevit, kimi zaman gece yarısı kalkıp yazmıştı; kimi zaman ertesi güne sarkmıştı mektuplar. Oğlundan cevap beklemiyordu; ‘‘İşim yok gücüm yok.. Ben yazayım da sen ister oku ister okuma...’’ diyordu. Oğlundan beklentilerini, uyarılarını samimi sözcüklerle dile getiriyordu. Hatta o nedenle bir mektubunda, ‘‘Hatta münasip görürsen bu mektubumu karına bile okuma. Çünkü Rahşana bile böyle bir yazımın görünmesinden utanacağım’’ demek zorunda hissediyordu kendini...

Her zaman iç dünyalarını büyük bir titizlikle dışarıya kapayan Ecevit ailesini ev haliyle gösteriyordu bu mektuplar. Başka bir deyişle Fahri Bey, kravatlı takım elbiseli ciddi politikacı halini bir yana bırakmış pijamalarını giymişti!

Fahri Beyin mektuplarının yanısıra annesi Nazlı Ecevit'in iki mektubu ve aile fotoğrafları ile Fahri Beyin ölümünden sonra Bülent Ecevit'e gönderilen başsağlığı telgrafları da bu belgeler demetinin arasındaydı. Bu mektup demeti Bülent Ecevit'in özel arşivinden yıllar önce çıkmıştı ve ben nasıl olup da ailenin dışındaki ellere geçtiğini bilmiyordum.

Ecevit de bilmiyordu! Mektupları, 49 yıl aradan sonra benim elimde görünce çok şaşırdı. Uzun süre ayakta kaldı, sanki oturmayı unuttu. Heyecanla inceledi, mektupları, fotoğrafları. Her satırı ilk günkü kadar merakla okudu, yeniden o günlere döndü.

O mektupları ilk okuduğunda gazeteciydi, şimdi ise Başbakan. Babasını, annesini, yaşamını bir kez daha gözünün önünden geçirdi. Annesinin tablolarındaki fırça darbelerini, Rahşan Hanım'ın resme devam edememesinden duyduğu vicdan azabını hatırladı. ‘‘Rahşan çok güzel resim yapardı. Benim yüzümden resmi bıraktı’’ dedi.

Mektupları okurken, bir yandan da babasından sözetti. ‘‘Babam benim Türkçe hocam sayılırdı, dil konusunda çok titizdi’’ diyerek, anlattı:

‘‘Daha çok tek partili dönemden çok partili döneme geçiş aşamasında aktif politika yaptı. Devletçiydi, CHP'liydi. İrtica nedeniyle Türkiye'nin geleceğinden de biraz kaygılıydı.

Çok heyecanlı bir insandı. Zaten o yüzden demokratikleşme sürecinde olan politik hadiselere dayanamadı, erken sayılabilecek bir yaşta öldü. İyi bir hukukçuydu, aynı zamanda psikoloji, felsefe ve edebiyata meraklıydı. Değişik konularla ilgilenirdi. Benden farklı olarak rakı içerdi. Rakı sofrası vardı, yemeği de çok severdi.’’

Ardından bir kez daha mektuplara daldı. Dakikalar sonra başını kaldırıp, sordu; ‘‘Bu mektuplar size nereden ulaştı?’’ Merak etmişti! Sonra ekledi; ‘‘Annem biyografi araştırmaları yapan birine vermiş olabilir.’’ Yayınlanmasına itiraz etmedi; sadece bugün hayatta olmayan kişilerle ilgili hakaret niteliği taşıyabilecek sözcüklerin çıkarılmasını istedi...

İRTİCA NEDENİYLE TÜRKİYE'NİN GELECEĞİNDEN KAYGILIYDI

SENİ HARCAMAYACAKLARDI

Nihat Erim bana söz vermişdi, seni hiç bir zaman harcamayacaklardı.. Niçün söylüyorum bilir misin? Bir posta binmişsin, bu post nasıl olsa havalanacak ve seni uçuracakdır..

BAZAN SAPITIYORSUN

Yazılarının çeşnisi, tadı tuzu şimdilik yerindedir gibi geliyor bana.. Bazan sapıtıyorsun ama enderen. İstersen biraz daha bekle de kıvamın gelsin, ortaya konunca revak gibi dökülüp durasın.

DİLENCİDEN FARKSIZDIR

Feridun Fikri Düşünsel ruh yapısı bakımından bu nevi dilenciden katiyen farksızdır. Meclisde rey dilenişini bütün kepazeliğiyle hatırlıyorum. (Allah rızası içün diye diye..)

İNÖNÜ PEK ADAM TANIYAMAZ

İstersen bir fırsat düşerse Nihat Erim'e bahset.. Belki o bu mıska ve göğsünde kuran hikayesini bilmez.. Yalnız bu şeyler bir vakıayı isbat eder ki o da İnönü'nün pek adam tanıyamadığıdır.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!