Beyoğlu'nda suç artıyor

Güncelleme Tarihi:

Beyoğlunda suç artıyor
Oluşturulma Tarihi: Aralık 01, 2000 00:00

Haberin Devamı

Beyoğlu nüfusu azalsa da diğer ilçeler arasında suçun en hızlı arttığı ilçe sıralamasında ikinci. Suç artışının en yüksek olduğu ilçe ise Küçükçekmece.

İTÜ Mimarlık Fakültesi'nden Doç. Dr. Alper Ünlü, Araştırma Görevlisi Yasemin Alkışer ve Yüksek Mimar Erincik Edgü 1998'de başladıkları ve iki yıl süren çalışmalarına göre Beyoğlu'nda 1993 yılında 164 suç işlenirken bu sayı 1997'de 1595'e çıkmış. Nüfus ise aynı süre içinde yüzde 2.6 oranında azalmış. Suçun üç kategoride incelendiği çalışmada, ağır suç kapsamındaki adam öldürme ve yaralama suçları, 1993'le 1997 yılları arasında 8 kat artmış. Ağır suçlarda ilk üç sıra ise şöyle: Birinci Eminönü, ikinci Güngören ve Beyoğlu, üçüncü ise Zeytinburnu.

Suç işlenen bölgelerin niteliklerinin incelendiği çalışmada üzerinde durulan nokta ise, bir bölgede yerleşim alanı ne kadar azalır, iş yerleri artarsa, metruklaşma ne kadar hızlıysa suçun da o kadar hızla arttığı. ‘‘Fiziksel ve Sosyokültürel Değişim Bağlamında Beyoğlu'nda Suç Olgusunun Değerlendirilmesi’’ çalışmasında ikinci suç türü olarak adlandırılan gasp ve soygun suçlarında ise aynı dönemde düşüş gözlenmiş. 1993'te Beyoğlu, Eminönü ve Bağcılar'ın ardından üçüncü iken, 1997'de bu suçun yoğun olduğu orta düzeyde bir ilçe haline gelmiş. Üçüncü suç türünü oluşturan hırsızlık ve dolandırıcılık suçlarında ise 1993-1997 yılları arasında tam bir patlama yaşanmış Beyoğlu'nda. Bu dönemde üçüncü suç türü Beyoğlu'nda yaklaşık 8 kat artmış. Sıralama şöyle: Eminönü, Şişli, Beşiktaş ve Beyoğlu.

Doç. Dr. Alper Ünlü çalışmalarının sonucunda ilginç verilerle karşılaştıklarını söylüyor. Ünlü, kent merkezlerinde gözle görülür bir nüfus azalması olduğunu, düzenli yerleşim alanlarında nüfusun değişmediğini, sadece kentin dış çeperlerinde oluşan yerleşim bölgelerinde nüfusun arttığını gözlediklerini söylüyor.

Metruklaşma hızlandı

Kentin tarihi merkezlerinde yerleşimin azalmasıyla birlikte metruklaşmanın da hızlandığını, bu değişimle birlikte suçun da arttığına dikkat çeken Ünlü, ‘‘En önemli sorun binaların alttan yukarı doğru kemirilme meselesi. 1977'de de burada bir çalışma yapmıştık. O günlere göre göç artmış, alt ticaret ve endüstri oradan ayrılmış, onların boşalttığı yerlere göçerler gelmiş ama yine de zeminden itibaren ilk üç katta ticarethaneler, depolar yerleşmiş. Bu değişimle birlikte metruklaşma da had safhaya ulaşmış,’’ diyor. Yasemin Alkışer bu hızlı değişime karşı belediyenin önlemler alabileceğini söylüyor; ‘‘İşyerleri Tarlabaşı'ndan Dolapdere'ye kadar iniyor. Her binada bir ya da iki ev kalmış. Belediye depoları buradan çıkartabilir yer göstererek. Saat 23.00'e kadar insanlar ve mahalle kendi korumasını yapıyor, ondan sonra boş kalıyor. Çünkü binaların altları metruk ve karanlık. Mümkün olduğu kadar iskanı artırmak ve özendirmek gerekiyor.’’

1998 yılında başlayan araştırma için İstanbul ve Beyoğlu Emniyet Müdürlüğü'nden büyük yardım gördüklerini söyleyen araştırmacılar bu süre içinde 1600 civarında suç dosyasını incelemişler. Karşılaştırdıkları bölgeler ise Tarlabaşı'ndeki Bülbül, Şehit Muhtar ve Çukur Mahalleleri ile Cihangir.

Ünlü, Tarlabaşı'nda hızla son derece ilginç heterojen bir yapı olduğunu söylüyor; ‘‘Romanlar, Mardinliler, Siirtliler, Karslılar var, Taksim'e yakın bölgede Karadenizliler, Zimbabweliler, Ruandalılar, Senegalliler, Togolular ve Romanyalılar var. Bunlar birbirleriyle de evleniyorlar. Böyle tuhaf bir durum var orada, üst komşu Zimbabweli, alt komşu Türk ve ikinci evliliğini bir Romen'le yapmış, 16 yaşında çocukları var. Altı metrekarelik birevde yaşıyorlardı, içeri sığmadığımız için dışarı çay servisi yaptılar. Herkes dışarıda oturuyor. Bu İstanbul'un ortasında olan bir şey.’

DOÇ. DR. ALPER ÜNLÜ

KENT merkezinde sıhhileştirme önemli. Çünkü tarihi doku. Üç model var. Biri, devlet, belediye ya da uluslararası organizasyonlar bir havuzda para topluyor ve yaşayanlardan mülkiyet haklarını alarak o bölgeyle ilgili turistik kararlar verebiliyor. Bu modelin problemi, kararların merkezi olması ve insanların bölgeyi boşaltmak zorunda kalması. İkinci model, işi liberal ekonomiye bırakırsınız, Talimhane'deki gibi oteller gelir, sıra evleri alıp pansiyon yaparlar. Bu da Türkiye'nin başbaşa kaldığı happiningler. Üçüncüsü Cihangir'in geçirdiği değişim. Bu da kentsel sızma. Belli potansiyeli olan gruplar, başka yerlerdeki evlerini satıyor ve rehabilite olacak yerlere sızıyorlar. Bu modelin problemi yerlilerin doğdukları yeri terk etmesi.

AR. GÖR. YASEMİN ALKIŞER

TARLABAŞI’NDA mülkiyetle ilgili kilitlenme çok fazla. Azınlıkların bölgeden ayrılması bu tür problemleri çok artırmış. Fener Balat'ta biraz çalışmalar yapıldı ama burada hiçbir çalışma yok. Aslında binalar çok sağlam. Oralarla ilgili yapılacak tek şey tesisatla ilgili çok ciddi iyileştirmeler yapmak. Geri dönüşe halkın yüzde 30'u evet diyor. Ama yüzde 70 bütün kötü koşullara rağmen kalmak istiyor. Boşaltılan bina zamanla çürüyüp metruk hale gelip, ondan sonra bir gece içinde yanıp ya da yakılıp oto park haline getirilecekse buna feryat ediyoruz. Özellikle Süryani Kilisesi'nin bulunduğu bölge bu tip girişimlerin çok olduğu yerler. Talimhane'ye yakın bir bölge. Zamanla buraya oteller gelecek ve oto parka dönüştürülen yerler otel olacak.

YÜK. MİM. ERİNCİK EDGÜ

İNSANLAR çevrelerine biraz daha uyum sağlayabilirlerse, fiziksel koşullar biraz daha iyileşirse sorun büyük oranda halledilecek. Bir yerde oturuyorsunuz ama ev sahibinizin kim olduğu belli değil, ama birine yine de kira ödüyorsunuz. Gecekondularda yaşayanlar kendilerine ait olmayan bir şeyi elde etmeye çalışıyor, halbuki buradakiler mevcut bir yere giriyor. Gecekondulular ile buradaki insanlar arasındaki fark, sanki gecekonducular gözü açık insanlar gibi geliyor bana. Birtakım şeylerle savaşmak için, boş bir alanda istediklerini yapmak için geliyorlar. Bu alan ellerinden alınmak istendiğinde de bir savaş veriyorlar. Halbuki diğerleri mevcut bir yapının içine girdikleri için, onlara kimse dokunmadığı sürece burada yaşamayı sürdürüyor.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!