Amma acayip bir yıldı 2003

Güncelleme Tarihi:

Amma acayip bir yıldı 2003
Oluşturulma Tarihi: Aralık 28, 2003 01:50

Amerikalılar Süleymaniye'de 11 Türk askerinin kafasına çuval geçirdiler. Babası İrlandalı, annesi Türk küçük Alistair serseri bir kurşunla hayatını kaybetti.

Iraklılara esir düşen Er Jessica Lynch star oldu. Savaş korkusuyla 2003'e giren ekonomi, rekorlar kırarak yılı kapatıyor. Artık Türkler arasından da Amerikalılar gibi bestseller yazarları çıkıyor...

Yıl boyunca gazetede okuduğunuz bütün bu haberleri hazırlayan, size ulaştıran Hürriyet yöneticileri geriye dönüp baktılar, akıllarında kalan, kendilerini en çok etkileyen olayları yazdılar. Hepsinin ortak görüşü 2003'ün en garip ve olağandışı yıllardan biri olduğuydu. Genellikle olumsuz, ama bazen olumlu anlamda.

SEDAT ERGİN

Ankara Temsilcisi

Süleymaniye baskınını duyduğumda vatandaş olarak öfkelendim gazeteci olarak heyecanlandım


İnanıp inanmamakta uzun süre zorlandım.

ABD askerleri, Süleymaniye'de Türk özel harekat görevlilerinin bulunduğu merkezi basıp, askerlerimizin başlarına çuval geçirip Bağdat'a götürmüşlerdi.

Bu tür haberler meslek hayatınızda sıkça kapınızı çalmaz.

Haberi aldığımda içinden geçtiğim karışık duyguları çok iyi hatırlıyorum.

Bir yanda, ortalığı yerinden oynatacak bir özel haberi almanın mesleki açıdan cazibesi, baş döndürücülüğü...

Diğer yanda, haberin içeriğinin sizde vatandaş olarak yarattığı kızgınlık ve tepki...

Ve yaşadığınız mesleki heyecan ile vatandaş olarak duyduğunuz infial arasındaki duygu gelgitleri...

Hemen Genel Yayın Yönetmenimiz Ertuğrul Özkök'ü cep telefonundan aradım.

Boğazda bir teknede verilen akşam yemeğindeydi.

Yanında başka gazeteciler de vardı; bu nedenle rahat konuşabilmek için kendisinden teknenin ucuna gitmesini istedim.

O an ne yapılması gerektiğine dönük çok kısa bir konuşma geçti aramızda. Kendisi teknenin ucundan diğerlerine çaktırmadan yazı işlerine telefonla manşeti yıkmaları talimatını verirken, ben de arabaya atlayıp gazetenin yolunu tuttum.

Türkiye ve ABD, 1950'li yılların başlarından bu yana aynı savunma ittifakı içinde yer almışlardı.

NATO bir ortak savunma örgütüydü. İttifakının temel felsefesi, bir müttefike yapılan saldırının bütün müttefiklere yapılmış sayılmasıydı.

Bu felsefeye göre, NATO Antlaşması'na imza atan bütün ülkeler topluca saldırıya uğrayan müttefikin yardımına gitme taahhüdüne giriyorlardı.

Ancak aynı ittifak içindeki bir müttefikin bir başka müttefike saldırması, ittifakın temel felsefesinin açık bir ihlaliydi.

Herhalde NATO Antlaşması yazılırken böyle bir durumun yaşanabileceği hiç düşünülmemişti.

Süleymaniye baskını, bu haliyle NATO tarihinde bir ilkti.

Amerikalılar, baskını haklı göstermek için ortaya attıkları iddiayı kanıtlayamadılar.

İlginçtir ki, daha sonra olayı soruşturmak amacıyla yapılan görüşmelerde Amerikan tarafı hata yaptığını kabullendi; gelgelelim bunu açıkça bildiriye yansıtmaktan kaçındı. Pentagon, bildiride olaydan dolayı üzüntü duyduğunu belirtmekle yetindi.

ABD'nin böyle bir terbiyesizliğe kalkışmış olmasının izleri herhalde Türk halkının belleğinden kolay kolay silinmeyecek.

Altı ay sonra geriye dönüp baktığımda bu izlerin en azından bende yerli yerinde durduğunu görüyorum.

Ayşe ÖZEK KARASU

Dış Haberler Müdürü

Krallı filmlerin unutulmaz yönetmeni Cecil B. DeMille'in Irak dekorunda çekilmiş bir filmi gibiydi 2003


Lenin'den Berlin'e ne heykeller ve duvarlar gördük ki, onları TV ekiplerinin getirdiği iş makineleri değil, coşkulu halk kalabalıkları yıkıp devirirdi.

Bağdat'ın Firdevs Meydanı'nda 9 Nisan günü tanık olduğumuz gibi, Hollywood tarzı vurucu bir son sahne arayan televizyon habercileri ile çapulcuların işbirliğinde yıkılmazdı heykeller.

Ne devrik diktatörler gördük ki, onlar şerefleriyle kurşuna dizilirdi. Öyle harbiden, sahnesiz, oyunsuz ve ansızın. Yumurta kabukları ve sucuk kangalları, 750 bin dolar ve iki Keleş'le dekore edilmiş çukurlarda bulunmazlardı. Bombacı profesör Ted Kaczynski ile Charles Manson karışımı bir görüntü içinde bitleri ayıklanmazdı. Eskiden diktatörlerle lamaları ayıran keskin bir çizgi de vardı. Onlar yakalanınca, Saddam gibi tükürmez ve karşılığında yumruk yemezlerdi.

Sonra kitle imha silahı bahanesiyle ülkelerin işgal edilip, kitle imha silahı adına bir diktatör ile iki diktatör yavrusu çıktığına da pek rastlanmazdı.

Eskiden müttefik askerlerinin başına çuval da geçirilmezdi.

Savaş kazanan başkanlar, Bush gibi pilot kıyafeti içinde, Top Gun hareketleriyle uçak gemilerine inmezdi. Çünkü kıyıya helikopter mesafesinde demirli gemiye, avcı-bombardıman uçağıyla inmek abes kaçardı.

Eski başkanlar, hadi Şükran Günü'nde cepheye gittiler diyelim, buna Kristof Kolomb'un Amerika'yı keşfi görüntüsü verilmezdi. Senaryo dışı bir kaza sonucu, elinde hindiyle resmi çekildi diyelim, ‘‘O hindi aslında tadımlık değil, seyirlikti’’ diye açıklama da yapılmazdı.

Çünkü eski günlerde Amerikan yönetimleri, propaganda için medyayı bu kadar ustalıkla kullanmanın, illüzyon sanatının inceliklerini keşfetmemişti henüz. TV'lerden naklen yayınlanan Bağdat'taki ‘‘şok ve dehşet’’ gösterisiyle, ‘‘o seni vurmadan sen onu vur, meşruiyet kılıfını sonra bulursun’’ anlamına gelen önleyici saldırı stratejisi de daha icat edilmemişti.

Medyanın cepheye sürülen birliklere iliştirilmediği masum günlerde, düzmece esir hikayeleri yazdırmak da kolay değildi. Irak'taki savaşta esir kadın asker istiyorsanız, pekala vardı. Shoshana Johnnson. Hani, savaşın ilk günlerinde Iraklıların esir alıp televizyona çıkardığı, korkudan tir tir titreyen kadın asker. İki çocuk annesi 30'luk Shoshana tekmelenmiş ve hırpalanmıştı. Ama o alımsız ve siyahtı. Uyduruk esir Jessica Lynch ise daha genç ve sarışın.

Şimdi Irak'tan Amerika'ya tabutlar, kolu-bacağı kopuk gencecik askerler dönüyor. Onlar ekranlara yansımıyor ama, Jessica tefrikası hız kesmeden devam ediyor.

Krallı filmlerin unutulmaz yönetmeni Cecil B. DeMille'in Irak dekorunda çekilmiş bir filmi gibiydi 2003.

Ama ne Top Gun Bush, ne de bitli Saddam... Televizyon kameralarına sırıtarak, terlikle Saddam resimlerini döven yüzlerce entarili Iraklı'nın görüntüsü geçiyor gözümün önünden şimdi.

Vahap MUNYAR

Ekonomi Müdürü

Korkularla girdiğimiz bir yılı rekorlar kırarak bitirdik


Bir yıl önce bugünlerde müthiş gergindik...

Sandıktan güçlü çıkan AKP'nin hükümeti, ‘‘acemiliği’’ bitmeden Avrupa Birliği (AB) sınavına girmiş, sonra Irak Savaşı'yla yüz yüze kalmıştı.

‘‘Siyasi istikrar yakaladık’’ diye sevinen piyasaların keyfi, yaklaşan savaşla kaçmıştı. Hem Türkiye'nin doğrudan savaşa gireceği endişesiyle ‘‘can korkusu’’ yaşanıyor, hem de ‘‘ekonominin altüst olması’’ bekleniyordu.

Dolar 2003 sonunda 2 milyon lirayı bulacak, borsa çökecek, yatırımlar duracak, enflasyonu yüzde 20'ye çekme planları suya düşecek, 2001 kriziyle büyüyen işsizler ordusuna yenileri eklenecekti.

Türkiye'ye ‘‘stratejik ortağım’’ diyen ABD, ‘‘Üsleri ve sınırını binlerce askerimin geçişine aç, sen de yanımda gel’’ çağrısı yaptı.

Üsler açıldı, iş sınırı ABD askerine açmaya ve Türk askerini Irak'a göndermeye gelince, ‘‘tezkere’’ Meclis'te takıldı.

‘‘24 milyar dolar savaş zararı’’ alma planı yapılırken, askeri günlerce gemilerde bekleyen ABD bozuldu. ‘‘Ortaklık’’ kopma noktasına geldi.

Bunlar olurken, piyasalar sürekli iniş çıkışlar yaşadı. Piyasayı ‘‘rahatlatan’’ etken, AKP Hükümeti'nin Uluslararası Para Fonu'yla (IMF) yürüyen ekonomik programa sahip çıkması oldu.

Derken İngiltere'yi de yanına alan ABD, Irak'ı vurdu. ‘‘Kötümser senaryolar’’ gündeme alındı. Savaşın zararları üzerine hesaplar yapıldı.

Karamsar tablo, Irak Lideri Saddam Hüseyin'in yıkılışıyla değişti. Ekonominin tüm oyuncularını ve piyasaları, ‘‘Saddam bitti’’ sevinci sardı.

2003'e savaş korkusuyla giren piyasalarda ibre ‘‘olumlu’’ya döndü...

Arada AKP'nin ‘‘İslami siyaset sembolü’’ sayılacak adımları yüzünden siyaset sahnesi gerilse de, ekonomi rayına oturdu.

Enflasyon ve faiz inişe geçti, dolar gevşedi, İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB) canlandı. Canlılık yayıldı, rekorlar art arda geldi.

n Otomotivde tüm zamanların üretim rekoru kırıldı. Sektörün ihracatı ilk kez 7 milyar dolara dayandı.

n İhracat hemen her ayı, ayrı bir rekorla bitirdi. Sonuçta yıllık ihracat 47 milyar dolara uzandı.

n Enflasyon 27 yılın en düşük düzeyine inip yüzde 20'nin altını gördü.

n Hazine faizi, borçlanma tarihinin en düşük düzeylerine, yüzde 25-26'lı oranlara döndü. Vatandaşın üzerindeki faiz yükü azalmaya başladı.

n Dolar 1 milyon 420-430 bin liralık düzeylere oturup kaldı.

n Canlanan fabrikalar, kapılarını işsizlere araladı.

Savaş sırasında bize bozulan ABD, ‘‘8.5 milyar dolar’’ın ucunu gösterdi. IMF, sürekli Türkiye'den övgüyle söz etti.

‘‘Ekonomideki olumlu gelişmelerin keyfini çıkaralım’’ derken, İstanbul'da patlayan ve 65 can alan 4 büyük bombayla sarsıldık. Bombalar ekonomiye ‘‘dokunmasa’’ da, moralimiz bozuldu...

2003'e savaş korkusuyla girdik, ekonomide güzel rekorlar kırıp çıktık.

Ekonomideki olumlu havanın ‘‘ceplere’’ ve toplumun refahına yansıdığı, bombasız bir yıl diliyorum.

Celal KORKUT

İstihbarat Şefi

Yılın yaratıcı suçlusu ödülünü, kokain emdirilmiş bornozla uyuşturucu kaçıran çeteye verdik


Kimsenin başına gelmesini istemediği olayları haber yapan servis olarak 2003'e ‘‘Haber sıkıntısı çekelim’’ diye iyi bir dilekle başlamıştık. Olmadı. Sayfalara taşıdığımız insanlarla birlikte gülüp, birlikte ağladık. Muhabirlerin dengesini nasıl koruyacağımızı şaşırdık.

İlk bomba ocak ayında Tuzla Akfırat'tan geldi. 15 eşli şeyh Yaşar Yılmaz'ın kurduğu imparatorluk herkes kadar bizi de şaşırttı. Şubat ayında takma kalplerle aşk yaşayan çiftin haberini yapan arkadaşı normale döndürmek uzun zaman aldı.

Gözleri görmeyen Aleyna'yı evlat edinen Sevgi Dağ'ın, yılın annesi seçilmesine giden tartışmalı yolculuğuna eşlik ettik.

20 Mart günü başlayan savaş itiraf etmeliyim bizim yükümüzü azalttı. Aynı ay Kartal Cezaevi'nde bir kadın tutuklunun, 20 santimlik duvara rağmen yan koğuşta kalan erkek tutuklu tarafından hamile bırakıldığı haberi, Türk erkeklerini bunalımın eşiğine getirdi.

Mayıs ayı Yıldız Teknik Üniversitesi'nde, öğrencilerin 'odunlu fikir jimnastiğiyle' akıllara yer etti. The New York Times'ın asparagasçı muhabiri Jayson Blair'in dolar milyoneri olabilmesinin ABD'ye has bir şey olduğunu muhabirlere kabul ettirmek çok zor oldu.

Yılın moda suçu içindeki insanlarla birlikte araç kaçırmak oldu. Gemi azıya alan kapkaççılar otobüs kaçırdı, düğün konvoyu durdurup zarf yerine gelinin altınlarını aldı.

Yılın yaratıcı suçlusu ödülünü, kokain emdirilmiş bornoz ve havlularla uyuşturucu kaçıran çeteye verdik. Özel yeleğine sakladığı 81 telefonla yakalanan kaçakçıya da mansiyon.

Yılın girişimci suçlusu, Tuzla-Kadıköy arasında 'Otobüs genelevi' işleten kadın oldu.

Yılın şanssızı, Kartal'da 20 kez soyulan apartman sakinleriydi.

Yılın sürpriz haberi, Ülkü Ocakları ile İşçi Partili gençlerin ortak mücadele kararı alması oldu.

Yılın en cesur suçlusu ise başbakanı üzerinden atan 'Cihan' oldu.

Kasım ayındaki bombalar, tüm Türkiye gibi bizim de kalbimizde patladı. Görevimizi yapmak isterken emniyet müdürünün bizi suçlamasına çok üzüldük.

Muhabirin iş kazası fotoğrafı Saddam'ın yakalanmasından çok tartışıldı.

Yeni yılda tek şey istiyoruz. Lütfen biraz daha az haber.

Doğan HIZLAN

Yayın Danışmanı

Eskiden bestseller deyince aklımıza Harold Robbins gelirdi, artık Türk yazarları var


Yıllardır bestseller dendiğinde aklımıza gelen Amerikan romanlarıydı. Harold Robbins başı çekerdi.

Türk yazarları bu listeye adım bile atamazlardı.

Düşünün çevirilerin başta olduğu bir liste, sanki yazarımız, dilimiz yok.

Şimdi durum değişti, en çok satanlar listesinin başında Türk yazarlar yer alıyor.

Artık, Türk edebiyatçıları çok okunuyor, benim gibi yayıncılığın elli yıllık tarihini izlemiş, yaşamış biri için bunun nasıl bir devrim olduğunu tahmin edemezsiniz.

Yayıncılıkta da, okur kimliğinde de bir devrim.

Yani okur en çok kendi edebiyatını, edebiyatçısını okuyor.

Alacağım yeni CD'ler konusunda bilgi edinmek için mutlaka klasik müzik konusunda birkaç yabancı dergi okurum. Bir yandan da hayıflanırım, neden bunları okuyabileceğim bir dergi bizim memleketimizde yayımlanmaz.

Okumayan bir dinleyici olur mu?

Peki, yabancı besteciler, icracılar konusunda bilgi alacağım, öğreneceğim, ya bizim bestecilerimiz, bizim icracılarımız...

Doğrusu benim üzüldüğüm bir eksikliği Andante dergisinin yayımlanması giderdi. Hem yabancıları, hem bizi izliyorum.

Çok şey mi istiyorum? Her sayısında -iki ayda bir yayınlanıyor- bir de bizim bestecilerimizin eserlerini CD olarak yayınlasalar, icracı da muhakkak Türk olmalı.

2004 için dileklerim var.

Kitap mağazaları açılıyor ama büyük bir müzik mağazası açılmıyor.

Böyle sessizlik olur mu?

Uğur CEBECİ

DHA Genel Müdürü

Küçük Alistair'in ölümü sinirlerimizi tepeye çıkardı


Türkiye ve çevresi 2003 yılını her gün gündemin bir kaç kez değiştiği şiddetli fırtınalı bir yıl olarak yaşadı. Doğan Haber Ajansı'nın Türkiye ve çevre ülkelerdeki muhabirleri soluk soluğa sıcak haberin takipçisi oldular.

Aylarca Kuzey Irak'ta kalan DHA muhabirleri Kerkük'ün düşüşünü videophone aracılığı ile duyurdular. Türkiye'deki abonelerimiz dışında başta Reuters olmak üzere CNN International'dan başlayarak çok sayıda televizyon kanalı detayları DHA'dan öğrendiler.

Savaş öncesi İncirlik'i kuşatan DHA muhabirleri, doğru habercilikleri ile dünyanın gündemine bu çok özel üssü anlatmanın yanı sıra İskenderun ve Mersin Limanı'nda sıcak saatlerin öncesini en iyi biçimde sundular. Bağdat'a düşen ilk bombanın görüntüsünü de yine DHA dünyaya yaydı.

Bingöl Depremi'nin en iyi fotoğrafları yine dünya basınına DHA muhabirlerinin objektiflerinden taşındı. Trabzon'da düşen İspanyol askerlerini taşıyan uçağın hazin hikayesi bütün detayları ile dünyaya DHA fotoğraf ve görüntüleri ile ulaştı. Diyarbakır'daki bir başka uçak faciası DHA'nın detayları ile doğruya yolculuk yaptı.

Antalya'da ortaya çıkan Chat-Kulak Skandalı özel hayata giren yöneticinin günlerce tartışılmasına konu olurken, İzmir'de kaza kurşunu sonucu hayatını kaybeden İrlandalı baba ile Türk annenin cici bebekleri Alistair sinirlerimizi tepemize çıkardı. Kalecinin gözüne ayna tutularak kazanılan bir amatör maçın hikayesi ya da ‘‘Alınyazısı Nuriş'ten’’ haberi, DHA'nın bir yıl boyunca sunduğu 60 bin haber ve 300 binden fazla fotoğrafın içinde yer aldı. Toplam 15 bin görüntülü haber servisi gerçekleştiren DHA birçok ülkenin televizyonlarına logosunu bastı.

2003'te DHA objektifleri sadece facialara değil elbette birçok mutluluğun da bir numaralı tanığı oldu. Özel hayata özen gösteren, çevreye sahip çıkan DHA, çocuklara yönelen bütün çirkinliklerin karşısına dikildi. Çaresiz insanlara haberciliği ile yardımcı oldu.

Selim AKÇİN

Magazin Müdürü

Ünlüler gaf antolojisine altın sayfalar eklediler


Gülben Ergen'in seks kasedi ortaya çıktı.

İbrahim Tatlıses'in biri eski hayat arkadaşı diğeri eski sevgilisi Derya Tuna ve Asena ayağından vuruldu.

Mehmet Ali Erbil son eşinden de boşandı.

Gökhan Özen azgın sularda boğulma tehlikesi geçirdi.

Rafet El Roman'la eşi Tuğba Altıntop ayrıldı.

Pınar Altuğ'un aşkını çocuklar da duyunca diziden oldu.

‘‘Asmalı Konak’’ çılgınlığı sınır tanımadı sonra aniden bitti.

‘‘Popstar’’ yeni starlar yarattı. Favori Bayhan'ın yıllar önce işlediği cinayet akılları karıştırdı.

Mankenler arasında önce evlilik sonra boşanma moda oldu. Şenay Akay ve Yüksel Ak her iki modayı da yakından takip etti.

Bir ayrılık da Ebru Gündeş'ten geldi. Sevgililik dönemi uzun süren aşkın evliliği üç buçuk ayda nihayete erdi.

Ünlülerin anıları bestseller listesine girdi. Ferdi Tayfur'un, ‘‘Üzerinde pembe uzun bir gecelik vardı’’ dediği hemşireyle yaşadıkları, Müjdat Gezen'in Ajda Pekkan göndermesi, Doğuş'un hapis maceraları kitapçıların raflarında yer aldı.

Avşar Ailesi'nden bu kez Kaya Çilingiroğlu manşetlerdeydi. Onun da nedeni ayağına sıkılan futbol kurşunu oldu.

Ebru Gündeş, ‘‘Beni bikiniyle görüntüleyecek kişiye 1 milyon dolar veririm’’ dedikten bir hafta sonra bikiniyle görüntülendi. Ardından, ‘‘Artık Türk karasularında denize girmem’’ açıklaması geldi.

Cüneyt Arkın, ‘‘Dünyayı Matrix filmindeki Neo değil ben kurtardım’’ diyerek Kara Murat'lığını yine gösterdi.

En önemlisi ünlüler daha çok konuşmaya başladı. Onların konuşmalarından gaflar çıktı. Eşinden ayrılan Tuğba Altıntop'un bir gençle yaşadıklarını açıklarken söylediği ‘‘Birlikteyiz ama zina yapmıyoruz’’ sözü, ‘‘Evlenmek istiyorum ama Pipis soyadını almak istemiyorum’’ diyen Asuman Krause'nin Stelyo ile kısa süren aşkına kadar geniş bir yelpaze, gaf antolojisine girmeyi başardı. Tarkan sönük bir çıkış yaptı ama iyi toparladı. Mustafa Sandal'ın ‘‘Seven’’ albümü çok beğenildi.

Her yıl olduğu gibi bu yıl da ünlüler cephesinde aşklar, ihanetler, reddetmeler, kavgalar, hayal kırıklıkları ve umutlar vardı. Bir yıl bunlarla geçti. Onlar yaşadı, biz yakaladık.

Esat YILMAER

Spor Müdürü

Şenol Güneş, Fatih Terim, Mustafa Denizli: 2003 üç kahramanımızı silip götürdü


Hayal kırıklıkları ile dolu tam 365 gün.

Spor servislerini bilmezsiniz.. Orada büyük hayaller kurulur, şampiyonluk kupaları günlerce, hatta aylarca önceden havaya kaldırılır, coşkunun, çekişmenin, heyecanın en güzeli burada yaşanır.

Sizin kahramanlarınız vardır, imparatorlarınız vardır...

Dedim ya, hayalleriniz büyüktür.

Ama hayal kırıklıklarınız da bir o kadar canınızı yakar.

‘‘Futbol bir hayat memat meselesi değildir. Ondan çok daha önemlidir’’ demiş Bill Shankly...

Bill Shankly kim mi dediniz. Liverpool'un İskoçyalı ünlü menajeri..

Şimdi, gözlerinizi kapayın ve Letonya maçını düşünün.

Hayır, hayır kaçırdığımız golleri değil, yediklerimizi de bir kenara bırakın.

Maç sonrasına dönün. Dünyanın nasıl başımıza yıkıldığını hatırladınız mı?

Shankly'ye hak verdiniz değil mi?

2003 bizim hayallerimizi yerle bir etti.

Avrupa Şampiyonası finallerine gidecek, orada final oynayacak, dünya futbolunun yükselen değeri olduğumuzu herkese kanıtlayacaktık.

Olmadı, yapamadık.

Sadece bununla kalmadı.

2003 bizim kahramanlarımızı da alıp götürdü. Bazılarını yazmaya, sıralamaya kalksam listeyi sayfalara sığdıramam.

Şenol Güneş, Avrupa'daki düşlerimizi, hayallerimizi yıkan adam değil miydi...

Letonya maçında 2-0'lık bir skoru yakaladıktan sonra, milli takımımızı Avrupa kupası finalleri eşiğinden çeviren ve 65 milyon insanın hevesini kursağında bırakan Şenol Güneş'i liste başı yapsam bilmem kızar mısınız?..

Ya Fatih Terim... Adı hep başarı ile anılan ve gurur tablolarının değişmez portresi Terim'e neler oldu 2003'te...

Meslek yaşamının hiçbir döneminde böylesine basının diline düşmemişti. Ve böyle bir eleştiri furyasında fırtınalı günler yaşamamıştı.

Terim'in 4 yıl boyunca, G.Saray müzesine taşıdığı onca kupalar unutuldu ve 2003'ün hedef adamı haline geldi.

Türk futbolunun popüler ismi Mustafa Denizli de 2003'ün dalgalarında boğulan bir isimdi.

Büyük ideallerle aldığı Manisa Vestel'i, Türk futboluna armağan edecekti. Bu kurumda ideallerini gerçekleştirecekti. Ve Manisa Vestel'in başarısı her hafta manşetleri süsleyecekti.

Puan cetveline bakın. Manisa Vestel'in bulunduğu yer, Mustafa Denizli'nin idealleri ile hiç bağdaşıyor mu?..

Yine dönüyorum milyonların değişmez sevgilisi futbola. Neden futbol? Çünkü, ondan çok şeyler bekliyorduk. Olmadı, yapamadık, beceremedik...

Ne Süreyya Ayhan'ın başarısı, ne voleybolcularımızın müthiş çıkışı. Hiçbiri futbolda yediğimiz darbenin acısını unutturamadı.

Belki 2004'te nice başarılarımıza tanık olacağız. Ama 2003’te yaşadığımız acıları da hiç unutmayacağız.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!