6-7 Eylül bize ticareti öğretti ama...

Güncelleme Tarihi:

6-7 Eylül bize ticareti öğretti ama...
Oluşturulma Tarihi: Aralık 09, 2001 01:47

Beyoğlu'ndaki zerafet 6-7 Eylül'deki o hicap verici olaydan sonra bozuldu ve caddede serseriler dolaşır oldu. Burada yürümeye adeta korkardık, Beyoğlu'nda cimcik yemeyen yegáne hatunlardan biri herhalde benim. Bir aralık, çocuk aklımla bayağı aşağılık kompleksine kapılmıştım, niye beni cimciklemiyorlar diye.

Geçenlerde hava çok güzeldi, bazı işlerim için Beyoğlu'na gittim. Çok uzun zamandır gitmediğim Beyoğlu'nun hoşuma gittiğini ablam Semoş'a anlatırken birdenbire eski günlere dalarak çocukluğumuzu hatırladık ve çok eğlendik. Esasında ben geçmişe bakmasını çok sevmeyen, hep ilerideki günlerimi hayal eden bir kişiliğe sahipken eski Beyoğlu'nu anımsayarak İstanbul'un ve insanlarının yaşam biçiminin ne kadar değiştiğini gözlemledim.

Vakko'nun sahibi sevgili Vitali Hakko Beyoğlu'nu eski kimliğine kavuşturmak için çok çaba sarfediyor. Vitali'ciğim, emeklerin galiba boşa gitmiyor, zira gençler Beyoğlu'ndaki yeni açılan yerleri seviyorlar. Biraz daha vakit var ve inşallah Beyoğlu eski kalitesine kavuşacak.

Fast food'un (ayaktan beslenme) girdiği her yer eski zerafetini kaybediyor. Bunun en güzel misali Beyoğlu ve Paris'teki Champs Elysees'dir. Bakın, New York'taki Beşinci Cadde'nin baş kısmına ve Madison Avenue'ya, fast food'un yaratıcıları oldukları halde, ayaktan beslenmeye izin vermediler. Böylelikle bu caddelerinin nezahetini korumuş oldular.

Çocukluğumun Beyoğlu'su, daha eskilerin Rue de Pera'sı bir zamanlar İstanbul'un en kaliteli alışveriş caddesiydi. Ben size ellilerin, altmışların ve bir anlamda 6-7 Eylül öncesinin Beyoğlu'nu anlatacağım.

Markiz ve Lebon pastahaneleri, akşam üzeri şık, kürkleri ve voile'li (gözün üstüne düşen tül) şapkalarıyla günün modasını yansıtan hanımların beş çaylarını içtikleri, birbirlerini gördükleri ve göründükleri mekánların en önemlisiydi. Abdullah Efendi Lokantası'nda yemek yemek fevkalade ‘‘in’’di. Degustasyon ise daha rahat bir kılıkla gidilen meşhur birahaneydi. Tokatlıyan Oteli'nde düğünler nişanlar yapılıyordu. Salı geceleri Melek ve Atlas sinemalarının salonlarındaki galaları kaçırmamak gerekliydi. Bizler daha talebe olduğumuz için cumartesi öğleden sonraları Melek Sineması'na üç matinesine gider, çıkınca da İnci Pastanesi'nde Soupe Anglaise yeme numarası ile Robert Kolejli delikanlı arkadaşlarımızla buluşurduk. Göz göze bakışır, birbirimize bazı mesajlar vermeye çalışırdık.

Beyoğlu'nda dükkánınız veya işyeriniz varsa, sırtınız yere gelmezdi. Neler vardı sayayım sizlere. Gençlere ilginç gelmeyecektir ama hakiki bir İstanbullu'nun içini çekerek anımsayacağı bir Beyoğlu bu... Galatasaray Lisesi'nin sağ köşesinde Japon pazarı oyuncak satardı. Karşı sırasında bir yerlerdeki Sabuncakis, vitrininde taze çiçeklerini sergilerdi. Biraz Tünel'e doğru Foto Sabah'ın atölyesi dururdu, vitrininde meşhur kişilerin fotoğraflarını teşhir ederdi. Franguli ve Saroyan (Saran) en meşhur kuyumculardı. Lazarro-Franko'da döşemelik kumaş satılırdı. Rus asıllı Kurkia kardeşler antikacılıkla iştigal ederlerdi. Meşhur dekoratör Selahattin Refik'in de dükkánı vardı Beyoğlu'nda. Okazyon ise Beyoğlu'nun en meşhur gümüşçüsüydü. O tarihlerde hazır giyimi az da olsa Lion satardı. Daha ziyade esvaplar meşhur terzilerde diktirilirdi ve sosyete bu mekánlarda birbirine rastlardı. Herkes kimin hangi terziden giyindiğini bilirdi. Rekor, İpeker, H. Kocabaş gibi kumaşçılar ve Elite'den alınırdı bütün iğne, iplik ve düğmeler.

Meşhur terzilerin hepsinin Beyoğlu'nun hoş ve loş apartman katlarındaydı atölyeleri. Mme. Lutufyan en meşhur tayyör ve manto diken kadın terzisiydi (bize teyzemiz olacak kadar yakındı, kendisini anarken içim sızladı), Reisicumhurumuzun hanımı Mevhibe Hanımefendi ve kızı Özden Hanım müşterileri arasındaydı. Terzi Maksut gece kıyafetleri, Enver Baki ise gelinlikleri ile meşhurdu. Mme. Concitta, Mme. Fegara, Theo'lar, hepsi sosyete tarafından paylaşılamayan terzilerdi. Terzi Mualla yeni yeni parlamaya başlamıştı. Şapkacılar ise Pierre ve Mme. Juliette Seyyahi idi. Elde imal edilen iskarpinler ise Aris'ten veya Paçikakis'ten olurdu. Çeyizlik keten çarşaflar Eskinazi'de işlenmeliydi. Beyoğlu, daha isimlerini saymakla bitiremeyeceğim atölyelerle ve dükkánlarla doluydu. Her şey ithaldi, Avrupa'dan gelirdi.

O günlerden kalan yegáne müessese şimdi Rebul Eczanesi'dir ve lavanta kolonyasıyla hálá meşhurdur. Beyoğlu'nda dükkánları var mı bilemem ama Hacı Bekir'den lokum almak başka bir ayrıcalıktı. Angelidis ise pahalı hediyelik eşya dükkánıydı.

Gene o günlerde gerek beyler ve gerekse hanımlar şapkasız sokağa çıkmazlardı. Beyoğlu'nda yürürken rastladıkları hanımefendileri temenna etmek için başlarındaki şapkaları hafifçe kaldıran beylerin elleri kolları yorulurdu. Bu mühim caddede yürüyen neredeyse herkes birbirini tanırdı. Beyoğlu'nda piyasa yapmak adeta modaydı. Bir gün annemden gizli pipo içen Rahmi'ye rastladık. Hepimiz yavaş yürüyen trafiğin içinde arabadaydık. Bizi görünce piposunu cebine sokan Rahmi'ye ‘‘Cebinde yangın vaaar’’ diye bağırmıştık, biz muzur çocuklar.

Bu nefaset ve zerafet 6-7 Eylül'deki o hicap verici olaydan sonra bozuldu ve caddede serseriler dolaşır oldu. Beyoğlu'nda yürümeye adeta korkardık, Beyoğlu'nda cimcik yemeyen yegáne hatunlardan biri herhalde benim. Bir aralık, çocuk aklımla bayağı aşağılık kompleksine kapılmıştım, niye beni cimciklemiyorlar diye.

Her şerden bir hayır doğar, 6-7 Eylül'den önce gayrimüslimlerin elinde olan bütün bu dükkánlar ve zenaat bir anda kayboldu. Hepsi ülkeyi terk ettiler. Aralarından çok azı mesleklerine devam ettiler. Epeyi bir zaman aldı, şimdi bütün bu ticaret ve zenaat müslimlerin eline geçti ama gene de hepsinin ustası gayrimüslimlerdi.

Bu sefer de ‘‘Quand Beyoglu etait Pera’’yı yazan Nuhad Duhani'ye mi özendim dersiniz?
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!